Nüfus artışının doğal kaynakların tükenmesine ve ekonomik gelişmenin durmasına yol açacağı savına karşı, nüfus artarken ekonomik gelişme ile birlikte teknolojik gelişmenin olması, gelişen teknolojinin yeni doğal kaynakların bulunmasına yol açacağı ve uzun dönemde bu kaynakları artıracağı ortaya atılmıştır. Ancak neo-Malthuscular, gelişmekte olan ülkelerde, yüksek nüfus artışının doğal kaynaklar üzerinde yaratacağı olumsuz baskıların sermaye birikimi ve teknolojik gelişme yoluyla telafi edilemediği taktirde, bu kaynakların ekonomik gelişmeye sınırlamalar getireceğini ileri sürmektedirler.73 Buna karşın tarımdaki üretkenliğin artması sonucu bugün dünyada yeterli miktarda hububat üretimi yapılmaktadır. Günde her bir kişi için 3000 kalorilik hububat üretilmektedir. Günlük minimum kalori ihtiyacının 2200-2500 kalori olduğu göz önüne alındığı zaman, neo-Malthuscuların ileri sürdüğü gibi doğal kaynakların yetersiz olmasından dolayı kıtlık tehlikesi yoktur.74 Bugün dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılayabilecek doğal ve ekonomik kaynaklar vardır. Ancak milyonlarca insan açlık ve yoksulluk yaşamaktadır. Bunun sebebi 72 Asoka Bandarge, a.g.e, s.84. 73 Devlet Planlama Teşkilatı, VII. Beş Yıllık Kalkınma Planın Nüfus Özel İhtisas Komisyonu Raporu, (Ankara, DPT Yayınları, 2001), s:7 74 Betsy Hartmann, a.g.e, s. 15. kaynakların sınırlı, insanların çok fazla olması değil, az sayıdaki insanın kaynakların çoğunluğunu kontrol etmesidir.75 1990’lardan sonra neo-Malthuscular çevre kirliliğinin, doğanın tahrip edilmesinin ve çarpık kentleşmenin nedeninin nüfusun fazla olmasından kaynaklandığını ileri sürdüler. Bu bakış açısına göre, hızlı nüfus artışı ve yüksek tüketim talebi yalnızca sınırlı kaynakların aşırı kullanımına yol açmakla kalmayıp, çevreye zararlı teknoloji atıklarına, kirletici çevre kullanımına ve ticari istismarlara da yol açmaktadır. Öte yandan nüfus artışına bağlı olarak hızlı kentleşme ile birlikte kentlerde daha yoğun bir çevre kirlenmesi ortaya çıktığı da ileri sürülmektedir. Buna bağlı olarak tahrip edilmiş çevrenin yaşam kalitesini olumsuz etkilediği ve bu olumsuz koşulların ortadan kaldırılması için yatırım maliyetlerinin yükseldiği belirtilmektedir.76 Bu yaklaşımda, çevre kirliliğinin nedeni nüfusun fazla olmasına bağlanmaktadır. Oysa dünya nüfusunun % 22’sini oluşturan endüstrileşmiş ülkeler, dünyadaki enerjinin % 70’ini, metalin % 75’ini, odunun % 85’ini ve gıdanın % 60’ının tüketmektedir. Atmosferin bozulmasına neden olan karbondioksit gazının oluşumunun dörtte üçünden bu ülkeler sorumludur. Sonuçta neo-Malthuscuların ileri sürdüğü gibi çevre kirliliğinin nedeni yoksul kadınların çok çocuk doğurması değildir.77 1992 yılında UNFPA, yok olan ormanların %79’unun yok olmasının sebebinin hızlı nüfus artışı olduğunu açıklamıştır. Aynı dönemde bir başka Birleşmiş Milletler kuruluşu (United Nations Research Institute for Social Development) ormanların yok olmasının sorumlusunun, büyük kısmı göçle oraya yerleştirilmiş topraksız yoksul insanlar değil, onları ormanlık bölgelerde yaşamaya zorlayan koşullar olduğunu açıkladı.78 75 a.g.e, s. 17. 76 Devlet Planlama Teşkilatı, a.g.e, (2001), s. 16. 77 Betsy Hartmann, a.g.e, s. 23. 78 a.g.e, s. 26-27. Ayrıca Brezilya’da 1960’larda Birleşik Devletler Uluslararası kalkınma Ajansı (AID), Dünya Bankası ve ABD ordusunun, Brezilya ordusuna verdiği maddi ve teknik yardımla yapılan otobanlar Amazon yağmur ormanlarının yok olmasına neden olmuştur. 79 Çevre kirliliği, yoksulluk, azgelişmişlik gibi sorunları nüfus patlamasıyla açıklayan bu yaklaşım, Batı ve Kuzey Amerika’daki ülkelerin III. Dünya ülkelerindeki hızlı nüfus artışından duyduğu endişeyi yansıtmaktadır. Buna paralel olarak aynı dönemde gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızının düşük olması kaygı yaratıyordu. Bugün de bir yandan Kuzeyde kadınların doğurması teşvik edilmekte, öte yandan Güneyde sınırlandırmalar getirilmektedir. Örneğin Japon hükümeti Kahire konferansından sonra III. Dünya ülkelerinde uyguladığı nüfus kontrol programlarına üç milyar dolar bağış yaparken Japonya’da doğumları teşvik etmektedir.80
ABD’nin öncülüğünde III. Dünya ülkelerinde nüfus kontrol programlarının geliştirilmesi ve uygulanması için kaynak aktarımı dahil her türlü destek sağlanarak dünyada güçlü bir nüfus kontrol kültürü oluşturuldu. Bu kültür Batı merkezli, kar odaklı, ırkçı ve cinsiyetçi bir bakış açısına sahiptir ve Batılı beyaz üst sınıf erkeğin, III. Dünya ülkelerindeki yoksul kadınların bedenine saldırısıdır.
“Nüfus planlaması fertlerin istedikleri sayıda ve istedikleri zaman çocuk sahibi olmaları demektir. Bu husus, gebeliği önleyici tedbirlerle sağlanır. Tıbbi zaruretler dışında gebelik sona erdirilemez veya sterilizasyon veya kastrasyon ameliyatı yapılamaz”.
Türkiye’nin Siyasi Yönleriyle Nüfus Politikaları
TBMM’de 1922 yılında Atatürk tarafından yapılan bir konuşmada politik nedenlerden dolayı ülkenin nüfusunu artırma yönünden bir politika izlendiği görülmekte ve bu politikanın dayanak noktalarını şunlar oluşturmaktadır;
• Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı nedeniyle erkek nüfus miktarının azalması, • Avrupa ülkelerinin Birinci Dünya Savaşının insan kırımı üzerindeki olumsuz etkilerini gidermek üzere hızlı nüfus artış politikaları izlemeleri, • O tarihlerde Türkiye’de ölüm oranlarının yüksek olmaları nedeniyle nüfustaki azalmanın doğumlardaki artışla önlenmeye çalışması, • Fazla nüfusun bir ülke içindeki siyasi ve askeri güç sağladığı ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin özgürlüğünü devam ettirmesinin bir şartı olduğu düşünceleri sayılabilir. • Bu dönemde hızlı nüfus artışını sağlamak için bir takım önlemler alınmıştır;
İlk kez 1929 yılında beş çocuktan fazla ailelerin yol vergisinden muaf tutulduğunu görüyoruz. Bundan başka, 1930 yılında altı veya daha fazla çocuklu ailelere bir madalya verilmesi kabul edilmiştir. Ayrıca, ülkede çocuk kaybını önlemek amacıyla 1936 yılında TC Kanunlarına çocuk aldırma işlemlerini ağır cezaya çarptıran müeyyideler getirilmiştir. Türkiye’nin Nüfus Projeksiyonları ve Nüfus Politikaları 485 October 2003 Vol:11 No:2 Kastamonu Education Journal
Başlangıçtan 1950-60 yılları da dahil olmak üzere nüfus politikalarında bir değişiklik olmamıştır. 1950 yılında iktidara yeni gelen hükümet nüfusun fazlalaşmasını isteyen bir politik tutum izlemiş fakat artışı sağlayacak her hangi etkili politika uygulamasına geçmemiştir. 1960’larda Türkiye’de nüfus politikası alanında önemli sayılabilecek bazı gelişmeler olmuştur. 1963-67 yıllarında uygulamaya konulan I. Beş Yıllık Kalkınma Planında yeni bir nüfus politikası oluşmaya başlamıştır. Bu yeni politika, ekonomik kalkınmaya olumsuz olarak etkilemesini önlemeye yönelik bir amaç taşımaktadır. Bunun için gebeliği önleyici araçların ithalini ve satılmasını önleyen kanunların değiştirilmesi, isteyenlere bilgi verilmesini ve başlatılacak programları uygulayacak kişilerin eğitilmesi düşünülmüştür. Nüfus planlaması alanındaki hizmetleri yürütmek için 1965 yılında Sağlık Bakanlığına bağlı Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Nüfus Planlaması Kanunu ile “kişilere istediği zaman, istediği sayıda çocuk sahibi olma özgürlüğü tanınmıştır. 1968’de uygulamasına geçilen II. Beş Yıllık Kalkınma Planında politika “aile planlaması” olarak değişmiştir. 1973’ten sonra uygulanan III. Beş Yıllık Kalkınma Planında hızlı nüfus artışı uzun dönemde çözümlenmesi gereken sorun olarak ele alınmakta, ancak konuya ilişkin her hangi bir politika ve önleme rastlanmamaktadır. 1980 sonrası dönemlerde dış destek ile birlikte bu yönde zaman zaman politikalar ve uygulamalara rastlanmaktadır.
yeni mesaja git
Yeni mesajları sizin için sürekli kontrol ediyoruz, bir mesaj yazılırsa otomatik yükleyeceğiz.Bir Daha Gösterme