Easterlin'in çalışması, ekonomik refah seviyesindeki müthiş artışa rağmen insanların huzurlarında bir artış olmadığını göstermiştir. Yüzlerce bilimsel çalışma, çözümün nerede olduğunu gösteriyor. Temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra parayı kendi keyfin için harcayıp mutlu olmaya çalışma. Mesela, fakirlere harca. Onların ihtiyaçlarını karşıladığını gördükçe, sen de ruhî ve vicdanî bir lezzet alacaksın. Veya entelektüel ve ruhî potansiyelini inkişaf ettirme misyonuna sahip kuruluşlara yardım için harca...
"Milyoner, kendisini mutsuz yapan servetinden kurtuluyor" başlığıyla duyurdu İngiliz Telegraph gazetesi okuyucusuna mutluluğu satın almaya çalışan Avusturyalı milyoner Karl Rabeder'ın ilginç hikâyesini. Habere göre, Karl, kendisine bir kuruş bırakmayacak şekilde üç milyon Euro'luk servetinin tamamından kurtuluyormuş. Sebebi ise paranın mutluluk değil, mutsuzluk getirdiğini anlamasıymış. 1,4 milyon Euro'luk, göl kenarında, saunalı ve Alpler'e nazır muhteşem dağ manzaralı, yaklaşık 1.500 metrekarelik lüks evini de satışa çıkarmış bu maksatla. Evi satılınca, dağlık yerde ağaçtan yapılmış küçük bir kulübeye taşınacakmış. Ayrıca 17 hektar üzerine kurulu eski taşlardan yapılmış çok güzel çiftlik evini de satışa koymuş. Altı sportif uçağını, bir lüks Audi A8 arabasını da elden çıkarmış. Bütün lüks ev eşyalarını da satmış. En ilginç olanı da bu kadar servete rağmen, halen gözünün doymadığını gösteren tam 21.999 piyango biletini de satıyormuş. Bütün bunlardan elde edeceği hasılatı Orta ve Latin Amerika'da kurduğu yardım kuruluşlarına verecekmiş. Buradan maaş bile almayacakmış. Gazeteye verdiği röportajda, Karl, ne yapmak istediğini şöyle ifade etmiş: "Geriye hiçbir şey, ama hiçbir şey bırakmak istemiyorum. Çünkü para, ters tepiyor, mutluluğun gelmesine mani oluyor."
Karl, çok fakir bir aileden gelmiş. Para hasretiyle büyümüş. Yıllarca çok para kazanmak rüyasıyla yatıp kalkmış. Kendi ifadesiyle, "uzun süre daha çok servet ve lüksün otomatik olarak daha çok mutluluk anlamına geldiğine" inanmış. Ancak zamanla bunun pek de doğru olmadığını anlamış. Daha çok para kazandıkça huzurunu kaybetmiş. Paranın adeta kölesi olduğunu hissetmeye başlamış. Kendi kendine şunları söyleye durmuş: "Artık buna bir dur demelisin. Lükse ve tüketime son vermelisin. Gerçek hayata başlamalısın." Karl, kendisi gibi birçok insanın da paraya kölelik yaptığını fark etmiş. Ancak bütün bunlara rağmen, yıllarca "cesaret" gösterip kendi zincirlerinden kurtulmaya teşebbüs edemediğini itiraf etmiş. Hawaii adalarında eşiyle birlikte yaptığı üç haftalık tatilde yaşadıkları, bardağı taşıran son damla olmuş. Kendinden dinleyelim: "Beş yıldızlı hayat tarzının ruhtan ve gerçek duygudan mahrum dehşet verici bir şey olduğunu anladığımda hayatımın en büyük şokunu yaşadım. Bu üç hafta süresince harcayabileceğimiz kadar para harcadık. Ancak gerçek bir tek insanla karşılaşmadığımızı hissettik. Hepsi, rol yapan aktörlerdi. Çalışanlar dost gibi davranma rolünü oynuyordu. Misafirler ise çok önemli kişiler olduğu izlenimini veriyordu. Hiç kimse gerçek kimliğini göstermiyordu." Bu tatilden sonra kesin kararını vermiş. Paranın gerçek değil, ancak sahte dostları satın alabildiğini idrak etmiş. Yıllardır mutluluk getirir hayaliyle peşinden koştuğu servetin huzur değil hüzün getirdiğini hissetmiş. Parasının tamamını bağışlayarak bu seraptan kurtulmaya karar vermiş. Bu kararı uygulamaya koyduğundan beri neler hissettiğini soran gazeteciye Karl, şu ilginç cevabı vermiş: "Özgür ve yükten arınmış." Bunu da yıllardır içinden yükselen "kalbinin ve ruhunun sesine" cevap vermeye bağlamış.
Karl'ın hikâyesi bana kralın çıplak olduğunu söyleyen cesur adamın hikâyesini hatırlattı. Küresel dünyanın kralı kapitalizm, insanlara paranın mutluluk getirdiğini telkin ederken, milyonlar bunun gerçek olmadığını biliyor aslında. Ancak tabanın aklına ve kalbine kadar işleyen sosyal ve psikolojik baskılar yüzünden hiç kimse sesini çıkaramıyor. Hatta aklından bile geçiremiyor. Nefsinden kelepçeli köleler gibi krala gece gündüz demeden hizmet etmeye devam ediyor. Kendisine 'kölesin' denildiğinde, "Hayır özgürüm, kendi mutluluğum için çalışıyorum." diyor. Çünkü böyle inandırılmış. Veya böyle kandırılmış. Tıpkı, eski çağlarda İtalyan çiftçilerinin eşeklerini kandırdığı gibi. Rivayete göre, çiftçiler eşeklerinin burnunun ucuna yarım metre uzunluğunda bir çubuk bağlar ve çubuğun ucuna da eşeğin hoşuna giden bir yumak ot koyarmış. Eşek bir adım atıp, otu alacağım ve muradıma ereceğim diye düşünürmüş. Tabii ki, eşek, eşek aklıyla kendisine kurulan tuzağı fark edemediği için her defasında bir adım kaldı diyerek hızlanarak gidermiş. Sonuçta, çiftçiler hedefine çabucak ulaşır, eşeğin ise bir ömür boyu koştuğu yanında kâr kalırmış. Habere konu olan Karl, "Özgür oldum, yükten kurtuldum." derken, aslında bundan böyle, tabirimi bağışlayın, eşek olmadığını söylüyor. "Yıllarca bir yumak mutluluk vaadiyle eşek gibi çalıştırdığınız yeter. Artık beni "para" adlı mutluluk otuyla kandıramazsınız. Aklım başıma geldi, bana yüklediğiniz yükü bırakıp hayatımı özgürce yaşayacağım" demek istiyor.
Para kazanmayı öğrendik ama harcamasını öğrenemedik
Kapitalizmin insanı paranın kölesi yaptığını çok daha önceleri başka bir Karl da söylemişti. Meşhur Karl Marks'tan bahsediyorum. Marks'a göre, "Para Yahudilerin kıskanç Tanrısıydı ki, ondan üstün başka hiç bir tanrı yoktu. Para bütün diğer tanrıları öldürdü ve onları eşyalaştırdı. Yahudilerin Tanrısı sekülerleşti ve tüm dünyanın Tanrısı oldu." (Robert Tucker (ed), The Marx-Engels Reader, W.W.Norton & Company; Second Edition edition, 1978, s. 50.) Para (kapital) biriktirmek bu sistemden nasibini almış çoğu insanların biricik gayesi olmuştur. Çünkü kapitalistlerin nazarında, paranın açmadığı kapı yoktur. Bu bağlamda, aslında kapitalizm dinlerin ahirette cennet vaadini dünyada gerçekleştirmeyi amaçlayan bir dünya görüşüdür. Kimileri buna "dünyevi din" de diyor. Kapitalizm, dünya cennetine giriş biletlerini parayla satıyor. Sadece para verenlerin bu cennete gireceğini söylüyor.
Kapitalist cennete girenlere sunulan mutluluk formülü (fayda maksimizasyonu) gayet açık: Ne kadar çok çalışırsan, o kadar çok para elde edersin. Ne kadar çok para elde edersen, o kadar çok mal ve hizmet satın alabilirsin. Ne kadar çok mal ve hizmet alırsan, o kadar çok tüketim yaparak faydanı (mutluluğunu) artırabilirsin. Kapitalist sistemde kimisi çok çalışarak, kimisi de çok çalarak nihai amaca ulaşmaya çalışır. Para her şeyin üzerinde bir değer kazanmakla kalmaz, her şeyin ve herkesin değerinin belirleyicisi olur. İlginçtir, başka bir Karl da kapitalizmin bu günahından şikâyet ediyor. Bu sefer meşhur iktisat tarihçisi Karl Polanyi'den bahsediyorum. Polanyi'ye göre modern kapitalizm kâr ve piyasayı toplum ve insanî değerlerin üzerine çıkararak her şeyi alıp satılan bir mal derecesine indirmiştir. Gazeteye haber olan Karl, Polanyi'yi teyit ediyor. Dostluk, güler yüz gibi değerlerin parayla takas edildiği beş yıldızlı kapitalist cennetin aslında yalancı bir cennet olduğunu söylüyor.
Maalesef, günümüzde gelişmiş kapitalist toplumlarda dinin dahi farklı formatlarda paketlenerek piyasada satılır hale getirilmesi Polanyi'nin haklı olduğunu gösteriyor. Kapitalist tüketim anlayışını benimseyen insanlar, piyasada alınıp satılan malları alarak mutlu olmaya çalışıyor. Daha da ötesi, piyasanın yüksek değer biçtiği mal ve hizmetler (etiketi pahalı olanlar), tüketiciler nazarında daha değerli görünüyor. Oysa serbest piyasa sisteminde fiyatlar, nitelik ve kaliteye göre değil, arz ve talebe göre belirlenir. Kalite dolaylı bir etken olabilir. Ancak fiyatı pahalı olan birçok şey, kıymetinden dolayı değil, piyasada oluşan talebe nispeten kıtlığından dolayı değerlidir. "Sudan ucuz" diye meşhur bir deyim vardır halkın arasında. Suyun ucuz olması, kıymetinin az olması veya bizim için az faydalı olmasından değil, suyun nispeten bol miktarda bulunmasından kaynaklanır. Eğer bize olan faydasına göre piyasa değeri belirlenseydi, su, oksijenden sonra en yüksek fiyata sahip olurdu. Kısacası, piyasa mal ve hizmetlerin tartıp, etkin paylaşımını sağlayabilir. Ancak gerçek değerleri tartamaz. Çünkü bu terazi bu kadar sıkleti çekemez.
Aslında üç Karl da bize aynı şeyi söylüyor. Para kazanmak için değerlerinizi kaybetmeyin. Para kazanmak için dostlarınızı kaybetmeyin. Para kazanmak için bütün ömrünüzü kaybetmeyin, diyor. Para kazanmak için insaniyetinizi kaybetmeyin. Para kazanmak için eşinizi, çocuklarınızı kaybetmeyin. Para kazanmak için huzurunuzu kaybetmeyin. Çünkü para, bu kaybettiklerinizin hiçbirini geriye getiremez. Aksine, sizi kendine köle yapar. Mutluluk vaadiyle bir ömür boyu sizi peşinde koşturur. Eğer inanmıyorsanız, gelişmiş kapitalist toplumlara bakın. Binbir paradokslarla boğuştuğunu göreceksiniz. Kimileri buna "gelişme paradoksu" veya "Amerikan paradoksu" diyor. Ancak ben buna "kapitalist paradoks" diyorum. Çünkü bütün gelişmiş kapitalist ülkelere özgü "keşif ve kayıplar paradoksu" bu. Evet, Sanayi Devrimi'nden beri, kapitalizm sayesinde çok üretip çok tüketmenin yollarını keşfettik, ancak tükettiğimizden aldığımız lezzetin yollarını kaybettik. Para kazanmanın yollarını keşfettik, ancak kazandığımız parayla güzel yaşamanın yollarını kaybettik. Büyük evler bina etmenin yollarını keşfettik, ancak iki kişiyi dahi aynı çatı altında tutmanın yollarını kaybettik. Birçok bilgi edinmenin yollarını keşfettik, ancak hakikate giden yolları kaybettik. Uzayın ta ötelerine uzanan yolları keşfettik, ancak kendi iç âlemimize giden yolları kaybettik. Ay'a kadar gidip gelmenin yollarını keşfettik, ancak yanı başımızdaki komşuya gitmenin yollarını kaybettik. Bin bir iletişim yollarını keşfettik, ancak kendi evladımızla bile iletişim kurmanın yollarını kaybettik. Dışımızdaki zalimlere karşı bizi koruyacak birçok hukuki yollar keşfettik, ancak içimizdeki nefis zalimini gemleyecek yolları kaybettik. Kısacası, Karl Rabeder, para kazanmak uğruna kaybettiklerini düşününce, yeter artık, demiş. Kazandığı tüm paradan kurtulup, yıllardır kaybettiklerini tekrar kazanmaya karar vermiş.
para içine girerse batarsın, üstünde kalırsan yol alırsın
"Para ne men'em şeymiş, şimdi elimi cebime atarsam, ona gününü gösteririm", diyecek noktaya gelmişseniz, biraz sabredin derim. Para aslında kötü olduğu kadar iyi de olabilir. Daha doğrusu, kötü görünen her şey gibi, para ne iyidir ne de kötüdür. Parayı nasıl kullandığımız onu iyi veya kötü yapar. Tıpkı ateş gibi. Ateş, bizatihi kötü değildir. Hatta bazı tarihçilere göre medeniyet, ateşin keşfi ve kullanılmasıyla başlamıştır. Ateşsiz hayat tam bir cehennem olur. Ancak aynı ateş her yıl binlerce ocağı yakıp kül ediyor, binlerce insanın hayatına mal oluyor. Yine de kimse çıkıp, ateşi imha edelim. Bundan sonra yeryüzünde ateş yakılmasın, demiyor. Ancak herkes evladına ateşin tehlikeli olduğunu ve onunla arasına belirli bir mesafe koyması gerektiğini öğretiyor. Aynı şeyi para için de yapmalıyız. Parayı kalpten uzak tutarak kullanmanın birçok faydaları olmakla beraber kalbe girdiğinde insanî değerleri yakan dehşetli zararları olduğunu çocuklarımıza öğretmeliyiz. Mevlânâ'nın dediği gibi, paranın denizdeki su gibi olduğunu anlatmalıyız. "Su geminin içine girerse onu batırır. Altında olursa, onu yüzdürür." Aynı şekilde para da insanın kalbine girerse onu batırır, ancak insanın elinin altında kalırsa, onu gideceği yere daha çabuk ulaştırabilir.
Para zaruri biyolojik ihtiyaçların karşılanması için kullanıldığı sürece zararlı değil, gayet faydalıdır. Modern toplumlarda beş parasız kalanlar, bunun ne demek olduğunu gayet iyi bilir. Başka deyişle, eğer temel ihtiyaçlarınızı tedarik edemeyecek kadar fakir iseniz, para aslında size bir nebze mutluluk alabilir. Evinize götürdüğünüz birkaç ekmek, birazcık sebze ve meyve çocuklarınızın yüzünü güldürebilir. Ancak bu, bir yere kadardır. Temel ihtiyaçlarınızı karşılamanın ötesine geçince kendiniz için harcadığınız para beklediğiniz huzuru getiremiyor. Nitekim, mutlulukla ilgili bilimsel çalışmaların öncülerinden Ricard Layard, birçok ülkenin mutluluk göstergelerini incelediğinde şu ilginç sonuca ulaşıyor: "Kişi başına ortalama gelir 20.000 doları geçtikten sonra, paranın mutluluk üzerinde hemen hiç etkisi yoktur." (Karl Polanyi (1944), The Great Transformation, New York: Rinehart.) Aslında kapitalist sistemin vaat ettiği mutluluğu getirmediğini ilk ortaya çıkaran Easterlin'dir (1974). 1946-1970 yıllarını kapsayan çalışmasında ekonomik refah seviyesindeki müthiş artışa rağmen insanların huzurlarında bir artış olmadığını göstermiştir. Bu durum yalnızca fakirlerin mutluluğu parayla satın alabileceğini gösteriyor. O da zengin olana kadar. Garip olanı, fakirler mutluluğu satın alabilir, ancak paraları yok. Zenginler ise paraları var, ancak mutluluğu satın alamaz. Bu da başka bir "kapitalist paradoks". Belki de en garip olanı. Peki çözüm nedir?
Yüzlerce bilimsel çalışma, çözümün nerede olduğunu gösteriyor. Temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra parayı kendi keyfin için harcayıp mutlu olmaya çalışma. Başka şeyler için harca, diyor. Mesela, fakirlere harca. Onların ihtiyaçlarını karşıladığını gördükçe, sen de ruhî ve vicdanî bir lezzet alacaksın. Onların saadetiyle sen de saadetleşeceksin. Veya insanın neredeyse sınırsız entelektüel ve ruhî potansiyelini inkişaf ettirme misyonuna sahip kuruluşlara yardım için harca. İlginçtir, bu yazıya konu olan Karl da para kötüdür, diye onu yakmamıştı veya çöpe atmamıştı. Aksine, parayı kendi lüks hayatı için harcamanın yanlış olduğunu anlamış ve muhtaç olanlara vermeye karar vermişti. Eğer para bizatihi kötü bir şey olsaydı, o zaman onu imha etmesi gerekirdi. Daha da ilginci, Karl, parayı herhangi bir fakire sırf yardım olsun diye de vermeyecekmiş. Aksine, verdiği parayla para kazanabileceklere mikro kredi tarzında bağışlayacakmış. Başka bir deyişle, fakirlere bir defalığına balık yedirmek yerine, olta alıp, balık tutmayı öğretmeyi daha uygun görmüş. Demek ki, Karl da paranın büsbütün kötü olduğunu kabul etmiyor aslında. Sadece, parayı yanlış yerde kullanmanın kötü olduğunu. Ona kul köle olmanın kötü olduğunu söylüyor.
Ne diyelim, Allah zenginlere çok para verdiği gibi, mutlu olmak için parayı nerede kullanmaları gerektiğini anlayacak kadar akıl da versin.
ZAMAN
PARAlı mı parasız mı dünya sorusuna , dün yazılmış ama bugün çay eşliğinde okunabilecek güzel cevap.. doldurun çayları
Sadece başlığını okuyabildim maalesef daha kıza öz yazsaydın keşke ama başlktaki tema kesinlikle doğru katılıyorum umut mutluluk fakirlerin ekmeğidir her ne şekilde olursa olsun alıcısı vardır
yazar da aynı noktaya temas etmiş, ihtiyacımızdan fazla olan paramızı uygun yerlere dağıtalım.. avusturyalı zengin örneği var yazıda servetini vakıflara bağışlıyormuş
yeni mesaja git
Yeni mesajları sizin için sürekli kontrol ediyoruz, bir mesaj yazılırsa otomatik yükleyeceğiz.Bir Daha Gösterme