İnsan vücuduna giren zararlı/yabancı bir hücreye ilk saldırı nasıl yapılır biliyormusunuz? Öncelikle bir protein gelip onun zarına yapışır, bunun üzerine sırası ile herbiri birbirinden farklı ve belli sıraya göre dizilen 19 tane daha protein gelip sırası ile tutunarak U şekli oluşturacak şekilde dönerek 20. buna katıldığında artık yabancı ile son katılan arasında, bu ana kadar eklenenlerin giremeyeceği bir boşluk kalacak şekilde bir oluşum gerçekleşir. tüm bunlardan farklı ve bir çatal şeklinda olan 21. ise bunun arasına girer ve bu etki ile hücre uvarınıda delerek hücre içindeki hayati sıvının boşalmasına sebep olur. Bir zararlının yok edilmesi için herbir hücreye en az 100 tane böyle sistemli bir saldırı uygulanır. 21 farklı yapı belli sıra ile, belli bir düzende bu işlemi tüm yabancı hücrelere karşı gösterirler. Eğer bir tanesi eksik olsa bu işlem gerçekleşmeyeceği gibi geri kalan 20 tanenin varlığı ve tam anlamıyla işlevsel olmaları hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Mesela yeni doğan çocuklarda yakın bir zamana kadar var olan tesbit edilememiş bir hastalıktan dolayı ölümler varmış. Bu ölümleri araştırmak için çok farklı araştırmlar yapılmış ama bir türlü sebebi bulunammış. En sonunda şu tesbit edilmiş, savunma birimleri zararlı dışsal etmenleri vücuda girer girmez yakalıyor ve yok edilmeleri için asit içeren bir ortama götürüyorlarmış. Bu an kadar herşey uygun ve olması gerektiği gibi işlerken bu ortamda asit üretimi olmadığından dışsal etmenlerin burada çoğalıp çocuk ölümlerine sebep oldukları tespit edilmiş. Bunu bir ÇAPA da profesör olan birinden duydum tıbbi terimlere çok uzak olduğumdan size özetini yazdım.
Manyetik Harita Kullanan Semenderler Araştırma sonuçlarına göre, yaşadığı yerden uzaklaştırılan bir semender, evine dönebilmek için manyetik bir harita kullanır. Dünyanın manyetik alanındaki yoğunluk ve küçük farklılıkları algılayabilmesi, semenderin bir pusuladan bile daha iyi yön bulucu olduğunu kanıtlar. Önceleri kuşlar ve meyve sineklerinin içsel manyetik pusulaya sahip oldukları biliniyordu. Ancak Indiana Üniversitesi’nden Prof. Dr. Philips, semenderin haritalama yeteneğinin, diğer türlerden farklı olduğunu ortaya koydu. Örneğin ırmızı benekli doğu semenderi (Notophthalmus viridescens), manyetik alandan elde ettiği harita bilgisinde, eşi görülmemiş türde bir duyumsal işlem sergiliyor. Her geçtiği yerde bu harita genişliyor. Manyetik altıncı hissin ardındaki bu mekanizma, araştırmacıları uğraştırmaya devam ediyor. Manyetik alan kimyasal tepkimeleri harekete geçirebiliyor ve bu, bazı türlerde tanımlanan biyokimyasal pusulanın temelini oluşturuyor. İşlem, görme sistemleriyle de doğrudan ilişkilidir; bilim adamları hayvanların manyetik alanı görebildiklerini düşünmektedirler. (2) Şüphesiz, semenderin yolunu kaybedip daha sonra yolu bulabilmek için manyetik hesaplamalar yapması gerektiğini düşünmüş olması imkansızdır. Yüce Allah, semendere yönünü rahatlıkla bulabilmesi için manyetik bir harita vermiş ve onu nasıl kullanması gerektiğini de ilham etmiştir.
Kaplumbağalar Ve Manyetik Alan Haritaları Dünyanın çeşitli yerlerinde, topraktaki manyetik elementlerin yoğunluğu ve bu yoğunluğun yarattığı dünya yüzeyi ile kesişen açılar farklılık gösterir. Eğer bir canlı bu değişiklikleri hissedebilirse, bu onun harita üzerindeki enlem ve boylamları da bilebileceği anlamına gelmektedir. Manyetik alan okuma özellikle genç "Loggerhead Kaplumbağalar"ı (Caretta Caretta) için, çok büyük önem taşımaktadır. Bu kaplumbağalar yaşamlarını ancak Sargossa Denizi'ni çevreleyen bir dairesel sistem olan Kuzey Atlantik Dönencesi'nde sürdürebilmektedirler. Kuzey Carolina Üniversitesi'nden, Kenneth ve Catherine Lohmann isimli araştırmacılar yaptıkları deneyle kaplumbağaların bu dönencede kalmak için kendi manyetik ölçümlerini kullandıklarını ortaya koymuşlardır. Araştırmacılar öncelikle kaplumbağaları bilgisayar kontrolünde manyetik alan içeren bir tank içine yerleştirmişlerdir. Alanın manyetik eğimi dönencenin sınırındaki ile aynı olduğunda, kaplumbağalar dönencenin içine doğru yüzmeye başlamışlardır. Farklı araştırmalarda tankın içindeki manyetik alan gücü de değiştirilmiştir. Alanın gücü dönencenin sınırı ile aynı olduğunda kaplumbağalar dönencenin içi zannettikleri bölgeye doğru yüzmüşler ve tehlikeli sınırdan uzaklaşmışlardır. (3) Sonuçta kaplumbağalar üzerinde yapılan bu çalışma bizlere bazı canlıların manyetik alan haritalarını okuyabildiklerini ve canlıların sahip oldukları bu olağanüstü algı mekanizmalarının tam anlamıyla bir tasarım harikası olduğunu ispatlamaktadır. Kuşkusuz kaplumbağalardaki bu kompleks yapının evrimcilerin iddia ettiği gibi tesadüfen oluştuğunu dile getirmek, gemilerde bulunan manyetik pusulaların dalgaların rastgele gemiye çarpmasıyla oluştuğunu iddia etmekten farksızdır. Hiçbir tesadüfün bu kadar kompleks mekanizmaları oluşturması mümkün değildir. 2) Focus, “Semender Harita Okuyabiliyor”, Sayı:2001/12 Aralık 2001, s.46 (3) Nature Australia Winter 1997, s. 7-8 www.evrenvebilim.com
Ben buna çok şaşırdım. yeni bulduğum bir site çok garip ve harika bilgiler var. Okumanızı tavsiye ederim.
YAŞAMAK İÇİN ZEHİRLİ GAZ SOLUYAN CANLILAR Haberler
Deniz dibinin güneş ışığı alamayacak kadar derin bölgeleri tıpkı karalardaki çöllere benzer. Güneşten yoksun bu sularda besin kaynakları oldukça sınırlıdır, bu yüzden de buralarda canlılılara rastlayamazsınız. Ancak 1977 yılında bilim adamları Galapagos Adaları’nın 320 km kuzeydoğusunda, deniz yüzeyinin 1600 m. altında bu durumun tam aksi ile karşılaştılar. Burada benzeri diğer yerlerden farklı olarak omurgasız türlerden büyük bir canlı topluluğu yaşıyordu: uzunluğu bir metreye kadar varan ve bazalt kayalara yapışmış halde yaşayan dev deniz solucanları, 30 cm büyüklüğünde koca beyaz istiridyeler ve midye kümeleri, yengeçler, karidesler ve balıklar. Buradaki canlıları ilginç kılan şey ise, sadece deniz dibinin çok derinlerindeki karanlık sularında yaşamaları değildi. Bu canlı topluluğu deniz altında yer alan volkan ağzının yakınında yaşamlarını sürdürüyorlardı. Oysa burası, canlıları pişirecek kadar sıcak, paramparça edecek kadar da asitli sularla kaplıydı.(1) Peki, ama bu kadar çok canlı türü nasıl oluyor da hem güneş ışığı dolayısıyla besin sağlanamayan, hem de son derece zehirli olan bir ortamda yaşayabiliyordu? Bu sularda yaşayan canlılar, volkan ağızlarından yayılan hidrojen sülfürün (H2S) zehirleyici özelliğini etkisiz kılacak bir tasarıma sahiptir. Allah’ın yarattığı bu özel tasarım sayesinde zehirlenip ölmedikleri gibi ihtiyacını duydukları besini ve enerjiyi de temin edebilirler. Bunun için hidrojen sülfürü oksijen ile “yakarak”, su ve çeşitli sülfatlar üretirler.
Hidrojen sülfür + Oksijen --> Su + Sülfatlar
Bu kimyasal işlem kükürdü işleyebilen özel bir bakteri ile kurulan özel bir organizasyon ile mümkün olmaktadır.
Çoğu hayvan için sülfür son derece zehirleyicidir. Sülfür, kandaki hemoglobine bağlanarak solunumun yapılması için gerekli olan “sitokrom C oksidaz” enzimini engelleyerek canlının ölümüne neden olur (A). Allah, sülfürce zengin hidrotermal ağızlarda yaşayan hayvanları sülfür zehirlenmesinden korunmalarını sağlayacak bir tasarım ile yaratmıştır. Tüp solucanı da (Riftia pachyptila) bu canlılardan biridir. Riftia’daki hemoglobin molekülünde sülfürün bağlanabilmesi için özel bir bölge vardır. Bu sayede oksijenle sülfür aynı anda kanda taşınabilmektedir (B). Hidrotermal ağızlarda yaşayan ve bilimsel adı Calyptogena magnifica olan istiridye türünde ise sülfür canlının içindeki bakterilere taşıyan özel bir protein vardır. İstiridye bu protein sayesinde zehirli gazlardan korunur (C). Başka bir hidrotermal ağız canlısı olan bir tür yengeçte (Bytbograea thermydron) da iç ortak yaşam bakterileri yoktur; bu yengeç, karaciğere benzeyen hepatopankreasında sülfürü zehirleyici olmayan bir kimyasal yapıya (tiyosülfat) dönüştürerek zehirleyici etkisini yok eder (D).
Zehirli Gaz Uzmanı Bakteriler Kükürtçe zengin ortamlar pek çok canlı için öldürücü nitelikte iken bazı bakteriler için buralar eşsiz yaşam alanlarıdır. Bu bakteriler bitkiler gibi kendi besinlerini kendileri üretirler. Bilim adamları bu nedenle onları “kendibeslek” olarak adlandırırlar. Ancak bu bakteriler, besin üretimi sırasında karbondan bitkiler gibi güneş ışığını değil, hidrojen sülfürü kullanırlar. Bilindiği gibi bitkiler, karbondioksiti besin maddesi olarak kullanabilecekleri organik moleküllere dönüştürmek için gereken enerjiyi güneşten temin ederler. Bu nedenle bitkiler “ışık kullanan kendibeslek” olarak bilinirken; bu bakteriler ise “bakterilere kimyasal-kendibeslekler” olarak adlandırılırlar. Sülfürü gerçekleştirdikleri kimyasal işlemler sayesinde kullanıma uygun hale getiren bu bakteriler, diğer hayvan türleri için yiyecek sağlayarak volkanik ağızdaki besin zincirinin temelini oluştururlar. Yeşil bitkilerle kükürt bakterilerinin önemli bir ortak özellikleri her ikisinin de besin zincirindeki birincil üretici olmalarıdır. Bu bakteriler deniz dibinde volkan ağzında yaşayan diğer canlıların varlığı için çok önemlidir. Kimyasal-kendibeslek bakteriler ile diğer canlılar arsında nasıl bir ilişki vardır?
Bilim adamları James J. Childress, Horst Felbeck ve George N. Somero Scietific American dergisinde yazdıkları bir makalede deniz dibindeki volkan ağızlarında yaşayan canlıları üstün özellikleri nedeniyle olağandışı olarak nitelerler:(2) “Geleneksel anatomik standartlara göre Riftiaolağandışı bir yaratık. Bu solucan, temelde, ağzı ya da bir sindirim sistemi ve parçacık halindeki besinleri yutacak hiçbir sistemi olmayan, kapalı bir kesedir. Üst ucunda oksijen, karbondioksit ve hidrojen sülfürün değişimi sağlanır. Sorgucun altında, solucanın tutunmasını sağlayan bir kas halkası –yaka- bulunur. Hayvanın geri kalan kısmı, iç organlarını içeren ince duvarlı bir keseden oluşur denebilir. Bu organların en büyüğü, vücut boşluğunun çoğunu kaplayan trofozomdur. İsminden de anlaşılacağı gibi, trofozom (besleyici gövde) solucanın beslenmesine önemli ölçüde katkıda bulunur; ancak bu organda dış dünyadaki parçacıkların solucanın içine girebilecekleri bir kanal yoktur. İşte asıl soru, olağandışı anatomisine bakıldığında Riftia’nın yaşamda kalabilmesi için gerekli besin maddelerini nasıl elde edebildiğiydi.” Sülfür Soluyan Canlılar Evrimi İmkansız Kılıyor Bilim adamları kimyasal maddeleri çoğu zaman “yapısal formül” adı verilen bir gösterim ile yazarlar. Örneğin su için H2O ya da sülfürik asit için H2SO4. Yapısal formüllere bakılarak bir kimyasal maddede hangi elementin atomundan kaç tane olduğunu anlayabilirsiniz. Mesela suda 2 hidrojen ve 1 oksijen atomu bulunur. Sülfürik asitte ise 2 hidrojen, 1 kükürt ve 4 oksijen atomu bulunur. Peki ya hemoglobin adlı proteininin yapısal formülünü yazmaya kalkışsaydık? Hemoglobin içinde çok sayıda atom bulunan oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir. Eğer yazmaya kalkışsaydık onun yapısal formülü bu sayfanın tamamına ancak sığardı.(6) Şüphesiz hemoglobinin karmaşık yapısı yaptığı çok özel işle ilgilidir. Hemoglobinin en önemli özelliği, oksijen atomlarını yakalama yeteneğidir. Bu yetenekli molekül, kandaki milyonlarca molekül içinden özellikle oksijen moleküllerini seçer ve onları yakalar. Bunu bir yetenek olarak nitelendiriyoruz çünkü rastgele oksijen molekülüne bağlanan bir molekül okside olur ve işlev göremez hale gelir. Bu nedenle hemoglobin, usta bir avcı gibi, avına hiç dokunmadan, onu sanki bir maşa ile tutar gibi yakalar. Hemoglobine bu özelliği kazandıran ise Allah'ın yarattığı kendine has tasarımıdır. Dünyaca ünlü mikrobiyolog Michael Denton, Nature's Destiny isimli kitabında hemoglobinlerin kusursuz tasarımlarından şöyle söz eder: “Yüksek metabolik seviyesi olan organizmalar için etkin bir oksijen taşıma sistemi gerekir. Bu nedenle hemoglobin gibi özelliklere sahip bir molekül, organizma için son derece önemlidir. Hemoglobinin yerine başka alternatifler olabilir mi? Bilinen oksijen taşıyan sistemlerinin hiçbiri hemoglobinin oksijen taşımadaki etkinliğine yaklaşamamışlardır bile.”(7) Peki böyle bir molekül James J. Childress, Horst Felbeck ve George N. Somero gibi bilim adamlarının iddia ettiği gibi evrimleşerek ortaya çıkmış olabilir mi? Evrimciler hemoglobinin zaman içinde aşama aşama gelişmelerle meydana geldiğini iddia ederler. Yani bu iddiaya göre kanın var olduğu ama içinde hemoglobin molekülünün henüz bulunmadığı bir dönem vardır. Oysa bu evrim teorisi açısından büyük bir çelişkidir. Kan denen sıvı, hemoglobin molekülü olmadan işlevini yerine getiremez ve hücrelerine oksijen ulaşmayan canlı ise hemen ölür. Bu canlının hemoglobin molekülünün oluşumunu bekleyecek zamanı yoktur. Görüldüğü gibi kan oluştuğu anda hemoglobinin de oluşması gerekmektedir. Yani kanın, tüm özellikleri ve yapıları ile birlikte tek bir anda ortaya çıkması şarttır. Tüp solucanın hemoglobini ise evrimciler açısından daha büyük bir açmazdır. Bu canlıda kanın sadece oksijeni tutma özelliğinin var olması yeterli değildir. Hemoglobinin üzerinde sülfürü yakalayarak kendini bağlayacağı özel bir yer olmalıdır. Tüp solucanındaki hemoglobin ile taşıdığı oksijen ve arasındaki ilişki bir kapının üzerindeki iki kilit gibidir. Kapıyı açabilmeniz için elinizde her iki kilide de uygun anahtar olmalıdır. Bu uygunluk anahtardaki her bir diş için kilitte de olmalıdır. Herhangi bir anahtardaki herhangi bir dişte farklılık olduğunda kapının önünde kalırsınız. Kısacası solucanın volkan ağzında yaşayabilmek için gerçekleşmesi için aşamaları beklemesi gibi bir durum söz konusu değildir. Evrimcilerin aşamalı oluşum iddiaları bu noktada tamamen çökmekte ve kanı Allah'ın tek bir anda yarattığı ortaya çıkmaktadır. Hemoglobinin oksijen ve sülfür taşıma şekli olabilecek en ideal taşıma şeklidir. Hemoglobin molekülünün, hayvanın vücudundaki karanlıkta, kendi boyutlarına göre inanılmaz büyüklükteki bir yerin içinde oksijen ve sülfür ayrımını yapabilmesi imkansızdır. Üstelik hem ayrım yapılacak hem de sülfür diğer moleküllerden izole edilerek en uygun biçimde yolculuğa çıkarılacak uygun yere (bakteriye) geldiğinde de bırakılacaktır. Tüm bunlar çok üstün bir aklın ve tasarımın varlığını ortaya koymaktadır. Bir molekülün düşünme, karar verme, seçme ve tercih yapma gibi özellikler gerektiren bu gibi davranışlarda bulunması elbette ki düşündürücüdür. Bu molekülün sergilediği olağanüstü şuur sayesinde tüp solucanı yaşamını rahatlıkla sürdürebilmektedir. Tüp solucanın vücudunda yüz milyonlarca hemoglobin molekülü bulunur. Bu moleküllerin tümü bu işlemleri hiçbir karışıklık çıkmadan yapabilecek özelliklere sahiptir. Hemoglobin moleküllerinin sayısı ve bu moleküllerin hepsinin istisnasız aynı yeteneklere sahip oldukları düşünüldüğünde konunun önemi daha net anlaşılmaktadır. Böyle bir seçiciliğin tesadüfen ortaya çıkamayacağı, tesadüflerin insan vücudundaki milyarlarca hemoglobine bu özellikleri kazandıramayacağı akıl sahibi her insan için çok açık bir gerçektir. Hemoglobin molekülünü yaratan ve her insanın vücuduna tüm özellikleriyle birlikte yerleştiren Allah'tır.
Alıntılar
(1) Okyanus tabanındaki sıcak su kaynakları ile ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: John M. Edmond ve Karen Von Damm, “Hot Springs on teh Ocean Flor”, Scientific American, Nisan 1983. (2) James J. Childress, Horst Felbeck ve Goeorge N. Somero, Scinetific American, Mayıs 1987 (3) A.g.e. (4) Ortamda oksijen olduğunda, sülfür son derece kararsızdır ve hızla bozunarak tiyosülfat ve elementsel kükürt gibi biçimlere yükseltgenir. (5) James L. Gould ve Carol Grant Gould, Life at the Edge, W. H. Freeman and Company, 1989. (6) L. Vlasov ve D. Trifonov, 107 Kimya Öyküsü, TUBİTAK, Ankara Haziran 2001, 16.Basım, s.140. (7) Michael Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, s. 201-202
Böyle bir seçiciliğin tesadüfen ortaya çıkamayacağı, tesadüflerin insan vücudundaki milyarlarca hemoglobine bu özellikleri kazandıramayacağı akıl sahibi her insan için çok açık bir gerçektir. Hemoglobin molekülünü yaratan ve her insanın vücuduna tüm özellikleriyle birlikte yerleştiren Allah'tır.
hadi alıntı yapmışsın, iyi kötü kaynağı da belirtmişsin de sen acaba bu alıntıyı tamamıyla okudun mu? eğer okudum diyorsan neden içerisindeki bu abuk subuk saldırgan cümleleri ayıklamıyorsun. bu bilgilere bakıp yaptığımız yorum sizinkinden farklı olunca AKILSIZ mı oluyoruz?
bir kere de şöyle .edu ile biten veya tarafsız yorumsuz sadece bilgi içeren bilimsel bir siteden alıntı yapın, ben de kafamı keseceğim
quote:
Orjinalden alıntı: the_rion80
quote:
Orjinalden alıntı: Bbeyi
Böyle bir seçiciliğin tesadüfen ortaya çıkamayacağı, tesadüflerin insan vücudundaki milyarlarca hemoglobine bu özellikleri kazandıramayacağı akıl sahibi her insan için çok açık bir gerçektir. Hemoglobin molekülünü yaratan ve her insanın vücuduna tüm özellikleriyle birlikte yerleştiren Allah'tır.
hadi alıntı yapmışsın, iyi kötü kaynağı da belirtmişsin de sen acaba bu alıntıyı tamamıyla okudun mu? eğer okudum diyorsan neden içerisindeki bu abuk subuk saldırgan cümleleri ayıklamıyorsun. bu bilgilere bakıp yaptığımız yorum sizinkinden farklı olunca AKILSIZ mı oluyoruz?
bir kere de şöyle .edu ile biten veya tarafsız yorumsuz sadece bilgi içeren bilimsel bir siteden alıntı yapın, ben de kafamı keseceğim
+1
"O kadar gülünç oluyorlar ki bunun farkına bir varsalar kendilerinden utanırlar" diye bir cümleyle söz hakkını kullanası geliyor insanın ama neyse...!
İçinde "akıl sahibi" geçen cümleler kullanmaya ne kadar meraklısınz siz yahu! Hadi akıldan nasibinizi aldığınızı düşünüyorsunuz, ya fikir?
quote:
Ben buna çok şaşırdım. yeni bulduğum bir site çok garip ve harika bilgiler var.
Evet....HARİKA!!!
Herkesin bir yorumu var. Ben yorumlara karışmıyorum. ben sadece anlatılan farklı özelliklerin beni etkilediği için bunu buraya taşıdım. Ve noktasına virgülüne dokunmadım. Zaten adrese gidip bunu incleyen, bunu aynen böyle görecek. O zaman bunu hazırlamak için emek harcayanın emeğine saygısızlık olmayacak mı? Bence bu kadarda alıngan olmamak lazım. Arkadaşlarınızın bizi tanımlamak için kullandıkları yorumlara bakarsanız bizim dünyada başka hiçbir örneğimiz yok zaten!
Develer, 50°C sıcaklıkta 8 gün aç susuz kalabilir. vücudunda oluşan üreyi defalarca karaciğerden geçirerek, sudan ve besinlerden maksimum derecede istifade edebilmektedir. Devenin gözleri iki kat kirpiklidir. Kirpikler, kapan gibi içiçe geçerek, çölde sık rastlanan şiddetli kum fırtınalarına karşı gözü tam bir korumaya alırlar. Develer ayrıca burun deliklerini de içlerine kum girmesini engellemek için kapatabilirler.
Bütün vücudunu kaplayan sık tüyler, çölün yakıcı güneşinin hayvanın derisine ulaşmasına engel olurlar. Bunlar aynı zamanda soğukta da hayvanın ısınmasını sağlarlar. Çöl develeri 70°C'lik sıcaklıktan etkilenmezken, çift hörgüçlü develer sıfırın altında 52 derecelik soğuklarda yaşayabilmektedir. Bu tip develer, 4.000 metrelik yüksek yaylalarda bile hayatlarını sürdürebilmektedirler. Develerin bacaklarına oranla son derece büyük olan ayakları da özel olarak "dizayn" edilmiş, hayvan kuma batmadan yürüyebilsin diye genişletilip yayılmıştır. Ayak tabanlarındaki özel kalın deri ise kızgın çöl kumlarına karşı alınmış bir tedbirdir.
Develer, 10 dakikada ağırlıklarının üçte biri oranında su içerler. Bu miktar kimi zaman 130 litreyi bulabilmektedir. Bunun yanısıra deve, insana oranla 100 kat daha geniş alanı kaplayan bir burun mukozasına sahiptir. Hayvan, çok büyük ve kıvrımlı burun mukozası sayesinde, nefes alırken havadaki nemin %66'sını tutabilmektedir.
alıntıdır..
din propagandası yapıyor yine kendi aklınca
Bu forumda diğer pek çok forumda olduğu gibi "Dini Konular" adında bir bölüm olsaydı bu konu başlığı altındaki pek çok alıntı doğrudan oraya taşınırdı. Burası Kültür ve Bilim bölümü. Burada bilimsel ve kültürel nitelikli pek çok yazı rahatça hazmedilebilirken bilimsel verilerin dini bakış açısıyla yoğrulmuş versiyonları ise rahatsız edici bulunabiliyor.
Burada kim suçlu peki? Dini Konular bölümü olmayan forum yönetimi mi yoksa Kültür ve Bilim bölümüne dini nitelikli yazılar yazanlar mı? Ya da ortada suçlu falan yok mu?
quote:
Orjinalden alıntı: iZCi_500
Bu forumda diğer pek çok forumda olduğu gibi "Dini Konular" adında bir bölüm olsaydı bu konu başlığı altındaki pek çok alıntı doğrudan oraya taşınırdı. Burası Kültür ve Bilim bölümü. Burada bilimsel ve kültürel nitelikli pek çok yazı rahatça hazmedilebilirken bilimsel verilerin dini bakış açısıyla yoğrulmuş versiyonları ise rahatsız edici bulunabiliyor.
Burada kim suçlu peki? Dini Konular bölümü olmayan forum yönetimi mi yoksa Kültür ve Bilim bölümüne dini nitelikli yazılar yazanlar mı? Ya da ortada suçlu falan yok mu?
o kadar basit bir şey değil bu..tamamen tarafsız bir bilimsel bilgi böyle yayınlanmaz.yorum yapılacaksa da ilkönce alıntı yapılan kaynakteki bilgi aslına sadık kalınarak verilir.sonra kendi yorumun yapılır..
yukarıdaki taktik yani adnan oktar taktiğinin amacı farklıdır.bilim adamlarını her yazılarında sanki dine olan hayranlıklarını sergiliyormuş gibi göstermek..
buna benzer bir çok yazıyı islami sitelerde görebilirsiniz.
dinci siteden alıntı:
quote:
http://huzuradogru.com/modules.php?name=En...nt&tid=3336 .... DNA genetik bilgi deposudur. Mikroskopla bile görülemeyen bu sayılamayacak kadar bilgiler, gâyet muntazam olarak yerleştirilmiştir. İnsan vücudunun plânını içinde taşıyan bu muhteşem yapı kendisini inceleyen ilim adamlarını hayretler içinde bırakmakta ve DNA’dan bahseden ilmî eserlerin pek çoğunda bunu yaratanın azâmet ve büyüklüğü dile getirilmektedir. .... DNA’lar, kendilerinin kopyalarını yaparak, üreme hücreleriyle hayat şifrelerini nesilden nesile iletirler. Canlıların vücut yapılarının ve karakterlerinin (mâvi gözlülük, kıvırcık saçlılık, çekik gözlülük vs.) cansız bir molekülde şifrelenmesi ve bu molekülün otomatik olarak kendisinin kopyasını yapabilmesi, daha açık bir ifâdeyle hayat sırrını kendinde kapsaması özelliğine fen adamları hayretle bakmakta ve bunların ancak ilâhî bir kudretle mümkün olabileceğini ifâde etmektedirler.
yukarıdaki vatandaşın taktiği de aynı
quote:
Orjinalden alıntı: Bbeyi
Böyle bir seçiciliğin tesadüfen ortaya çıkamayacağı, tesadüflerin insan vücudundaki milyarlarca hemoglobine bu özellikleri kazandıramayacağı akıl sahibi her insan için çok açık bir gerçektir. Hemoglobin molekülünü yaratan ve her insanın vücuduna tüm özellikleriyle birlikte yerleştiren Allah'tır.
kesinlikle gerçek olmadığı halde her yazıda bilim adamlarına yapılan doğru olmayan atıflar,görüşler,iftiralar..
bunun adı bilimi kendi görüşüne göre yorumlama değildir.kaynak tarafısz olarak verip bu bilgilerin sonucunu kişisel olarak kendi inançlarıyla yorumlayan bir insana lafım olmaz..herkesin kendi bileceği iş..
benim itirazım yapılan sahtekarlığa ve yalanadır..sahtekarlık ve yalan ile din propagandası yapıyorlar.
buraya dini bölümden çok, dini konularda kendini tasdik etme bölümü konsa daha yerinde olur.
sonra orada muhabbetler döner.
- arkadaşlar tanrı varmış, bilim adamları da çok şaşırmış. - evet evet, bizim bi arkadaş da görmüş hakkaten dedikleri kadar varmış. - evet tanrı var - hakkaten var - evet - evet var. - evet evet
aynı muhabbetler burda da dönüyor gerçi.
yanlış anlamayın da dışardan bakınca kendi kendinizi ikna etmeye çalışıyomuşunuz gibi duruyor.
şu bölümde din muhabbetini kapatsak sizce de hoş olmaz mı ?
@nofrost herkes inandığını propaganda yapıyor,sen gerçeği biliyorsan sorun ne?
yukarıdaki alıntıladığın yazı yalan olamaz,çünkü yanlışlanamaz.bilim adamları muğlak bir ifadedir,muhtemelen inançlı bilim adamları kastedilmiş.bende aynı fikirdeyim. ilahi kudret o işleyişte ,tümevarımda bariz ve küçüklüğümü,acziyetimi hissettiriyor bana.
bu bakış açısı ile değerlendirme diye lanetliyorsunuz,gizli bir kin gibi,nefret gibi... bilimi kendi görüşüne yorumlama ne demektir ki?
bilim bilimdir,şu uslup ile ilgili çok şeyler yazıldı burada son günlerde,fakat değerlendirmelerimiz dengeli olmalı.
şimdi yukarıdaki cümlede sana dengesiz mi demiş oldum,tabiki hayır. bu kadar hassas olmaya gerek yok. kaldıki , propaganda ayıp birşeymidir? evrim nasıl bu günlere geldi? hiç kullanmayacağım bir örnek derdim hep ama,pitdown adamını nasıl bir akıl yumurtlamıştır?
bilim ve bilimsellik propaganda ile sıçrama yapacak değildir tabi,onu yapan insanlarında o taraklarda bezi yoktur zaten. ama bilme ile farklı konum farklı hallerde bulunan akıllar illaki içindeki ile paralellik kuracak,yakaladığı nüansları birbaşkasına aktaracaktır,ne var bunda? seçici olmak ,tercihdir,seçmediğimiz ise biz seçmedik diye tü tü kaka değildir. ayrıca bilim başka birşey,bilim felsefesi başka birşeydir. everett in paralel evrenleri bile birsürü talipli buluyorken,hemde bir sürü sorunları olduğu halde,tümevarımda bırakın isteyen istediği yere varsın. size ne!!!
Demek ki bu arkadaşların amaçları oldukça basit: "İnsanlara dini sevdirmek". Din propagandası başka ne için yapılır ki? Bunu yapabilmek için bilimsel verileri çarpıtmayı göze alıyorlar. Bir zamanlar HY alıntı ekibiyle fena kapışmıştım. Şu Matrix felsefesi yüzünden. Buraya pek çok alıntı aktarıyorlardı ama alıntıların içeriklerini bile tam olarak bilmiyorlardı. Şu anda da aynı felsefe ile hareket ediyorlar.
Peki biz durumu biraz irdelesek. Yani bu arkadaşların asıl niyeti nedir diye sorsak kendilerine. Bu adamlar gerçekten de dini sevdirme amacı mı taşıyorlar? Eğer öyleyse neden bu kadar antipati topluyorlar? Bu adamlar düşman mı peki? Düşmansa kime düşman? Bilim severlere mi? Peki niye? Bu arkadaşların bir tür kaygı taşıdıkları belli. Yoksa içerinde saf insan sevgisi mi yatıyor? Hiçbir insan cehennem alevinde yanmasın diye mi çabalıyorlar? Bir insan kendisi için hiçbir anlam ifade etmeyen bir şeyin mücadelesini vermek istemez öyle değil mi? Yoksa bu arkadaşlar Allah'ın övgüsüne mi layık olmak istiyorlar? Allah'ın ilmini ne kadar çok överlerse Allah tarafından kat kat mükafatlandırılacaklarına mı inanıyorlar? Cennetin anahtarı karıncaların muhteşemliğini sergilemekte mi yatıyor yoksa?
Ben kimseyi yargılamak istemiyorum. Kötü niyetli değilim. Sadece kafamdaki birkaç sorunun cevaplanmasını istiyorum. Dini sevdirme, Allah'ın ilmini tanıtma derdinde olan bu arkadaşların daha yazdıkları verileri bile kavrayamamışken, daha dilimizi bile doğru dürüst bir şekilde kullanamıyorken buna nasıl cesaret edebildikleri ayrıca merak ettiklerim arasındadır.
Cevap da alabilirsem sevineceğim.
quote:
Orjinalden alıntı: Lacrima
buraya dini bölümden çok, dini konularda kendini tasdik etme bölümü konsa daha yerinde olur.
sonra orada muhabbetler döner.
- arkadaşlar tanrı varmış, bilim adamları da çok şaşırmış. - evet evet, bizim bi arkadaş da görmüş hakkaten dedikleri kadar varmış. - evet tanrı var - hakkaten var - evet - evet var. - evet evet
aynı muhabbetler burda da dönüyor gerçi.
yanlış anlamayın da dışardan bakınca kendi kendinizi ikna etmeye çalışıyomuşunuz gibi duruyor.
şu bölümde din muhabbetini kapatsak sizce de hoş olmaz mı ?
meseleyi sadece tanrının varlığı yokluğu olarak görmek dar bir bakış olur.
natıonal da bir belgesel seyrederken çita nın hızı ile ilgili bahsederken sunumu yapan arkadaşın ,tabiat çita ya sürat konusunda çok cömert davranmış cümlesi de benim tapki vermemi gerektirirmi? hoş tabiat çitaya cömert davranmış cümlesi ne kadar bilimseldir?!!!
quote:
Orjinalden alıntı: driver
quote:
Orjinalden alıntı: Lacrima
buraya dini bölümden çok, dini konularda kendini tasdik etme bölümü konsa daha yerinde olur.
sonra orada muhabbetler döner.
- arkadaşlar tanrı varmış, bilim adamları da çok şaşırmış. - evet evet, bizim bi arkadaş da görmüş hakkaten dedikleri kadar varmış. - evet tanrı var - hakkaten var - evet - evet var. - evet evet
aynı muhabbetler burda da dönüyor gerçi.
yanlış anlamayın da dışardan bakınca kendi kendinizi ikna etmeye çalışıyomuşunuz gibi duruyor.
şu bölümde din muhabbetini kapatsak sizce de hoş olmaz mı ?
meseleyi sadece tanrının varlığı yokluğu olarak görmek dar bir bakış olur.
natıonal da bir belgesel seyrederken çita nın hızı ile ilgili bahsederken sunumu yapan arkadaşın ,tabiat çita ya sürat konusunda çok cömert davranmış cümlesi de benim tapki vermemi gerektirirmi? hoş tabiat çitaya cömert davranmış cümlesi ne kadar bilimseldir?!!!
sen beni yanlış anlamışın. benim bu olayın derinliklerine inip, geniş bi açıdan sosyal tespit yapmak gibi derdim yok.
ben sadece din ekseninde dönen muhabbetlerin burada yeri olmadığını söylüyorum. yeri olduğunu düşünenler forum kurallarına bakabilir.
national geographic konusuna gelirse, o konuda herhangi bir itirazın varsa kanala mail atabilirsin.
ben o kadar sorun yapmadım,national ı...
nasıl olsa içeride bir ben var benden içeru.
içerdeki ile dışardaki kendinden emin çalsın national,oynasın çita
sizce yukarıdaki düşünce akımını temsil eden insanların sürekli aynı davranış içinde olmasının sebebi ne?yani islamı ya da kendi dini yorumunu savunmak için yalan söylemek mübah mıdır?
ve de sürekli bu akımı destekleyen sitelerdeki yazıların forumlara sürekli copy paste yapılmasının sebebi nedir?merak eden girip okuyamaz mı?
bu forumda neredeyse 1 yılı aşgın süredir bulunuyorum ve hiç propaganda elemanı olmadan geçen bir aya rastlamadım..
nedir amaç neyi ispat etmekdir?
bence bu müslümanlığa da zarar veriyor.komik oluyor yani.
Dna yı bulan Watson ve Crick birbirine bakar ve hep bir ağızdan:eşhedü enlaaaa..
dünyanın en hızlı uçan böceği saatte 145 km hıza ulaşabilen bir tabanid(at sineğine yakın bir tür)olan hybomitra hinei wrighti'dir.
ben kış uykusuna nasıl yatılr merak ederim çok denedim ama olmuyor
quote:
Orjinalden alıntı: iZCi_500
Demek ki bu arkadaşların amaçları oldukça basit: "İnsanlara dini sevdirmek". Din propagandası başka ne için yapılır ki? Bunu yapabilmek için bilimsel verileri çarpıtmayı göze alıyorlar. Bir zamanlar HY alıntı ekibiyle fena kapışmıştım. Şu Matrix felsefesi yüzünden. Buraya pek çok alıntı aktarıyorlardı ama alıntıların içeriklerini bile tam olarak bilmiyorlardı. Şu anda da aynı felsefe ile hareket ediyorlar.
Peki biz durumu biraz irdelesek. Yani bu arkadaşların asıl niyeti nedir diye sorsak kendilerine. Bu adamlar gerçekten de dini sevdirme amacı mı taşıyorlar? Eğer öyleyse neden bu kadar antipati topluyorlar? Bu adamlar düşman mı peki? Düşmansa kime düşman? Bilim severlere mi? Peki niye? Bu arkadaşların bir tür kaygı taşıdıkları belli. Yoksa içerinde saf insan sevgisi mi yatıyor? Hiçbir insan cehennem alevinde yanmasın diye mi çabalıyorlar? Bir insan kendisi için hiçbir anlam ifade etmeyen bir şeyin mücadelesini vermek istemez öyle değil mi? Yoksa bu arkadaşlar Allah'ın övgüsüne mi layık olmak istiyorlar? Allah'ın ilmini ne kadar çok överlerse Allah tarafından kat kat mükafatlandırılacaklarına mı inanıyorlar? Cennetin anahtarı karıncaların muhteşemliğini sergilemekte mi yatıyor yoksa?
Ben kimseyi yargılamak istemiyorum. Kötü niyetli değilim. Sadece kafamdaki birkaç sorunun cevaplanmasını istiyorum. Dini sevdirme, Allah'ın ilmini tanıtma derdinde olan bu arkadaşların daha yazdıkları verileri bile kavrayamamışken, daha dilimizi bile doğru dürüst bir şekilde kullanamıyorken buna nasıl cesaret edebildikleri ayrıca merak ettiklerim arasındadır.
Cevap da alabilirsem sevineceğim.
İzci500 merak ettiysen cevap vereyim ama bir yorum getirmeyeceğim sadece sana ayetleri yazacağım. Sen hangi ayeti nasıl anlarsan artık o sana kalmış?
Ama öncelikle bir şey çok önemli oda benim Allah'ımın isimlerinden biri "Mübdi: Mahlukatı maddesiz ve örneksiz olarak ilk baştan yaratan"dır.
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “OL” der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
İşte bu (Kur’an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O’nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52) Rüzgar, "Allah rüzgarları gönderir (1. evre), böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar (2. evre); nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün (3. evre). Sonunda kendi kullarından dilediğine verince hemen sevince kapılıverirler. " (Rum Suresi, 48)
Bal arısı, Demirin gökten gelişi ( demir gneş gibi düşük ısılarda değil daha büyük yıldızlarda oluşup daha sonra patlamalarla uzaya yayılıp en sonunda gök taşı olarak yeryüzüne iniyor ve dünyanın merkezine ilerleyip aynı zamanda dünyayı koruyan ALLEN kuşakları ve manyetik alanının oluşmasına neden oluyor.)
"Demiri de indirdik. Onda büyük bir kuvvet ve insanlar için fayda vardır."Hadid (demir) Suresi 25 "O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi..." (Lokman Suresi, 10)
Örümcek in en kuvvetli malzemeden yapılan zayıf evi.
"Ay'a gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). Ne güneşin aya erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir." (Yasin Suresi, 39-40 )
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (Al-i İmran Suresi, 191)
Hani onlara kardeşleri Nuh: “Sakınmaz mısınız?” demişti. “Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.” “Artık Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin.” “Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir.” “Artık Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin. (Şuara Suresi, 106-110)
Dedi ki: “Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet edip-durdum.” “Fakat davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı.” “Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler.’ “Sonra onları açıktan açığa davet ettim.” “Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim.” (Nuh Suresi, 5-9)