Bu konu hakkında çok düşündüm çok yordum kafamı. Muhakkak benden önce de düşünenler yoranlar vardır. Bir insan ahlakını dinden ötürü güzelleştiriyorsa bunun anlamı oportünizm ya da makyavelizm ya da hiç olmazsa çıkarcılık olmaz mı. Yani demek istediğim öldükten sonra ödüllendirme inancı ile kendini ahlaklı yapmak aslında kendi içerisinde bir ahlaksızlık değil midir. Hal böyle olunca bu aslında yüce gücün karşısında kendini aciz görüp ahlaklı olmak anlamı taşır. Oysa sıradan bir hayatta yüce gücü ve emarelerini görmeyiz. Hani bilirsiniz Tanrıyı gören yoktur. Bu bağlamda özellikle çocukluktan erken yetişkinliğe kadar fark edilmeyen Tanrı boşluğu hayatın içine girilip gerçeklerle baş başa kalınca karşısına çıkan ilk büyük güce tapınmayı gerektirir, doğa boşluk kabul etmez. Tanrıdan sonraki en büyük güç genellikle devletler oluyor. Hükümdarlar yöneticiler oluyor minimal de olsa şeyhler, hocalar gibi önderler ve cemaatler tarikatler oluyor. O halde dinden beslenen ahlak anlayışı er geç çürümeye ve kokuşmaya mahkumdur. Kendi partilisine iş bulan, kendi tarikatindekine torpil yapan, kendinden olmayan birine zorbalık eden, kendi gibi düşünmeyeni tamamen yok sayan belki tecavüz taciz eden vs kişiler aslında yaptıkları şeyin ahlaksızlık olduğunu düşünmüyor bile. Çünkü Tanrı yerine koydukları gücün etrafında yaptıkları şey aslında en doğru ve mükemmel -ahlaklı- olandır. Haksız mıyım. Anlayacağım şekilde benim haksız olduğumun ifade edilmesini ve düşüncelerimin eleştirilmesini talep ediyorum |
Din Aslında Ahlaksız Toplumlar mı Yaratır
-
-
Kategorik ve hipotetik imperatif kavramlarına değinmemiz gerektiğini düşünüyorum. Din inancı sebebiyle eylemlere başvurmak, Tanrı'nın emretmesi sebebiyle eylemi gerçekleştirmek hipotetik imperatife girer ki bu etik değildir. Yani olayı Kantçı bir bakış açısıyla ele aldığımızda din sebebiyle "ahlaklı" davranmaya çalışmak ahlaksızlıktır diyebiliriz. Bu sadece dinle sınırlı bir şey değil, bir koşula sahip her türlü eylem hipotetik imperatife girer.
Aynı durumu sonuççu bir ahlak anlayışıyla ele aldığımızda herhangi bir problem yoktur diyebiliriz. Önemli olan eylemlerin sonuçlarıdır. İster Tanrı için yap istersen sadece istediğin için yap, eylemin sonuçları iyiyse eylemin ahlakidir.
-
Dürüsy olayım terimleri bilmiyorum.
Ancak aslında ahlaki olmasından ziyade sürdürülebilir olup olmadığı ile de ilgileniyorum. Üstelik sonucunun kime göre iyi olup olmadığı da tartışma gerektirmez mi.
Atıyorum yüzde 50 den fazla insanın memnun olup iyi gördüğü ama aslında önceden ayıplanan bir şey ahlaki mi olacak mesela.
-
-
Önerim felsefe kategorisi altındaki konuları saçma sapan bir şekilde doldurmamanız, özellikle felsefe konusunda bilgi birikimine sahip olmadığınız bu kadar apaçıkken uzun uzun gereksiz mesajlar yazmanın anlamı yok, teşekkür ederim.
-
Son maraş depremini yaşadım uyandığım zaman Allah Allah filan da demedim. Ama çevremi gözlemledim ve çok haklısın insanlar korkudan allaha sığınıyordu. Az çok bilim nedir nasıl yapılır jeoloji nedir deprem nedir bilirim. O yüzden Allah Allah demedim bunun yerine insanları inceledim.
Şu sonuca vardım. Anadolu ve Ortadoğuda ilk kez deprem olmuyor. Bunu biliyordum ama depremi şiddetli yaşayınca ne demek olduğunu anladım. Aslında korkmadım diyemem ama korkudan daha baskın olan şey şaşkınlık oldu bende sonra merak. Maraştan başlayıp israile kadar giden fay hattı üzerinde tarih boyunca medeniyetler yıkılmış bu depremler yüzünden sonra düşündüm. Elimizde deprem nedir sorusuna cevap olacak bir şey olmasa ne yapardık. Evet tanrılar uydurup tapardık. İşte deprem kuşağındaki dindarlığın derin köklerinden biri de bu deprem meselesiymiş. Kuranda dahi depreme özel sure ve var. Atasözlerimiz var hikayelerimiz var. Bunlar hep korkunun ürettiği eserler.
Dediğim gibi bunu herkes bilir ama az kişi anlar çünkü depremi yaşadığınız zaman anlıyorsunuz insanların neden allah allah deme ihtiyacı duyduğunu. Acizlik. Kendi inşa ettiğim gerçekten de dikkatle yaptığım tek katlı müstakil evde oturduğum için çok bir acizlik hissetmedim ama yine de anladım. sonra düşündüm japonya gibi falan olsa depremlerde evler yıkılmasa kim sallar allah allah demeyi diye. o anda anladım tanrının yaşaması için insanların kurban edilmesi gerekir
-
Daha iyi anlamanız için bir durumu deontolojik etik ve sonuççu etik açısından inceleyelim.
Bir kadın eli yüzü kanlı bir şekilde kapınıza geliyor, kocasından şiddet gördüğünü ve evinize sığınıp sığınamayacağını soruyor. Siz de evinize sığınmasını kabul ediyorsunuz. Belli bir süre sonra kapı tekrar çalınıyor, eli kanlı bir adam bir kadını görüp görmediğinizi soruyor. Bu durumda ne yapmalısınız?
Deontolojik etiğe göre hiçbir şekilde yalan söylememelisiniz çünkü yalan söylemek her durumda kötüdür. Yalanın doğası kötüdür. Sonuççu etiğe göre bu durumda yalan söylemeniz kadının hayatını kurtarabileceğinden ahlaksal olarak herhangi bir sıkıntılı durum yoktur. Deontolojik etik sonucu değerlendirmezken sonuççu etik sonuca bakarak bir karara varır.
Sonucunun iyi olması gerek dememin sebebi sonuççu etik kavramının büyüklüğü. Toplumun mutluluğuna göre eylem yapılmalıdır diyen de sonuççudur, fayda gözetilmelidir diyen adam da.
Son olarak evet, daha önceden ayıplanan bir eylemin sonucuna göre bu eylem etik olabilir sonuççu etik bakış açısına göre.
-
evet doğru ahlakın değişebilir olduğu açık peki değişim dinamikleri ne olacak neye göre olacak. konuyla da bağlantı kurarak sorayım bize tanrıdan geldiği söylenen bir kitap varsa bu kitabın değişmeyeceği belli ise ahlak anlayışı nasıl değişebiliyor.
gerçek bir örnek vereyim. 100 sene önce 1923 yılının haziran ayında savaş vs durumlarını bir kenara bırakarak toplumun bulunduğu hali düşünelim. kız çocuklarının okul okumasının kötülük ahlaksızlık olduğunu bunun dinde yeri olmadığının ifade edildiğini görecektik. şimdi 100 sene sonra kız çocuklarının okutulması gerektiğini allahın ilk emrinin oku olduğunun kızlara islamiyette değer verildiğinin hatta neredeyse kızları okula göndermemenin ahlaksızlık olduğunu vaaz edecek bir seviyeye geldik.
yani değişimin öncüleri kimler. 100 sene önce osmanlı var ve egemen diye dinin içine girdiği kılıf ile şimdi cumhuriyet var diye dinin içine girdiği kılıf çok farklı. belki böyle çok örnek bulunur.
din de tanrı da insana hizmet için var. ancak bunlar çok kuvvetli araçlar. bunları eline geçirenler toplumu kolaylıkla değiştirebiliyor. o halde bunlara bağlı bir ahlak anlayışı doğru bir ahlak anlayışı olabilir mi.
benim burada fokuslandığım konu ahlakını mutlak bir güçten aldığını iddia edenlerin aslında mutlak bir ahlak anlayışının olmadığının ifadesi ve aslında mutlak ahlaka sahip olmanın verdiği özgüven ile kendileri gibi dindar olmayanları ahlaksız görmelerinin getirdiği ahlaksız toplum yapısı.
öyleyse din ve ahlak birbiriyle tamamen ayrılmalıdır.
-
Sonuççu etiğe göre eylemin toplum üzerindeki etkisine göre değişecek. Eğer topluma yararlı bir eylemse ahlaki bir eylem olacak. Bunun haricinde zaten ahlakın kaynağı din ve tanrı olmamalıdır.
-
keşke felsefeyi amatör olarak değil bilinçli olarak yapma fırsatım olsa ve doğru dürüst konuşacak şeylerim olsaydı bunun için çaba göstereceğim.
-
Bu yolculukta başarılar dilerim. Herhangi bir sorunuz olursa sorabilirsiniz.
-
Böyle hava atıyorsunuz ama ekseriyet çevrede görünen, ölüm korkusunun inançları sözde daha güçlü insanlarda daha yüksek olduğu. Halbuki diğer dünyadan emin olan insanın ölümden korkmaması, veya hiç değilse daha az korkması gerekmez miydi?
Belki de diğer dünyalardan ve cennetlerden şüphe eden insanlar yaşam gibi ölümü de daha derinlikli anlıyor, daha metanetli karşılıyorlardır. Kendimiz tabiattan daha iyi çözümler buluncaya kadar yürüyen zombiler gibi yaşamaktansa ölüm devam edecek. Tabiatın güzel, canlıların ve hayvanların sevimli olmasının sebebi değil midir ölüm. Yaşamak için kaç canlı bize canını verdi, biraz da onlar yaşamasın mı?
Terimler, bilmeyenler için duvarları teşkil eder ama bu kadar terim sadece hava atmak için icat edilmedi herhalde. Neden, biraz da kendi kibrinizin sebepleri üzerine kafa yormazsınız? Veya hazret dediğiniz, ahlakın zirvesi yerine koyduğunuz Ömer'in Bergama Kütüphanesi'ni neden yaktığı üzerine? Belki de yaşamı ve dünyayı kaybetmeyeceğinizi düşündüğünüz için sevmiyorsunuzdur. Bitmez küstahlığınızın ve nefretinizin sebebi belki de bu kadar basit olabilir.
Wagner'e göre insan kaybedebileceği şeyleri sever. Dünyayı bu sebeple koruyamadı, tabaitın canına okudu. Gerçekten de tabiatın canına en çok da inançları sözde yüksek olan insanlar okuyor (Karaçi'nin haline bir bakmalı, veya çöle çevirdikleri sayısız vahalara). Sizin güzel ahlakınız kalple okunmayı bekleyedursun, 'izm'lerle konuşan ideolog ve küstah Wagner yapılması gereken, hemen harekete geçilebilecek çok daha net ahlak yollarını keşfedebilmiş. Neticede kendi inancınızla ilişkilendirmeyi sevdiğiniz ahlakın belki de çok farklı başka temelleri de vardır (şüphelenmeden nasıl inancınız olabilirdi). Ölümle korkutmayı son söz zannetmeniz, korkutmaya çalışmanızın sebebi kendinizin ölümden çok korkmasından başka ne olabilir... ölümden bu denli korkmanızın sebebi de inancınız aslında pek zayıf olması olabilir mi? Söylediklerinize kendiniz gerçekten inansanız, inandıracak kavramları seçebilir, o kavramların sözlerini bulabilirdiniz. Ben depremde ölsem ne olacak, başkaları yaşamayacak mı? Ahlak ne vakittir ferdiyet meselesi oldu?
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Karbon 12 -- 15 Haziran 2023; 17:25:26 >
-
Ahlaksız toplumlar zaten herşeyi kendi gibi ahlaklaksız hale getirmenin yolunu bulurlar. Ahlaksız toplumu ateist yap yine ahlaksız olur.
-
Nasılsınız, uzun zaman sonra sizi tekrardan kültür bilimde gördüm. Tekrardan merhabalar.
-
Sağolun hocam, uzun zamandır hayatımda birşeyler eksik gibi hissediyorum, buraları unuttuğumu farkettim ve döndüm. Siz nasılsınız?
-
Ben de iyiyim, teşekkür ederim. İyi yapmışsınız. Giden hiç gelmiyor. Böyle arada uğrayın. :)
Bu mesaj IP'si ile atılan mesajları ara Bu kullanıcının son IP'si ile atılan mesajları ara Bu mesaj IP'si ile kullanıcı ara Bu kullanıcının son IP'si ile kullanıcı ara
KAPAT X