< Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
"Boğaziçi'nin motorlu vâsıtalar tanımadığı devrinde Hattat Mustafa İzzet Efendi uzakça bir iskeleye gitmek üzere kayık kiralar.Hayli uzun süren yolculuğunun sonunda elini cebine atar.Fakat ne yapsın ki kesesini almayı unutmuştur.O zaman çaresiz kalarak, belinden divitini çıkarıp bir küçük kağıt üzerine: "Vav" yazarak para yerine kayıkçıya uzatır.
Tabi ki kayıkçı yorgunluğunun karşılığı olarak kendisine uzatılan bu kağıt parçasından hiç de hoşnut olmaz.Her ne kadar homurdanırsa da, yapacak başka şey olmadığından öfke ile kâğıdı Mustafa İzzet Efendi'den çekip alır.
Aradan hayli zaman geçer.Hattatın tekrar bir boğaz köyüne gitmesi icap eder.Ve böylece de gene bir kayığa biner.Anlaşılan bir müddet evvel parasını veremediği kayıkçının yüzüne pek bakmamış olacak ki aynı adamın kayığına bindiğini farketmez.Fakat kayıkçı müşterisini tanır.Mustafa İzzet Efendi, her zaman kesesini evde unutacak değil ya... Gideceği yere yanaştığında elini keseye daldırarak ücretini kayıkçıya uzatır.Fakat bu defa da kürekleri yanına koyan kayıkçı: "Efendi, bana para verme, yine bir "Vav" yaz." diye karşılıkta bulunur.
Şüphesiz kayıkçı hatırlı müşterisinin vereceği paranın kaç misline o "Vav"ı satmış olmalı ki cebine girecek parayı gözü görmemiş ve o meşhur "Vav"ı istemiştir..."
Ne yanar kimse bana ateş i dilden özge Ne çalar kimse kapım bad ı sabadan gayrı
[font="Monotype Corsiva"]
ANTİK ACILAR
Geçim parası için nice yaşlının eski İstanbul evlerinden getirdiği eşyalar üstüne kâr koyulup satılıyor antik acılar çarşısında...
══════════════════════════════════════════ Türk Hat Sanatı - Prof. M. Uğur Derman ══════════════════════════════════════════
Türk hat Sanatı denilince, Türklerin İslamiyeti kabul edişlerinden sonra okuma yazma vasıtası olarak seçtikleri Arap asıllı harflerle vücuda getirilen sanat yazıları anlaşılır. Ancak şunu hemen belirtelim ki Arap harfleri İslamiyetin zuhurundan sonra yavaş yavaş estetik unsurlar kazanarak, bu hal VIII. Yüzyılın ortalarından süratlenmiş; Türklerin İslam aleminde oldukları çağda zaten mühim bir sanat dalı haline gelmişti. Bu sebeple evvela Arap asıllı harflerin bünyesi ve İslam'ın ilk asırlarında gelişmesi hakkında kısa bir bilgi vermek gerekecektir.
Yazı sanatının İslam kaynaklarında en özlü tarifi "Hat, cismani aletlerle meydan getirilen ruhani bir bendesedir." cümlesiyle yapılmıştır ve hat sanatı, bu tarife uygun bir anlayış çerçevesinde asırlardır süregelmiştir. Çünkü bu yazı sisteminde harflerin çoğu kelimenin başına, ortasına ve sonuna gelişlerine göre bünye değişikliğine uğrar. Sanat haline dönüşüyle pek kıvrak bir şekle bürünen harflerin, birbirleriyle bitiştiklerinde kazandıkları görünüş zenginliği, hele aynı kelime veya cümlenin muhtelif terkiplerle yazılabilme imkanı, bu yazılara, sanatta arannılan sonsuzluk ve yenilik kapısını açık tutmuştur.
Arap hattı, muhtelif devrelerde en fazla işlendiği bölgeye nisbetle, İslam öncesi anbari, hiri, mekki ve Hicret'ten sonrada medeni isimlerini alarak gelişti. İslam'ın kitap haline getirilen ilk metni olan Kur'an, işte bu mekki medeni hatla deri(parşomen) üstüne siyah mürekkeple, noktasız ve hareketsiz biçimde yazılmıştı ki, bu ilk örneklerde, elbette sanat mülahazası aranılmamıştır. Zamanla bu yazı iki tarza ayrıldı: Sert köşeli olanı mushaflara ve kalıcı yazışmalara tahsis edilerek, en ziyade Küfe'de işlendiği için küfi adıyla anılmaya başlandı.süratli yazılabilen ve sert köşeli olmayan diğer tarz ise günlük işlerde kullanıldı; yuvarlak ve yumuşak karakterinden dolayı sanat icrasına uygun bir hal aldı. Yeni yazı cinslerinin bazıları, nisbet ifade eden isimlerinden de anlaşılacağı gibi, tomar hattı esas alınarak onun muayyen nisbette (yarımi üçte bir, üçte iki) küçültülmüş kalemiyle yazılıyor, bu küçülmede yazılar yeni hususiyetler kazanırken, yazma aletinin adı olan kalem bu nisbete dayanılarak hat manasına da kullanılıyordu.
Abbasiler devrinde gittikçe gelişen ilim ve sanat hareketleri sayesinde büyük merkezlerde ve bilhassa Bağdad'da kitap merakı ve bunları yazarak çoğaltan "verrak"lar artmıştı. İşte bunların kitap istinsahında kullandıkları yazıya verraki, muhakkak veya ıraki deniliyordu.VIII. asır sonlarından itibaren hat sanatkarlarının güzeli arama gayreti neticesi ölçülü olarak şekillenen yazılar asli ve mevzun hat ismiylede anılmaya başlandı. Bu yazıları ileri bir merhale'ye eriştirenler arasında, ayrı bir mevkii olan İbn Mukle(? - 328/940), hattın nizam ve ahengini kaidelere bağladı " bu yazılara "nisbetli yazı" manasına mensub hattı denildi.
Bu gelişmeler olurken küfi hattı da bilhassa mushaf yazılmasında parlak devrini sürüyordu. Yayıldığı nisbette farklılıklar gösteren küfi, şimali Afrika ülkelerinde daha yuvarlaklaşarak bilhassa Endülüs'te ve Mahrip'te mağribi adıyla hükümranlığını korudu. Daha çok abidelerde görünen iri küfi hattı da, bazı tezyini unsurlarla birlikte, dekoratif bir mahiyet kazandı. Mensub hattının yukarıda verraki adıyla geçen ve umumiyetle kitap istinsahına mahsus olup bu sebeple neshi de denilen şeklinden, XI. Asrın başlarında muhakkak, reyhani, ve nesih hatları doğdu. Bu devrin parlak ismi olan İbnü'l-Bevvab (? - 413/1022), İbn Mukle yolunu değiştirdi ve XIII. Asır ortalarına kadar da uslüb sürdü. O zamana kadar düz kesilen kamış kalemin ağzını eğri kesmekte onun buluşudur ve bu hal yazıya büyük letafet kazandırmıştır. Aklam-ı Sittenin bütün kaideleriyle hat sanatındaki mevkiini alışıyla yukarıda tanıtılanlar dışında bugüne sadece isimleri kalmış bulunan birçok hat cinside unutulmaya terkedilmiş oldu. (mesela; sicillat, dibac, zenbur, mufattab, harem, lului, muallak, mürsel vb)
quote:
Orjinalden alıntı: Ömer
/>
tek kelimeyle muhteşem
quote:
Orjinalden alıntı: Ömer
"Boğaziçi'nin motorlu vâsıtalar tanımadığı devrinde Hattat Mustafa İzzet Efendi uzakça bir iskeleye gitmek üzere kayık kiralar.Hayli uzun süren yolculuğunun sonunda elini cebine atar.Fakat ne yapsın ki kesesini almayı unutmuştur.O zaman çaresiz kalarak, belinden divitini çıkarıp bir küçük kağıt üzerine: "Vav" yazarak para yerine kayıkçıya uzatır.
Tabi ki kayıkçı yorgunluğunun karşılığı olarak kendisine uzatılan bu kağıt parçasından hiç de hoşnut olmaz.Her ne kadar homurdanırsa da, yapacak başka şey olmadığından öfke ile kâğıdı Mustafa İzzet Efendi'den çekip alır.
Aradan hayli zaman geçer.Hattatın tekrar bir boğaz köyüne gitmesi icap eder.Ve böylece de gene bir kayığa biner.Anlaşılan bir müddet evvel parasını veremediği kayıkçının yüzüne pek bakmamış olacak ki aynı adamın kayığına bindiğini farketmez.Fakat kayıkçı müşterisini tanır.Mustafa İzzet Efendi, her zaman kesesini evde unutacak değil ya... Gideceği yere yanaştığında elini keseye daldırarak ücretini kayıkçıya uzatır.Fakat bu defa da kürekleri yanına koyan kayıkçı: "Efendi, bana para verme, yine bir "Vav" yaz." diye karşılıkta bulunur.
Şüphesiz kayıkçı hatırlı müşterisinin vereceği paranın kaç misline o "Vav"ı satmış olmalı ki cebine girecek parayı gözü görmemiş ve o meşhur "Vav"ı istemiştir..."
Hocam bu güzel paylaşım için teşekkürler.
quote:
Orjinalden alıntı: Ömer
quote:
Orjinalden alıntı: Ömer
Bu ikisi gerçekten harika.
İlkinde birşey yazıyor mu?
İkincisinde ne yazıyor?
Saygılar...
www.turansevgili.com
Hattat-Ressam ...
yeni mesaja git
Yeni mesajları sizin için sürekli kontrol ediyoruz, bir mesaj yazılırsa otomatik yükleyeceğiz.Bir Daha Gösterme