“5 Ağustos 1995 tarihinde yayınlamıştık hatırasını. Aradan bunca yıl geçtiği halde bu hatıra da unutulmamış, e-maille isteniyor. Unutulmaz sanatçının ruhu yine fatiha bekliyor olmalı...” “Hatıranın asıl sahibi, Cemal Hoca namıyla anılan mütevazı bir din görevlisi... Ama biz onun arkadaşı Ali Kosif’ten dinlemiştik. İstanbul’da görev yapmakta olan Cemal Hoca, o zamanlar Tekirdağ’da bir camide görevli... Sabah namazı vakti... Cemal Hoca, minarede ezanı okuyup camiden içeri adımını atarken her zamanki gibi cemaatinin kaç kişi olduğunu biliyor. Üç beş ihtiyardan başka kimse gelmez sabah namazına... Fakat o da ne öyle? Camide hem de en ön safta bir garip kimse oturmaktadır. Tanımadığı bir kimsedir bu. Ama biraz garibine gider. Sonra tüyleri diken diken olur birden. Heyecanlanır yarı korku yarı endişeyle: -Bu da ne böyle? Bir kadın bu? Ağzı bir karış açık, adım atamaz halde bakar o köşeye... Evet yanılmamıştır... Uzun saçlarıyla bir kadın, başı öne eğik halde cemaatin geleceği yerde en ön safta oturmaktadır... Rahat mı rahat... Bir iki adım atacak olur... Sonra binbir türlü yorum: -Sabahın köründe bu kadının camide işi ne böyle? Meczup mu yoksa? Biri evinden mi kovdu? Sahipsiz mi? Bir iki adım atar... Cübbesini giyip mihraba geçecektir... Ama beyninde düşünceler cirit atmakta... Az sonra cemaat gelecek... Sonra ne olacak? Acaba gidip sorsa mı kendisine? Ama ne diyecek de ne soracak? -Allah’ım sen sabır ver... Sen bana yardım et! Cübbesini giyip, sanki o orada yokmuş gibi yönünü o tarafa dönmeden mihraba geçer... Rahleyi çeker önüne ve açar Kur’ân-ı kerimi... Yarı titrek sesle okuyama başlar... Oooh! Nihayet caminin kapısı hafif bir gıcırtıyla açılmıştır... İçeri ilk gelen cemaat imam efendinin yüreğine su serper... Cemaat hiç oralı olmaz. Gelir imam efendinin ta önüne diz çöküp dinlemeye başlar tilaveti... Bir iki derken, zaten sayılı cemaat tamam olup da sıra namaz kılmaya gelince, herkes ayağa kalkar. Bizim imam efendi, dönüp bakamaz ama o uzun saçlının da cemaatle birlikte namaz için ayağa kalktığını hisseder... Hayırlısı bakalım... Sünnet kılınır... Sıra gelir farza... Tabii sabah namazında imam efendi açıktan okuyacak kıraati... Heyecan zirvede... Öyle bir heyecan ki, şimdiye kadar hiç böyle bir heyecan duymamış... Biraz daha açıklamak gerekiyor galiba... İçindeki şüpheyi giderememenin verdiği heyecan? Nedir o? -Bu garip âdem kimdir? Bu bir kadınsa cemaatin arasında nasıl duracak? Cemaat ne diyecek? Cemaatten de ses gelmediğine göre, o kadın safta yerini almadı mı yoksa? Yoksa bir tek ben mi öyle gördüm? Yoksa namazdan sonra hava aydınlandığında böyle bir şeyin hayal olduğunu anlayıp şaşıracak mıyım? İşte bu ve benzeri akıl almaz soruların heyecanı... Yoksa Cemal Hocanın başka bir endişesi yok çok şükür... Namaz kılınıyor... Tesbih ve duadan sonra Kur’ân-ı kerim de okunuyor... Cemaat yavaş yavaş camiden çıkmak üzere... Ama o yine aynı yerinde başı öne eğik bekliyor... Nitekim hocadan önce, en son ayağa kalkan cemaat o oluyor... Göz göze geliyorlar... Aman Allah’ım bıyıkları da var bu saçlının... Bu kadın olamaz... Ama kim ola ki? İmam efendi şaşkınlığını belli etmemeye çalışırken, elini uzatıp müsafeha ediyor meçhul şahıs: -Allah kabul etsin hocam... Nasılsınız iyi misiniz? -Affedersiniz muhterem, sizi tanıyacak gibi oldum ama? -Ben Barış... Barış Manço... Buraya turne düzenlemiştik de... Otobüsten erken indik... Sabah namazını kılmak burada nasipmiş... Evet evet... Bu Barış, bizim “7’den 77’ye” hepimizin tanıdığı, (Şimdi ise milyonların gönlünde taht kuran) Barış Manço’nun ta kendisi...”
duymuştum bunu... başlığı görünce de onun ollduğunu anladım... nur içinde yatsın... seneler geçse de unutulmayacak bir insan.. hem sanatıyla hem insanlığıyla...
değerli şeyler gizli tutulur,görünüşe göre yorum yapılmaz.cami herkes gelebilir allah ın evi şaşılacak bir şey yok.imam ilkez uzun saçlı birini görmüş olmalı