artık sen üniversite tercih edecek çağa gelmiş bir insansın. evvela “sayısalcı, sözelci, eşit ağırlıkçı” gibi sıfatları kendin için kullanmayı bırak lütfen. bu sıfatları, hani o şikayet ettiğimiz ve beğenmediğimiz eğitim sistemi sana yakıştırdı. muvakkaten yapılmış ve senin şahsiyetini ifade etmeyen bu sıfatları kullanma artık. bazı arkadaşlarından “ben sayısalcıyım şiir okumam ki!” veya “ben sözelciyim, newton fiziği denince ne anlaşılacağını bilmemem normal değil mi?” gibi cümleler işiteceksin. sakın böyle cümleler kurma, bu eğitim sisteminin sana giydirmeye çalıştığı kalıpları üzerine alma, reddet. elbette bu reddiye işini üniversite tercihi yaparken de hatırda tutmalısın ve “ben sayısalcıyım şunu tercih etmeliyim” türünde cümlelerle kendini şartlandırma.
hatalı tercih yapan, üniversite işinin ne olduğunu anlamamış insanların şu cümleleri kurduğunu göreceksin:
1. çocukluktan beri beraberiz, çok yakın arkadaşım, aynı tercihleri yaptık. düğünümüzü de aynı gün yapacağız.
2. babam çok ısrar etti, illa tıp fakültesini yaz diyor. ben ise rüyamda mühendis olduğumu görüyorum. ama tıp fakültesine geldik işte.
3. ya sonuçta iş garantisi var, hani bayburt’ta da okusan istanbul’da da okusan fark etmez diye düşündüm. annem de bayburt’un bir köyünden biliyor musun? aslında babam da gümüşhane’ye sonradan gelmişler.
4. ne düşündüm biliyor musun? nasılsa merkezî geçişle bölümümü değiştirebilirim, bir deneyeyim dedim. açıkçası o dönemde ne istediğimi de bilmiyordum. bölüm bölüm geziyoruz bakalım.
5. kardeş n’apalım, en sonunda polisliğe gideriz, o da bir şey. ben vatanını milletini seven bir insanım, polisliği severek yaparım. babam köyde, ben köye dönemem bu saatten sonra. zaten köyde tarım da bitti. hem polisliğe gidersem askerlik derdim de olmaz. bi’ dört yıl daha gezelim bakalım, devlet de burs veriyor nasılsa.
sevgili kardeşim,
yukarıdaki cümleleri veya benzerlerini kuranları duymuşsundur. sende de bu tür cümleleri kurma potansiyeli varsa, her ne kadar kendine itiraf edemesen de, sana hitap eden cümleye gelince yüreğin onu tanımıştır. umarım kendine bu kötülüğü yapmak için ısrarcı olmazsın. türkiye’de şartları o hâle getirdiler ki üniversite okumanın anlamı bizde bambaşka bir şeye dönüştü. en temel husus şudur: üniversite meslek öğretme yeri değildir. ama bizde “iş garantisi var diye bu bölüme geldim!” diye bir cümle var değil mi? hatta sen de “üniversite meslek kazandırmayacaksa başka ne yapacak ki?” diye düşündün sanırım. haksız sayılmazsın. ancak meslek okulu ayrıdır, akademik eğitim ayrıdır. meslek eğitimi pratisyen, üniversite eğitimi akademisyen yetiştirir. meslek okulu, o mesleğin icra edildiği yere bağlı bir müessese olur normal şartlarda. usta-çırak münasebetiyle yetişir meslek erbabı. mühendisi de öyle, marangozu da öyle.
üniversite okumanın yüklerinden birisi de sosyal hayata dair kesif bir tecrübe yığınıyla dolu oluşudur. iş bulma endişeleri, evlenecek bir aday bulma endişeleri, başka bir şehirde aileden uzak yaşama çabası gibi. daha önemlisi şahsiyetini bulma meselesi var. aileden ayrılıp birden bire sosyal hayatın ortasına tek başına dalınca insan kendisinin kim olduğunu dolaysız öğrenebiliyor. üniversitede “ha sen bizim kasap niyazi’nin oğlusun” gibi bir irtibatla değil, doğrudan kendiniz olarak var oluyorsunuz. hangi partiye oy verdiğinizi söyleyince kantinde oturduğunuz masa değişebiliyor. bir de bu mesele var: çoğu talebenin umurunda değildir ama sen, “demokrasi ve insan hakları” dersinde oy pusulası nedir görmemiş bir delikanlı olarak oy kullanacak, vergi verecek (ve silah altına alınacak) bir türkiye cumhuriyeti vatandaşı olduğunu hatırla. hatırla ve türkiye’nin dünyadaki yerini de kavramaya çalış.
üniversiteye giderken sana birçok nasihatlerde bulunacaklardır. ben sana gitmeden hatta tercih yapmadan ahmet inam’ın “yaşamla yoğurulmuş bilgi” kitabını okumanı tavsiye ederim. “ben sayısalcıyım bu kadar kısa zamanda okuyup bitiremem.” deme sakın. artık sen üniversitelisin, kafesten çık. sayısalcı olmak, gülünüp geçilecek bir ergenlik hikâyesi artık.