Evet bahsediyor. Hak Teala, her ayette bunun yasaklandığını ve zararları olduğundan bahsediyor. Hiçbir ayetten büyü vardır gibi bir mana çıkmıyor. |
Aşk büyüsü yapmak dinden çıkarmıyormuş gönül rahatlığıyla büyü yapın ve sevdiğiniz kızı alın (2. sayfa)
-
-
Alıntı
metni:“Kim bir düğüm atar ve ona üfürürse sihir yapmış olur. Kim de sihir yaparsa şirke düşer. Kim (fayda umarak hayvan tırnağı, nazarlık gibi câhiliye âdetlerinden) bir şeyi (herhangi bir yere) asarsa, o astığı şeye havâle edilir (Allah’ın yardımından mahrûm bırakılır).” (Nesâî, Tahrîmü’d-Dem, 19/4076) -
la sen salak mısın olmayan bir şey niye yasaklansın ve zararlarının olduğu söylensin oğlum sen bugün ne içtin? :)
-
Döndün dolaştın yine aynı kapıya geldin efendi. Sana daha önce söyledik:
"Büyü, insanların inançlarına ve psikolojilerine zarar verebilir. İnsanlar büyünün etkili olduğuna inanarak korku, kaygı ve batıl inançlar geliştirebilirler. Bu durum, toplumda huzursuzluğa ve yanlış yönlendirmelere neden olabilir.
Büyü, ahlaki ve sosyal düzeni bozabilir. İnsanların birbirlerine büyü yapma girişimleri, toplumda güvensizlik, düşmanlık ve kin duygularını artırabilir. Bu durum, sosyal barış ve düzen için tehlike arz eder.
Hak Teala, insanları doğru inançlara yönlendirmeyi hedefler. Büyüye inanmak ve büyü yapmak, insanları sapkın inançlara ve şirk koşmaya sevk edebilir. Bu nedenle, büyüye karşı bir yasak, dini itikadın korunması açısından önemlidir.
Büyü, genellikle cahil ve bilgisiz insanların aldatılmasıyla ilişkilidir. İnsanlar, büyücülerin sahte iddialarına kanarak maddi ve manevi zarara uğrayabilirler. Bu nedenle, büyünün yasaklanması, toplumu bu tür aldatmacalardan koruma amacı güder."
Alıntı
metni:“Kim bir düğüm atar ve ona üfürürse sihir yapmış olur. Kim de sihir yaparsa şirke düşer. Kim (fayda umarak hayvan tırnağı, nazarlık gibi câhiliye âdetlerinden) bir şeyi (herhangi bir yere) asarsa, o astığı şeye havâle edilir (Allah’ın yardımından mahrûm bırakılır).” (Nesâî, Tahrîmü’d-Dem, 19/4076)
-
Bakara Suresi 102. ayette, Süleyman Peygamber'in döneminde şeytanların insanlara sihri öğrettikleri ve bunun küfre götürdüğü anlatılmaktadır.
Yunus Suresi 75-82. ayetlerde, Musa Peygamber'in Firavun ve ileri gelenlere mucizelerle gönderildiği, ancak onların büyüklük tasladıkları ve suçlu bir toplum oldukları belirtilmektedir.
Felak Suresi 1-5. ayetlerde, Allah'a sığınılması gereken kötülüklerden biri de büyü yapanların kötülüğüdür.
Ta-Ha Suresi 56-73. ayetlerde, Musa Peygamber'in Firavun'a mucizelerini gösterdiği, Firavun'un ise sihirbazlarını toplayarak Musa ile mücadele ettiği anlatılmaktadır.
-
Yine aynı kapıya çıktın efendi. Ayetler az önce anlattığım şu gerçekleri aktarıyor:
"Hak Teala, insanları doğru inançlara yönlendirmeyi hedefler. Büyüye inanmak ve büyü yapmak, insanları sapkın inançlara ve şirk koşmaya sevk edebilir. Bu nedenle, büyüye karşı bir yasak, dini itikadın korunması açısından önemlidir.
Büyü, genellikle cahil ve bilgisiz insanların aldatılmasıyla ilişkilidir. İnsanlar, büyücülerin sahte iddialarına kanarak maddi ve manevi zarara uğrayabilirler. Bu nedenle, büyünün yasaklanması, toplumu bu tür aldatmacalardan koruma amacı güder."
-
Ayrıca Felak Suresi 1-5. ayetler büyüye karşı bir korunma talebini içermez, daha çok genel olarak kötülükten ve üfürükçülerin kötü etkilerinden korunma ve insanlara zarar vermekten kaçınmayı ifade eder. Bu etkiler doğaüstü değildir. Bu kötü etkileri yukarıda açıkladık. Döndün dolaştın yine aynı kapıya geldin efendi.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-FCD8CF69F -- 27 Temmuz 2024; 19:26:57 > -
Ta-Ha Suresi 56-73. Ayetler Firavun'un şirkini vurgular. Büyü de doğaüstü etkisi olmayan şirklerden biridir. Bakara 102. ayette de bu vurgulanır. Bunu da daha önce açıkladık:
"Hak Teala, insanları doğru inançlara yönlendirmeyi hedefler. Büyüye inanmak ve büyü yapmak, insanları sapkın inançlara ve şirk koşmaya sevk edebilir. Bu nedenle, büyüye karşı bir yasak, dini itikadın korunması açısından önemlidir."
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-FCD8CF69F -- 27 Temmuz 2024; 19:23:14 > -
Bakara 101-102:
"Onlara, Allah katından ellerinde bulunan Kitabı (Tevrat’ı) doğrulayıcı bir peygamber gelince, kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah’ın Kitabı’nı (Tevrat’ı) arkalarına attılar."
"Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Halbuki o iki melek, “Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme” demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Halbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi."
Ayetteki ifadeler çok net ve kesin ifadeler.
"Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen sihir"
"Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Halbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi."
Dikkat edersek "kişi ile karısını ayırmak niyetiyle yapıyorlardı" ya da "öyle olduğunu zannediyorlardı" gibi ifadeler kullanılmamış. Direk net olarak yazılmış. Maalesef ki büyü, sihir denen şeyler gerçektir. Farklı boyutta yaratılan cinler de gerçektir ve Kuran ile sabittir. Yahudiler büyücü kavim olarak bilinir. Bu işlerle en çok onlar uğraşır. Kabala denen kitaptaki öğretileri bu amaçla derlemişler. Büyü diyince akla sadece karı koca, aşk vs olaylarının gelmesi yanlış. Büyü ve bunlara vasıta edilen şeytani varlıklar çok geniş kapsamlı bi olay. Osmanlı sultanları da korunmak amaçlı tılsımlı kaftan olarak bilinen kaftanlardan giyerlermiş. Bunu asıl olarak dünya siyasetine yön vermek ve güc sahibi olmak için kullanıyorlar. Ve bence en basitinden en büyüğüne hepsi kafirlik alametidir. Allah bu işlerle kötü amaçla uğraşanlara lanet etsin.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
-
Fahreddin Razi Tefsir-i Kebir'in'de Ebu Müslim'in meleklere sihir inmediği görüşünü şöyle açıklar:
Alıntı
metni:Bu zat, iki meleğe sihir indirilmiş olduğunu kabul etmez ve bu görüşüne birçok yönden delil getirir. Birincisi: Sihir, şayet onlara indirilmiş olsaydı, onu indirmiş olan Cenâb-ı Allah olurdu. Bu ise caiz değildir; çünkü sihir, küfür ve abes ile iştigaldir. Bunu indirmek Cenâb-ı Hakk´a uygun düşmez. İkincisi: "Fakat şeytanlar, İnsanlara sihri öğreterek kâfîr olmuşlardı" ifâdesi, sihir öğretmenin küfür olduğunu gösterir. Meleklerin, sihir öğrettikleri sabit olursa, onların kâfir olmuş olmaları gerekir. Bu ise bâtıldır. Üçüncüsü: Peygamberlerin, sihir öğretmek için gönderilmeleri caiz olmadığı gibi bu, melekler hakkında haydi haydi caiz değildir. Dördüncüsü: Sihir, ancak kâfirlere, fâsıklara ve inatçı şeytanlara izafe edilir. Cenâb-ı Allah´ın nehyettiği ve ahiret azabıyla tehdidde bulunduğu bir şey Allah´a nasıl nisbet edilir? Sihir, bâtılı hak gösteren bir şey değil midir? Allah´ın sünneti ise onu ipal etmek şeklinde cereyan etmiştir. Nitekim Cenabı Atlah Hz.Mûsa a.s´nın kıssasında, "Sizin yaptığınız sihirdir; Allah onu mutlaka iptal edecektir" (Yunus, bi) buyurmuştur. Sonra, Allah kendisine rahmet etsin, Ebû Müslim, bu âyetin tefsirinde müfessirlerin çoğunun görüşünden farklı olan bir yol tutarak şöyle der: Şeytanlar sihri Hz.Süleyman ondan uzak olduğu hâlde, Süleyman (a.s)´ın mülküne nisbet ettikleri gibi, o iki meleğe indirilen şeyi de, onlara indirilen şey sihir olmaktan uzak olduğu hâlde, sihre nisbet ettiler. Bu böyledir, çünkü o iki meleğe indirilen şey şeriat, din ve hayra davet idi..O iki melek, insanlara, kendilerinin kabul edilmek ve kendilerine tutunulmak üzere gönderilmiş olduklarını, "Biz ancak bir imtihan vesilestyiz, binaenaleyh sen küfre girme" sözleriyle te´kid ederek, sadece bunu öğretiyorlardı. İnsanlardan bir grup onların söyediklerine tutunurken, diğer bir grub buna karşı çıkarak, bundan saptı. Buna göre, nın mânası, "Onlar fitne ve küfürden, karı ile kocanın arasını ayıracak miktarı öğreniyorlardı" olur. Ebû Müslim´in görüşlerinin izahı budur. b) edatı, nefy (olumsuzluk) manasınadır. Buna göre kelime, ibaresine atfedilmiş olur. Cenâb-ı Allah sanki şöyle demiştir: Süleyman kâfir olmadı ve o iki meleğe de sihir indirilmedi. Çünkü sihirbazlar sihri Süleyman (a.s)´a nisbet ediyorlar ve o sihrin Babil´de Hârut ve Mârut adlı iki meleğe indirilen şeylerden olduğunu iddia ediyorlardı.. İşte bu sebeple Cenâb-ı Allah, her iki iddiaları hususunda da onları reddetmiştir. âyetindeki, da nefy ifâde etmektedir. Bunun mânası şöyledir: "Onlar hiç kimseye bunu öğretmiyorlar; aksine, en şiddetli bir biçimde insanları bundan nehyediyorlardı. Ebu Müslim'in görüşü doğruysa meleklere indirilen bir sihir yoktur. Ancak Ebu Müslim'in iyi bir gerekçe olmadan kelimenin uzak anlamını alması ve sonraki cümleyle bunun tutarsız olması nedeniyle bu görüşü kabul etmiyorum.
O halde ayette bahsedilen sihirden kasıt nedir? Razi, sihrin sekiz nev'ini verir. Mutezile alimleri bu sekiz sihir çeşitlerinden yalnızca şu üç çeşidi kabul eder: 1) psikotrop maddeler/bitkiler kullanılarak yapılan, 2) sihirbazın cinleri kendine bağladığını iddia ederek insanları korkutup kandırarak kendine inandırması, 3) koğuculuk ve kışkırtıcılık yapılması.
Görüldüğü gibi Mutezile'nin kabul ettiği sihir çeşitleri, doğal fenomenlerdir. İnsanların kötülüklerinden kaynaklanır. Razi şöyle der:
Alıntı
metni:Ehl-i Sünnet ise, sihirbazın gökte uçmaya, insanı eşeğe, eşeği insana çevirebileceklerini söylemiştir. Ne var ki onlar şöyle de demişlerdir: Sihirbaz kendi özel duasını ve belirli kelimelerini okumaya başladığında meydana gelen şeylerin yaratıcısı Allah'dır. Bu hususta feleklerin ve yıldızların tesiri yoktur. Günümüzde, bizim sihirden anladığımız şey bunlar değildir. Ancak Kur'an-ı Kerim'in tarihsel muhataplarına sihir şeklinde ifade kullanmış olması gayet tabii doğaldır. Eski insanlar herhangi bir kimyasal deney yapsaydık bunu da sihir olarak addederlerdi. Bazı Mu'tezil alimlere göre bu tür "insanın eşeğe çevrilmesi gibi" sihirleri kabul edip inanan kişi kafir olur.
Eğer sihrin doğaüstü çeşitleri gerçek olsaydı mucize ile sihir ayırt edilmezdi. Mucize yalnızca Hak Teala'nın kudreti nezninde gerçekleşir. Peygamberlerin gösterdiği mucizeler dahi Allah'ın mucizeleridir. Aksi kabul edilirse mümkün varlık olan sihirbazları Allah konumuna yükseltmiş olursunuz. Bu da Allah'a şirk koşmanın ta kendisidir.
Eğer Hasan Basri ve Ebu Müslim gibi alimler haksızlarsa Bakara 102. ayette geçen üçüncü sihir anlamında yani "koğuculuk ve kışkırtıcılık" anlamındaki sihirler olmalıdır. Bunlar evliliği yıkan unsurlardır.
Alıntı
metni:Bu ´nın nahiv bakımından yeri, fâdesi üzerine atf olmak üzere, çerdir. Buna göre âyetin takdiri şöyle olur: Süleyman´ın mülkü hususunda, bir de o iki meleğe indirilen şey hususunda şeytanların yalan yere, iftira olarak söyledikleri şeye...Bu Ebû Müslim (r.a)´in görüşüdür. Taha Suresi 69. Ayette de bu tür sihirlerin sahtekarlık olduğu açıkça belirtilir:
Alıntı
metni:Ve elindekini bırakıver, o onların yaptıklarını yalar yutar, çünkü onların yaptıkları sırf sihirbaz hîlesidir, sihirbaz ise her nerede olsa felâh bulmaz
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-FCD8CF69F -- 27 Temmuz 2024; 23:56:6 >
-
İlk alıntıladığınız tefsirde sihirin varlığı inkar edilmiyor, meleklerle olan bağı ve oradan haşa Allah'ın kötülüğü onlara bildirdiği gibi bir çıkarıma karşı cevap veriliyor. Nitekim :
Alıntı
metni:Cenâb-ı Allah´ın nehyettiği ve ahiret azabıyla tehdidde bulunduğu bir şey Allah´a nasıl nisbet edilir? Sihir, bâtılı hak gösteren bir şey değil midir? Allah´ın sünneti ise onu ipal etmek şeklinde cereyan etmiştir. Nitekim Cenabı Atlah Hz.Mûsa a.s´nın kıssasında, "Sizin yaptığınız sihirdir; Allah onu mutlaka iptal edecektir" (Yunus, bi) buyurmuştur. Burada da iptal etmekten bahsediliyor.
Burada sihirden ne anladığımız önemli. Ben sihiri, çeşitli ilimlerin şeytani amaçlarla kullanımı olarak tanımlıyorum. O iki melek çeşitli ilimlerin bilgisine sahip, ama bu ilimler kötülük için de kullanılabiliyor. Hayır da şer de Allahtandır. Bu açıdan imtihan vesilelerini yaratan da Allah'tır. İblisi yaratan da Allah'tır. Allah'ın sebeplere ihtiyacı olmadığı halde yine imtihanın parçası olarak sebepleri yaratması da bu şekildedir.
Mesela internet hayırlı işler için de, kötü işler için de kullanılabilir. İnterneti hiç bilmeyen birine, bilen birisi öğretirken zararlı işlerde kullanmaması ya da genel zararları konusunda uyarır.
İnkarcılar, hz.Süleyman'ın sahip olduğu ilimlere ve o ilimler sayesinde göstermiş olduğu mucizelere sihir dediler. Haşa Süleyman a.s.'a büyücü dediler. Kuran'da bu hususta da ayet vardır. Yani sihir tanımından kasıt sadece "batılı hak göstermek" değildir. Mesela Sebe melikesinin tahtının nakledilmesi iman edenler için Allah'ın yarattığı bir mucize, inkarcılar için ise bir sihirdir. Günümüzde de fiziken açıklanması mümkün olmayan, insanları şaşırtan gösterileri gerçekleştirenlere sihirbaz deniyor malum.
Ben şahsen ayetteki ifadeleri net buluyorum. Sihir denen geniş çaplı olgunun altında da çeşitli ilimler olduğuna inanıyorum. En doğrusunu Allah bilir.
Bu arada nazar konusunda ne düşünüyorsunuz? İnanıyor musunuz?
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Commander Keen -- 28 Temmuz 2024; 3:6:53 >
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
-
Ebu Müslim zaten orada sihirle ilgili bir şey söylemiyor, söylediği şey meleklere sihir bulaşamayacağıdır. Ben bu görüşü de Razi gibi diğer ehli sünnet ulemasına katılarak makul bulmadığımı söyledim zaten. Razi tefsirinde meleklerinde belli koşullarda sihir yapabileceklerini söyler.
Alıntı
metni:Yani sihir tanımından kasıt sadece "batılı hak göstermek" değildir. Doğrudur. Sihirden kasıt doğaüstü ve doğal çeşitlere ayrılır. Razi sekiz sihir nev'i verir. Ehl-i Sünnet alimler hepsini kabul etsene de biz Mu'tezil olanlar üç tane sihir çeşidini kabul ederiz, bunlar yukarda açıkladığım üzere doğal fenomenlerdir. Razi'nin açıkladığı üzeri bizim kabul ettiğimiz sihir çeşitleri şunlardır:
Alıntı
metni:Sihrin Altıncı Nevi Sihrin altıncı çeşidi, ilaçların özelliklerinden istifâde edilerek yapılan sihirlerdir. Mesela insanın yemeğine, aklı uyuşturan bazı ilaçların konulması, sarhoş edici uyuşturucuların katılması. Mesala eşeğin beyni gibi... İnsan eşek beyni yediğinde salaklaşır ve zihni azalır. Bil ki bu özellikleri inkâr etmeye imkân yoktur. Çünkü mıknatısın eseri gözle görülmektedir. Ne varki insanlar bu hususa fazla ehemmiyet verip doğruyu yalana, bâtılı hakka karıştırmışlardır. [286] Sihrin Yedinci Nev´i Sihrin yedinci çeşidi kalbi bağlamaktır. Bu da sihirbazın İsm-i ´zam duasını bildiğini, cinlerin kendisine itaat edip pek çok işte kendisine boyun eğdiklerini iddia etmesidir. Onun bu sözlerini dinleyen kimse zayıf akıllı ve temyiz kabiliyeti olmayan birisi olduğunda, bunların gerçek olduğuna inanır ve kalbi buna bağlanır (aldanır). Böylece bu kimsede bir çeşit korku ve çekingenlik hasıl olur. Korku meydana geldiğinde hissî kuvvetleri zayıflar, böylece de sihirbaz o zaman ona istediğini yapabilir. Bu işleri deneyen, ilim ehlinin durumlarını bilen bir kimse, işleri yaptırma ve sırları gizleme hususunda kalbin bağlanmasının pek büyük tesirleri olduğunu anlar.[287] Sihrin Sekizinci Nev´î Sihrin sekizinci çeşidi şudur: Koğuculuk ve kışkırtmacılık gibi şeylere gayret etmek de, lâtif ve ğizti şeylerdendir. Bu, insanlar arasında yaygındır. İşte bütün bu saydıklarımız sihrin kısımları, çeşitleri ve bölümleri hakkında söylenen sözlerdir. Allah en iyisini bilir. [288] Razi eşek beyni yemenin insanı salaklaştıracağına inanır ancak biz mutezile mezhebine mensuplar bunu kabul etmeyiz. Bize göre bu psikotrop maddeler sınıfına sokulamaz. Buna inanmak batıldır.
Alıntı
metni:Mesela Sebe melikesinin tahtının nakledilmesi iman edenler için Allah'ın yarattığı bir mucize, inkarcılar için ise bir sihirdir. Günümüzde de fiziken açıklanması mümkün olmayan, insanları şaşırtan gösterileri gerçekleştirenlere sihirbaz deniyor malum. İşte burada biz itikatta Mu'tezil olarak sihrin doğaüstü anlamının kabul edilmesinin, mucizelerle arasındaki farkı ortadan kaldırdığını, bunu kabul etmenin -haşa- sihirbazları mucize gerçekleştirenler konumuna yükselteceğini söyleriz. Kafirler için mucizeler, sihirdir ifadesi de bunu tasdik eder. Bu nedenle sihir, bir Mümin için mucize gibi doğaüstü fenomenler olarak algılanamaz. Sihir denen olguyu psikolojik, bilişsel, nörolojik ve toplumsal gerçekliklerde aramalıyız. Ki buna günümüzde sihir demek anlamsızdır. Bu sadece o dönemki toplumun anlayışına hitap eden bir aygıttır.
Nazar'da sihir gibi var olmayan bir fenomendir nazar hakkındaki hadisler âhâd haberlerdir, kesin deliller varken bunlara itibar edilmez. Kalem Suresi 51. ayette de belirtildiği gibi nazar gibi fenomenler insanların birbirlerine karşı duydukları haset ve kıskançlıkla ilişkilendirilmelidir.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-FCD8CF69F -- 28 Temmuz 2024; 3:57:40 >
-
Alıntı
metni:Sihrin yedinci çeşidi kalbi bağlamaktır. Bu da sihirbazın İsm-i ´zam duasını bildiğini, cinlerin kendisine itaat edip pek çok işte kendisine boyun eğdiklerini iddia etmesidir. Onun bu sözlerini dinleyen kimse zayıf akıllı ve temyiz kabiliyeti olmayan birisi olduğunda, bunların gerçek olduğuna inanır ve kalbi buna bağlanır (aldanır). Böylece bu kimsede bir çeşit korku ve çekingenlik hasıl olur. İşin bu kısmı doğru olabilir evet, fakat bu tarz hiçbir kişiyle ilgisi, iletişimi olmadan büyü tarzı şeylerin tesirine girenleri bu durum izah etmez. Belli ki bu konuda farklı düşünüyoruz. Bu konuda örnekler biliyorum. Herşeyi fizik alemde açıklamaya kalkarsak materyalistlerden farkımız kalmaz. Belki cinler devreye sokulup insan vesvese taarruzuna maruz kalıyor veya başka şeyler oluyor. Bunları deneysel olarak tespit etmemiz mümkün olmadığı için kesin hükümlere varmayı mantıklı bulmuyorum.
Keza nazar da öyle. Hasetle, kıskançlıkla ilişkilendirilen bir durum. Belki o sırada gözlerden manyetik diyebileceğimiz bir takım gözle görülmeyen ışınlar vs yayılıyor. Bunları şu an fizik alemde tespit edemiyoruz diye yoktur demeyi hatalı buluyorum. Ki büyü, sihir, nazar yoktur demek, başta Felak ve Nas surelerini inkar etmektir.
Alıntı
metni:De ki: "Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım." De ki: "Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik'ine, insanların İlah'ına sığınırım." Sizin mantığınıza göre düğümlere üfleyenlerin ya da hasetçinin bir kötülüğü olamaması lazım. Siz diyorsunuz ki insanlar sadece bu tarz büyücülerle iletişim kurup korktuğu için psikolojik olarak etki altında kalıyor. Dediğim gibi bana göre bu sadece bir kısmının izahı olabilir.
Alıntı
metni:Müfessirlerin ekseriyeti; "Rabbi onu seçip iyilerden kıldı. Doğrusu inkâr edenler, zikri (Kur'an'ı) işittikleri vakit nerdeyse gözleri ile seni yıkıp devireceklerdi. Bir de durmuşlar, o herhalde bir delidir, diyorlardı." (el-Kalem, 68/50, 51) âyetinde geçen "gözleriyle seni yıkıp devireceklerdi" sözünü "nazar" ile tefsir etmişlerdir (Elmalılı M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VIII, 5305; İbn Kesîr, "Tefsirul Kur'an'il-Azîm", VIII, 227).
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Commander Keen -- 28 Temmuz 2024; 12:22:40 >
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
-
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > -
Alıntı
metni:İşin bu kısmı doğru olabilir evet, fakat bu tarz hiçbir kişiyle ilgisi, iletişimi olmadan büyü tarzı şeylerin tesirine girenleri bu durum izah etmez. Belli ki bu konuda farklı düşünüyoruz. Bu konuda örnekler biliyorum. Herşeyi fizik alemde açıklamaya kalkarsak materyalistlerden farkımız kalmaz. Belki cinler devreye sokulup insan vesvese taarruzuna maruz kalıyor veya başka şeyler oluyor. Bunları deneysel olarak tespit etmemiz mümkün olmadığı için kesin hükümlere varmayı mantıklı bulmuyorum. Hiçbir kişiyle iletişimi olmadan garip tavırlara sahip insanların davranışlarını da bilişsel hastalıklarda aramak gerekir. Üfürükçülerin tesiri olduğunu söylemek doğru değildir. Cinlerin etkisi konusunda Mutezile alimlerinin ekseriyeti cinlerin insan içine girme gibi tesirleri göstermediklerini kabul ederler. Cinlerin sadece insanlara vesvese verirler, batıla çağırırlar, başka bir tesir kabiliyetleri yoktur. Biz insanların, cinlerle iletişime geçebileceği de doğru değildir. Cinler duyusal algılarla algılanamazlar, dolayısıyla büyücü denen sahtekarların hiçbirinin cinleri yoktur. Cinler hakkında bilgimizde oldukça sınırlıdır. Dolayısıyla biz Nas ve Felak surelerini inkar etmeyi bırakın Nas ve Felak sureleri üzerinden batıl yaratanları kınarız. Nas ve Felak surelerinden cinlerin insanları duvardan duvara fırlatabildiği çıkar mı? Mutezile alimlerinin ekseriyeti buna hayır cevabını vermiştir. En doğrusunu Allah bilir.
Kadı Abdülcebbar Peygamber Efendimize büyü yapıldığını iddia eden rivayetleri şöyle eleştirir:
Alıntı
metni:Bu rivayet asılsızdır. Halbuki Allah Teâlâ, "Allah seni insanlardan koruyacaktır" (Maide, 67) ve "Sihirbaz, yaptığında felaha ermez" (Taha, 69) buyurduğu ve bunun olabileceğini söylemek, Hz. Peygamber (s.a.s)´in peygamberliğini yaralamaya götürdüğü halde, bir de bu doğru olsa bile, sihir yapanların bütün peygamberlere ve saliklere zarar verebilecekleri böylece kendileri için büyük bir mülk elde etmeye kadir olabilecekleri neticesi çıkacağı için, ki bütün bunlar batıldır, söz konusu değildir; keza kafirler, Hz. Peygamber (s.a.s)´i sihirlenmiş diye tenkid ederlerken, bu rivayetin doğru olduğu nasıl söylenebilir? Binâenaleyh eğer bu hadise meydana gelmiş ise, kafirler bu iddialarında doğru olmuş olurlar ve Hz. Peygamber (s.a.s)´in, bu kusur hasıl olmuş olur. Halbuki bütün bunların caiz olmadığı malumdur. Büyünün doğaüstü etkisini reddetmek her şeyi fiziksel addettiğimiz anlamına gelmez. Bir kere Mutezile'nin tarihteki önemini kavrayamamak anlamına gelir. Erken dönem Ehl-i Sünnet alimlerinden bazıları, Allah'ın fiziksel özelliklere sahip olduğu yönünde görüşler belirtmişlerdir. Bu görüşler, Allah'ın Arş'a istiva ettiği (yükseldiği), dişlerini gösterdiği, ellerinin olduğu ve gözlerinin olduğu gibi ifadelere dayanmaktaydı. Ancak, bu ifadelerin mecazi mi yoksa gerçek anlamda mı anlaşılması gerektiği konusunda net bir uzlaşma yoktu. Ehl-i Sünnet bunları düşünürken Mutezile, Allah'ın kesin surette uzay-zamanı aşkın bir varlık olduğunu vurgulamıştır. Razi Mutezile'den feyz alarak Ehl-i Sünnetin Allah tasavvurunu Mutezile'nin Allah tasavuruyla uyuşturmuştur. Mustafa Öztürk bunu çok güzel açıklıyor:
Mustafa Öztürk Arşiviyoutube"Allah göktedir. Allah'ın her yerde olduğuna inanan ise kafirdir, tövbeye davet edilmelidir, tövbe etmezse öldürülmelidir." diyen meşhur mezhep imamı Ahmed bin Hanbel'in düşündürdükleri... Bizlerin ittifak ettiği ve hiçbirimizin farklı düşünmediği konu Allah tasavvurudur değil mi? Hiçbir şeyde buluşamasak o konuda buluşuruz değil mi? Şimdi bu "hiç değişmez" dediğiniz hükme bakalım: el Reddü alel Cehmiyye adlı esere bakın. Bu bahsettiğim kitap basılıdır, dediklerimin yazıp yazmadığını kontrol edebilirsiniz. Orada Ehl-i Sünnet'in görüşünün "Allah'ın her yerde olduğuna inanan kafirdir, tövbeye davet edilmelidir, tövbe etmezse öldürülmelidir." olduğunu görürsünüz. "Niye diye sorarsanız" diyor, Resul-ü Ekrem'den gelen onlarca hadis var, mesela biri meşhur cariye hadisi, "kızım Allah nerededir" diye sorunca gelen "göktedir" cevabı... Onlarca da ayet var, mesela "göktekinin sizi yerin dibine geçirmeyeceğine dair bir garantiniz mi var" ayeti... İşte ayet apaçık "gökte" diyorsa, "her yerdedir" demek kimin haddine diyor. Anlıyoruz ki hicrî 250'li yıllarda ehli sünnet olarak yaşasaydık Allah'ın gökte olduğunu düşünecektik. Aradan 300 sene geçiyor, Fahreddin Razi adında bir alim geliyor ki o da Ehl-i Sünnet'in önde gelen alimlerinden. O ne diyor biliyor musunuz? "Allah'a gökte demek onu cisimleştirmektir, o yüzden her yerde demek gerekir" diyor. Şimdi, sadece 300 yılda aynı mezhebin içinde bile Allah tasavvuru gibi esaslı bir anlayış bile tam tersine dönebiliyorsa, herhangi bir mezhebi kabulümüzü "bu mutlak doğrudur" diye dayatma ihtimalimiz kalıyor mu? Metodolojik olarak eleştirebilir ve "bakın ben o ayeti öyle yorumlamadım, gerekçelerim de şunlar" diyebilirsiniz ama bir ayeti sizden farklı yorumlayan birine "sen batılın peşindesin, Kur'an'ı çarpıtıyorsun" deyip imanını ölçmeye hakkınız yoktur.https://www.youtube.com/watch?v=1HrZ8Yu1m2gMustafa Öztürk ArşiviyoutubeAllah Nerededir? - Mustafa Öztürkhttps://www.youtube.com/watch?v=CLiZK3grKLA&t=18sAlıntı
metni:Keza nazar da öyle. Hasetle, kıskançlıkla ilişkilendirilen bir durum. Belki o sırada gözlerden manyetik diyebileceğimiz bir takım gözle görülmeyen ışınlar vs yayılıyor. Bunları şu an fizik alemde tespit edemiyoruz diye yoktur demeyi hatalı buluyorum. Ki büyü, sihir, nazar yoktur demek, başta Felak ve Nas surelerini inkar etmektir. Nazar zaten haset ve kıskançlıktır. Bunlar insanın zihin halledir. Manyetik ışın diye bir kavram yoktur. Işınlar elektromanyetik dalgalardır. Fotoreseptörlerin beta ışınımları yaptıkları bilinir ancak elektromanyetik dalgaları gözle algılamanın insan zihin hallerine etkisi yoktur. Böyle bir etki için Tanrı Kaskı gibi elektromanyetik dalgalar üreten cihazların doğrudan beyne verilmesi gerekir. Bu koşullar altında bilişsel yetiler güvenilir bir ortamda değildirler. Ancak onlar da daha çok ilahi hissiyatla ilgili nörolojik deneylerdir. Her ne olursa olsun nazarın elektromanyetik dalgalarla ilişkisi önemli değildir. Nazardan ne anladığımız önemlidir. Haset ve kıskançlık doğaüstü fenomenler midir, yoksa zihin halleri midir? İkincisinin doğru olduğu oldukça açıktır.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-FCD8CF69F -- 28 Temmuz 2024; 15:37:38 >
-
Alıntı
metni:Biz insanların, cinlerle iletişime geçebileceği de doğru değildir. Cinler duyusal algılarla algılanamazlar, dolayısıyla büyücü denen sahtekarların hiçbirinin cinleri yoktur. Ortada çokça sahtekar olduğu doğru. Fakat insanlar cinlerle iletişime geçebilirler. Bunun yolu ve yöntemleri vardır. Mesela Antik Mısır inançlarında kullanılan sembolizma boş ve amaçsız değildir. Bugün de aynı inancı sürdürüyorlar.
Benim de bizzat 2 farklı kişi ve ortamda şahit olmuşluğum var. Cisim naklettiklerine bizzat şahit oldum. Buna istediğin kadar ilüzyon, sahtekarlık diyebilirsin. Detayını anlatmayacağım çünkü belli ki günlerce konuşsak aynı noktaya gelemeyeceğiz. Ve bizzat görsen yine inkar edeceksin gibi bir hal var :)
Allah'ın ilminin sonu yok. Her şeyi keşfetmiş, çözmüş gibi kesin hükümlerle davranılmasını doğru bulmuyorum. Kainat kitabı kıyamete kadar Allah'ın adıyla okunmaya açık. Başta da dediğim gibi her şeyi fizik boyuta indirgemek, onunla sınırlamak bizi materyalistlerden farksız kılar. 1000 yıl önceki insanların aklının alamayacağı, izah edemeyeceği pek çok şey bugün açıklanabilir konumdadır. Mesela kablolu kablosuz veri transferini, görüntü aktarımını, hologramı bin yıl önceki insanlara söyleseydik bunun mümkün olamayacağını söylerlerdi. Ama bugün mümkün. Ve bugünün insanı dahi bir çok teknik buluşu izah edebilecek ilme sahip değil.
Siz güya fizik ötesi alemi inkar etmiyorsunuz çünkü bunu inkar etmek Kuran'ı inkar etmektir, ama diğer taraftan onu fizik alemle sınırlamaya kalkıyorsunuz. Bu bana göre çok yanlış bir yol. Her şey Allah'ın emrine ve iznine tabidir.
Selametle..
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Commander Keen -- 28 Temmuz 2024; 19:5:19 >
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
-
Akaid ilminin derinliklerinde, Ehl-i Sünnet ve Mu'tezile mektepleri arasında cinlerle münasebet hususunda ayrılık gayet vâzıh bir surette arz-ı endam etmektedir. Ehl-i Sünnet meşayihi, cinlerin mevcudiyetine dair delilleri Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde münderic bulmuşlardır. Bu itibarla, cinlerin insanlarla irtibat kurabileceğini ve onların bazı hallerde gaybî bilgileri ihraz edebileceklerini kabul ederler. Ehl-i Sünnet'in mu'teber eserlerinde, cinlerin, insan nefsinde ve haricî alemde bir takım tasarruflarının vaki olduğu belirtilir. Kadim zamanlardan beri ulema ve suleha arasında, cinlerle irtibata dair birçok rivayet ve kıssa mevcuttur.
Buna mukabil, Mu'tezile fırkası, akl-ı selim ve istidlal-i mantıkiyi esas alarak, cinlerle münasebetin imkansız olduğunu iddia ederler. Mu'tezile ulemâsı, cinlerle irtibatın akla ve mantığa mugayir olup, hurafe ve batıl itikadların neticesi olduğunu beyan ederler. Onlara göre, cinler, fizikî alemde tasarruf edemeyecek mahiyette olup, insanlar tarafından müşahede edilmeleri ve onlarla münasebet kurulması muhaldir.
Ehl-i Sünnet ve Mu'tezile'nin bu husustaki delilleri, her iki mektebin kendi usul ve kaideleri çerçevesinde mütalaa edilmelidir. Bu itibarla, her iki mektebin de kendi taraftarları için makul ve muteber gerekçeleri bulunmaktadır. Lakin, benim şahsi kanaatim, akıl ve hikmeti esas alan Mu'tezile'nin görüşlerinin daha tutarlı ve makul olduğudur. Çünkü cinler tanım gereği duyu algılarına kapılıdır. Aşağıdaki ayet zannımca Mu'tezile'nin görüşünü doğrular nitelikte kanıtlardır:
Alıntı
metni:Cenab-ı Hakk‟ın (Mel‟ûn) İblis‟ten naklettiği şu sözdür: “Zaten benim, sizin üzerinizde hiçbir hükmüm, nüfûzum da yoktu. Yalnız ben sizi çağırdım, siz de bana hemen icabet ettiniz.” (İbrahim 14/22) Cinlerle münasebete girdiğini iddia eden kimselerin, akl-ı selim ve ilim-i sahih nazarında bu tür iddiaları ne kadar temelsiz olduğu aşikârdır. Evvelâ bilmeliyiz ki, cinler duyularla algılamaz ve beşer idrakine erişilmez varlıklardır. İslam akaidi ve kültüründe cinlerin mevcudiyeti kabul edilse de, onların bizimle münasebet kurma kabiliyetleri hakkında kati bir delil mevcut değildir. Kur'an-ı Kerim'de cinlerin varlığına dair beyanlar bulunmakla birlikte, bu varlıkların insanla doğrudan irtibat kurabileceğine dair bir nas yoktur.
Cinlerle irtibata geçme iddiasında bulunanların çoğu kez hurafe ve batıl itikatların tesirinde kaldıkları müşahede olunur. Zira, insanlık tarihinde cinler, genellikle vehim ve korku unsuru olarak kullanılmakta, bu suretle insanların zihinlerini bulandırmaktadır. Bu nev'i iddialar, hakikatte ilimden ve akılcılıktan mahrum, tamamen asılsız vehimlerdir.
Cinlerle temas kurma gayreti, dinî ilimlerle mütenasip olmadığı gibi, beşeri de tehlikeli vehim ve vesveselere sürükleyebilir. Müslümanların bu tür iddialara itibar etmemesi, hikmet ve feraset gereğidir. Zira, ilmin ve mantığın rehberliğinde yaşamak, İslam'ın mümeyyiz vasfıdır. Vehim ve hurafelerden uzak durarak, sahih bilgiyle hakikate vasıl olma gayretinde bulunmalıyız.
Bu sebeptendir ki, birçokları, mezkûr din anlayışını sırf toplumun kadîm bir mirası ve geleneği olduğu için müdafaa ederler ve ilâhî hakikatlere nüfuz etmede eksiklik gösterirler. Mezkûr inançlar, ilm-i hakikiyeden mahrum olup, cehaletin bir tezahürüdür.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-FCD8CF69F -- 28 Temmuz 2024; 19:31:43 >
-
Katip Çelebi
-
Alıntı
metni:bu varlıkların insanla doğrudan irtibat kurabileceğine dair bir nas yoktur. Bir önceki mesajımda belirttiğim gibi doğrudan irtibattan bahsetmiyorum. Çeşitli ilmi yöntemlerinin olduğundan bahsediyorum. Bu yöntemlere yönelmenin doğruluğunu da savunmuyorum. Hatta tam tersine risklidir. Hatta bu noktada sizin bakış açınıza göre herhangi bir risk olmaması lazım ama kendiniz de sağlıklı olmadığını yazmışsınız. Demek ki bu alan hakkında kesin hükümler doğru değil. Demek ki fizik boyut dışında birtakım etkileşimler, tesirler mümkün olabiliyor. Ayrıca insani duyulara sahip olduklarını da iddia etmiyorum. Siz olayın farklı boyutlarını buraya taşıyorsunuz.
İnsanlığı pozitif bilimlerle sınırlamaya kalkanlar, kendileri şeytani pencereden de olsa kainatın, yaratılışın sırlarını keşfetmek için her yoldan yürüyor. Biz Müslümanlar ise bize dayatılan pozitif bilimlerle kendimizi sınırladığımız için hiçbir keşfin peşinden gitmiyoruz. Hazırın önümüze gelmesini bekliyoruz, kafir keşfediyor biz sadece yararlanıyoruz. Bu da bence geri kalmışlığımızın sebeplerinden biridir. Oysa bir dönemin İslam alimleri ilmin öncüleriydi. Şimdi ise bu hale geldik. İlme kati sınırlar çizip, asırlar öncesinin algısıyla yapılan yorumları kendimize sınır belirliyoruz.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
-
Önceki mesajımda bunların tümünü şamil bir surette izah ediyorum. Bu çıkarımlar doğaüstü varlıkların bilgisine erişim vesilelerimizin bulunmamasından neşet etmektedir. Orta Çağ'da ilmî veriler mahdut olmamasına rağmen insan, duyumlar vasıtasıyla bu nevi hâdiselerin bilgisine erişebilecek âletlere mâlik idi. O duyumlar sayesinde elektrik ve manyetizmadan, ışığın tabiatına; analitik kimyadan organik kimyaya kadar türlü türlü sahalarda malûmat edinebilirdi. Zira bu bilgi edinme kabiliyeti bizde zaten mevcûd idi.
Beşeriyetin iki esasî mertebe-i tahkikiyesi mevâcuddur: ihsâsât(duyumlar, duyu algılarımız) ve akl-ı saf(saf akıl). Cinler ve emsâl-i mevcudât-ı mâverâiyye, hakikatte bu iki mertebe-i tahkikiyye ile vusûl edilemez mevcudât olarak tasavvur olunur. Cinlerin vücûduna dair ma'lûmâtımız ekseriyetle vahy-i ilâhî menşeli bulunur. Mevcudât-ı mâverâiyye, mehcûr-i müşahede-i tabiiye olduklarından, ilmî tahkikat veya tecrübe sahasında gayr-ı mevcuddur. Bu sebeple cinler, evvelki mertebe-i tahkikiyye olan ihsâsât ile vusûl olunacak mevcudât değildir.
Sâniyen mertebe-i tahkikiyye olan akl-ı saf ise, ihsâsî tecrübelerden müstakil olarak amel eden ve aklın makûlâtını câmi' bir melekedir. Cenâb-ı Hakk'ın vücûduna dair akl-ı saf ile muayyen bir surette vâsıl olma gayretleri mevcuddur. Lâkin cinler ve şeytan gibi mevcudât-ı mâverâiyye, akl-ı saf ile dahi müdrik olunamazlar. Bu minval üzere, cinlerin vücûduna vâsıl olacak bir melekemiz bulunmadığından, bu hususta muayyen bir tavır takınmamız gerekir.
Bilgisine vâsıl olamadığımız varlıklarla nasıl nedensel bir ilişki kurabiliriz? Bu ancak Cenâb-ı Hakk gibi sonsuz kudretli bir zâtın yapabileceği bir iştir. Nitekim, bu da tek taraflı bir durumdur.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-FCD8CF69F -- 28 Temmuz 2024; 21:49:31 >
Bu mesaj IP'si ile atılan mesajları ara Bu kullanıcının son IP'si ile atılan mesajları ara Bu mesaj IP'si ile kullanıcı ara Bu kullanıcının son IP'si ile kullanıcı ara
KAPAT X