Şimdi Ara

Atatürk'ün ÖL(DÜRÜL)ME NEDENİ

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
100
Cevap
6
Favori
7.895
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Alıntı:http://www.masonluk.8m.com/Mustafa%20Kemal/ataturk_olduruldu.htm

    Mustafa Kemal ATATÜRK öldürüldü mü?

    Bu soruyu sormuyoruz. Bunu belgeleriyle ortaya koyuyoruz. Evet ATATÜRK MASONLAR TARAFINDAN ÖLDÜRÜLDÜ.

    Bu gerçek karşısında şaşıracak, belki inanmayacaksınız. Belki bir deli saçmasıdır diyip geçeceksiniz. Gerçeği öğrenmek yerine belki de hemen mümkün olmadığı hakkında yorumlara gideceksiniz.

    EVET AMA, SİZ YİNE DE OKUMADAN GEÇMEYİN

    BİZ SÖYLEDİĞİMİZ HER ŞEYİ SAVUNMASINI DA BİLİRİZ.

    TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN MASONLAR TARAFINDAN ÖLDÜRÜLMESİ, ATATÜRK'ÜN MASON LOCALARINI 1935 YILINDA KAPATTIRMASINDAN 3 YIL SONRA GERÇEKLEŞMİŞTİR.

    YANİ ATATÜRK'ÜN MASONLAR TARAFINDAN ÖLDÜRÜLMESİ İÇİN GEÇERLİ BİR SEBEP VARDIR.

    O DA MASON LOCALARININ KAPATILMASIDIR.

    İSTERSENİZ İŞİN EVVELİYATINA DÖNELİM

    Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin İttihat ve Terakki ile birleşmesinin (1907) ardından, Mustafa Kemal Manastır'daki 3. Ordu'ya atandı (1907).

    İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de, cemiyetin kurucularıyla pek anlaşamadı. Masonlarla ilk ihtilafı burada başladı.

    Çünkü İttihat Terakki cemiyetinin kurucuları masondu.

    Üstelik Emannuel Karasu gibi Yahudilerin cemiyetin kuruluşunda kuruluşunda öncülüğü ve desteği vardı.

    İkinci Meşrutiyet ilan edildi (1908). Meşrutiyetin ilanını köklü reformların izlemesi ve ordunun siyaset dışı kalması gerektiğini öne sürdüğü için İttihat ve Terakki'yle arası açılan Mustafa Kemal, Rauf (Orbay), Kâzım Karabekir, Fethi (Okyar), İsmet (İnönü), Refet (Bele), Ali Fuat (Cebesoy) beyler gibi subaylarla muhalif bir grup oluşturdu.

    Ordunun siyaset dışı kalması gerektiği görüşünü tekrarladığı için, İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından tehlikeli kişi sayılmaya başlanarak, iki kez öldürülmek istendi. Yani Suikast girişimi gerçekleştirildi.

    İttihat Terakki Cemiyeti ve dolayısıyla Masonlarla arası ta o günlerde açılmıştı. Ama Mason Localarıyla asıl ihtilaf 1935 yılında gerçekleşti.

    Mustafa Kemal ATATÜRK,
    1935 yılında Mason Localarınıın ülke ve millete zarar vereceğini,
    kökü dışarda olan bir cemiyece ülkemizde gerek olmadığını,
    bu görevi Halk Evleri'nin zaten yaptığını belirterek
    ülke çapında
    Mason Localarını tamamen kapattırdı. (Detaylı Bilgi:http://www.masonluk.8m.com/masonlugun_kapanısı.htm )

    Atartürk'ün bu hareketi Masonlar arasında pek iyi karşılanmadı. Eskiden beri ihtilafa düştükleri Mustafa Kemal ATAÜRK'ten hepten kurtulunması gerekiyordu. Sonunda Atatürk'ün içkiye düşkün olmasını ve hastalığını fırsat bilen Masonlar, Atatürk'ün kendi yollarını tıkadığını hazmedemeyerek onun ölüm fermanını imzaladılar

    Masonlar işlerini her zaman olduğu gibi ATATÜRK konusunda da gizli oynadılar.

    Getirttikleri Mason Doktor ATATÜRK'e öldürücü darbeyi bir suikast iğnesi ile vurdu. Bu ATATÜRK'ün sinir sistemini çökertti. Sonunda da ölümüyle sonuçlandı.

    Hemen sahte belgeyi de düzenlediler.

    ATATÜRK SİROZDAN ÖLMÜŞTÜ.

    Bu konuda belgeler için Tıkla->http://www.masonluk.8m.com/menemen.htm

    Görüldüğü özere ATATÜRK'ün Masonlar tarafından öldürülmesi için bir çok sebep vardır. ATATÜRK onlar için bir engel haline gelmişti. Büyük bir tehlike arzediyordu.

    ONLAR BİR ÜLKENİN İDARESİNİ ELE GEÇİRMEK İÇİN HER TÜRLÜ YOLA BAŞVURURLAR. BU YOLLAR ARASINDA TEPKİ TOPLAMAYAN METODLAR TERCİH EDİLİR.

    ZEHİRLEME BU METODLARIN BAŞINDA GELİR.

    TURGUT ÖZAL DA İLK ATATÜRK'TEN SONRA MEMLEKETİNE HİZMETİ ÖN PLANDA TUTAN MASON OLMAYAN BİR CUMHURBAŞKANIYDI. ONU RAHMET VE MİNNETLE ANIYORUZ. ONUN ÖLÜMÜ KONUSUNDA DA ŞÜPHELERİMİZ GİDERİLMİŞ DEĞİLDİR!..

    ONUN ÖLÜMÜNDEN SONRA BİLGİSAYARINDA YÜKLÜ OLAN ÖNEMLİ BİLGİLER VE DİSKETLERİN AKİBETİ MERAK KONUSUDUR. ÇÜNKÜ O YAKINLARINA ÖLÜMÜNDEN ÖNCE BİLGİSAYARINDA YER ALAN ÖNEMLİ BİLGİ VE BELDELERE SAHİP ÇIKMALARINI İSTEMİŞTİ.

    TÜRKİYEDE ÇOK GİZLİ OYUNLAR OYNANMAKTADIR.

    BU OYUNLARIN FARKINDA OLMAK GEREKİR.

    MASONLUK KONUSU TÜRKİYE'NİN BAŞINA BELA OLAGELMİŞTİR.

    SON OLARAK ŞU İLGİNÇ NOKTAYA DA DEĞİNMEDEN GEÇMEYELİM:

    1935 YILINDA ATATÜRK'ÜN EMRİYLE KAPATTIRILAN MASON LOCALARI İSMET İNÖNÜNÜ ZAMANINDA AÇTIRILMIŞTIR. O GÜNDEN BU GÜNE İHTİLAL DÖNEMLERİNDE DAHİ MASON LOCALARI AÇIK KALMIŞTIR.

    NEDEN BU İMTİYAZ?

    MASON LOCALARI GİZLİLİGİNE VE KÖKÜ DIŞARIDA BİR ÖRGÜT OLMASINA RAĞMEN NEDEN HİÇ KİMSE BUNU SORGULAMAZ?

    ŞİMDİ SORUYORUZ: KİMLER ATATÜRKÇÜDÜR?

    MASON VE ONUN BİR YAN BİRİMLERİ OLAN ROTARY, LİONS KULÜPLERİNDE BOY GÖSTERİP BU VATANIN VE BU MİLLETİN MUKADDES DEĞERLERİNE SÖVENLER Mİ?

    EY TÜRK OĞLU DÜŞMANINI İYİ TANI.

    ATATÜRK'ÜN ÖLDÜRÜLMESİ OLAYI BİLE YILLAR YILI SENDEN GİZLENMİŞTİR.

    GENÇLİĞE HİTABESİNDEKİ ŞU SÖZLERİ TEKRAR HATIRLA:

    "Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.

    Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler."

    Bir zamanlar memleketi YAHUDİ ASILLI üç Sabataistin yönettiğini bilmelisin . Bunlar:

    RAHŞAN ECEVİT,

    İSMAİL CEM

    ve KEMAL DERVİŞ'tir.

    BU ÜÇLÜ İÇİN HÜKÜMET, MİLLETİNİ VE MİLLİ MENFAATLERİNİ SAVUNAN BAKANLARINI BİLE HARCAMIŞTIR.

    SONUÇTA BU MASON-YAHUDİ İTTİFAKININ MEMLEKETİ GETİRDİĞİ NOKTA MALUMUNUZDUR.


    quote:

    Atatürk'ün ölümü üzerine hiç bu kadar detaylı, bu kadar açık belgeler halka verilmedi.
    Açık belgelerle Atatürk'ün ölümünün sır perdesi...
    Atatürk sirozdan mı öldü ? Yoksa sanıldığının aksine farklı sebeplerden mi ? Bunu bu yazımızda öğreneceğiz. Üzücü ama gerçek bir yazıda...
    Bölüm 1
    Atatürk fani hayata veda edip gidiyor, herkes ellerini kavuşturmuş, büyük bir acz içinde duruyor, kimsenin elinden bir şey gelmiyordu...
    İşte son fotoğraflarından birisi sol altta, Ekim 1938 'de Atatürk'ün isteğiyle çekilmiştir.
    Atatürk artık karaciğersiz bir insan gibi büzüşmüş, karnı davul büyüklüğünde seyir etmişti. Bazı günler Yatına giderdi bir çocuk mutlu olmayı beklercesine oda orada öylece yatar ve içinden '' keşke iyileşsem '' der gibiydi..



    Bölüm 2

    Atatürk'ün yanında onlarca emir kolu vardı. Atatürk'ün tek dayanakları onlardı. Kimse yanına koyulmazdı. Doktorları Atatürk'ü iyileştirmek için ellerinden geleni yapmışlardı...
    Atatürk'ü geç teşhisten yolcu eden doktorlardan bahsediyoruz...yaratabilmektir .
    Dinden geçinenler Atatürk düşmanlığı yaratmak için, O'nun ölümünü bu şekilde işlerlerken, diğer yurttaşlar da bilgi eksikliğinden ve bu konunun yeterince işlenmemesinden dolayı, genelde bu şekilde; Atatürk alkolden ölmüştür şeklinde; bilirler. Bu nedenle, konunun ayrıntılı ele alınması ihtiyacı vardır.
    Atatürk'ün ölüm sebebi, otopsi yapılmasına gerek olmadığı
    Bu bilgiler doğrultusunda konuyu irdeleyelim. Atatürk'ün siroz hastalığına sebep olarak gösterilen dört ayrı nedenin dördü de Atatürk'te vardır.
    Sıtma: İki kez sıtmaya tutulur. Biri çocukluğunda, biri Mayıs 1919'da Samsun'da.
    Hepatit virüsleri: Daha çok diş tedavisi sırasında kapıldığı bilinir. Atatürk; birçok diş tedavisi yaptırmış, diş çektirmiş, üç altın diş taktırmış ve sonunda üst damak protezi yaptırmış, bir kişidir. Bunların birisinde hepatit virüsü kapma olasılığı, o günkü koşulları düşündüğümüzde çok yüksektir.
    Dengesiz beslenme: Atatürk, askeri yaşamında özellikle 12 yıllık savaş ortamındaki yaşamında bulduğunu yemiş ve buldukça yemiştir. Cumhurbaşkanlığı döneminde de disiplinli yemek düzeni yoktur. Sabah kahvaltısı yapmaz, yalnız bir kahve ile sigara içer. Öğleyin çoğu kez yemek yerine sadece bir dilim ekmekle ayran veya limonata içer. Akşam yemeğini düzenli yer. Ancak dengeli beslenmiş olduğunu söylemek zordur.
    Alkollü içki: İçki içer. Gündüz içmez, akşam sofralarında küçük rakının (35 cl.) yarısını içer, sürekli içici değildir, ciddi konuların görüşüleceği sofralarda ve önemli devlet işlerinin yürütüldüğü günlerde içmez.
    Bu durumda siroz nedeni bunlardan hangisidir? Sıtma mı, hepatit virüsleri mi, dengesiz beslenme mi, alkol mü? Yoksa dördü de birden mi? Bugün için sirozun gerçek nedenine ulaşmak pek mümkün görülmüyor.
    Dolayısıyla Atatürk'ün ölümü alkolden olmuştur demek doğru değildir, gerçekçi değildir. Atatürk'ün ölümü sirozdandır ama siroz nedeni alkol değildir. Nedenini bir tıp adamının görüşü ile açıklamayalım.
    Prof. Dr. Utkan Kocatürk'ün Görüşü:
    Prof. Dr. Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü'nün son baskısında, konumuzla ilgili bilinmeyen bir raporu ortaya çıkarır ve orijinalini de verir. Rapor 08 Eylül 1938 tarihli; Dr. Nihat Reşat Belger, Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Prof. Dr. Fiessinger tarafından düzenlenmiştir.
    Prof. Dr. Kocatürk, raporda iki cümleye dikkat çeker ve bir tıp adamı olarak bunların yorumunu yapar.
    Raporda ön plana çıkarılan cümleler:
    "... Bu vakada 'Laennec' tipinde bir skleröz hepatit söz konusu olamaz. Fakat söz konusu olan 'Hanot ve Gilbert' tipinde bir hipertrofi şeklidir."
    "Prof. Dr. Fiessinger söz konusu rapora ayrıca şu notu koymuştur:
    'Teşhis, Mart ayında formüle edilen teşhistir: Hepatite Sclereuse hypertrophique, type Hanot et Gilbert'."
    Prof. Dr. Kocatürk'ün yorumu:
    "Bugüne kadar bilinmeyen bu rapor, Atatürk'e 07 Eylül 1938'de yapılan karın ponksiyonundan (su alınması) bir gün sonraki muayene bulgularına dayanılarak düzenlenmişti. Karaciğerin küçülmeyip, yine Mart ayındaki muayenede belirlenen büyüklüğü koruması ve üzerinin pürtüksüz oluşu, Prof. Dr. Neşet Ömer (İrdelp) ile Dr. Nihat Reşat Belger'i de alkole bağlı atrofik siroz tanısından bir ölçüde uzaklaştırıp Prof. Dr. Fiessinger'in ileri sürdüğü hipertrofik siroz tanısını kabule yönelttiği anlaşılıyor. Tıp dilinde 'Laennec tipi skleröz hepatit' alkole bağlı siroz demektir; 'Hanot ve Gilbert tipi skleröz hipertrofik hepatit' ise safra yollarındaki kronik tıkanma sonucu gelişen siroz (biliyer siroz) anlamını taşır.
    Prof. Dr. Fiessinger, söz konusu rapora özel olarak kaydettiği notta 'Teşhis, Mart ayında formüle edilen teşhistir: Hanot ve Gilbert tipi skleröz hipertrofik hepatit' ifadesine yer verdiğine göre, Mart ayındaki ilk teşhisinde de Atatürk'teki siroz şeklinin alkole bağlı olmadığını düşündüğünü göstermektedir.
    Prof. Dr. Fiessinger'in gerek Mart ayındaki muayenesinde, gerekse 08 Eylül 1938 tarihli raporda yer alan bu tanısına rağmen, sürekli ve danışman hekimler tarafından 10 Kasım 1938 tarihinde düzenlenen 'Atatürk'ün Ölüm Raporu'nda, mevcut sirozun alkole bağlı bulunduğunu ve Prof. Dr. Fiessinger'in de bu görüşte olduğunu(!) belirtmek üzere '... Mart başlarında Paris'ten çağrılan Prof. Dr. Fiessinger ile Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp arasında Ankara'da bir tıbbi danışma daha yapılarak büyük bir karaciğer ve büyükçe bir dalak bir kere daha müşahade edilmiş ve aynı teşhis konularak, hastalığın bir 'hepatite sclerocongestive ethylique' olduğu cümlesine yer verilmiştir."
    Prof. Dr. Kocatürk bu yorumunda, Türk hekimlerince düzenlenen 10 Kasım 1938 tarihli "Ölüm Raporu"nda, sirozun alkole bağlı olduğu tanısına Prof. Dr. Fiessinger'in de ortak edilmesini nazik şekilde haklı olarak eleştiriyor. Ortaya koyduğu rapor ve yaptığı yorum ile sirozun alkole dayalı olmadığını açıklığa kavuşturuyor.
    Kendileri ile yaptığım görüşmede edindiğim bir bilgi ile konuyu sonuçlandıralım. "Alkole bağlı sirozda karaciğer küçülür, diğer nedenlere bağlı sirozda karaciğer büyür ve büyüklüğünü korur." Atatürk'ün ilk muayene raporlarında ciğerin büyüdüğü, son raporlarda, 08 Eylül tarihli raporda olduğu gibi, ciğerin büyüklüğünü sürdürdüğü, küçülmediği belirtilmektedir.
    Dolayısıyla Atatürk'ün sirozu, alkole bağlı bir siroz değildir. Çünkü karaciğeri büyümüştür. Ölümü sirozdandır ama sirozu alkolden değildir. Ölümü alkolden olmamıştır.
    Bu bölüme kadar Atatürk'ün ölümü üzerine konuştuk, neden öldü, neydi hastalığı, detaylarıyla verdik. Peki Atatürk ya öldürülmek istendiyse... Kesinleşen tek şey Atatürkün alkolden ölmediğidir!
    Sır perdesini şimdi aralıyoruz...
    Bölüm 3
    Atatürk'ün Ölümündeki Sır Perdesi
    Atatürk acaba Masonlarca mı öldürüldü?
    Atatürk bilindiği gibi İttihat ve Terakki partisinde bulunuyordu. Bu dönemler içerisinde dönmeler ve masonlarla sık sık karşılaşmıştır. Atatürk'e Anadolu'da ki bazı kimseler ciddi bir tavırla ''mason'' ünavını koyuyorlardı. Atatürk masonlukla ilgili hiç konuşmazdı. Atatürk 1935'lerde telgraf üstüne telgraflar alıyordu. Masonlar Atatürk'e hoşgörülerini sunuyorlardı. Atatürk daha sonra bu masonların taksimat ve ahvaline ilişkin bilgileri halk partisine vererek kapanmasına dalalet etmesini istiyordu. Atatürk 2 şeyi sevmezdi bu konuda... Biri masonlar, diğeri dönmelerdi... Çünkü masonluk Yahudi tarikatından başka şey değildi. Memleketimizde de olmamalı , ne gerek var? sözleri ülkede yankı buluyordu! Ve Atatürk'te sevmiyor ve saymıyordu! Daha sonraki günlerde meclise gelen Recep Peker ''Arkadaşlar masonluk kalmamıştır, localar kapatılmıştır'' diyerek sözü noktalıyor ve salon alkışa boğuluyordu. Artık Atatürk'ün, milletin ve Atatürk'ün yakın arkadaşlarının istekleri de yerine başarıyla gelmiş oluyordu. Anadolu ajansı 10 Ekim 1935'te gazetelerin merkezlerine '' Masonların mallarının, mülklerini her şeylerinin sosyal kurumlara gönderildiğini de beyan etti'' Ama gelin görün ki İnönü'nün emriyle 1948 yılında masonlar tekrar devreye giriyorlar...
    Bu olay yurtdışında da yankı buldu. İstiklal Savaşı gazetesinde yayınlandı. Ardından yunan gazetelerine de sıçradı. Bu olayı öğrenen yurtdışında ki masonlar Atatürkü ortadan kaldırmak amacıyla girişimlere başladılar. 33 dereceli farmason Bulgar yahudi kıdemli komünist mübeşşiri varnalı Avram Benaroyas yazısında '' Mefkuremizi (Masonluğuma anlamında) imha edici darbe vuranların akıbeti , feci şartlar altında ölümdür... ... Nihayet bir gün Kremlin kati kararını verdi. Onun ölümü esrarengiz olacak ve kendine göre esrar arz edecekti. '' İşte Atatürk'e saldırı başlamış oldu.
    Doktorlar Atatürk'ün ani ölümünü asla kabul etmezler çünkü ülkede büyük bir tehlike yaratır ve suikast sonucu gittiği anlaşılır diyerekten İsmini açıklamak istemediği doktor Atatürk'e ilk vurucu darbeyi sinir organlarına yaptı. Ve maalesef başarılı olundu. Atatürk'ün sinir organları felce uğradı. Ve Atatürk'te zaman zaman burun kanamaları, baş dönmeleri, istifralar, karşısındakini tanımama gibi sorunlar baş gösterdi.
    Evet, Atatürk Masonları sevmezdi. Ve zararlı oldukları için kapattırdı. Ardından masonlar Atatürk'ü yok etmek için girişimlere başladılar. Bu masonlar içinde Türk 2. Mason lideri Mustafa Hakkı Nalçaçı da vardı.
    Şimdi elimizdekilere bir bakalım... Masonlar öldürdü meselesi : Masonların öldürdüğü kesin değildir. Çünkü masonlar öldürseydi, Atatürk hiçbir hastalıktan ölmemiş olacaktı. Bilindiği gibi Atatürke 4-5 adet hastalık teşhisi koyuldu. Ve bu belirtiler Atatürk'te oluştu. Yani Eğer masonlar öldürseydi. Atatürk bu hastalıkları sağ geçirmiş olacaktı. Oysaki Atatürk onlarca hastalık atlattı. Ama yenildi...Atatürk masonlarca öldürüldü iddaası net olmamakla birlikte, doktorlarcada açık ve delilli bir şekilde söylenmektedir.
    Bölüm 4
    Atatürk'ün İşte Asıl Ölüm Nedeni?
    Elimizdeki her şeyi bir kenara koyuyoruz ve işte asıl nedenini topladığım farklı metinlerle size ispat ediyorum...
    Atatürk'ün ölüm nedeni Alkole bağlı Siroz değildir. Siroz'dan ölseydi Karaciğeri şişmiş olmazdı. Farklı çeşit bir sirozdan ölseydi de böyle farklı teşhisler koyulmazdı. Sıtmadan öldü diyebiliriz.
    "Atatürk'ümüz milletini kurtarmak ve çağdaş uygarlığa götürmek için cepheden cepheye koşarken iki defa yakalandığı sıtma hastalığından ve tedavisi için kullanılan ilaçların bir komplikasyonu olan Banti Sendromu’ndan ölmüştür. Yoksa bazı doktorlar tarafından uydurulan alkolik sirozdan ölmemiştir."
    "Alkol içmeye bağlı siroz olması riski en az 10 - 15 yıl günde rakı biriminde 3 bardak ve her gün içilmesi koşuluyla olabilir. Oysa Atatürk bu sıklıkla ve sürede içmiyordu. Ülkemizde çok daha fazla alkol tüketilmekle birlikte alkole bağlı siroz hemen hemen sıfıra yakındır."
    Atatürk’e konulan alkole bağlı karaciğer sirozu teşhisinin, o dönem elde bakteriyolojik veriler olmadan konulduğunu, sirozda sıtmanın da etkili olduğunu söyledi. (Milliyet)
    Bir deniz tabip albayın bu konuda yaptığı doktora tezi vardır. Orada Atatürk’e yanlış tedavi uygulandığı anlatılmaktadır. Atatürk sanıldığı gibi siroz hastası değildi. Atatürk’e sıtma tedavisi yapılmış, aşırı “kinin” yüklenmiş ve karaciğeri bu yüzden iflas etmiş, siroza dönüşmüştü. Tedaviyi yapan doktor mason locası üstadı azamlarından doktor Mim Kemal’dir.
    Durumu iyice fenalaştıktan sonra Celâl Bayar’ın ısrarı ile dışarıdan bir doktor getirilir. Yanlış tedavi yapıldığını, karaciğerinin bu yüzden iflas ettiğini rapor eden bu yabancı doktordur.
    İstirahat için 2 ay kadar kaldığı Savarona’da nemli sıcaktan durumu daha da kötüleşmiş, son günlerinde Dolmabahçe Sarayı’na götürülmüştü.
    Peki, nasıl oldu da sirozdan öldüğü açıklandı ve bütün yazılı kaynaklara da böyle girdi?
    Büyük Millet Meclisinde ölüm raporu gündeme getirildi. Mason locaları 1935’de kapatılmasına rağmen Mecliste hala mason milletvekilleri vardı. “Efendim, gençlerimize terbiye olur, onun alkol ve sigaradan öldüğünü duyuralım…” denir ve kabul edilir. Arkasından Yeşilay icad edilir, tarih kitaplarına da böyle girer…
    Bölüm 5
    Sansasyon yaratan uydurmalar...
    *
    Ölümü çok içki içmesindenmiş (!)
    *
    Ölürken iman etme teşebbüsü de pek işe yaramamış, ebediyen cehennemlik olmuş (!)
    *
    Ölüm saati olan 09.05 tamamen uydurmaymış (!)
    *
    Öldükten sonra, Hristiyanlık dini gereği elbiseler giydirilerek tabuta konmuş (!)
    *
    Ölürken cenaze namazı kılınmasını istememiş (!) ve cenaze namazı kılınmamış (!)
    *
    Katafalkın önünden geçen bazı vatandaşların belgesellerde, fotoğraflarda görülen ağlamaları, üzüntüden değil, zorla getirilmeleri sırasında Jandarmanın vurduğu dipçik acısındanmış (!)
    *
    Gömülürken toprak bile kabul etmemiş (!)

    Gerçekler
    - Atatürk'ün Ölümü Alkolden Değildir!
    - Saat 09.05'te Vefat Etmiştir!
    - Cenaze Namazı Kılınmıştır!
    - Kefen İle Tabuta Konmuştur!
    Bu etkileşimimin kaynağı Ogün Deli'nin yazmış olduğu Agoni isimli kitaptan alınmıştır.


    Yorum: Günümüzde hala masonluk tüm hızıyla devam etmektedir. PKK ve Asala'nın tamamen bu mason liderlerin ürünü olduğu hep kitap konusu olmuştur. Unutmayın ki Emperyalistler aptal değil. Ülkemizi devirmek için ellerinden gelen herşeyi yapıyorlar. Anti-emperyalist ve vatansever kılığına girenler de cabası. Bazı örgütlerin varlığını inkar etmek ülkemize yarar getirmiyor. Acıyacak diye aşı olmaktan korkan daima hastalık kapmaya , kriz yaşamaya mahkumdur. Sözlerime son verirken size Atatürk'ün Gençliğe Hitabesini tekrar okumanızı tavsiye ediyorum.

    GENÇLİĞE HİTABE

    Ey Türk gençliği ! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
    Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
    Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

    Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK
    20 Ekim 1927







  • Yapay Zekanın Yanıtı

    Atatürk'ün Ölüm Nedeni

    Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938'de İstanbul'daki Dolmabahçe Sarayı'nda saat 09:05'te hayata gözlerini yummuştur.

    Ölümünün nedeni, karaciğer sirozu olarak tespit edilmiştir. Atatürk, uzun yıllar boyunca siroz hastalığıyla mücadele etmiştir. Alkol tüketimi ve hepatit B virüsü enfeksiyonu, hastalığın ilerlemesinde etkili olduğu düşünülmektedir.

    Hastalığının son dönemlerinde, Atatürk'ün karaciğer fonksiyonları bozulmuş ve siroz komplikasyonları gelişmiştir. Bu komplikasyonlar arasında karın boşluğunda sıvı toplanması (asit), beyin hasarı (hepatik ensefalopati) ve kanama bulunmaktaydı.

    Atatürk'ün hastalığı döneminde, dönemin en iyi Türk hekimleri tarafından tedavi edilmiştir. Ancak, o dönemde siroz hastalığı için etkili bir tedavi bulunmadığından, hastalığın ilerlemesini durdurmak mümkün olmamıştır.

    Ölümünden önceki günlerde, Atatürk "Beni Türk hekimlerine emanet ediniz" sözünü söylemiştir. Bu söz, Türk hekimlerine olan güvenini ve onlara karşı duyduğu minnettarlığı ifade etmektedir.

    "Beni Türk Hekimlerine Emanet Ediniz" Sözünün Söylendiği Zaman

    Atatürk'ün "Beni Türk hekimlerine emanet ediniz" sözünü söylediği zaman, 9 Kasım 1938 akşamıdır. Hastalığının son evrelerinde, Türk hekimlerinin kendisine uyguladığı tedavilere rağmen durumu kötüleşmiştir ve bu sözleri yakınlarına söylemiştir.

    Yapay Zekanın Yanıtını Genişlet
  • e ağzı olan konuşuyor bu teorilerin arkası gelmez ki..
  • Bırakın bu komplo teorilerini.

    İnsanların milli duygularını kullanarak çıkar sağlamaktan da vazgeçin.


    Böyle saçma sapan şeylerle Atamızın kemiklerini sızlatıyorsunuz bırakın yerinde rahat yatsın
  • doğrudur masonlardan herşey beklenir


    xHannibalx arkadaşımız size soruyorum konuyu açan arkadaşın ne gibi bir çıkarı olabilir?
  • quote:

    Orijinalden alıntı: ScarLiberal

    doğrudur masonlardan herşey beklenir


    xHannibalx arkadaşımız size soruyorum konuyu açan arkadaşın ne gibi bir çıkarı olabilir?
    Ölenle ölünmez. Hayat devam ediyor.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: vatisyorneym

    Ölenle ölünmez. Hayat devam ediyor.

    Alıntıları Göster
    Bunu inkar etmek şu ana kadar ne fayda sağladı bize?

    Etkilendim ve vatanını gerçekten sevenlere hitaben bu konuyu açtım.


    quote:

    Orjinalden alıntı: vatisyorneym

    Ölenle ölünmez. Hayat devam ediyor.


    Öldürenler yaşamaya devam ediyor ama



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi M.A.N.G.A.K.A -- 13 Nisan 2008; 14:58:41 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: vatisyorneym

    Ölenle ölünmez. Hayat devam ediyor.

    Alıntıları Göster
    Bari Atatürk'ü şu saçma teorilerinize karıştırmayın ya.
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • quote:

    Orijinalden alıntı: DarkMourning

    Bari Atatürk'ü şu saçma teorilerinize karıştırmayın ya.

    Alıntıları Göster
    quote:

    Orjinalden alıntı: DarkMourning
    Bari Atatürk'ü şu saçma teorilerinize karıştırmayın ya.

    tabi canım kedidir kedi.

    UYU TÜRKİYEM UYU
    UYANDIĞINDA GÖZÜNÜ AMERİKA'DA AÇMIŞ OLACAKSIN.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: M.A.N.G.A.K.A

    Bunu inkar etmek şu ana kadar ne fayda sağladı bize?

    Etkilendim ve vatanını gerçekten sevenlere hitaben bu konuyu açtım.


    quote:

    Orjinalden alıntı: vatisyorneym

    Ölenle ölünmez. Hayat devam ediyor.


    Öldürenler yaşamaya devam ediyor ama

    Alıntıları Göster
    quote:

    Orjinalden alıntı: 007ybse04

    Bunu inkar etmek şu ana kadar ne fayda sağladı bize?

    Etkilendim ve vatanını gerçekten sevenlere hitaben bu konuyu açtım.


    quote:

    Orjinalden alıntı: vatisyorneym

    Ölenle ölünmez. Hayat devam ediyor.


    Öldürenler yaşamaya devam ediyor ama


    Yazını kopyalayıp kaydettim arkadaşım..Gelince okuycam büyük bir zevkle..Çok teşekkürler bizimle paylaştığın için




  • quote:

    Orijinalden alıntı: vatisyorneym

    Ölenle ölünmez. Hayat devam ediyor.

    Alıntıları Göster
    atatürk sirozdan öldü deniyor yalnız siroz hastası olacak kadar icmiyor diye biliyorum var bunda bir iş



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi smyrna17 -- 13 Nisan 2008; 15:08:59 >
  • Agızzı olan konusuyor bızde konuşmayalım...!

    ey Türk gençliği !
    Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
    Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
    Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

    Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK
    20 Ekim 1927




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Mnr980 -- 13 Nisan 2008; 15:09:09 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Mnr980

    Agızzı olan konusuyor bızde konuşmayalım...!

    ey Türk gençliği !
    Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
    Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
    Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

    Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK
    20 Ekim 1927

    İsmail Cem kötülenmiş ya daha ne olsun yazık...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: GobliN

    İsmail Cem kötülenmiş ya daha ne olsun yazık...

    Alıntıları Göster
    SARI ZEYBEK

    Onu özlüyorum, aslında onu hiç görmedim, yüz yüze gelmedim; ama onu tanıyorum. Sesini cızırtılı bantlardan dinledim. Hep siyah beyaz filmlerde gördüm yüzünü. çelik bakışlarını, şiirlerde okudum. Onu yaşıyorum, özlü sözlerini okudum köşe başlarında. Adını, her sabah okul sıralarında andım. Şimdi 55 yıl sonra onunla son yolculuğa çıkıyorum bir kez daha. Onun geçtiği yollardan geçiyorum. Yollarda bıraktığı anıların izini sürüyorum. Çektiği acıları ruhumda taşıyorum, Onu arıyorum.

    1 Ocak 1938
    “kırmızı karınca masalı”

    Hastaydı;
    Bir imparatorluğu çökerten adamı şimdi; içindeki amansız bir illet çökertiyordu. Amansız ve adını henüz bilmediği bir illet. Doktorlar, kaplıca tavsiye etmişlerdi. Son 300 gününe girerken Pırıl pırıl güneşin ışıklarıyla yıkanan bir yoldan geçerek, Termal’e kür tedavisine gidiyordu. Şifayı sularda arayacaktı.1937 in ilk aylarında başlamıştı belirtiler. Çehresi birkaç yıl öncesine kıyasla müthiş değişmiş, benzi solmuş, hatları keskinleşmişti. Sağ elini ceketinin ilik yerinden çıkarmaz olmuştu. Sanki bir yarayı saklar gibiydi. İştahsız ve halsizdi. Sık sık burnu kanıyor, bacakları ve kolları kaşınıyordu. Hastalık, geliyorum diyordu. Kimse duymadı. Burnu kanayınca tampon koydular. İştahsızlığa lezzetli mezeler, kaşıntılara merhem. Oysa O, içten içe eriyordu.

    SALİH RIFKI ATAY (Yazar)
    “Sinir dengesinin gitgide bozulduğunu görüyorduk. Pek alıngan olmuştu. Devamlı bir boşalma ihtiyacı içinde kıvranan sinirlerini güç tuttuğunu hissederdik. Bütün bunların sebebinin karaciğerini için için kemiren onulmaz bir illetin olduğunu bilmiyorduk. Daima yanında bulunan hekimlerin neden bu araza ve umumi çöküntüye dikkat etmediklerini ve hepsini pek basit birer sebebe bağlayarak geçiştirdiklerini doğrusu hala anlayamıyorum.

    Merhemlerde kaşıntıları geçirmeyince o talihiz kara mizah başladı. Gülünmeyip, ağlanacak o kara mizah.

    DR. İHSAN A. ÖZKAYA (Atatürk’ün Doktoru)
    Günün birinde tuhaf bir rastlantı oldu. Atatürk etrafında ziyaretçilerle Köşk’ün bahçesinde otururken kolunu kaşımaya başladı. Sonra da kolunu sıvazlayıp derisindeki fiske fiske kabartıları gösterdi. Ziyaretçiler arasındaki bir doktora dönerek,
    - Bu nedir doktor? Son zamanlarda sık sık oram buram kabarıyor dedi.
    Doktor eğilerek baktıktan sonra;
    - Karınca efendimiz ...
    Bunlar karınca ısırmasıdır. diye cevap verdi...

    Birden bütün Devlet seferber olup karınca avına girişti. Gerçektende Çankaya Köşk”ünde küçük kırmızı karıncalar bulundu.
    Atatürk, Yalova’ya kür tedavisine gidince köşk kapatıldı ve Yavuz zırhlısından bir ekip 48 saat köşkü gaza boğdu. Sonuç tam bir zaferdi. Köşkte tek bir karınca kalmadığı hemen Atatürk’e müjdelendi. Oysa aynı sıralarda Atatürk, Yalova da acı gerçekle yüz yüze gelmek üzereydi.


    22 OCAK 1938
    “şimdi ne yapacağız?”

    Termaldeki Atatürk Köşkü bir şifa umuduydu. Atatürk geceyi bu sade döşenmiş, zarif odada geçirdi. Ertesi sabahta, odasının hemen yanı başındaki özel banyosunda küre başladı. Bu arada kaplıcanın kurucu müdürü Dr. Nihad Reşad Belger’i çağırttı. Derdini bir kez de ona anlattı. İşte korkulan teşhisin vakti gelmişti.
    Ankara da aylardır onu karınca masalıyla oyalayanlara inat, Dr. Belger, hemen karaciğerken kuşkulandı ve büyümeyi fark etti.. Karaciğer kaburga altını üç parmak kadar aşmış ve sertleşmişti. Atatürk’e hastalığının karıncayla filan değil, içkiyle ilgili olduğunu söyledi.

    PROF. DR. NİHAD REŞAD BELGER (Atatürk’ün Doktoru)
    “Sözlerim o ana kadar kendisine karaciğer rahatsızlığından bir defa bile bahsedilmemiş olan Atatürk üzerinde, hissettim ki bir sürpriz tesiri yaptı. Fakat O, hiçbir hayret belirtmeksizin bu sözlerimi tam bir sükunetle dinledi ve sordu:
    - Şimdi ne yapacağız?

    Yapılacak şey düzenli hayat ve sıkı perhizdi. Teşhiste en az 1 yıl gecikilmiş bu arada çevresindeki bunca doktordan biri olsun sirozdan kuşkulanmadığından hastalık oldukça ilerlemişti. Üstelik bu süre içinde Atatürk, hem yoğun temposunu sürdürmüş hem yine sigarasını elinden düşürmemiş hem de gecede yarım ile bir litre arası rakı içmeye devam etmişti. Şimdiye kadar hiçbir zararını da görmemişti. Şimdi bu aslan sütünün ona düşman olacağına inanmak bile istemiyordu. Hem dünyaya meydan okumuş Başkumandanı, basit bir karaciğer hastalığı mı teslim alacaktı? Şimdi cümle aleme yalnız ordulara değil, kaderine de hükmedebileceğini gösterme zamanıydı.

    2 ŞUBAT 1938
    “sarı zeybek”

    Siroz teşhisini duyduktan bir hafta sonra Bursa’ya, Merinos fabrikasını açmaya gitti. El yazısı ile son resmi notunu oradaki fabrika defterine yazdı.Gece belediye salonunda onuruna balo vardı. Dinç görünüyordu. Yüzüne kan gelmiş gibiydi. Açılış vals ini her zaman ki gibi kendisi yaptı. O gün orada olanlar, vals boyunca topuklarının bir kez bile yere değmediğini anlatıyordu.

    NİZAMETTİN NAZİF TEPEDELENLİOĞLU (Gazeteci)
    “ Sağ elinin şahadet parmağı ile ancak sol elinin parmaklarına değdiği damının vücudu ile kolalı gömleği ve beyaz yeleği arasında iki parmaklık bir arayı en seri notalarda dahi muhafaza ediyordu. Burnu kadının saçlarından uzaktı. Gözleri dansın tempolarına göre istikamet ne kadar değişirse değişsin hep ileri bakıyordu.”

    Ve nihayet vals bitti. Alkıştan salondaki avizenin billur çubukları sallandı. Atatürk vals yaptığı hanımefendiyi, zarif bir reveransla yerine oturttu. Yaverler bir anda her şey bitti nihayet liderimizi gidip dinlendirebileceğiz diye seviniverdiler. Ama yanılıyorlardı. Atatürk vals çalmaya devam eden orkestrayı aniden durdurdu ve zeybek, diye bağırdı. Orkestra şaşkın aniden bir zeybek’ in namelerini mırıldanmaya başlamıştı ki hayır hayır o değil dedi; sarı zeybek!

    Birden salondaki fraklı ve tuvaletli davetliler topluluğu pistin etrafını çevirdi ve bu muhteşem gösteriyi izlemeye hazırlandı. Az sonra zeybek havasıyla birlikte Gazinin ölüme meydan okuyuş dansı başladı.

    NİZAMETTİN NAZİF TEPEDELENLİOĞLU (Gazeteci)
    “Anında Ödemiş ve Aydın efelerini de hayran edecek bir zeybeğin kahraman figürlerini icraya başladı.bu hakikaten bir kahramanlık ayini idi. ‘Rejime riayet ederse en çok 9 ay yaşayabilir’ teşhisi konulan ve bunu bilen bir adam dizlerini yere vura vura zeybek oynuyordu. Bu ölüme meydan okumak demekti.”

    Balo sabaha karşı bitti. O, ayrılırken Valinin eşini reveransla selamladı, sonra dimdik adımlarla merdivenlere yöneldi. Kapıda arabası bekliyordu, ama binmedi. Günün ilk ışıklarıyla selamlaşan kente daldı. Az önce piste diz vurarak ter döken adam, şimdi Şubat ayazının titrettiği yolda tek başına yürüyordu. Devlet erkân’ ı telaşla peşine düştü. Nihayet yol kavşağında sarı zeybek sendeledi ve geri dönüp bağırdı.

    “Fakat bizim bir arabamız olacaktı? Yayan mı gideceğiz yoksa?”

    Yaverler koşuştular, araba yetişti. Biner binmez şoföre seslendi; “çabuk ol çocuğum, üşür gibi oluyorum.”
    Yaver arabanın camlarını kapatırken ağzından şu sözler duyuldu.”Ne güzel geceydi.”
    Bu son balosu oldu.

    27 ŞUBAT 1938
    “çocuk...ben hastayım”

    O gün köşkte Balkan Antantı üyeleri şerefine yemek vardı. Yunan ve Yugoslav Başbakanları yemek sofrasındalardı. Ama Atatürk hiç adeti olmadığı halde gelmemiş, gecikmişti. Çünkü burnu kanıyor ve durmak bilmiyordu. Baş vekil Celal Bayar işte o günlerde yabancı hekim çağrılmasını istedi. Ama Atatürk direndi.
    “Ortada Hatay meselesi var, hastalığım duyulursa fena olur.” dedi.
    “Beni Türk Hekimlerine Emanet Ediniz.” sözü o günlerde söylenmiştir.
    Türk Hekimleri Atatürk’e ilk konsültasyonu o hafta yaptılar. Çıkardıkları sonucu yazıp imzaladılar. Teşhis aynıydı. Alkolden kaynaklanan Karaciğer İltihabı. Kısaca siroz...

    PROF. DR. AKİF MUHTAR ÖZDEN (Atatürk’ün Doktoru)
    “ Atatürk alkolün tesirini kabul etmek istemiyordu.
    ‘- Ben çok eskiden beri alkol kullanıyorum, bir şer olmadı. Şimdiki hastalığıma başka bir sebep aramanız lazım dediler.’
    ‘- Atatürk’ dedim. Birkaç defa sizin sofranızda bulundum. Çok içiyorsunuz. Mutlaka bırakmanız lazımdır.’
    Yüzüme dikkatle baktı,
    “- Peki’ dedi.”




    ASIM ARAR (Sağlık Bakanlığı Müsteşarı)
    “ Atatürk arkamızdan şunları söylemiş:
    - Bunların hiç biri bir şeyden anlamıyor. Rakı içmek için söylemiyorum. İcap ederse yine içmeyeceğim. Fakat, bunlara hastalığımın rakıyla hiçbir alakası olmadığını da ispat edeceğim.”
    Ata gerçektende o günden sonra ölünceye kadar yani 9 ay süreyle ağzına içki koymadı. Ama bu teşhisin gecesi yeni sinemaya ses sanatçısı Melek Tokgöz’ ün konserine gitti. Adeta, tıbba direniyordu.

    SALİH RIFKI ATAY (Yazar)
    “Çankaya’da gurup vardı. Güneş ufkun üzerinde artık kızarıyordu. Atatürk bizim elimizden, 20. asrın en büyük milli kahramanı milletinin elinden, bir büyük deha insanlığın elinden gidiyordu. Askerlikte ve politikadaki hiç şaşmaz sağduyusundan başka, bütün maddi manevi varlığında bir göçüş hali seziyorduk. Atatürk, sonsuz ölüm ülkesinin eşiğinde idi. O’nun bir dönülmez yolda bizden uzaklaştığını yana yakıla anlıyorduk.”

    Artık hastalık kesindi. Bayar yabancı hekim meselesini yeniden açınca Atatürk; direnmedi.
    “çocuk...dedi, ne yapacaksan çabuk yap, ben hastayım.”
    ve Paris Tıp Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Fissenger böylece Ankara ya getirildi.

    LORD KINROSS (Yazar)
    “Fissenger Atatürk’e ‘Sizi iyi ederim dedi. ‘ama önce siz kendinizi iyi edeceksiniz. Siz büyük savaşlar kazanan büyük bir komutan olabilirsiniz. Ama şimdi izin komutanınız benim.” Bu benzetme Atatürk ün hoşuna gitmişti. Ne istenirse yapmaya söz verdi. O zaman kadar doktorların sözünü dinlememiş, kan tahlili yaptırmak istememiş, her gün içtiği sigara sayısı konusunda onları aldatmıştı. 50 sigara içiyorum dese 10’a indireceklerdi, onun için 200 diyordu. Ama şimdi durumun ağırlığını anladıktan sonra uzlaşmaya razı olmuştu. Üç ay yataktan çıkmayacak, perhize uyacak, içki içmeyecekti.
    ‘- Yalnız üç ay içinse dayanırım’ dedi.

    SALİH RIFKI ATAY (Yazar)
    “Bir akşam başyaver beni telefonla arayarak karımla beraber Atatürk’e akşam yemeğine davetli olduğumuzu bildirdi. Gittik. Birkaç kişi idik. Atatürk, solgun ve sararmış masaya oturdu:
    ‘- Ben hiçbir şey içmeyeceğim. Fakat siz bir şeyler içiniz. Bir müddet böyle yapalım’ dedi.
    Akşam sessiz ve neşesiz, O ve herkes kendi içine bükülmüş ve büyük bir sırrın karanlığına gömülmüş olarak geçti. Fırtınadan sonraki deniz gibi bitkin bir durgunluğu vardı. Dudakları güç oynuyordu. Şevk, O’ nun bahçesinde son yapraklarını dökmüştü. O kadar güzel, ince dudaklarının o kadar tatlı ve ısıtıcı gülüşü, bir ıtır gibi uçmuştu. O akşam Çankaya da dostları ile son sofrası idi...”

    19 MAYIS 1938
    “Ankara’ ya veda”

    19 Mayıs O’nun doğum günüydü. Yine her zaman ki şıklığı içinde stadyuma geldiğinde bütün gözler üzerindeydi. Bu, Ankara ’lıların onu son görüşüydü. Aslında günde 23 saat yatakta sırt üstü yatması gerekiyordu. Buna birkaç hafta uymuştu da. Bu süre içinde biraz toparlanmış, karnı da şişmişti. Kilo aldığını sanıyor, kalkıp gezerek eritmek istiyordu. Oysa karnındaki şişlik, fazla kilolardan değildi. Hastalık içinde büyümeye, su toplamaya başlamıştı. Gezmesi değil tam tersine daha çok istirahat etmesi gerekiyordu. Dinlemedi. Sıkılmıştı. Üstelik, Hatay sorunu çözüm bekliyordu. 19 Mayıs’ın ertesi günü en yapmaması gereken şeyi yaptı. Güneye gitmeye karar verdi. Trene binip önce Mersin’e oradan Adana’ya geçti. Kıtaları denetledi. Kırk dakika ayakta dikilerek, resmi geçit törenini izledi. Dünyaya daha ölmedim, ayaktayım mesajı vermeye çalışıyordu. Ama aslında ayakta durmaya bile zorlanıyordu.

    KILIÇ ALİ (Atatürk’ün Silah Arkadaşı)
    “Resmi geçidin sonlarına doğru halsizliğin, mecalsizliğin kendine ızdırap verdiği, zorla büyük bir kuvvet sarfederek ayakta durduğu görülüyordu. Bir ara Salih’le dayanamadık, hiddetleneceğini de göze alarak yanına sokulduk. Usulcacık, kimse hissetmeden bize dayanmasını istedik. Bunu yapmadı, yalnız resmi geçidin süratle bitmesi için bizzat durduğu yerden ‘Marş...marş...’ kumandasını verdi. Ayakta duracak hali kalmamıştı. Yorulduğunu ve ızdırap çektiğini görüyorduk. İçimiz kan ağlıyordu.”

    Atatürk’e son darbeyi vuran törenden birkaç gün sonra Ankara’dan Bayer aradı. Fransız ve İngiliz elçilerinin Hatay için tüm koşulları kabul ettiklerini müjdeledi. Sonuç alınmıştı. Ama bu güç gösterisi, Atatürk’ün canına mal olacaktır. Ankara’ya döndüğü zaman bitkindi. Gelişinin ertesi günü İstanbul’a gitmek istedi. Devlet erkân’ı garda toplanmıştı. Son tren yolculuğuna çıkarken Ankara’ya ve Cumhuriyet’i birlikte kurduğu dostlarına da veda ediyordu.

    SALİH RIFKI ATAY (Yazar)
    “Garın salonuna kadar güçlükle geldi. Ayakta duramayarak oturdu. Yanımda bulunan Saraçoğlu,
    ‘- Salih, Atatürk’ün derisinin rengine bak. Bu bir ölü rengi’ dedi. Bu bir ayrılık çeşmesi vedai idi. Atatürk’ü bir daha geri gelinmeyen sefere yolcu ediyorduk.”

    29 Mayıs 1938
    “alarm zilleri”

    Dolmabahçe Sarayı O’ nun son durağıydı. Oradaki ilk muayenesinde karnında su yani asit toplanmaya başladığı görüldü. İşte geliyorum diyen felaketin alarm zilleri çalmaya başlamıştı. İhtiyaten saraydaki nöbetçiler kanlı canlı gerektiğinde kan verebilecek erlerden seçilmeye başlandı. O gece başyaveri Salih Bozok günlüğüne şu satırları yazdı.

    SALİH BOZOK (Başyaver)
    “Vakit gece yarısını iki saat geçiyor. Atatürk çok hasta. Kat’i teşhisin uyandırdığı endişe beni tarif edilmez derecede rahatsız ediyor. Adeta kendimden geçmiş bir haldeyim. Saatin bu kadar ilerlemiş olduğunu düşünemeyerek telefona sarılıyorum. Ankara’yı bulup veriyorlar. Karşıma çıkan bizzat Başvekil Celal Bayar .. kendisine aynen şunları söylüyorum:
    ‘- Hastamızın vaziyeti iyi değildir. Korktuğumuz ihtilatlardan birinin vukua gelmiş olmasına ihtimal veriyorum. Çünkü kilosu nazari dikkatimi celbedecek kadar arttı. Karnında ve ayaklarında şişler var. Ne yapmak lazım geldiğini artık siz taktir edersiniz.
    Başvekil vermiş olduğum haberden müteessir olmuştu. Titrek bir sesle,
    ‘- Anladım Salih’ dedi.
    ‘Meşgul olacağım...’ ”





    1 Haziran 1938
    “bir çocuğun oyuncağı”

    1 Haziran 1938 herhalde Ata’ nın yaşamındaki en mutlu günlerden biriydi. Aylardır beklediği Savarona, bu sabah Dolmabahçe önüne demirlemişti. Eski çürük yatlarda birkaç kez kaza tehlikesi atlatınca, hükümet O’na işte bu görkemli yatı almıştı. Hemen öğleyin saat 15:30 da yat’a koştu. Karaciğerindeki hastalık, ikinci ve şifasız devresine girerken, Atatürk ancak 55 gün kullanabileceği oyuncağına kavuşuyordu. Ata’nın son yazı başlıyordu.
    Gemi salonları, kamaraları, jimnastik salonu, kütüphanesi, müzik salonu derken adeta bir yüzer saraydı. İlk günler bir kuğu güzelliğindeki bu yat, Atatürk’e hayat verdi. Ata’nın daha geçen yıla kadar Ertuğrul yatında nasıl dostlarıyla yemek yiyip keyifle sigara içtiğini, hatta keyifle halka oyunu oynadığını hatırlayanlar umutlandılar. Belki bu gemi, O’nu yeniden eski Atatürk yapar umuduyla, yürekler sevindi. Ama maalesef, Atatürk tüm dinlenme uyarılarına rağmen sürdürdüğü yoğun Dil ve Tarih çalışmalarıyla yorgun düştü. Şezlongunda uyuyup kalır oldu. Karnında sinsice büyüyen şişlik, O’na dünyayı dar ediyordu.


    PROF. DR. NİHAD REŞAD BELGER (Atatürk’ün Doktoru)
    “Yat’ ta, Atatürk’ün yatak odasına girdiğim zaman O ayakta ve endam aynasının karşısındaydı. Vücudunu dikkatle muayene ediyordu.
    ‘- Doktor’ dedi, ‘bana hep şişmanlıyorsun diyorlar. Ama ben hissediyorum ki bu şişmanlama normal değildir. İşin içinde başka bir iş var. Bu, bir hastalıktır. Doktor, gördünüz, siz odadan girdiğiniz zaman ben aynanın önünde pantolonumu iliklemeye çalışıyordum ve buna muvaffak olamıyordum.’ Bu kısa ve kesin konuşmasında, bu ‘Doktor...doktor...’ tekrarında, büyük hastanın sekvası, bir devin kükreyiş yankısı gibi insanın içine işliyordu.”

    ŞÜKRÜ KAYA (İçişleri Bakanı)
    “Muayeneden sonra Atatürk beni çağırttı ve Fissenger ile konuşmamı tembihledi.
    ‘- Her şeyi, ama her şeyi konuşusunuz’ dedi. Anlamıştım.
    Akşam Fissenger’ ye şunu söyledim:
    ‘- Doktor, ben İçişleri Bakanıyım ve Atatük’ün partisinin Genel Sekreteriyim. Sizden şunu öğrenmek istiyorum:
    Atatürk bu rahatsızlıktan ölür mü? Ve ne vakit ölebilir? Hükümet de parti de, Meclis de bana bu soruları soracaktır.’
    Profesör Atatürk’ ten övgüyle söz ettikten sonra şu cevabı verdi:
    ‘- Şimdi hepimiz, bir kazaya uğramış bir geminin içinde bulunuyoruz. Başımıza gelecek felaket beni de sizin kadar müteessir etmektedir. Atatürk tıbbın müdahelesi ve tabiatın yardımıyla daha iki yıl yaşayabilir. Ama şimdi yata döneriz, barsak ya da beyin kanamasından Atatürk’ü ölmüşte bulabiliriz. Onun için siz Cumhuriyet’ in selameti için gereken tedbirleri şimdiden alınız.”

    Şükrü Kaya, gerçeğin bu acı yüzü karşısında dona kalmıştı. Akşam Atatürk, hepsinden daha gerçekçi konuştu. Hekimle konuştuysanız anlamışınızdır. Hemen Ankara’ya işlerinizin başına gidiniz. Erkân, sessizce gözlerini kurulayarak odadan çıktı. Artık acı sonu, Atatürk de biliyordu.
    Artık bu yatakta esirdi. Güzelim Savarona da günleri bu oda da ve bu yatak da geçiyordu. Tek eğlencesi gramofonuydu. Dostları, içeriden bir müzik sesi yükseldiğinde, Ata’nın uyandığını anlıyorlardı. Günlerden bir gün herksi gözyaşlarına boğan şu sözcükler dökülüverdi ağzından:
    “Bu yatı, bir çocuğun oyuncağını bekler gibi beklemiştim; meğer bana bir hastane olacakmış.”

    HASAN RIZA SOYAK (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri)
    “Bir gece ateşin şiddetinden bunalıp güverteye çıktığını ve bir şezlonga uzandığını haber verdiler. Yanına gittim. Kalbim sızlayarak içeri girmesi için ricaya başladım. Ricalarımı şiddetle reddediyor, ne olursa olsun güvertede kalmak istiyordu.”

    KILIÇ ALİ (Atatürk’ün Silah Arkadaşı)
    “Bütün ısrarlarımıza cevaben ‘ne olacaksa artık olsun’ diyordu. Sonunda dayanamadı odasına doğru yürümeye başladı. Birkaç adım attıktan sonra daha fazla yürüyemedi. Koltuklardan birine yığılır gibi kendini attı. Biz koltuğuna yastıklar koyarken bana hitap ederek;
    ‘- Kılıç Ali’ dedi annene telefonla sor. Bu sıkıntıyı giderecek bir ev ilacı biliyor mu öğren. Hemen telefona koştum, annem bana, gül sirkesi koymamızı tavsiye etti. Ve bir şişe gönderdi. Ve küçük bezleri bu gül sirkesiyle ıslatarak başına bileklerine sürdük. Geceyi iyi geçirmişti. Sabah,
    ‘- Annene teşekkür ederim. İlacı beni çok açtı.’dedi.”


    25 Temmuz 1938
    “gözlerim yaşlı olarak...”

    25 Temmuz gece yarısı Dolmabahçe rıhtımının ışıkları aniden söndürüldü. Atatürk fenalaşmıştı. Gizlice yattan saraya taşınacaktı. Sedyeye razı olmadı. Onun üzerine bir yatak koltuğa oturtuldu. Yaveleri, Atalarını önce bir motora bindirdiler, sonrada saraya taşıdılar. Hastalık üçüncü ve son aşamasına giriyordu. İşte Atatürk’ ün son günlerini geçirdiği Dolmabahçe deki ünlü pembe salon. Ata’ nın yatağı tam burada kuruluydu. Hemen yanı başın da da fransız stili aynalı bir dolap bulunuyordu. Daha doğrusu dışarıdan bakanlar bunu bir aynalı dolap olduğunu düşünüyorlardı. İşin aslına gelince; salona açılan banyo, Ata’nın ulaşamayacak kadar uzakta olduğu için buradan, salondan bu banyoya kısa bir geçit yapılmıştı ve sarayın genel dekorasyonunu bozmamak amacıyla bu geçit, işte bu aynalı dolabın kapağıyla gizlenmişti. Bugüne dek bu banyo yabancı gözlerden özenle saklandı ve hiç girilmedi. Gizli sığınağın bütün ayrıntılarında sade bir zerafet saklıydı. Dolabın içindeki sadeliğe inat, dışında tüm görkemiyle gözleri kamaştıran bu dev salon vardı ve şimdi masum bir hasta odasına dönüşüvermişti. Atatürk, alt kata inmek istediğinde, sarayda yaptırılan bu küçük asansörü kullanıyordu. Serinlemesi içinde itfaiye her gün odasının dış duvarını suluyordu. Artık umutlar tükeniyordu. Nöbetteki yaverler, durumu uzaktaki eski, küskün dostlara bildirdiler.

    SALİH BUZOK’ UN İNÖNÜ’ YE MEKTUBU:
    2 Ağustos 1938

    “Aziz ve muhterem büyüğüm İnönü, ben bu mektubu sonuna kadar yazmaya, sizde okumaya bilmem muvaffak olabilecek misiniz? Parmaklarım kırık, gözlerim kör olsaydı da ben size böyle acı bir mektubu yazmaya muktedir olmasaydı.
    Sevgili Paşam,
    Atatürk’ümüzün bu günkü sıhhi vaziyeti korkulacak kadar vahimdir. Kalbim parçalanarak size bu elim haberi vermek mecburiyetinde kaldığım için ayrıca acı duymaktayım. Artık buna göre ne yapmak ve nasıl bir tedbir almak lazımdır, bilemem. Ankara da bulunduğunuz için buradaki vaziyetten sizi haberdar ederek vicdani vazifemi yapmak istedim. Göz yaşlarımla ve derin saygılarımla ellerinizden öperim.”
    SALİH BOZOK

    İNÖNÜ’NÜN CEVABİ VE MEKTUBU:
    3 Ağustos 1938

    “Kardeşim Salih, mektubunuzu büyük bir teessürle okudum. Dayanılmaz bir suretle yüreğim bir daha sızladı. Acılı duygularımı nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum. Vefalı vatanperver kalbinizin elimlerini anlıyorum. Beni haberdar etme lütfunuza minnettarım. Teessürlü, ümitli olarak ve candan dua ederek takip ediyorum. Kuvvetli ümidimi muhafaza ediyorum. Atatürk’ü gördüğün zaman yormayarak benim tarafımdan ellerini yüzünü hasretle öper misin? ‘Gözlerim yaşlı olarak’ muhabbetle gözlerinden tekrar tekrar öperim sevgili kardeşim...”
    İSMET İNÖNÜ





    2 Eylül 1938
    “vasiyet”

    Büyük şef, artık ceviz ağacından oymalı yatağında esirdi. Sürekli doktor kontrolü altında ziyaretçisiz yaşıyordu. 30 Ağustos törenlerini Bayar dan dinledi. Korkunç sona yaklaşmakta olduğunu artık iyiden iyiye hissediyordu. Bir gün, köşkün genel sekreteri Hasan Rıza Soyak’ı çağırttı ve korkulan konuşmayı yaptı.

    HASAN RIZA SOYAK (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri)
    “Biliyorum bu yolda konuşmak benim için de, senin için de ağır bir şey. Ama başka çaremiz yoktur. Konuşmaya mecburuz çocuk,. Şu vasiyetname meselesi. Bu gün yarın o işi bitirmeliyiz. Ne olur ne olmaz. İhtiyatlı olmalı.. Mal olarak nemiz varsa, derhal bir liste yap, bana getir.” dedi.

    bu vasiyetle bütün taşınmaz mallarını CHP ‘ye bırakıyordu. Bu malların gelirleri kız kardeşi Makbule ile beş manevi kızına ödenecekti. İnönü’nün oğullarının yüksek öğrenimi içinde para ayrılacaktı. Gelirin kalanı Türk Dil Kurumuyla, Türk Tarih Kurumu’na paylaştırılacaktı.

    26 Eylül 1938
    “çekip gidelim ormanlara”

    İlk koma bir cuma gecesi geldi. Aniden fenalaştı ve ateşlendi. Pembe salondan yandaki küçük odaya taşındı. Sabah gözlerini açtığında, baş ucunda Afet İnan vardı. ‘Bana ne oldu, bana bir şey oldu’ dedi. sonrada Afet’ in kulağına gizlice fısıldadı. ‘Ölüm, demek böyle olacak kızım...’

    SALİH BOZOK( Atatürk’ün Silah Arkadaşı)
    “İçeri girdiğim zaman Atatürk yatağın içinde sigara içiyordu. Beni görünce gayet kesik ve güçlükle işitilen bir sesle:
    ‘- Salih dedi,’ dün akşam büyük bir sıkıntı geçirdim. Çok fena idim. Kustum, hafızam tamamen kaybolmuştu.’
    Sonra başını sallayarak devam etti:
    ‘- Çok dermansızım Salih... Büsbütün başka bir adam oldum. Şu ellerimin haline bak...’
    Bana doğru uzattığı o güzel eller şimdi deri ile kemikten ibaretti. Parmakları o kadar titriyordu ki sigarayı tutamayarak yorganın üzerine düşürdü. Hemen alıp attım. O hala kesik kesik tekrar ediyordu:
    ‘- Ben büsbütün başka bir adam oldum. Hafızam kalmadı. Değiştim Salih. Artık o eski adam değilim.’”

    Odasında, yatağın tam karşısındaki duvarda, Rusya’dan gönderilen bir peyzaj tablo vardı. Atatürk, dört mevsim adlı bu tabloyu pek sever, bakınca memleketimin dört bir köşesini görebiliyorum derdi. Ateşinin yükseldiği, nefesinin tıkandığı gecelerde, bu resme dalıp gidiyordu. Böyle gecelerde savaşlar, devrimler isyanlarla geçirdiği ömrüne inat alıp başını gitme özlemiyle yanıyordu. Her şeyden çekilip, engin bir ormanın sonsuzluğunda huzur bulma hayali düşlerini süslüyordu. Bazen Rumeli yaylalarını, bazen, penceresinin canımdan görünen, karşıyakayı, Anadolu’yu özlüyordu. Yanına Afet İnanı alıp gözlerini tabloya dikince, dudaklarından şu sözcükler dökülüyordu;

    AFET İNAN (Atatürk’ün Manevi Kızı)
    “Gidelim Afet. Bir orman kenarına gidelim. Her şeyi bırakalım şöyle basit bir ev. Ocaklı bir oda... Evet...evet... Hemen çekip gidelim ormanlara... Hele ben bir iyi olayım da...”


    1 Ekim 1938
    “Ankara’ya gidelim”

    Artık bir tek isteği vardı, 29 Ekim de Ankara da olmaktı. Geçen yıl nasılda coşkuyla kutlanmıştı. Gerçi o zaman da hüzünlü yüzü, yordun bedeni dikkati çekmişti ama, alandaki coşku ona taze kan vermişti. Şimdi, kurduğu Cumhuriyetin 15. yılı yaklaşıyordu. Bütün arzusu törenlerde Ankara da olmak, Başkentliyle son bir kez kucaklaşmaktı.

    KILIÇ ALİ (Atatürk’ün Silah Arkadaşı)
    “Bir sabah erkenden Salih ile beni çağırttı. Yanındaki komodinin uzun yünlü çorap ve baldır sargısı koydurmuştu. Ankara’ya giderken hangisini giyeyim diye sordu. Salih, ‘Paşam’ dedi, bende varis çorapları var. Onları getireyim daha sıkı tutar. O çoraplar getirtildi. Atatürk, ‘Bunları ayağıma çekerim yakama da bir eşarp sarar, trenden Gazi İstasyonu’na inerim. Derhal otomobile geçerek Çankaya’ya çıkarım.’ diyor ve üsteliyordu:
    ‘ – Ankara’ya gidelim. Ne olacaksam orada olayım.’”

    Ama bu son arzusu da, ormanlara gitmek kadar imkansız bir hayaldi. Doktorlar, değil Ankara’ya gitmek, yerinden kalkmasına bile razı olmadılar. Çaresiz boyun büktü.

    29 Ekim 1938
    “bayram ve gözyaşları”

    O gün Cumhuriyetin 15. yılıydı ve Atatürk yatağında Salih Bozok’ a dönüp dönüp,’ah Ankara, ah Ankara’ya gidemedik.’diye söyleniyordu. O sırada hiç beklenmedik bir şey oldu. 29 Ekim törenlerinden dönen Kuleli Askeri Lisesi öğrencilerini alan vapur, Dolmabahçe önünden geçiyordu. Öğrenciler vapurdan, Atamızı görmek istiyoruz diye bağırdılar. Atatürk sesleri duyunca, pencereye gitmek istedi. Yanındakiler itiraz ettiler. Kılıç Ali, vapura camdan uzaklaşın işareti yaptı ama nafile. Atatürk ısrarcıydı. Koluna girdiler, pencere önünde bir koltuğa oturtuldu ve dışarı öğrencilere baktı. Gençler sevinçle yayaya şaşaşa diye bağırdılar. Bir kısmı, onu daha yakından görebilmek için suya atlayıp saraya doğru yüzmeye başladı. Sonra bir ara, hep bir ağızdan Onuncu Yıl Marş’ ını söylediler. Çıktık açık alınla sesleri, Dolmabahçe’ nin hüzünlü duvarlarında yankılandı. Atatürk gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Yanındakiler son düşmanı ölümle savaşan bu kudretli adamın, ilk kez o gün ağladığını gördüler.

    5 Kasım 1938
    “son isteği: enginar”

    İşte son haftaya girilmişti. Hastalık ağırlaşıyordu. Karnında toplanan su, onu boğuyordu. 7 Kasım sabahı doktoru Nihat Reşat Belger’i çağırttı ve bu suyun derhal alınmasını istedi.

    PROF. DR. NİHAD REŞAD BELGER (Atatürk’ün Doktoru)
    “Su çekilmeden önce kalbi takviye edecek tedbirler almak zarureti vardır dedim ve suyu yarın alabileceğimizi söyledim. Rahatsızlığı o kadar ilerlemişti ki,
    ‘Emrediyorum, bunu bu gün çekin’ dedi.”
    Bu O’nun son buyruğuydu ve odadaki doktorların hiç biri bu emre direnemedi.

    HASAN RIZA SOYAK (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri)
    “Doktorlar hazırlık için çıkınca Atatürk kaşlarını çattı. Hiddetli bir sesle:
    ‘ – Niçin tereddüt ediyorlar? Olacak olur’ dedi. sonrada karnını göstererek;
    ‘Bu dayanılmazdır’ diye ekledi.

    DR. İHSAN A. ÖZKAYA (Atatürk’ün Doktoru)
    “Hazırlıklar tamamlandı ve 12.20’ de ponksiyona başlandı. Atatürk karnındaki bütün suyun alınmasını istedi. Boşaltıldıkça ne kadar su çıktığını soruyordu. Gerçekte 6 litre su alındığı halde kendine bunun iki katı söylendi. Bu operasyondan sonra Atatürk oldukça rahatladı ve canı enginar yemeği istedi. Fakat bu sebze, o zaman İstanbul da bulunmadığından Hatay’a ısmarlandı. Enginarlar geldiğinde durumu ağırlaşmıştı ve yemesi kısmet olmadı.”

    SALİH BOZOK (Başyaver)
    “Kılıç Ali ile birlikte doktorlardan hastalığa ilişkin izahat istedik. Hastalığın süratle ilerlediğini kurtulma şansının yüzde 3 olduğunu söylediler. Karaciğer durdu. Vaziyet vahim ve ümitsizdi. Bu feci akıbeti öğrenmek beni büsbütün sarstı. İçimde en ufak ümit şulesi bile kalmamıştı. Atatürk, ölüyordu...”

    8 Kasım 1938
    “allahaısmarladık”

    Atatürk 8’i gecesi şiddetli bir nöbetten sonra, allahaısmarladık diye mırıldandı ve yeniden komaya girdi. Bu ikinci ağır komaydı ve bir daha hiç çıkmayacaktı. Artık yanındaki herkes, O’ nun son saatlerini yaşadığını biliyordu. Ama ağlamak, başucunda çırpınmaktan başka ellerinden hiçbir şey gelmiyordu.


    HASAN RIZA SOYAK (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri)
    “Bir ara sağındaki tuvalet masasının üzerindeki saate baktı. Herhalde iyi göremediği için bana sordu.
    ‘ – Saat kaç...’
    ‘ – Yedi efendim diye’ cevap verdim.
    ‘ – Biraz rahatladınız mı’ diye sordum.
    ‘ - Evet’ dedi.Arkamdan Neşet Ömer İrdelp yanaşıp dilini çıkarmasını rica etti. Dilini ancak yarısına kadar çıkarabildi. İrdelp,
    ‘ – Lütfen biraz daha uzatınız diye seslendi. Boşuna...
    Artık söylenenleri anlamıyordu. Dilini uzatacağına, tamamen içeri çekti. Başını biraz sağa çevirerek, Dr. İrdelp’e dikkatle baktı ve,
    ‘ – Aleykümmüsselam’ dedi.
    Son sözü bu oldu.”





    10 Kasım 1938
    “son beş dakika”

    Dünyadaki son ben dakikasına gözleri kapalı girdi. Göğsü sık sık inip çıkıyordu. Dışarıda bütün bir ulus radyo başındaydı. Savarona, Atasına son bir saygı duruşu için Dolmabahçe önüne demirlemişti. Saray, derin bir sessizlik içindeydi.

    DR. İHSAN A. ÖZKAYA (Atatürk’ün Doktoru)
    “Başucunun sağ tarafında Prof. Dr. Mim Kemal Öke durmakta... Yanında Dr. Kamil Berk başını O’nun omzuna dayamış hıçkırıyordu. Prof. Dr. Akil Muhtar Özden kendinden geçmiş gibi odanın içinde,
    ‘Aman yarabbi, aman yarabbi’ diye ağlayarak dolaşıyor. Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak ile Muhafız Komutanı İsmail Hakkı Tekçe yatağın ayakucunun sol tarafında duruyorlar. Onlarında gözleri yaşlı. Kılıç Ali de onlar gibi, ellerini kavuşturmuş; son saygı duruşunda...”

    KILIÇ ALİ (Atatürk’ün Silah Arkadaşı)
    “Hayatına kastedilmemesi için icabında canımızı bile fedaya azmetmiş olduğumuz büyük Atatürk, hepimizin gözleri önünde, güpegündüz, fani hayata veda edip gidiyor, herkes ellerini kavuşturmuş, büyük bir acz içinde duruyor, kimsenin elinden bir şey gelmiyordu. Aman yarabbi, adeta dehşet içindeydik. Hasan Rıza dayanamadı, büyük bir teessür içinde bana,
    ‘ – Kılıç bak, koca bir tarih göçüyor’ dedi.
    Saat tam dokuzu beş geçiyordu”

    HASAN RIZA SOYAK (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri)
    “Birden bire gök mavisi gözleri açıldı ve sert bir hareketle başını sağa çevirdi. Ben de artık hıçkırıklarımı zaptedemedim. Diz çöktüm, sağ elini ellerimin içine aldım. Öptüm ve yüzüme sürdüm.”

    DR. İHSAN A. ÖZKAYA (Atatürk’ün Doktoru)
    “Operatör Mim Kemal Öke, Atatürk’ün açık gözlerini kapattı. Kamil Berk de Gazi Mustafa Kemal imzalı beyaz bir mendille çenesini bağladı. Son nöbet defterine şöyle yazıldı.
    ‘Saat 09:05 Vefat Etmişlerdi.’

    SALİH BOZOK (Başyaver)
    “Hekimler büyük ölünün odasından çıktıkları zaman yüzüm kim bilir nasıl bir korkunç hal almıştı ki operatörü Mim Kemal Bey telaşlanarak ‘nereye gidiyorsun’ diye sormaya mecbur oldu. ‘Hiç’ dedim, ‘gidiyorum. İşim bitti artık.’ Fakat Mim Kemal Bey bırakmadı. Kolumdan tutarak aşağıya kadar indirdi. Kalbim iki değirmen taşı arasına düşmüş bir buğday tanesi olsa, ancak bu kadar ezilirdi. Ne ağlayabiliyor, ne konuşabiliyor, ne de konuşulanları anlayabiliyordum. Bir ara büsbütün kendimden geçmişim. Odadan deli gibi fırladım.
    ‘ – Nereye?’ diye arkamdan koştular.
    ‘ – Şimdi geliyorum’ dedim. Bundan sonrasını hiç ama hiç hatırlamıyorum...”

    Atatürk’ün Başyaveri Salih Bozok, şuursuzca sarayın merdivenlerinden aşağı koştu. Alt katta boş bulduğu bir odaya dalıp kapıyı kapattı. Az sonra, içeriden tek el silah sesi duyuldu. Sesi duyup odaya koşanlar, içeride onu kanlar içinde buldular. Tabancasından, kalbine sıktığı bir kurşunla devrilmişti.

    Can Dündar( Sarı Zeybek Belgeseli)




  • quote:

    Orijinalden alıntı: GobliN

    İsmail Cem kötülenmiş ya daha ne olsun yazık...

    Alıntıları Göster
    Vallahi bu teoriler doğrumu bilmiyorum fakat,Can Dündar'ın hazırladığı Sarı Zeybek belgeselinde Atatürk'ün çok fazla sigara ve içki kullandığını belirtmişlerdi ve bunun sonucundada maalesef siroz hastalığına yakalandığını.Bir başka ilgimi çeken nokta Atatürk'ün son zamanlarındaki fotoğraflarında karnının ve vücudunun bazı bölgelerinin şişmiş olduğunu gördüm.Siroz hastalarının çoğunda görülüyormuş bu.Konu hakkında çok fazla bir bilgim yok ama izlediğim belgeselde bunlar vardı.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: ScarLiberal

    doğrudur masonlardan herşey beklenir


    xHannibalx arkadaşımız size soruyorum konuyu açan arkadaşın ne gibi bir çıkarı olabilir?
    quote:

    Orjinalden alıntı: ScarLiberal

    doğrudur masonlardan herşey beklenir


    xHannibalx arkadaşımız size soruyorum konuyu açan arkadaşın ne gibi bir çıkarı olabilir?

    Konuyu açan arkadaş kopyala yapıştır yapmış zaten.Ben bu teoriyi ortaya atıp milletin kafasını bulandıranlara söyluyorum...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-328F93D37 -- 13 Nisan 2008; 15:35:15 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Guest-328F93D37

    quote:

    Orjinalden alıntı: ScarLiberal

    doğrudur masonlardan herşey beklenir


    xHannibalx arkadaşımız size soruyorum konuyu açan arkadaşın ne gibi bir çıkarı olabilir?

    Konuyu açan arkadaş kopyala yapıştır yapmış zaten.Ben bu teoriyi ortaya atıp milletin kafasını bulandıranlara söyluyorum...

    Alıntıları Göster
    güçlü bir teori.

    Atatürkçüyüz diye geçinip, milletin dinine diyanetine saldıran insanların aslında ne olduğunu herkes öğrenmeli.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Albay Hardal

    güçlü bir teori.

    Atatürkçüyüz diye geçinip, milletin dinine diyanetine saldıran insanların aslında ne olduğunu herkes öğrenmeli.

    Alıntıları Göster
    kesinlikle doğrudur masonlar öldürmüştür.allah belasını versin hepsinin.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Albay Hardal

    güçlü bir teori.

    Atatürkçüyüz diye geçinip, milletin dinine diyanetine saldıran insanların aslında ne olduğunu herkes öğrenmeli.

    Alıntıları Göster
    Atatürk mason derneğini kapatmamıştır.Pek çok derneğin kapatıldığı bir dönemde,mason locaları
    ayrıcalıklı olarak algılanmamak ve dönemin çalkantılı ortamında belli odakların çıkarlarına alet olmamak için
    kendi istekleriyle (ve de kendi deyimleriyle)"uykuya yatmışlardır''.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Guest-328F93D37

    Bırakın bu komplo teorilerini.

    İnsanların milli duygularını kullanarak çıkar sağlamaktan da vazgeçin.


    Böyle saçma sapan şeylerle Atamızın kemiklerini sızlatıyorsunuz bırakın yerinde rahat yatsın
    quote:

    Orjinalden alıntı: xHannibalx

    Bırakın bu komplo teorilerini.

    İnsanların milli duygularını kullanarak çıkar sağlamaktan da vazgeçin.


    Böyle saçma sapan şeylerle Atamızın kemiklerini sızlatıyorsunuz bırakın yerinde rahat yatsın

    neden öyle diyosun ki belkide doğru bir teori üstünü örtmeye çalışmanın ne anlamı var bence gayet mantıklı




  • quote:

    Orijinalden alıntı: akglsercan

    Atatürk mason derneğini kapatmamıştır.Pek çok derneğin kapatıldığı bir dönemde,mason locaları
    ayrıcalıklı olarak algılanmamak ve dönemin çalkantılı ortamında belli odakların çıkarlarına alet olmamak için
    kendi istekleriyle (ve de kendi deyimleriyle)"uykuya yatmışlardır''.

    Alıntıları Göster
    quote:

    Orjinalden alıntı: akglsercan

    Atatürk mason derneğini kapatmamıştır.Pek çok derneğin kapatıldığı bir dönemde,mason locaları
    ayrıcalıklı olarak algılanmamak ve dönemin çalkantılı ortamında belli odakların çıkarlarına alet olmamak için
    kendi istekleriyle (ve de kendi deyimleriyle)"uykuya yatmışlardır''.




    tabiki kapatmıştır sokak iti gibi aşağılarak s..tir etmişdir hatta.







    atatürkün başındaki doktorlar anlayamıyorlar hastalığı yalovadaki doktor bakar bakmaz tehşiş koyuyor şimdi atatürkün doktorları mason değilde nedir mim kemal öke tescilli mason e haliyle diğerleride masondur yoksa sıradan yalova hekimi zırt diye anlıyo cumhurbaşkanlığı doktorları anlayamıyor akıl var mantık var.




  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.