Şimdi Ara

sanat nedir ki???

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
38
Cevap
0
Favori
1.128
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • sanat nedir arkadaslar...hergün yeni bir sarkıcı görüyoruz tv.de onların yaptığı kesinlikle sanat değil diyoruz eleştiriyoruz ama belli bir yere gelmesinide bizim toplumumuz sağlıyor.bizim toplumumuzun sanat anlayışı nedir? ankara sanat galerisi resim sergisinde bulunan nü resimleri melih gökçek muhtehsen diye kaldırttı...bizim sanat anlayısımız nedir? hangisi sanat eger bir nü resmi sanatsa ve sanatsız toplum yasayamaz ise neden sanat olan sanatlar engelleniyorda...adına sanat verdikleri boş şeyleri yapan insanları göklere yükseltiyoruz??????? ve biz arkadaşlar sanat deyince ne anlıyoruz???



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi öyküm_mü -- 20 Mayıs 2006; 10:07:05 >



  • Bu nü resimlerin hangi açıdan sanat olduklarını anlamış değilim.
  • @ öyküm_mü, kültürel anlamda çok güzel ve tartışmaya değer bir konuya değinmişsin, tebrik ederim.

    sanat konusuna gelince de, insanların her tür şarkıcıya türkücüye sanatçı demesinin ne kadar yanlış bir yorum olduğunu zaten aklı selim herkes biliyor, bu TV kanallarının nezaketen uyduğu bir kavram haline geldi, nasıl beyfendi, hanımefendi gibi hitapları tanıdığımız tanımadığız saygıya layık herkes için kullanıyorsak bu sanatçı kelimeside aynı şeye dönüştü, bu bağlamda sanatçı kelimesinin TV kanallarınca anlamını yitirdiğini söyleyebilirim. gerçekten sanatçı görmek isteyenler bir cuma akşamı (Bursa için ) devlet senfoni orkestrasından bir bilet alıp keman konçertosu dinlesinler ve o yetenekli müzisyenin kemanı nasıl konuşturduğuna ve bu işi yaparken alnından süzülen parıl parıl terlere dikkat etsinler, etsinlerde insanlar ona sanatçı diye hitap ettiği halde hemen hemen hepsinin biz sanatçı değil müzisyeniz dediğini de duysunlar. buda mütevazilikten ve gerçekçi yaklaşımdan kaynaklanıyor tabi ama işte benim gözümde gerçek sanatçı budur.

    bir müzisyen, bir ressam, bir tiyatro oyuncusu veya bir sinema yönetmeni olabilirsiniz fakat bir sanatçı olmak gerçekten de ulu önder Atatürk'ünde dediği gibi neredeyse imkansız. şöyle bir müzik tarihine bakın, dehaları hatırlamaya çalışın, örneğin şimdi tüm gençliğin doyumsuzca dinlediği bir müzik dalını ele alalım, bu eskiden bu yana olan bir müzik değil bunun bir önderi var, kimsenin düşünmediği fakat onun beyninde oluşan bir akım, nasıl birşey acaba, dinleyenleri duydum hepsi çılgına dönüşmüş... kim bu çılgın kişi eski köye yeni adet getiriyor?
    tabiki Elvis.... işte sanatçı....

    benim gözümde sanatçı demek, yeni bir akımın önderi demektir...

    yine bu bağlamda dünya üzerinde ilk nü resmini çizen kişi sanatçıdır, devamını getirenlerde ressam. iyi çizenlere bile sadece usta ressam diyorum, bişeyler keşfetmedikçe sanatçı ünvanını haketmek kolay bi iş değildir...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi _fisico_ -- 20 Mayıs 2006; 11:44:53 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Dor Niro

    Bu nü resimlerin hangi açıdan sanat olduklarını anlamış değilim.
    quote:

    Orjinalden alıntı: zengin_47

    Bu nü resimlerin hangi açıdan sanat olduklarını anlamış değilim.



    öncelikle tşkrler fisico



    @zengin_47
    keman konçertosu dinlesinler ve o yetenekli müzisyenin kemanı nasıl konuşturduğuna ve bu işi yaparken alnından süzülen parıl parıl terlere dikkat etsinler...fisico yazmış bu sanatcıdır işte gercekten yapılan bir iş için emek verilmesi sanattır bir nü resmi çizmek hiçte kolay değildir ortaya çıkarılan yeni bir resim....monalisa nın resmi nasıl bir sanat eseri ise emek verilen estetiği olan bir nü resmide sanattır...



    Yunanca “aisthetikos”, “aisthonesthi”, “duymak”, “algılamak” sözcüklerinden kaynaklanan, güzel duygusuyla, güzelin algılanmasıyla ilgili şey anlamına gelen “aisthetike” (duyum) ya da estetik, güzelin ve güzel sanatların yapısını inceleyen bir felsefe dalıdır. Terimi bugünkü anlamıyla kullanan ve estetiği ayrı bir felsefe bilim dalı olarak gören ve estetiğin ayrı bir felsefe dalı olarak yerleşmesini sağlayan Alexander Baumgarden’dir. Baumgarden, Meditationes Philosophiae de Nonullis ad Poeme Pertinantibus” (Kalıcı birkaç Şiir üzerine Felsefi Düşünceler-1735) adlı yapıtında anlam içeriklerinin duyusal bir biçim içerisinde iletildiği somut bir bilgi alanını belirtmek için estetik sözcüğüne başvurmuş ve güzelliğe ilişkin yapılarda duyuların belirli bir rol oynadığını belirtmiştir.

    Kant’a göre, “estetik yargı”, şeylerin biçimlerini, onlardan haz duygusunu elde edecek tarzda ele alan yargıdır. Estetik yargının eleştirisi ise, güzel ve yüce üzerine olan kuramdır. Estetik, Kant’a göre genellikle insanda bir şeyin güzel olduğu duygusunun neyin uyandırdığını belirlemeye çalışan felsefi bir teoridir.

    19. yüzyılda Hegel’in etkisiyle, estetik daha çok sanatsal güzelliği ve sanatın anlamını araştıran bir disiplin haline gelmiştir. Estetik öğreti, etkin bir bakış açısını seçerek sanatla yaşamı uzlaştırmaya çalışan bir öğretidir. Estetik, iki temel öğeyi göz önünde tutmaktadır.

    1.Sanat bir eğlence değil, yaşama katlanmanın en yüksek ve tek doğal biçimidir: Varoluş ve dünya ancak estetik bir olay oldukları ölçüde öncesiz-sonrasız olarak doğrulanabilir.

    2. Olası tek estetiğin alımlayıcı bakımdan değil, yaratıcı bakımdan kurulması gerekir.

    Sanatın tanımı ilk çağdan bu yana çeşitli sanat felsefelerinin doğmasına neden olmuştur. Hegel’e göre “Sanat felsefesi”, felsefenin bütünlüğünde zorunlu bir halka oluşturur. Bunun yanında estetik sanat üzerine yapılan her türlü felsefi refleksiyondur.

    Çağımızda sanatları belirleyen yalnız “güzellik” kategorisi değildir. Artık bu kategoriye komik, trajik, yüce, çirkin, iğneleyici, dehşet verici, hoş olmayan vb. kategorileri de katıyoruz. Çünkü artık güzel kadar çirkin de, hoş olan kadar olmayan da, armonik olan kadar disarmonik olan da bir estetik kategorisi olmuş, deyim yerindeyse, negatif ve pozitif estetik değerler bütünleştirilmiştir. Estetiğin tarihine baktığımızda 3 ana dönem karşımıza çıkar.

    1. Kant öncesi dönem

    2. Kant sonrası dönem

    3. Pozitif dönem

    Estetik ilk olarak spekülatif ve dogmatik bir döneme sahiptir. Bu dönem Sokrates’ten Baurngarten’e değin sürmüştür. Daha sonra eleştirel ya da bilimsel diyebileceğimiz, Kant ve sonrası filozoflarının oluşturduğu bir döneme tanıklık ediyoruz. (1750- 1850 yılları arası) Teknolojinin devreye girdiği pozitivist dönemde ise gittikçe artan bir krizle karşılaşıyoruz; bu dönem sanatların değerleri üzerine düşünsel planda yapılan tartışmaların, pragmatik hesaplarla piyasa ekonomisinin elinde oyuncak olduğu bir dönemdir. Sanat felsefesinin ve estetiğinin bir bileşimi olan “felsefi estetik” ise genelde, estetik-geçerlik alanını konu edinir. Bir varlık alanı olarak estetik fenomenler alanı da kabul edilir. Estetik fenomenin ontik bütünlüğünde 4 temel yapı bulunmuş olur ki bunlar 4 bölümleme çerçevesinde incelenir (Tunalı, 1983:17-1.

    Estetik haz duyan suje (estetik tavrın ve estetik algılamanın söz konusu olduğu subjektivist estetik)
    Estetik obje ( Sanat yapıtından yola çıkılan objektivist estetik) Estetik değerler alanı (güzel, değer, idea, eidas, orantı, simetri, düzen vb gibi değerlerin incelendiği aksiyolojist estetik).
    Estetik değer
    Güzel ve estetik
    “Estetik” terimi ilk kez, hem duyusal hem de düşünsel bir dünya görüşünü adlandırmak üzere, 18. Yüzyıldaki anlamından farklı olarak klasik Yunan yazarlarının yapıtlarında ortaya çıkmıştır” (Gökberk, 1999: 347-348).

    “Platon ve Aristoteles simgelemede olabildiğince sadelik, inandırıcılık, canlı bir varlık gibi, organik, eksiksiz ve bütünüyle iyilik kuralının zorunlu olduğunda fikir birliği içindedirler. Kişilerin gerçekte olduğundan daha güzel, gerçekte olabilmek için “fazla güzel” olmasına çalışmışlar, sanatı; ideal, mutlak, zorunlu ve evrensel bir güzellik içinde ele almışlardır. Platon’a göre sanat, fikirlere katılım ile önceden öğrenilmiş bilgilerin anımsanarak keşfedilmesidir. Aristoteles içinse; sanat tam aksine, yeni formların yaratılarak üretilmesidir” (Huisman, 1992: 2).

    A. G. Baumgarten, 1750 yılında, insanın mantıksal ustan farklı bir yetisini belirginleştirmek üzere, Yunanca “Aisthetikos kavramından türettiği "Aesthetica” sözcüğünü ortaya attı ve kitaplarından birine bu adı verdi. 17. yüzyılda estetik belli başlı 4 inceleme alanını kapsıyordu;

    1. Duyular için de zihin için de çekici olan, iyi düzenlenmiş bir nesnenin, yani güzel nesnenin incelenmesi

    2. Güzel nesneler üretiminin yani sanatın ve güzel sanatların incelenmesi

    3. Estetik duyu, eğitim ve kültürün; yani zevk, sağbeğeni ya da sağduyunun incelenmesi

    4. Güzel nesnelerin uyandırdığı yarar gözetmez hoşluğun incelenmesi

    Bununla birlikte sanat konusundaki modern düşüncenin Baumgarten’dan çok daha önce başladığını söyleyebiliriz. 15. Yüzyıldan başlayarak sanatçılar, Platon’a özgü ve dogmatik çağa ait, sanatı bir öykünme olarak belirginleştiren örnek kaygılarını da, ortaçağın dinsel simgeciliğini de bir kenara bıraktılar. Leonardo da Vinci, Leon Battista, Alberti, Albrecht Durer, doğal ve yapay perspektif konusundaki ve insan bedeninin anatomisi üzerindeki araştırmalarla bir “sanat bilimi” kurma yolunda ilk adımları attılar. Bir biçimsel öğeler matrisinden başlayarak doğada varolan güzel ve çirkinin nasıl yeniden yaratılacağını araştırdılar.

    19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan “Olgucu estetik” ile sanat yapıtlarının yaratılmasındaki ruhbilimsel (Fechner) ve toplumbilimsel (Taine, Comte) belirlenimcilikleri araştırmışlardır.

    18. Yüzyılda Kant’ın, 19. Yüzyılda Hegel’in ve 20. Yüzyılın başlarında da Croce’nin katkılarıyla gelişen estetik kuramı yine aynı çağın başında Marksizm’de de ifadesini bulmuştur. Bu bağlamda Marksizm’in tarih ve toplum anlayışını burjuva ideolojisinin eleştirisiyle birleştirmeye, tarih ve evreni çözümleme ve değerlendirme ilkelerini saptayarak, devrimin teori ve pratiği içinde sanatın yerini göstermeye yönelik kuramlar öne sürülmüştür. Marksizm akımını devam ettirenler İngiltere’de William Morris, Rusya’da Georgy V. Plekhanov, Walter Benjamin ve Gyorgy Lukacs, B. Brecht ve Theodor Adorno’dur. Öte yandan 20. Yüzyıl estetikçileri, felsefi estetiğin büyük sorunlarını bir yana bırakarak, “çevre”, “sanatsal biçim ve “yaratıcı ya da alımlayıcı özne” arasındaki ilişkileri incelemeye yönelmişlerdir. Çeşitli estetik akımları bu dönemde genellikle “olgucu estetik” (Sanat toplumbilimi, yapıların çözümlenmesi, deneysel estetik vb) ile “özneci estetik” (sanat psikolojisi fenomonolojik estetik ya da sanat fenomonolojisi ) olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Yaratmanın ve sanatsal yargının estetiği günümüzde duyarlılığın tarihi yönünde gelişmekte, oysa bu anlayış yüzyıl başlarında estetik iletişimin özü üzerine araştırmalarla yeniden sanat yapıtının kendisini incelenmeye yönelmek gerektiğini savunan görüşler arasında bölünüyordu.

    20. yüzyılda estetik ile göstergebilimin ilişkisi, sanatsal yapıtların biçimsel açıdan incelenmesi girişimini beraberinde getirmiştir. Bir mimari bütünlüğü, bir müzik parçasını, bir tabloyu oluşturan öğelerin yapısal çözümlemesine de yöneltmiştir.

    “Görsel sanatlar estetiği, yazın göstergebilimin etkisiyle sanat ürünü ve anlam arasındaki ilişkiye yönelmiştir” (Gökberk, 1999: 34).

    Estetik insanın dış dünyaya ilişkin ve çirkin sözcükleriyle dile getirdiği tepkileriyle ilgilidir. Ancak güzel öznel ve görelidir. Estetik alımlayıcı sanat yapıtından ya da bir doğa görünümünden haz duyan estetik tat alan varlıktır. Fakat Kant’a göre alımlama bir yetidir. Estetik nesne (sanat yapıtı) terimine iki anlam yüklenir; maddi nesne (öznenin zihninden bağımsız nesne) ve ereksel nesne (nesneye insanın yük1ediği).

    Estetik, doğa ile sanat yapıtının arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koymalı ve farklı sanat türlerinin farklılıklarının hakkını vermelidir.

    Güzellik yargısı her zaman belirli bir kavramsal boyut içerir, bir nesneyi özel olarak tanımlayabilmek için hangi sınıfa girdiğini bilmek gerekir. Örneğin bir atın vücut yapısında güzel bulunan özellikler bir insanda çirkin kaçar. Romanda şiirsellik genelde bir zaaf olarak görülür. Bir mimarlık yapıtı, heykeldeki ifade gücünü kazanmaya çalıştığında aşırı süslü ve bayağı bulunabilir.

    Sanat insan ürünüdür insan tarafından anlamlandırılmaktadır. Sanat yapıtında;

    1. Estetik nesne duyusaldır: görülür, işitilir ya da duyusal biçimiyle zihinde canlandırılır: insana bu duyusal özellikleri nedeniyle haz verir.

    2. Estetik nesne aynı zamanda düşünülen, seyrine dalınan bir nesnedir, yalnızca duyulara hoş geldiği için, bir anlam içerdiği bir değer taşıdığı için de insanı ilgilendirir.

    ²Hegel’e göre sanatta insanı çeken “görünüş” ya da “duyusal biçim”dir. Her sanat yapıtına özelliğini kazandıran, onu ötekilerden ayıran budur. Sanat yapıtı insanın duyularına seslendiği için somuttur. Akıl yürütme (mantık) yoluyla değil, duyusal algı yoluyla kavranır. Ama sanat yapıtının kavranışında zihinsel bir boyut da vardır. (kavramsal, zihinsel bir içerik)

    Çoğu eleştirmen bir sanat yapıtının örneğin bir şiirin özetlenemeyeceğini başat sözcüklere çevrilemeyeceğini savunur. Benedetto Croce’ye göre, bir şiirin anlamı, başka bir dile çevrilmesi olanaksız özelliklerinde gizlidir. Anlam, seçilmiş ve belli bir düzene göre sıralanmış sözcüklerde, şiirin ritminde, kısaca duyusal özelliklerinde yatmaktadır. Bunlar özetlenmeye kalkıldığında şiir uçar gider. Öte yandan bir eleştirmen de okura şiir hakkında bir şeyler söyleyebilmeli, o şiirin neden güzel ve ilgiye değer olduğunu , başka şiirlerle farklılığının nereden kaynaklandığını anlatabilmelidir. Bu ise hem çözümleyici, hem de birleşimci yöntemin kullanımını gerektirir (Huisman, 1992: 41-49).

    Sanat yapıtındaki anlam yalnızca okurun ya da seyircinin ona yüklediği bir anlam değildir. Sanat yapıtının kendisi anlamlıdır: bir insan ürünü olduğu için, belli bir amaçlılık taşıdığı için anlamlıdır. Bir dağ görüntüsünden farklı olarak, bir dağ resmi için her zaman “bu resim şunu ifade ediyor” denebilir, resmin düzenlenişi, renklerin ve perspektifin seçilişi, kısaca insan müdahalesi ve katkısı, resme belirli bir anlam kazandırmaktadır. Ama “resim şunu ifade ediyor dendiğinde, onun gene de ifade edilemeyen dışarıda kalan, yorumlanamayan bir yanı vardır. Sanatın doğayı andıran söze gelmeyen dilsiz yanıdır bu. Sanat hem bir gerçekliği temsil eder, canlandırır hem de insan duygularını dile getirir, dışa vurur. Croce’ye göre sanatın asıl işlevi dışavurum ya da anlatımdır.

    Sanatın asıl işlevinin temsil olduğunu savunanlar, sanatın tıpkı dil gibi, belirli bir şeyi anlattığına, bir şey “hakkında” olduğuna dikkati çekerler. Bu edebiyat için doğrudur, nü resim için de geçerli olabilir: örneğin bir portre modelini temsil eder. Ama müzik ve mimarlık sorunu karmaşıklaştırır. Bir senfoni, bir ev, bir okul binası neyi temsil etmektedir? Temsil ve dışavurum gibi içerik öğelerinden başka sanatın anlaşılmayı yorumlanmayı bekleyen bir de “biçim”i vardır. Bir sanat yapıtını ötekilerden ayırt edebilecek bir duyusal yaşantı nesnesi haline getiren ona özgünlüğü, bireyselliği, iç bütünlüğü kazandıran bütün öğeler biçimseldir. Sanatta kavranması güç olan da çoğu zaman biçimdir.

    Bir yapıtı anlama ve ondan tat alma yapıtta belirli birimlerin ya da bütünlüklerin algılanmasına ve bunların birbirini izleme sırasının somut olarak kavranmasına bağlıdır. Örneğin müzikte yapıtı ortaya çıkaran birimler notalar, bunların birleşmesiyle oluşan temalar ve bu notalarda temaların yinelenmesi ve değiştirilmesidir. Sanat yapıtının estetik olarak kavranmasını sağlayan etken biçimdir. Yapıtta her birim ötekilerle ve yapıtın bütünüyle belirli bir ilişki içindedir. Yapıtın estetik ilgi uyandırmasına da bu ilişkiler yol açar.

    Estetik yaşantıda, özne ile nesnenin, alımlayıcı ile yapıtın dolaysız ilişkisi temeldir, yapıtın çözümlenmesi ikinci planda gelir.

    Romantizmin etkisini yitirmesiyle birlikte, güzel-yüce ayırımın da estetik ve eleştiri kuramlarındaki yerini daha teknik, daha betimsel kavramlara bırakmıştır. Çağdaş estetik bir yandan tarih, sosyoloji, psikoloji gibi somut ve deneysel disiplinlerin, öte yandan da Marksizm, yapısalcılık ve fenomonoloji gibi farklı düşünce akımlarının etkisi altında, felsefeye olan bağımlılığından kurtulmuş görünmektedir. Görünmeyeni anlayabilmek için görünene başvurmak zorunda kalan sanatçı, kendi doğasına karşı yarattığı ikinci bir doğa olarak sanatı her şeyden önce insanın varolana bir karşı çıkışı, varlığa bir meydan okumasıdır. Gerçeği aşma ya da başka bir gerçeklik yaratma demek olan sanat, düşle gerçek arasında kurulan bir köprüdür; ussal ile usdışı, düşlem ile gerçek, imgeler ile nesneler arasında bir bağ kurma etkinliğidir. Başka bir deyişle sanat, insanın kendini tanımasının serüvenidir. Sanatçı da yaşamın ve insanın gizini büyüsünü, önem ve değerini yansıtabilen kimsedir. İnsanın kendini tanıma gereksinimi sürdükçe sanat da sürecektir (Fischer, 1995: 149-152).



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi öyküm_mü -- 20 Mayıs 2006; 12:09:37 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: öyküm_mü

    quote:

    Orjinalden alıntı: zengin_47

    Bu nü resimlerin hangi açıdan sanat olduklarını anlamış değilim.



    öncelikle tşkrler fisico



    @zengin_47
    keman konçertosu dinlesinler ve o yetenekli müzisyenin kemanı nasıl konuşturduğuna ve bu işi yaparken alnından süzülen parıl parıl terlere dikkat etsinler...fisico yazmış bu sanatcıdır işte gercekten yapılan bir iş için emek verilmesi sanattır bir nü resmi çizmek hiçte kolay değildir ortaya çıkarılan yeni bir resim....monalisa nın resmi nasıl bir sanat eseri ise emek verilen estetiği olan bir nü resmide sanattır...



    Yunanca “aisthetikos”, “aisthonesthi”, “duymak”, “algılamak” sözcüklerinden kaynaklanan, güzel duygusuyla, güzelin algılanmasıyla ilgili şey anlamına gelen “aisthetike” (duyum) ya da estetik, güzelin ve güzel sanatların yapısını inceleyen bir felsefe dalıdır. Terimi bugünkü anlamıyla kullanan ve estetiği ayrı bir felsefe bilim dalı olarak gören ve estetiğin ayrı bir felsefe dalı olarak yerleşmesini sağlayan Alexander Baumgarden’dir. Baumgarden, Meditationes Philosophiae de Nonullis ad Poeme Pertinantibus” (Kalıcı birkaç Şiir üzerine Felsefi Düşünceler-1735) adlı yapıtında anlam içeriklerinin duyusal bir biçim içerisinde iletildiği somut bir bilgi alanını belirtmek için estetik sözcüğüne başvurmuş ve güzelliğe ilişkin yapılarda duyuların belirli bir rol oynadığını belirtmiştir.

    Kant’a göre, “estetik yargı”, şeylerin biçimlerini, onlardan haz duygusunu elde edecek tarzda ele alan yargıdır. Estetik yargının eleştirisi ise, güzel ve yüce üzerine olan kuramdır. Estetik, Kant’a göre genellikle insanda bir şeyin güzel olduğu duygusunun neyin uyandırdığını belirlemeye çalışan felsefi bir teoridir.

    19. yüzyılda Hegel’in etkisiyle, estetik daha çok sanatsal güzelliği ve sanatın anlamını araştıran bir disiplin haline gelmiştir. Estetik öğreti, etkin bir bakış açısını seçerek sanatla yaşamı uzlaştırmaya çalışan bir öğretidir. Estetik, iki temel öğeyi göz önünde tutmaktadır.

    1.Sanat bir eğlence değil, yaşama katlanmanın en yüksek ve tek doğal biçimidir: Varoluş ve dünya ancak estetik bir olay oldukları ölçüde öncesiz-sonrasız olarak doğrulanabilir.

    2. Olası tek estetiğin alımlayıcı bakımdan değil, yaratıcı bakımdan kurulması gerekir.

    Sanatın tanımı ilk çağdan bu yana çeşitli sanat felsefelerinin doğmasına neden olmuştur. Hegel’e göre “Sanat felsefesi”, felsefenin bütünlüğünde zorunlu bir halka oluşturur. Bunun yanında estetik sanat üzerine yapılan her türlü felsefi refleksiyondur.

    Çağımızda sanatları belirleyen yalnız “güzellik” kategorisi değildir. Artık bu kategoriye komik, trajik, yüce, çirkin, iğneleyici, dehşet verici, hoş olmayan vb. kategorileri de katıyoruz. Çünkü artık güzel kadar çirkin de, hoş olan kadar olmayan da, armonik olan kadar disarmonik olan da bir estetik kategorisi olmuş, deyim yerindeyse, negatif ve pozitif estetik değerler bütünleştirilmiştir. Estetiğin tarihine baktığımızda 3 ana dönem karşımıza çıkar.

    1. Kant öncesi dönem

    2. Kant sonrası dönem

    3. Pozitif dönem

    Estetik ilk olarak spekülatif ve dogmatik bir döneme sahiptir. Bu dönem Sokrates’ten Baurngarten’e değin sürmüştür. Daha sonra eleştirel ya da bilimsel diyebileceğimiz, Kant ve sonrası filozoflarının oluşturduğu bir döneme tanıklık ediyoruz. (1750- 1850 yılları arası) Teknolojinin devreye girdiği pozitivist dönemde ise gittikçe artan bir krizle karşılaşıyoruz; bu dönem sanatların değerleri üzerine düşünsel planda yapılan tartışmaların, pragmatik hesaplarla piyasa ekonomisinin elinde oyuncak olduğu bir dönemdir. Sanat felsefesinin ve estetiğinin bir bileşimi olan “felsefi estetik” ise genelde, estetik-geçerlik alanını konu edinir. Bir varlık alanı olarak estetik fenomenler alanı da kabul edilir. Estetik fenomenin ontik bütünlüğünde 4 temel yapı bulunmuş olur ki bunlar 4 bölümleme çerçevesinde incelenir (Tunalı, 1983:17-1.

    Estetik haz duyan suje (estetik tavrın ve estetik algılamanın söz konusu olduğu subjektivist estetik)
    Estetik obje ( Sanat yapıtından yola çıkılan objektivist estetik) Estetik değerler alanı (güzel, değer, idea, eidas, orantı, simetri, düzen vb gibi değerlerin incelendiği aksiyolojist estetik).
    Estetik değer
    Güzel ve estetik
    “Estetik” terimi ilk kez, hem duyusal hem de düşünsel bir dünya görüşünü adlandırmak üzere, 18. Yüzyıldaki anlamından farklı olarak klasik Yunan yazarlarının yapıtlarında ortaya çıkmıştır” (Gökberk, 1999: 347-348).

    “Platon ve Aristoteles simgelemede olabildiğince sadelik, inandırıcılık, canlı bir varlık gibi, organik, eksiksiz ve bütünüyle iyilik kuralının zorunlu olduğunda fikir birliği içindedirler. Kişilerin gerçekte olduğundan daha güzel, gerçekte olabilmek için “fazla güzel” olmasına çalışmışlar, sanatı; ideal, mutlak, zorunlu ve evrensel bir güzellik içinde ele almışlardır. Platon’a göre sanat, fikirlere katılım ile önceden öğrenilmiş bilgilerin anımsanarak keşfedilmesidir. Aristoteles içinse; sanat tam aksine, yeni formların yaratılarak üretilmesidir” (Huisman, 1992: 2).

    A. G. Baumgarten, 1750 yılında, insanın mantıksal ustan farklı bir yetisini belirginleştirmek üzere, Yunanca “Aisthetikos kavramından türettiği "Aesthetica” sözcüğünü ortaya attı ve kitaplarından birine bu adı verdi. 17. yüzyılda estetik belli başlı 4 inceleme alanını kapsıyordu;

    1. Duyular için de zihin için de çekici olan, iyi düzenlenmiş bir nesnenin, yani güzel nesnenin incelenmesi

    2. Güzel nesneler üretiminin yani sanatın ve güzel sanatların incelenmesi

    3. Estetik duyu, eğitim ve kültürün; yani zevk, sağbeğeni ya da sağduyunun incelenmesi

    4. Güzel nesnelerin uyandırdığı yarar gözetmez hoşluğun incelenmesi

    Bununla birlikte sanat konusundaki modern düşüncenin Baumgarten’dan çok daha önce başladığını söyleyebiliriz. 15. Yüzyıldan başlayarak sanatçılar, Platon’a özgü ve dogmatik çağa ait, sanatı bir öykünme olarak belirginleştiren örnek kaygılarını da, ortaçağın dinsel simgeciliğini de bir kenara bıraktılar. Leonardo da Vinci, Leon Battista, Alberti, Albrecht Durer, doğal ve yapay perspektif konusundaki ve insan bedeninin anatomisi üzerindeki araştırmalarla bir “sanat bilimi” kurma yolunda ilk adımları attılar. Bir biçimsel öğeler matrisinden başlayarak doğada varolan güzel ve çirkinin nasıl yeniden yaratılacağını araştırdılar.

    19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan “Olgucu estetik” ile sanat yapıtlarının yaratılmasındaki ruhbilimsel (Fechner) ve toplumbilimsel (Taine, Comte) belirlenimcilikleri araştırmışlardır.

    18. Yüzyılda Kant’ın, 19. Yüzyılda Hegel’in ve 20. Yüzyılın başlarında da Croce’nin katkılarıyla gelişen estetik kuramı yine aynı çağın başında Marksizm’de de ifadesini bulmuştur. Bu bağlamda Marksizm’in tarih ve toplum anlayışını burjuva ideolojisinin eleştirisiyle birleştirmeye, tarih ve evreni çözümleme ve değerlendirme ilkelerini saptayarak, devrimin teori ve pratiği içinde sanatın yerini göstermeye yönelik kuramlar öne sürülmüştür. Marksizm akımını devam ettirenler İngiltere’de William Morris, Rusya’da Georgy V. Plekhanov, Walter Benjamin ve Gyorgy Lukacs, B. Brecht ve Theodor Adorno’dur. Öte yandan 20. Yüzyıl estetikçileri, felsefi estetiğin büyük sorunlarını bir yana bırakarak, “çevre”, “sanatsal biçim ve “yaratıcı ya da alımlayıcı özne” arasındaki ilişkileri incelemeye yönelmişlerdir. Çeşitli estetik akımları bu dönemde genellikle “olgucu estetik” (Sanat toplumbilimi, yapıların çözümlenmesi, deneysel estetik vb) ile “özneci estetik” (sanat psikolojisi fenomonolojik estetik ya da sanat fenomonolojisi ) olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Yaratmanın ve sanatsal yargının estetiği günümüzde duyarlılığın tarihi yönünde gelişmekte, oysa bu anlayış yüzyıl başlarında estetik iletişimin özü üzerine araştırmalarla yeniden sanat yapıtının kendisini incelenmeye yönelmek gerektiğini savunan görüşler arasında bölünüyordu.

    20. yüzyılda estetik ile göstergebilimin ilişkisi, sanatsal yapıtların biçimsel açıdan incelenmesi girişimini beraberinde getirmiştir. Bir mimari bütünlüğü, bir müzik parçasını, bir tabloyu oluşturan öğelerin yapısal çözümlemesine de yöneltmiştir.

    “Görsel sanatlar estetiği, yazın göstergebilimin etkisiyle sanat ürünü ve anlam arasındaki ilişkiye yönelmiştir” (Gökberk, 1999: 34).

    Estetik insanın dış dünyaya ilişkin ve çirkin sözcükleriyle dile getirdiği tepkileriyle ilgilidir. Ancak güzel öznel ve görelidir. Estetik alımlayıcı sanat yapıtından ya da bir doğa görünümünden haz duyan estetik tat alan varlıktır. Fakat Kant’a göre alımlama bir yetidir. Estetik nesne (sanat yapıtı) terimine iki anlam yüklenir; maddi nesne (öznenin zihninden bağımsız nesne) ve ereksel nesne (nesneye insanın yük1ediği).

    Estetik, doğa ile sanat yapıtının arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koymalı ve farklı sanat türlerinin farklılıklarının hakkını vermelidir.

    Güzellik yargısı her zaman belirli bir kavramsal boyut içerir, bir nesneyi özel olarak tanımlayabilmek için hangi sınıfa girdiğini bilmek gerekir. Örneğin bir atın vücut yapısında güzel bulunan özellikler bir insanda çirkin kaçar. Romanda şiirsellik genelde bir zaaf olarak görülür. Bir mimarlık yapıtı, heykeldeki ifade gücünü kazanmaya çalıştığında aşırı süslü ve bayağı bulunabilir.

    Sanat insan ürünüdür insan tarafından anlamlandırılmaktadır. Sanat yapıtında;

    1. Estetik nesne duyusaldır: görülür, işitilir ya da duyusal biçimiyle zihinde canlandırılır: insana bu duyusal özellikleri nedeniyle haz verir.

    2. Estetik nesne aynı zamanda düşünülen, seyrine dalınan bir nesnedir, yalnızca duyulara hoş geldiği için, bir anlam içerdiği bir değer taşıdığı için de insanı ilgilendirir.

    ²Hegel’e göre sanatta insanı çeken “görünüş” ya da “duyusal biçim”dir. Her sanat yapıtına özelliğini kazandıran, onu ötekilerden ayıran budur. Sanat yapıtı insanın duyularına seslendiği için somuttur. Akıl yürütme (mantık) yoluyla değil, duyusal algı yoluyla kavranır. Ama sanat yapıtının kavranışında zihinsel bir boyut da vardır. (kavramsal, zihinsel bir içerik)

    Çoğu eleştirmen bir sanat yapıtının örneğin bir şiirin özetlenemeyeceğini başat sözcüklere çevrilemeyeceğini savunur. Benedetto Croce’ye göre, bir şiirin anlamı, başka bir dile çevrilmesi olanaksız özelliklerinde gizlidir. Anlam, seçilmiş ve belli bir düzene göre sıralanmış sözcüklerde, şiirin ritminde, kısaca duyusal özelliklerinde yatmaktadır. Bunlar özetlenmeye kalkıldığında şiir uçar gider. Öte yandan bir eleştirmen de okura şiir hakkında bir şeyler söyleyebilmeli, o şiirin neden güzel ve ilgiye değer olduğunu , başka şiirlerle farklılığının nereden kaynaklandığını anlatabilmelidir. Bu ise hem çözümleyici, hem de birleşimci yöntemin kullanımını gerektirir (Huisman, 1992: 41-49).

    Sanat yapıtındaki anlam yalnızca okurun ya da seyircinin ona yüklediği bir anlam değildir. Sanat yapıtının kendisi anlamlıdır: bir insan ürünü olduğu için, belli bir amaçlılık taşıdığı için anlamlıdır. Bir dağ görüntüsünden farklı olarak, bir dağ resmi için her zaman “bu resim şunu ifade ediyor” denebilir, resmin düzenlenişi, renklerin ve perspektifin seçilişi, kısaca insan müdahalesi ve katkısı, resme belirli bir anlam kazandırmaktadır. Ama “resim şunu ifade ediyor dendiğinde, onun gene de ifade edilemeyen dışarıda kalan, yorumlanamayan bir yanı vardır. Sanatın doğayı andıran söze gelmeyen dilsiz yanıdır bu. Sanat hem bir gerçekliği temsil eder, canlandırır hem de insan duygularını dile getirir, dışa vurur. Croce’ye göre sanatın asıl işlevi dışavurum ya da anlatımdır.

    Sanatın asıl işlevinin temsil olduğunu savunanlar, sanatın tıpkı dil gibi, belirli bir şeyi anlattığına, bir şey “hakkında” olduğuna dikkati çekerler. Bu edebiyat için doğrudur, nü resim için de geçerli olabilir: örneğin bir portre modelini temsil eder. Ama müzik ve mimarlık sorunu karmaşıklaştırır. Bir senfoni, bir ev, bir okul binası neyi temsil etmektedir? Temsil ve dışavurum gibi içerik öğelerinden başka sanatın anlaşılmayı yorumlanmayı bekleyen bir de “biçim”i vardır. Bir sanat yapıtını ötekilerden ayırt edebilecek bir duyusal yaşantı nesnesi haline getiren ona özgünlüğü, bireyselliği, iç bütünlüğü kazandıran bütün öğeler biçimseldir. Sanatta kavranması güç olan da çoğu zaman biçimdir.

    Bir yapıtı anlama ve ondan tat alma yapıtta belirli birimlerin ya da bütünlüklerin algılanmasına ve bunların birbirini izleme sırasının somut olarak kavranmasına bağlıdır. Örneğin müzikte yapıtı ortaya çıkaran birimler notalar, bunların birleşmesiyle oluşan temalar ve bu notalarda temaların yinelenmesi ve değiştirilmesidir. Sanat yapıtının estetik olarak kavranmasını sağlayan etken biçimdir. Yapıtta her birim ötekilerle ve yapıtın bütünüyle belirli bir ilişki içindedir. Yapıtın estetik ilgi uyandırmasına da bu ilişkiler yol açar.

    Estetik yaşantıda, özne ile nesnenin, alımlayıcı ile yapıtın dolaysız ilişkisi temeldir, yapıtın çözümlenmesi ikinci planda gelir.

    Romantizmin etkisini yitirmesiyle birlikte, güzel-yüce ayırımın da estetik ve eleştiri kuramlarındaki yerini daha teknik, daha betimsel kavramlara bırakmıştır. Çağdaş estetik bir yandan tarih, sosyoloji, psikoloji gibi somut ve deneysel disiplinlerin, öte yandan da Marksizm, yapısalcılık ve fenomonoloji gibi farklı düşünce akımlarının etkisi altında, felsefeye olan bağımlılığından kurtulmuş görünmektedir. Görünmeyeni anlayabilmek için görünene başvurmak zorunda kalan sanatçı, kendi doğasına karşı yarattığı ikinci bir doğa olarak sanatı her şeyden önce insanın varolana bir karşı çıkışı, varlığa bir meydan okumasıdır. Gerçeği aşma ya da başka bir gerçeklik yaratma demek olan sanat, düşle gerçek arasında kurulan bir köprüdür; ussal ile usdışı, düşlem ile gerçek, imgeler ile nesneler arasında bir bağ kurma etkinliğidir. Başka bir deyişle sanat, insanın kendini tanımasının serüvenidir. Sanatçı da yaşamın ve insanın gizini büyüsünü, önem ve değerini yansıtabilen kimsedir. İnsanın kendini tanıma gereksinimi sürdükçe sanat da sürecektir (Fischer, 1995: 149-152).

    Alıntıları Göster
    Arkadaşlar yazılar çok güzel.
    Sanat insanı diğer hayvanlardan ayıran bir olgudur. İnsanın yaşamını devam ettirmek ve üremek için hayvansal içgüdülerin dışında, gelişen zekası ile beraber kendini anlama ve dışa vurma biçimidir. Bilimden farkı, bilim kadar somut değildir. Ancak bir insan, nesnel dünyanın objektifliğine fazla kapılıp sanatı küçümserse, insanı insan yapan damarlardan birini kesmiş demektir.




  • insanın duygu,düşünce ve anlayışını,tabiattaki malzemelerden faydalanarak,heyecan ve hayranlık uyandıracak bir biçimde ifade etmektir.ama bir sanat eseri dini, ahlaki,sosyal,psikolojik ektenler sonucu oluşturulur.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: zuga

    insanın duygu,düşünce ve anlayışını,tabiattaki malzemelerden faydalanarak,heyecan ve hayranlık uyandıracak bir biçimde ifade etmektir.ama bir sanat eseri dini, ahlaki,sosyal,psikolojik ektenler sonucu oluşturulur.
    sanat: insanın kendinden katarak ortaya koyduğu, ifade ettiği bir anlatım biçimidir ...

    sanatta bir özgünlük, ifade biçimi, sıradışılık mevcuttur.

    insana bu sanat olgusu nereden gelmiştir ?

    bu soruya verilecek en güzel cevap yine tabiaatta mevcuttur ...

    bir çiçeğe bir böceğe bir manzara bir arıya baktığımızda gördüğümüz güzelliğin uzantısı insanın içinde de var edilmiştir ...

    bir manzara resmeden bir ressam sanatçıdır da manzarayı meydana getiren Sani sanatkar değil midir?

    aslında doğadaki Sanatı başlı başına irdelemek gerektir ...

    bizim yaptığımız doğayı taklittir ...

    bir senfoni belki de bir su sesinden daha dinlendiri değildir ...

    bir manzara resmi asla o manzaranın aslının yerini tutmaz ...

    acaba kulaklarımıza fısıldayan doğal sesler ile gözlerimize hitap eden doğal güzelliklerin içerimizdeki yankısı arasındaki uyumu neye borçluyuz ?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Deep Impact

    sanat: insanın kendinden katarak ortaya koyduğu, ifade ettiği bir anlatım biçimidir ...

    sanatta bir özgünlük, ifade biçimi, sıradışılık mevcuttur.

    insana bu sanat olgusu nereden gelmiştir ?

    bu soruya verilecek en güzel cevap yine tabiaatta mevcuttur ...

    bir çiçeğe bir böceğe bir manzara bir arıya baktığımızda gördüğümüz güzelliğin uzantısı insanın içinde de var edilmiştir ...

    bir manzara resmeden bir ressam sanatçıdır da manzarayı meydana getiren Sani sanatkar değil midir?

    aslında doğadaki Sanatı başlı başına irdelemek gerektir ...

    bizim yaptığımız doğayı taklittir ...

    bir senfoni belki de bir su sesinden daha dinlendiri değildir ...

    bir manzara resmi asla o manzaranın aslının yerini tutmaz ...

    acaba kulaklarımıza fısıldayan doğal sesler ile gözlerimize hitap eden doğal güzelliklerin içerimizdeki yankısı arasındaki uyumu neye borçluyuz ?

    Alıntıları Göster
    Her konunun içine benzer yorumlar yazıp olayları farklı taraflara çekmeseniz olmaz, dimi?

    Soru: Sanat nedir?
    Cevap: Allah en iyi sanatçıdır.

    Aferin... Devam...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hasbi 81

    Her konunun içine benzer yorumlar yazıp olayları farklı taraflara çekmeseniz olmaz, dimi?

    Soru: Sanat nedir?
    Cevap: Allah en iyi sanatçıdır.

    Aferin... Devam...

    Alıntıları Göster
    bu bir görüş ve sen o görüşe tahamül edemiyecek kadar mı için için kin dolusun
    çok basit bir anlatımla kendi fikrini hemen altına yazar ve topik devam eder di ama sen ne yaptın direk üst mesaja gönderme yapıp asıl konuyu sapmasına neden oldun
    anlaşmayı bilmeden anlaştırmaya uğraşmamak lazım
    neyse ben de saptırmış olmamak için fikrimi beyan edeyim.
    sanat insanın beğenme beğenilme duygusunu açığa çıkaracak sadece o kişiye özgü gelişmiş vasıflarını diğer insanlarla paylaşması beğenilmek istemesi hiç bir sanatçı sanmıyorumki eserini başkasının görmesini istemesin bir sanatçı için beğenildiğinin vurgulanmasının ötesi daha az anlam ifade eder yani maddiyat ikinci planda dır gerçek bir sanatçı için tabi




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hasbi 81

    Her konunun içine benzer yorumlar yazıp olayları farklı taraflara çekmeseniz olmaz, dimi?

    Soru: Sanat nedir?
    Cevap: Allah en iyi sanatçıdır.

    Aferin... Devam...

    Alıntıları Göster
    @hasbi, Kişisel yorum ve görüşler farklı olabilir. Bir tahrik veya tartışma unsuru olmadığı sürece elbet herkes yorum ve görüşlerini yazacak ki biz de değişik görüşleri okuyacağız. Ona bakarsan ben de evrime gönderme yaptım



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi kaotika -- 21 Mayıs 2006; 17:16:16 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kaotika

    @hasbi, Kişisel yorum ve görüşler farklı olabilir. Bir tahrik veya tartışma unsuru olmadığı sürece elbet herkes yorum ve görüşlerini yazacak ki biz de değişik görüşleri okuyacağız. Ona bakarsan ben de evrime gönderme yaptım

    Alıntıları Göster
    quote:

    Orjinalden alıntı: Hasbi 81

    Her konunun içine benzer yorumlar yazıp olayları farklı taraflara çekmeseniz olmaz, dimi?

    Soru: Sanat nedir?
    Cevap: Allah en iyi sanatçıdır.

    Aferin... Devam...


    yukarıda deep bir resmin aslını tutmayacağını dolayısıyla yaptığımızın doğayı taklit olduğunu söylemiş ve bana göre de haklı.

    sen de her Allah kelimesi geçen yerde kıpırdanmasan olmaz değil mi?
    bu bölüme takılmaya başladığından beri aynısını yapıyorsun. önce tahammül etmeyi öğrenelim. insanlar sana mı soracaktı neye ne gibi bir yorum yapacaklarını?

    sana da aferin... devam...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: C4

    quote:

    Orjinalden alıntı: Hasbi 81

    Her konunun içine benzer yorumlar yazıp olayları farklı taraflara çekmeseniz olmaz, dimi?

    Soru: Sanat nedir?
    Cevap: Allah en iyi sanatçıdır.

    Aferin... Devam...


    yukarıda deep bir resmin aslını tutmayacağını dolayısıyla yaptığımızın doğayı taklit olduğunu söylemiş ve bana göre de haklı.

    sen de her Allah kelimesi geçen yerde kıpırdanmasan olmaz değil mi?
    bu bölüme takılmaya başladığından beri aynısını yapıyorsun. önce tahammül etmeyi öğrenelim. insanlar sana mı soracaktı neye ne gibi bir yorum yapacaklarını?

    sana da aferin... devam...

    Alıntıları Göster
    Peki sanat her zaman "doğayı tasvir etme" yöntemi midir? Bir resim ne kadar çok doğanın kendisine benzerse ya da bir senfoni doğanın seslerine ne kadar çok öykünürse o kadar mı değerli olur? Yani "soyut sanat" çok mu anlamsız ve değersizdir? Bir sanat eseri ne kadar "soyut" (abstract) olabilir? Özellikle 20. yüzyıl resim ve çok sesli müzik sanatını sırf "bu soyutluğu" yüzünden eleştirdiklerini söyleyebilirim. Bu haklı bir eleştiri midir?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: mfiz

    Peki sanat her zaman "doğayı tasvir etme" yöntemi midir? Bir resim ne kadar çok doğanın kendisine benzerse ya da bir senfoni doğanın seslerine ne kadar çok öykünürse o kadar mı değerli olur? Yani "soyut sanat" çok mu anlamsız ve değersizdir? Bir sanat eseri ne kadar "soyut" (abstract) olabilir? Özellikle 20. yüzyıl resim ve çok sesli müzik sanatını sırf "bu soyutluğu" yüzünden eleştirdiklerini söyleyebilirim. Bu haklı bir eleştiri midir?

    Alıntıları Göster
    quote:

    Orjinalden alıntı: mfiz

    Peki sanat her zaman "doğayı tasvir etme" yöntemi midir? Bir resim ne kadar çok doğanın kendisine benzerse ya da bir senfoni doğanın seslerine ne kadar çok öykünürse o kadar mı değerli olur? Yani "soyut sanat" çok mu anlamsız ve değersizdir? Bir sanat eseri ne kadar "soyut" (abstract) olabilir? Özellikle 20. yüzyıl resim ve çok sesli müzik sanatını sırf "bu soyutluğu" yüzünden eleştirdiklerini söyleyebilirim. Bu haklı bir eleştiri midir?

    bu kişiden kişiye değişir. empresyonist ressamların resimlerini ben hiç sevmem mesela. sürrealist resimler bana daima daha çekici gelmiştir.

    bana sorarsan bende "empresyonist olacağına git fotoğraf çek" derim.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: mfiz

    Peki sanat her zaman "doğayı tasvir etme" yöntemi midir? Bir resim ne kadar çok doğanın kendisine benzerse ya da bir senfoni doğanın seslerine ne kadar çok öykünürse o kadar mı değerli olur? Yani "soyut sanat" çok mu anlamsız ve değersizdir? Bir sanat eseri ne kadar "soyut" (abstract) olabilir? Özellikle 20. yüzyıl resim ve çok sesli müzik sanatını sırf "bu soyutluğu" yüzünden eleştirdiklerini söyleyebilirim. Bu haklı bir eleştiri midir?

    Alıntıları Göster
    quote:

    Orjinalden alıntı: mfiz

    Peki sanat her zaman "doğayı tasvir etme" yöntemi midir? Bir resim ne kadar çok doğanın kendisine benzerse ya da bir senfoni doğanın seslerine ne kadar çok öykünürse o kadar mı değerli olur? Yani "soyut sanat" çok mu anlamsız ve değersizdir? Bir sanat eseri ne kadar "soyut" (abstract) olabilir? Özellikle 20. yüzyıl resim ve çok sesli müzik sanatını sırf "bu soyutluğu" yüzünden eleştirdiklerini söyleyebilirim. Bu haklı bir eleştiri midir?

    Biz ne kadar soyut dersek diyelim, yaptığımız sanat her zaman doğadan izler taşır. En sürreal resimde bile kırmızı renk insanı uyarmak, mavi veya yeşil renk ise rahatlatmak için kullanılır genellikle.

    Ayrıca başka bir konu da, her insanın doğayı algılayışı farklı olduğu için doğayı tasvir edişinin de farklı olacağıdır. Yani iki ressam aynı manzaraya bakarak gördükerini aynen tuvale aktarmaya çalışsa bile mutlaka arada yorum farklılıkları olacaktır. Birisi suyun üzerindeki pırıltıya odaklanmışken diğeri karanklıkta kalan yaprakları vurgulayacaktır farkında olmadan. Çünkü aslında etrafımızda gördüklerimiz, dış dünyanın iç dünyamızın yorumlarıyla harmanlanmış halidir.

    Kısacası sürreal dediğimiz anlayışta doğanın izlerini görmek, en gerçekçi resimde de insanın öznel yorumlarını görmek kaçınılmazdır. Bu yüzden "gerçeğe benzetmeye çalışılırsa sanat değildir, çalışılmazsa sanattır" gibi sözleri doğru bulmuyorum.

    İcra eden kişi gerçekten iç dünyasını farkında olarak veya olmayarak yansıtabilmişse bence bu sanattır. Ama bugün özellikle müzik piyasasında olduğu gibi bu amacı bir kenara bırakıp piyasanın hoşuna gidecek şarkıları yapmaya çalışmak, ürünün içine ne kadar kişisel yorum katılırsa katılsın, sanat değildir. Yani bence önemli olan amaçtır.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hasbi 81

    quote:

    Orjinalden alıntı: mfiz

    Peki sanat her zaman "doğayı tasvir etme" yöntemi midir? Bir resim ne kadar çok doğanın kendisine benzerse ya da bir senfoni doğanın seslerine ne kadar çok öykünürse o kadar mı değerli olur? Yani "soyut sanat" çok mu anlamsız ve değersizdir? Bir sanat eseri ne kadar "soyut" (abstract) olabilir? Özellikle 20. yüzyıl resim ve çok sesli müzik sanatını sırf "bu soyutluğu" yüzünden eleştirdiklerini söyleyebilirim. Bu haklı bir eleştiri midir?

    Biz ne kadar soyut dersek diyelim, yaptığımız sanat her zaman doğadan izler taşır. En sürreal resimde bile kırmızı renk insanı uyarmak, mavi veya yeşil renk ise rahatlatmak için kullanılır genellikle.

    Ayrıca başka bir konu da, her insanın doğayı algılayışı farklı olduğu için doğayı tasvir edişinin de farklı olacağıdır. Yani iki ressam aynı manzaraya bakarak gördükerini aynen tuvale aktarmaya çalışsa bile mutlaka arada yorum farklılıkları olacaktır. Birisi suyun üzerindeki pırıltıya odaklanmışken diğeri karanklıkta kalan yaprakları vurgulayacaktır farkında olmadan. Çünkü aslında etrafımızda gördüklerimiz, dış dünyanın iç dünyamızın yorumlarıyla harmanlanmış halidir.

    Kısacası sürreal dediğimiz anlayışta doğanın izlerini görmek, en gerçekçi resimde de insanın öznel yorumlarını görmek kaçınılmazdır. Bu yüzden "gerçeğe benzetmeye çalışılırsa sanat değildir, çalışılmazsa sanattır" gibi sözleri doğru bulmuyorum.

    İcra eden kişi gerçekten iç dünyasını farkında olarak veya olmayarak yansıtabilmişse bence bu sanattır. Ama bugün özellikle müzik piyasasında olduğu gibi bu amacı bir kenara bırakıp piyasanın hoşuna gidecek şarkıları yapmaya çalışmak, ürünün içine ne kadar kişisel yorum katılırsa katılsın, sanat değildir. Yani bence önemli olan amaçtır.

    Alıntıları Göster
    bana göre resimde sanat, kişinin iç alemindekileri yansıtmasıdır. aksi ise fotokopi makinalarının işidir, gördüğünü çeker gibi yapılan resimleri her eli fırça tutan öyle yada böyle yapar.
    ama herkes bir salvador dali olamaz.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: C4

    bana göre resimde sanat, kişinin iç alemindekileri yansıtmasıdır. aksi ise fotokopi makinalarının işidir, gördüğünü çeker gibi yapılan resimleri her eli fırça tutan öyle yada böyle yapar.
    ama herkes bir salvador dali olamaz.

    Alıntıları Göster
    quote:

    Orjinalden alıntı: C4

    bana göre resimde sanat, kişinin iç alemindekileri yansıtmasıdır. aksi ise fotokopi makinalarının işidir, gördüğünü çeker gibi yapılan resimleri her eli fırça tutan öyle yada böyle yapar.
    ama herkes bir salvador dali olamaz.


    Çok doğru bir tespit. Öncelikle sanatçının "iç alemi"nin sanatında hissediliyor olması çok önemli. Bir müzik yorumcusu için de benzer bir durum var. Müzik yorumcusu hem bestecinin iç dünyasını hem de kendi iç dünyasını yorumuna katıyor. Tabii sadece ticari amaçla yapılan bir müzikte bu "iç dünyaları" ne kadar bulabileceğimiz tartışılır.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: C4

    bana göre resimde sanat, kişinin iç alemindekileri yansıtmasıdır. aksi ise fotokopi makinalarının işidir, gördüğünü çeker gibi yapılan resimleri her eli fırça tutan öyle yada böyle yapar.
    ama herkes bir salvador dali olamaz.

    Alıntıları Göster
    quote:

    Orjinalden alıntı: C4

    bana göre resimde sanat, kişinin iç alemindekileri yansıtmasıdır.

    Ben de diyorum ki, karşısında gördüğü şeyi aynen çizmeye çalışan insan bile aslında farkında olmadan iç alemini yansıtır.

    Hatta kişinin çizeceği resim için seçtiği kadraj bile kişinin iç alemiyle odukça yakından ilgilidir. Aksi takdirde fotoğrafçılık da sanat olmaktan çıkardı.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hasbi 81

    quote:

    Orjinalden alıntı: C4

    bana göre resimde sanat, kişinin iç alemindekileri yansıtmasıdır.

    Ben de diyorum ki, karşısında gördüğü şeyi aynen çizmeye çalışan insan bile aslında farkında olmadan iç alemini yansıtır.

    Hatta kişinin çizeceği resim için seçtiği kadraj bile kişinin iç alemiyle odukça yakından ilgilidir. Aksi takdirde fotoğrafçılık da sanat olmaktan çıkardı.

    Alıntıları Göster
    peki sanat nereye kadar sanat olmalı sınırı nedir?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: arbiter

    peki sanat nereye kadar sanat olmalı sınırı nedir?

    Alıntıları Göster
    quote:

    Orjinalden alıntı: arbiter

    peki sanat nereye kadar sanat olmalı sınırı nedir?

    Sanatın sınırı hayalgücüdür. Tabi eğer geçekten sanat yapmak için yola çıkılmışsa.

    Sanırım gelmek istediğin nokta daha çok cinsellik için kullanılan "sanat için herşey mübah mıdır?" sorusu. Bence yerinde kullanıldığı sürece çıplaklığında sanatta yeri vardır. Ama maalesef cinselliği sadece piyasada ses getirmek için eserlerinde (film, resim, heykel, vs.) kullanan sanatçılar da az değil.

    Kısacası, işine maddi çıkarlar girdi mi sanat, sanat olmaktan çıkıyor. Bu bir gerçek.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: arbiter

    peki sanat nereye kadar sanat olmalı sınırı nedir?

    Alıntıları Göster
    Bu soruya cevap vermek sanırım mümkün değil..onun varlığını kabul etmek suretiyle olaya baktığımız anda , o sınırsız olmaya başlar bence.Her türlü şiddet,erotizm v.b içerikli bazen can sıkıcı bazen keyif verici şey sanat içinde yer alabilir bana göre.Üstelik kişisel fikrim sanatçının ve sanatının taktir veya kabul görmek zorunda olmadığıdır.Toplumun ne dediğinin ve sanatçı ile onun sanatına bakışının hiç önemi olduğuna inanmıyorum.Fayda ve zarar kavramları ondan ırak olmak zorundadır !! Konu sanat olduğunda , sanatçı olmayan uçlarda fikir duygu ve yaşam içinde bulumayan biri nasıl olup sanatı değerlendirebilir buda ayrı bir konudur tabii.Onun insanın sonsuz özgür düşüncesi muhteşem yaratıcılığı ve herhangi bir korku yada kaygı ile asla sınırlanamaz tutkusu ile harmanlanamsı gerektiğini düşünüyorum.Aksi,sanatı nasıl sanat yapar ki? Bir amaca hizmet etmeyen tek çabamızıdır bana göre tüm eylemlerimiz içinde bize en yakışandır doğayı analamaya çalışmakla birlikte.
    En fazla beğenmeyebilirsin. Ama ona hakeret edemezsin yada yasaklayamazsın.Çünkü o insanın en insani ürünüdür aslında.Zaten gelişmemiş toplumlarda tehlikeli görülmesi yada yasaklanmak üsteğide bundandır.




  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.