Şimdi Ara

Dünya Petrol Krizi - Peak Oil (12. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
3.089
Cevap
40
Favori
189.790
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
4 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1011121314
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Katılıyorum, Abd'nin daha doğrusu Yahudilerin işi bu, yoksa elektrikli araçları bence üretebilirler, neticede Gm 1960'Larda elektrikli ve yakıt hücreli araçlara sahipmiş, üretmiş. Neden olmasın?


    1960larda petrol üretimi zirve yapması diye bir şeyin bilindiğini sanmıyorum.. Hubbert'ın teorisi bile 1971lerde kanıtlandı.. (peak oil theory)

    O zamanlarda kanıtlanmasına rağmen elektrikli araç üretimi bugün petrol ve doğalgaz teknolojisine göre maliyetlidir ki 70lerde de maliyetliydi.. Engellemelerin olduğunu pek sanmıyorum, olsa bile çok ufak boyuttadır..

    Bugün çok büyük firmalar bile alternatif enerji ve elektrikli araç konusunda çalışmalar yapıyor..

    Güneş enerjisi de 200 yıldır bilinen bir şeydi, güneşten elektrik üretimi de 50 seneden beri yapılabilen bir şey..

    ABD de, yahudiler de zamanında maşa olmuşlardır, bazıları hala maşalığını sürdürmektedirler.. Herşeyin arkasında bunları aramak asıl hedefin şaşmasına neden oluyor..




  • quote:

    Wiki sayfasında merkantilizm o kadar geniş yelpazeden anlatılmış ki tam olarak anlamak mümkün değil..


    özetle şu kadarı anlamak yeterli .Büyüme için ihracat şarttır , aksi takdirde nufusunuzu arttırmamalı veya tamamen kontrol altında tutmalısınız.

    özeti;

    İthalatı kısıtlayıp, ihracatı teşvik ederek güçlü ve zengin bir devlet inşa etmeyi amaçlayan iktisadî milliyetçiliktir.
    ülkenin güçlü olabilmesi için borcunun azaltılması ve artı fazla vermesi esastır.Önemliolan ayrıntı şuradadır.Artı değeri nerede saklayacksınız .Altındamı kendi paranızda mı , yoksa başka bir ülkenin parasında mı ?

    işte merkantilist iktisadi görüşün cevabı değrli madenler olmaktadır.Bu tam da benim düşündüğümle paralellik taşıdığı için yazdım. Birinci iktisat kongresi açıklamalarını okursanız veya anlayabilrisek benzer görüşlerin kalkınma modeli olarak yapıldığınız Cumhuriyetimizn bir adımı olarak görmekteyiz.Ama gerisi gelmedi olay saptırıldı yozlaştırdı ve geçmişte sağ ve sol diye anlamsız görüşler ile başka güçlerin hizmetinde kaldı. Milli politika kendi vatandaşlarının politik ve iktisadi amaçlarına uygun olması gerekirken alakasız ve bize faydası dokunmayacak noktalara kaymıştır. Çok televizyon almak veya yenilemek ancak bunun tüm parçaları veya artı katma değer oluşturabilecek parçaları kendi ülkemizde üretiliyor ise anlam taşır. Aksi takdirde tamamen kendimizi kandıran dışborcumuzun artmasından başka bir işe yaramaz. ZAten yaramadığını görmek için maliye bakını olmaya gerek yok rakkamlar her şeyi anlatıyor. Tabii ki anlayabilene.




  • gördüğüm luzum üzerine genç arkadaşlarımızın faydalanması ve bilinçlenmesi için Büyük Önderimiz ATATÜRK'ÜN 1. iktisat kongeresindeki açılış konuşması vermek istiyorum.En azından 17 Şubat-4 Mart 1923 arsında yapılan ve hedefleri konan noktaya göre ne durumdayız yorumları sizlerin değerlendirmesine bırakıyorum.



    Atatürk'ün Açılış Konuşması





    Efendiler;

    Aziz Türkiye'mizin iktisâdi tealisi eshabini aramak ve bulmak gibi vatani, hayatî ve millî bir gaye-i mukaddese için bugün burada toplanmis olan sizlerin, muhterem halk mümessillerinin huzurunda bulunmakla çok mesut ve bahtiyarim.

    Eferidiler;

    Uzun gafletlerle ve derin lakaydî ile geçen asirlarin bünye-i iktisadimizda açtigi yaralari tedavi etmek ve çarelerini aramak, memleketi mamuriyette, milleti refahiyet ve saadete isal yollarini bulmak için vukubulacak mesainizin muvaffakiyetle neticelenmesini temenni eylerim.

    Arkadaslar;

    Sizler dogrudan dogruya milletimizi temsil eden halk siniflarinin içinden ve onlar tarafindan müntehip olarak geliyorsunuz. Bu itibarla memleketimizin halini, ihtiyacini, milletimizin elemlerini ve emellerini yakindan ve herkesten daha iyi biliyorsunuz. Sizin söyleyeceginiz sözler, alinmasi lüzumunu beyan edeceginiz tedbirler, halkin lisanindan söylenmis telâkki olunur. Ve bunun içiren büyük isabetlere malik olur. Çünkü halkin, sesi, Hakkin sesidir.

    Efediler;

    Tarih, milletimizin itilâ ve inhitati esbabini ararken birçok siyasî, askerî, içtimaî sebepler bulmakta ve saymaktadir. Süphe yok bütün bu sebepler hadisat-i içtimaiyede müeesildirler.

    Bir milletin dogrudan dogruya hayatiyla alakadar olan, o milletin iktisadiyatidir. Tarihin ve tecrübenin teksif ettigi bu hakikat bizim millî hayatimizda ve millî tarihimizde tamamen mütecellidir. Hakikaten Türk tarihî tetkik olunursa itila, inhitat esbabinin iktisadi mesailden baska bir sey olmadigi derhal anlasilir.

    Efendiler;

    Tarihimizi dolduran zaferler, yahut izmihlâllerin kâffesi ahval-i iktisadiyemizle münasebettar ve alakadardir.

    Yeni Türkiye'mizi lâyik oldugu mertebe-i resanete isâl edebilmek için behemahal Iktisadiyatimiza birinci derecede ve en çok ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz. Zamanimiz tamamen bir iktisat devrinden baska bir sey degildir.

    Bir milletin eshab-i hayatiyesini, refahiyet ve saadetini teskil eden iktisadiyatla istigal etmemesi, edememesi nazar-i dikkati calip bir keyfiyettir. Itirafa mecburuz ki, iktisâdiyatimiza lüzumu kadar ehemmiyet verememis bulunuyoruz. Bir milletin esbab-i hayatiyesiyle istigal etmemesi veya ödememesi, o milletin yasadigi edvar ile ve edvari tesbit eden tarih ile çok alâkadardir. Bunun esbabini geçirdigimiz edvarde, bilhassa tarihimizde arayabiliriz. Simdiye kadar hakikî manasiyle millî bir devir yasamadik. Binaenaleyh miIlî bir tarihe malik olamadik.

    Bu noktayi biraz izah edebilmis olmak için hep beraber Osmanli tarihini hatirlayalim: Osmanli tarihinde, bütün gayretler, bütün mesai milletin arzusu amili ve ihtiyacat-i hakikiyesi nokta-i nazarindan degil, sunun bunun âmâlini, ihtirasini tatmin nokta-i nazarindan vukubulmustur.

    Meselâ Fatih Istabul'u zaptettikten sonra, yani Selçuki Saltanati ile Sarki Roma Imparatorlugu'na tevarüs eyledikten sonra Gârbi Roma Imparatorlugu'na da konmak istedi. Bunun için de bütün milleti bu hedefe dogru sevketti.

    Meselâ, Yavuz Selim, Fatih'in açtigi garp cephesini tesbit ile berabet Asya Imparatorlugu'nu birlestirerek bütün bir Islâm Ittihadi meydana getirmek istedi.
    Kanun Süleyman, her iki cepheyi tevsi etmek, bütün Bahr-i Sefid'i bir Osmanli havzasi haline getirmek, Hindistan üzerinde nüfuz tesisi gibi sahane bir siyaset takip etmek istedi ve tabii bunun için de unsur-u asliyi, milleti kullandi.

    Arkadaslar;

    Bütün bu ef'al ve hareket tetkik olunursa görülür ki; bu kudretli ve ezametli padisahlar, siyaset-i hariciyelerini, emellerini arzulari ve ihtiraslarina istinat ettirmisler ve teskilât ve siyaset-i dahiliyelerini, bu mevlud ihtirasat olan siyaset-i hericiyelerine göre, tanzim mecburiyetinde kalmislardir. Aksi takdirde felaket ve hüsran muhakkaktir.

    Filhakika Osmanli hakanlari aslolan bu noktayi unuttular. Bütün ef'al ve harekâtlarini hayaller ve emeller üzerine bina ettiler. Teskilât-i dahiliyeyi siyaset-i hariciyeye uydurmak mecburiyeti hâsil olunca, zeptettikleri mahallelerdeki anasiri, oldugu gibi muhafaza mecburiyetinde kaldiktan baska, onlara istisnalar, imtiyazlar bahsettiler.

    Diger taraftan unsur-u asliyi uzun seferler de, fütühat meydanlarinda dolastirttilar ve bu suretle unsur-u asli kendi evinde, kendi yurdunda esbab-i hayatiyesini istihsal için çalismâktan mahrum bir halde bulunuyordu. Bu tacidârlar, milleti böyle diyar diyar dolastirmakla iktifa etmiyorlar, belki fütuhat dairesi dahiline giren halki memnun etmek, ecnebileri memnun etmek için, unsur-u aslinin hukukundan, menaib-i iktlsadiyesinden birçok seyleri atiyye olarak onlara bahsediyorlardi.

    Mesela Fatih zamaninda Cenevizlilere verilen imtiyazlar bu kabiledendir. Nitekim bu imtiyazlarla açilan yol bilahare kendisinden sonra tevessü etmis bulunuyordu. Ve bu imtiyazat , devletin en kuvvetli zamaninda vukubuluyordu ve bunlar, mahzâ ihsan-i sâhane olmak üzere vukubuluyordu.

    Kanuni zamaninda Venediklilerle bir ticaret muâhedesi yapilmak istenmisti. Padisah bunu serefine mugayir buldu. Zira ona, göre muahede, müsavi devletler arasinda yapilabilirdi. Halbuki o zaman Venedikliler bir bende makaminda idiler. Öyle olmakla beraber ona müsadatta bulunurdu. Iste bu musaade kelimesi bilâhare (Kapitülasyon) kelimesi ile tercüme edilmisti. Bu, arz-i teslimiyete mecbur olanlar ve bir kal'a içinde mahsur olanlar arasinda kutlanilan bir kelimedir.
    Millet, evi ile ve esbab-i hayatiyesiyle istigalden memnun olarak diyar diyar dolastiriyorken, bu diyarlar halki birçok imtiyazlara malik olacak çalisiyor, yani Fatihler unsur-u asliyi pesine takarak kilinçla fütuhat yapanlar, zaptolunan mematik ahalisi kazandiklari imtiyazlarla, muhtariyetlerle sabanlarina yapisiyorlar ve toprak üzerinde çalisiyorlardi. Fakat efendiler, kilinçla fütuhat yapanlar, sabanla fütuhat yapanlara binnetice terk-i mevki etmeye mahkumdur.
    Bu bir hakikattir ki, tarihin her devrinde aynen vakidir. Mesela Fransizlar Kanada'da , kilinç sallarken, oraya Ingiliz çiftçisi girmisti. Bir müddet kilinçla saban yekdigeriyle mücadele etti ve nihayet saban galebe çalarak ingilizler Kanada'ya sahip oldular.

    Efendiler;

    Kilinç kullanan kol yorulur; fakat saban kullanan kol her gün daha çok kuvvetlenir ve hergün daha çok sahip olur.

    Efendiler;

    Osmanli fatihleri, hakanlari, müstevlileri unsur-u asli ile beraber sabaninin önünde malup olup ric'ate bastadiktan sonra asil felaketlerin büyügü basladi. Atiyye-i sahane olarak ,ecnebilere bahsedilmis olan ve memleket dahilindeki gayrimüslimlere verilen her sey hukuk-u müktesebe telakki olundu. Fakat ecnebiler bununla iktifa etmediler; her gün bunu tevsi için çareler aradilar ve buldular.
    Anasir-i dahiliye, muhafazaya muktedir olduklari imtiyazata istinaden ve hâricin terbiyat ve müzaheretine siginarak siyasi bir mevcudiyet iktisbi için çalismaktan geri durmalidir. Ecnebiler bir taraftan anasiri dahiliyeyi tesvik, diger taraftan müdahale ile devlet, millet aleyhine yeni imtiyazlar aliyorlârdi. Bu tezyikat-i mütemadiye altinda zaten fena düsmüs olan ana yurdu ve unsur-u asli, devlete verebilecek parayi güç tedarik ediyortardi. Fakat tacidarlar, saraylar, Babi Aliler debdebeyi idame için paraya muhtaç idiler. Bunun için, bunu temin çarelerine tevessül etmistiler. O çareler de harici istikrazlar akdi oluyordu.
    Fakat istikraz serlatini o kadar fena yapiyorlardi ki, bazilarini ödemek mümkün olmamaya basladi. Ve nihayet bir gün devletler Osmanli Devleti'nin iflâsina karar verdiler ve Düyün-u Umumiye belâsini basimiza çöktürdüler.

    Efendiler;

    Milletin düçar oldugu bu hazin hâl ve bu sefaletin esbabini arayacak olursak dogrudan dogruya devlet mefhumundan buluruz.

    Biliyorsunuz ki, Osmanli Devleti Saltanat-i sahsiye ve en son bes on sene zarfinda da saltanat-i mesruta esasina müsteniden idare-i hükümet ediyordu. Saltanat-i sahsiyede her hususta yalniz tacidrâlarin arzu, emel ve iradeleri hâkimdir.

    Milletlerin arzu, emel, irade ve ihtiyaçlari mevzu-u bahis olmaktan uzaktir. Millet âmel ve iradesinden tecerrüt etmistir. Tacidârlar kendilerini Allah tarafindan gönderilmis bir sahsiyet-i ilâhiye farzederler. Etrafini alan menfaatperestan, padisahin zihniyet ve arzusunu bir lâzime-i semaviye, bir lâzime-i Kur'aniye gibi herkese telkin ederler. Bu telâkkiyat karsisinda bir gün bütün halk bu arzu ve iradelerin bilâ mukame iradat-i semaviye olduguna kani olur. Bundan tecerrüde riza gösteren bir milletin akibeti felâket, müsibettir.

    Arkadaslar;

    Son tavsif ettigim noktada artik Osmanli Devleti hakikatte ve fiilen mahrum-u istiklâl bir hâle getirmisti. Bir devlet ki tebaasinâ koydugu vergiyi ecnebilere koyamaz, bir devlet ki gümrükleri için rüsum muamelesi ve saire tanzimi hakkindan menedilir, bir devlet ki ecnebiler üzerinde hak-i kazasini tatbikten mahrumdur. O devlete müstakil denilemez.

    Devletin ve milletin hayatina yapilan müdahâlat bundan fazladir. Milletin ihtiyacat-i iktisadiyesinden olan meselâ simendüfer insasi, mesela fabrika yapmak için devlet serbest degildi. Böyle bir seye tesebbüs olunursa behemehâl müdahale olurdu.

    Hayatini teminden âciz olan bir, devlet müstakil olabilir mi?
    Osmanli ülkesi, ecnebilerin müstamlekesinden baska bir sey degildi. Osmanli halki, Türk milleti esir vaziyetine getirilmisti. Bu netice, arzettigim gibi milletin kendi irade ve hakimiyetine malik bulunamamasindan, sunun bunun elinde istimal edilmesinden nes'et etmisti.

    O halde diyebiliriz ki, milli bir devir yasamiyorduk. Millî tarihe malik bulunmuyorduk. Osmanli tarihi padisahlarin, hakanlarin, zümrelerin dasitâni mahiyetinde idi. Mazinin tarih diye uzattigi kitabin mahiyeti bundan ibarettir.

    Arkadaslar;

    Milletin hâkimiyetine sahip olamamasi yüzünden dahil oldugumuz Harb-i Umumiyeden ve bu Harb-i Umumiyede kiymetli evlatlarimizdan mürekkep kahraman ordularimizin Galiçya, Roman, Makedonya, Kafkas sahikalari Türk-i Sina çöllerinde düçar oldugu zahmetleri hatirlatacak kadar çok zaman geçmedi ve en nihayet bu Harb-i Umuminin seametli neticesi de malumdur. Bilhassa Mondros Mütarekesiyle açilan devrin manzarasini bir an düsünmek isteyecek olursaniz bastan asagi kadar bir manzara-i inhilalden baska bir sey olmadigini anlarsiniz.

    Devletler, her türlü hukuk-u insaniyeden tecerrüd ederek memleketimizin en kiymetli ve en feyzibâr yerlerini çignediler.

    Izmir, Bursa, Eskisehir, Sakarya, Anadolu, Adana, Trakya, Istanbul ve saire gibi en âziz yerlerimizi çignediler. Fakat düsmanlarin bu tarz-i hareketten daha elîm bir nokta varsa o da bir memleketin asirlarca baginda bulunan insanlarin dahi düsman saflarina geçmis bulunmasidir.

    Arkadaslar;

    Biliyorsunuz ki, bu dahili düsmanlar, harici düsmanlarin yapmaya muktedir olamayacagi yeni ve feci ef'al ve harekâti irtikâpta tereddüt göstermemislerdir.
    Harici düsman kuvvetleri saydigimiz aziz vatan topraklarinda bulunurken, padisah iradelerive nesrettirdigi fetvalari ile Hilafet ordulari ile bu masum millet surada, burada izlâl ve igfal olunuyordu. Ve kendi mevcudiyetine karsi, farkina varamayarak; silah istimal ediyordu ve nihayet hep bildigimiz veçhile Osmanli Devleti tamamen münkariz olmustur.

    Fakat düsmanlarimiz ayrii zamanda Osmanli Devletiyle berabar Türk Milleti'nin de mahvoldugunu zannetti. Iste bunda çok aldaniyordu. Osmanli Devleti gibi çok devletler kurmus olan Türk milleti mahvolamazdi. Ve mahvolmamisti. Bilakis hayatina vurulan darbelerden harici ve dahili düsmanlarin aci darbelerinden birden bire bütün teyakkuzlarini, bütün intibahlarini takindi; hayatini, serefini kurtarmak için kemal-i serefle basini kaldirdi. Ve müttehiden ve müsteniden ortaya atildi.

    Iste milletimiz o dakikadan itibaren milli bir devre girdi; bir halk devresinin mebde'ini kurdu. Millet bu mebde'den ise basladigi gün, kendisine hedef olan yollarin ne kadar kesif zulmetler içinde bulundugunu hatirlariz. Bu hal milleti ye'se düsürmedi. Kemâl-i azim ile hedefine hatvelerini atti.

    Efendiler;

    Milletimiz hâlas-i kat'i ve hakikiye mazhar olabilmek için ilk umdeye istinâdin sart oldugunu anladi. Onlardan birincisi: Misak-i Millinin ifade ettigi ruh ve mânâ.

    Ikincisi: Teskilât-i Esasiye Kanunumuzun tesbit ettigi gayri kabil-i tebeddül hakayik.

    Misak-i Milli; miltetin istiklâl-i tâmmini temin eden ve bunun için iktisadiyatinda inkisafina mani olan bütün sebepleri bir daha avdet etmemek üzere lagveden bir düsturdur. Teskilat-i Esasiye Kanunu, Osmanli Imparatorlugu'nun, devletin tarihe münkalip oldugunun idrak eden, onun yerine yeni Türkiye Devleti'nin kaim oldugunu ilan eden bir kanundur.

    Bu devletin hayatinda bilâkayd-ü sart hâkimiyetin milletin uhdesinde kalacagini ifade eden kanundur. Bu kanun, hâkimiyetin milletin uhdesinde kalabilmesi için halkin bizzat kendini idaresini sart kilan bir kanundur.

    Artik Türkiye halki için yegâne mümessil Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetidir, diyen bir kanundur. Babi Ali yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetini koyan bir kanundur.

    Efendiler;

    Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetinin milletten aldigi veçhile Istiklal-i tam, hakimiyet-i milliye umdelerine istinaden milleti zengin, memleketi mamur etmekten ibarettir.

    Efendiler;

    Bu umde icabi bütün cihan bilmelidir ki, artik Türkiye halki; hakimiyetini hiçbir sahis ve makama veremez. Hakimiyet demek seref demek, riamus demek, haysiyet demektir. Bir milletin bu evsaf-I medeniye ve insaniyesinin terkini talep etmek onu insanliktan çikarmak demektir.

    Efendiler;

    Milletimizin bu iki esasa istinad eder. Çalismaya basladigi günden bugüne kadar geçen zaman çok degil, üçbuçuk dört seneden ibarettir, fakat milletimizin kazandigi muvaffakiyet ve muzafferiyat bu senelere sigamayacak kadar çoktur, taskindir, yüksektir ve kuvvetlidir.

    Hakikaten irade-i seniyeler; Hilafet ordulari ve tesrifat ile olan isyanlarin kaffesi bastirilmistir. Ve tüfeksiz, topsuz, parasiz bulundugu bir zamanda yeniden dünyanin en lkudretli, en azametli ordusunu teskile kudretyap olmustur. Orada daha hâl-i tesekkülde iken Birinci, ikinci Inönü, Sakarya zeferlerini ihraz etmis ve cihani hayretlerde birakan en son muzafferiyeti de kemâl-i siddet ve sür'atle ihraz ederek düsman ordularini bire kadar mahvetmistir.

    Istiklâl-i tâm için su düstur var: Hakimiyet-i milliye, hâkimiyet-i iktisadiye ile tarsin edilmelidir. Bu kadar büyük gayeler, bu kadar mukaddes, azametli hedefler kâgit üzerindeki düsturlarla, arzu ve hirslarla husül bulamaz. Bunlarin tahakkuk-u tâmmini temin için yegane kuvvet, en kuvvetli temel iktisadiyattir, siyaset ve askerî muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferle tetviç edilemezse semere-i netice payidar olamaz. En kuvvetli ve parlak zaferimizi de tetviç eden semere-i nafiayi temin için hâkimiyet-i iktisadiyemizin temin ve tarsini lâzimdir.

    Bu kadar feyzli, bu kadar kudretli olan yeni hükümetimizin düsmânsiz kalacagini farzetmek dogru degildir. Bunun için çok kundaklar koyarak münhedim etmeye çalisacak ve süikasde tesebbüs edecekler bulunacaktir. Bütün bunlara karsi silahimiz, Iktisadiyatimizdaki kuvvet, resânet ve muvaffekiyetimiz olacaktir.

    Efendiler;

    Dahil oldugumuz halk devrinin, milli devrin milli tarihini de yazabilmek için kalemler, sapanlar olacaktir. Bence halk devri, iktisat devri mefhumu ile ifade olunur. Öyle bir iktisat devri ki memleketimiz mamur milletimiz, müreffeh ve zengin olsun. Bu noktada bir felsefeyi hatirlayiniz; o da: ''El-kanâatü kenzün la-yüfna''dir.

    Bu felsefeyi yanlis tefsir yüzünden bu millete büyük fenalik edilmistir. Allah yarattigi nimet ve güzellikleri insanlarin istifadesi için yaratmistir. Allah zekâ ve akli insanlara bunun için verdi.

    Diger vatan kupkuru dag ve taslardan, viran köy, kasaba ve sehirlerden ibaret olsaydi, onun zindandan farki olamazdi. Felsefenin sahipleri memleketi zindan ve cehennemden baska bir sey yapmamisti. Bu vatan evlât ve ahfadimiz için cennet yapilmaya lâyiktir. Bu, faaliyet-i iktisadiye ile kabildir.

    Öyle bir iktisat devri ki artik milletimiz insanca yasamasini bilsin ve o esbabi bilerek ona göre lâzim olan tedabire tevessül etsin.

    Arzumuz sudur: Bir memleketin efradi ellerinde numüneleriyle, ziraat, ticaret, san'at, sây ve sabanin mümessili olsun. Artik bu memleket fakir, millet hakir degil, belki de memleketimiz zenginler memleketidir. Bu yeni Türkiye'nin adina ''çaliskanlar diyari'' denir. Iste millet böyle bir devir içinde bulunuyor; bu millet böyle bir devri ifâ edecek ve tarihini de , yazacaktir. Bu tarihte en büyük makam çaliskanlara ait olacaktir.

    Eferidiler;

    Türkiye Iktisat Kongresi tarihte ilk defa Ihraz-i mevki-i bülend edecek bir kongredir. Ve sizler bu memleketin ihtiyacini ve milletin kaabiliyetini ve bunun karsisindâ dünyada mevcut olan çok kuvvetli iktisat teskilâtini nazara alarak, alinmasi lâzimgelen tedbirleri kemâl-i vuzuh ile teati ve tesbit etmelisiniz. O tedbirler tatbik olundukça memleketiniz nurlara, feyizlere müstagrak olsun.

    Arkadaslar;

    Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümetiniz tabiî miletin amâli dairesinde terakki ve tecaddüde tamemen taraftardir. Bunun için mülk ve millete nafi ittihaz edeceginiz tadabiri memnuniyetle nazari dikkate alacaktir.

    Efendiler;

    Iktisadiyat sahasinda düsünür ve konusurken zannolunmasin ki ecnebi sermayesine hasimiz; hayir bizim memleketimiz vasidir. Çok say ve sermayeye ihtiyacimiz var.
    Kanunlarimiza riayet sartiyla ecnebi sermayelerine lazim gelen teminati vermeye her zaman haziriz. Ecnebi sermayesi bizleri sâyemize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faydali neticeler versin.

    Mazide, Tanzimat devrinden sonra ecnebi sermayesi müstesna bir mevkie malikti. Devlet ve hükümet ecnebi sermayesinin jandarmaligindan baska bir sey yapmamistir. Her yeni millet gibi Türkiye buna muvaffakat edemez. Burasini esir ülkesi yaptirmayiz.

    Arkadaslar;

    Son söz olarak demistim ki: Memleketimizi artik esir ülkesi yaptiramayiz. Nazâr-i dikkatimizi celbetmis olan konferansin son müzakerâti bu nokta ile alâkadardir. Lozan Konferansi'nin tâlike ugramasi ayni mesele ve noktadan münbasittir.

    Ordularimiz en büyük bir zaferi ihraz etmisler ve mesyi mania muzafferanesini tevfik edecek hiçbir mania mevcut degildi. Böyle bir zamanda Itilaf Devletleri hukuk-u tabiiye ve mesruamizi müzakeret haltedeceklerini söylediler ve bizi konferansa davet ettiler.

    Millet Meclisi ve Hükümetimiz samimî olarak sulh taraftari bulundugu için muzaffer ordularimizi durdurarâk, heyet-i murahhasimizi Lozan'a gönderdik, Aylardan beri müzakeret, münakasât devam etti. Muhataplarimiz hukukumuzu tasdik etmis olmadi.

    Konferanstaki muhataplarimiz bizimle üç dört senelik degil. üçyüz ve dörtyüz senelik hesabati rü'yet ediyorlar ve hala muhataplarimiz Osmanli Devleti'nin tarihe karistigini ve bugün yeni Tûrkiye'nin mevcudiyetini, bunun kuran milletin çok azimkar, imanli ve celâdetli oldugunu, Istiklâl-i tam ve hâkimiyet-i milliyesinden zerre kadar fedakarlik yapamayacagim hâle anlayamamislardir. Bu yüzden itilâf Devletleri duçar-i tereddüt oldu. Istedikleri kadar tereddüt edebilirler. Bu millet artik kararini vermistir. Bu millet için artik teceddüt devirleri çoktan geçmistir.

    Devletlerin heyet-i murahhasimiza verdikleri son proje bittabi sayan-i kabul görülmedi. Ve diger mürahhaslar gibi bizimkiler de vaz'iyeti Hükümet ve icabederse Meclis'e, izah etmek üzere memlekete avdet ediyorlar. Tabii istizahat olacaktir.

    Nihayet bugün cihan bilsin ki, bu millet, istiklal-i tâmminin temin edildigini görmedikçe yürümeye basladigi yoldan biran tevakkuf etmeyecektir.
    Biz, kimseden fazla bir sey istemiyoruz. Her medeni milletin mâlik oldugu seylerden mahrum edilmemeliyiz. Haklarimiz tabii mesrudur, bize lazimdir. Ne kadar hakli isek bunu müdafaa için de memleket ve milletimizin kabiliyet ve kudreti de o kadardir.

    Efendiler;

    Görülüyor ki, bu kadar kat'i ve yüksek bir zafer-i askeriden sonra dahi bizi sulha kavusmaktan meneden asbap dogrudan dogruya eshab-i iktisadiyedir, mûlâhazat-i iktisadiyedir. Çünkü bu devlet, hâkimiyet-i iktisadiyesini temin ederse o kadar kuvvetli temel üzerinde yerlesmis ve teâli etmeye baslamis olacaktir ve artik bunu yerinden kimildatmak mümkün olamayacaktir. Iste düsmanlarimizin, hâkikî düsmanlarimizin muvaffakata, bir türlü riza gösteremedikleri budur.

    Efendiler;

    Bu fiilen vaki olmustur. Sulh denilen seyin temini için ecnebilerin bu hakikati itiraf etmemekteki tereddütlerine mantiki manâ vermek mümkün degildir. Çok sayân-i arzudur ki, pek yakin bir zamanda onlar da bu hakikati itirâfi ederler ve bütün cihan medeniyetin pek büyük havahis ve tahassüfile intizar ettigi sulhun in'ikadina mâni olarak mesüliyetinden içtinap aderler. Simdiden esbab-i hayatiyemizi temine baslamis bulunuyoruz. Ve bittabi hâl-i sulhun in'lkadinda daha büyük inkisaf oluyor. Fakat muvaffak olmak için çok çalismak lazim oldugunu bilmeliyiz. Iktisadiyat iktisadiyat, diyoruz. Fakat arkadaslar, Iktisadiyat demek her sey demektir. Yesim için, mes'ul olmak için; mevcudiyet-I insaniye için ne lâzimsa ,bunlari kaffiesi demektir, ziraat demektir, ticaret demektir, sây demektir, her sey demektir. Bütün bu hususatta el'an memleket ve milletimizin ne halde oldugunu sizler çok güzel bilirsiniz. Tavsif etmek istemeyecegim. Ancak memleketimizin vüs'ati ve nüfusumuzun bu vüs'ati ne kadar gayri mütenasip, oldugunu da hatirlayiniz. Bu vâsi ve feyizli topraklari isleyebilmek, isletebilmek için noksan olan el emegini behamehal fennî alât ile telâfi etmek mecburiyetindeyiz. Memleketimizi bundan baska simendiferler ile, üzerinde otomobiller çalisir, soseler ile sebeke haline getirmek mecburiyetindeyiz.
    Çünkü garkin ve cihanin vesaiti bunlar oldukça, simendüferler oldukça; bunlara karsi merkepler ve kagni ile ve tabli yollar üzerinde müsabakaya çikismanin imkâni yoktur. Memleketimiz ziraat memleketidir. Bu itibarla halkimizin ekseriyeti çiftçidir, çobandir. Binaenaleyh en büyük kuvveti, kudreti ve sahada gösterebiliriz. Ve bu sahada mühim müsaüaka meydanlarina atilabiliriz. Fakat ayni zamanda san'atimizi tezyid ve tevsi etmek mecburiyetindeyiz. Eger san'at hususunda yine müsamahkar olursak o halde asâr-i sanayide yine haricin haraçgüzâri oluruz, mahsulât ve mamulâtin mübadelâti ve servete inkilâbi için ticarete ihtiyacimiz vardir. Ticaretimizin servetinden lüzumu kadar istifade edememeyi bais olur. Fakat, bütün bunlar söylendigi kadar basit ve kolay olmayan söylerdir. Bunda muvaffak olabilmek için hakikaten memleketin ihtiyacina mutabik esasli programii üzerinde bütün milletin müttehit ve hemâhenk olarak çalismâsi tâzimdir. Hayet-i Aliyeniz bu esasatin en kiymetlilerini insallah bulup ortaya koyacaksiniz.

    Arkadaslar;

    Bence yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün esaslari, bütün programlari, iktisat programindan çikmalidir. Çünkü demin dedigim gibi, her sey bunun içinde mündemictir. Binaenaleyh, evlâtlarimizi o suretle talim ve terbiye etmeliyiz, onlara bu suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki, alem-i ticaret, ziraat ve san'atta ve bütün bunlarin sahalarinda müsmir olsunlar,müessifi olsunlar, faal olsunlar, ameli bir uzuv olsunlar. Binaenaleyh maarif programimiz gerek ibtidaî tahsilde, gerek orta tahsilde verilecek bütün seyler bu nokta-i nazâra göre olmalidir. Maarif programlârimiz gibi suabat-i devlet için tasavvur olunacak programlar dahi iktisat programina istinat etmekten kendini kurtaramazlar. Esasli bir program tesbit etmek, program üzerine bütün milleti hemahenk olarak çalistirmak lâzimdir.
    Biizim halkimiza menfeâtleri yekdigerinden ayrilir. Sinif halinde degil, bil'akis mevcudiyetleri ve muhassala-i mesaisi yekdigerine lâzim olan siniflardan ibarettir. Bu dakikada sâmilerim çiftçilerdir, san'atkârlardir, tüccarlardir. Ve ameledir. Bunlarin hangisi yekdigerinin muarizi olabilir? Çiftçinin san'atkâra - san'atkârin çiftçiye, çiftçinin tüccara ve bunlarin hepsine, yekdigerine ve ameleye muhtaç oldugunu kim inkar edebilir?

    Bugün mevcut olan fabrikalarimizda ve daha çok olmasini temenni ettigimiz fabrikalarimizda kendi amelemiz çalismalidir. Müreffeh ve memnun olarak çâlismalidir ve bütün bu saydigimiz siniflar ayni zamanda zengin olmalidir ve hayatin lezzet-i hakikisini tadabilmelidir ki, çalismak için kudret ve kuvvt bulabilsin. Binaenaleyh programdan bahsolundugu zaman âdeta denilebilir ki, bütün halk için bir sây Misak-i Millisi mahiyetinde olan program etrafinda toplanmaktan hâsil olacak olân sekl-i. siyesi ise alelâde bir firka mahiyetinde tasavvur edilmemek lâzim getir ve bades sulh vukua gelebilecek böyle bir sekli siyasinin simdiye kadar oldugu gibi milletin azim ve imaniyla ve vahdet ve tesanüdün birbirine müzahir olmasiyla muvaffak olacagi hakkindaki kanaa'tim kavidir ve tamdir.

    Efendiler;

    Heyet-i Aliyenizin bugün akdetmis oldugu , Türkiye Iktisat Kongresi çok mühimdir. Çok tarihidir. Nasil ki Erzurum Kongresi felâket noktasina gelmis olan bu milleti kurtarmak husunda Misak-i Millinin ve Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun ilk temel taslarini tedarik hususunda amil olmus, mütesebbis olmus ve bundan dolayi tarihimizde, tarih-i millimizde en kiymetli ve yüksek hatirayi ihraz etmis ise, kongremiz dahi milletin ve memleketin hayta ve halas-I hakikisini temine medar olacak düsturun temel taslarini ve esaslarini ihraz edip ortaya koymak suretiyle tarihte en büyük nami ve çok kiymetli bir hatirayi ihraz edecektir. Bu kadar kiymetli ve tarihi kongremizi küsad etmek serefini bahsettiginizden dolayi hassaten arz-i tesekkürat ederim. Ve böyle bir kongreyi akteden sizlersiniz. Bundan dolayi sizi sayan-i tebrik görür ve tebrik ederim.




  • quote:

    İthalatı kısıtlayıp, ihracatı teşvik ederek güçlü ve zengin bir devlet inşa etmeyi amaçlayan iktisadî milliyetçiliktir.
    ülkenin güçlü olabilmesi için borcunun azaltılması ve artı fazla vermesi esastır.Önemliolan ayrıntı şuradadır.Artı değeri nerede saklayacksınız .Altında mı kendi paranızda mı , yoksa başka bir ülkenin parasında mı ?

    işte merkantilist iktisadi görüşün cevabı değerli madenler olmaktadır.Bu tam da benim düşündüğümle paralellik taşıdığı için yazdım. Birinci iktisat kongresi açıklamalarını okursanız veya anlayabilrisek benzer görüşlerin kalkınma modeli olarak yapıldığınız Cumhuriyetimizn bir adımı olarak görmekteyiz.Ama gerisi gelmedi olay saptırıldı yozlaştırdı ve geçmişte sağ ve sol diye anlamsız görüşler ile başka güçlerin hizmetinde kaldı. Milli politika kendi vatandaşlarının politik ve iktisadi amaçlarına uygun olması gerekirken alakasız ve bize faydası dokunmayacak noktalara kaymıştır. Çok televizyon almak veya yenilemek ancak bunun tüm parçaları veya artı katma değer oluşturabilecek parçaları kendi ülkemizde üretiliyor ise anlam taşır.


    Tamamen katılıyorum.. Bu sistem dünyada doların rezerv para olarak kullanılması ve altına bağlanması ile kararlaştırılmıştı.. Bizde de Atatürk'ün uyguladığı kalkınma modeli de ''artı değer'' yaratarak kalkınma modeli de buna benzerdi..

    Fakat Bretton Woods'u yıkan güç neyse Türkiye ekonomi politikalarını mahveden güç de odur..

    Bana kalırsa bu ülke eksik de olsa en iyi kalkınmayı ve artı değer yaratmayı 30-40 lı yıllarda başarmıştır.. Sonra sekteye uğramış, kapasitesiz insanlar ve dış güçler yüzünden başarısız olmuşlardır..

    Bakın bugün ekonomi gelişmiştir, buna tamam diyebiliriz ama önemli olan şudur.. Milli ekonomi değildir.. Trans-national şirketlerin piyasayı yönlendirdiği bir ekonomide bundan bahsetmek pek söz konusu olamaz..




  • iktisat ile ekonomi birbiriyle içiçe ama büyük farklılıklar barındıran konulardır. matematik gibi tek bir doğrussu ve sağlaması mevcut değildir.Öngörülen politikalara (iktisat) göre ekonomi anlayışı ve uygulaması olmalıdır.

    Şimdi 1930 ların iktisat politikasını bugun uygulayalım demiyorum ama özellikle ,ikinci dünya savaşından sonra emparyalizim ve sömürgeelikanlayışı kılık değiştirmiş ve farklı iktisat politikalarını dünyaya dayatmıştır. Son 20-30 yılda ise giderek artan Globalleşme adı altında aslında bizim politikalarımıza uymayan ancak hükümet kanalıyla uyguladığımız serbest kur politikası ile Atatürk'ün koymul olduğu iktisat politikasından çok uzakta yer aldığımızı belirtmek isterim.

    evet sizin de söylediğiniz gibi bu iktisat politikaları milli politika değildir, bize de sanal bir ekonomik büyüme ve gerçeklik sağlamaktadır.Zaten çöküşünün nedeni de büyümenin sonsuza kadar gideceği varsayımından kaynaklanmasıdır.Siz bir mal üretirde bundan ülke olarka katma değer sağlayamazsanız burada bir kalkınmadan sz etmek mümkün değildir.Ancak sömürünün adını değiştirmiş olursunuz.Çünkü yabancı şirketler size yatırımı ülkeniz çabuk kalkınsın ve insanlarınız refaha ulaşsın die vermezler, şirkerin mali kaynaklarını ve kar kapılarını pozitif yönde dönüştürecek sistemi size uygularlar. siz de bunu sermayeyi kabul ettiğinizde kendiliğinizden sağlamış olursunuz.

    Çin 2nin durmuna bakın ucuz işgücü ile tüm ülke bir arı kovanı gibi çalıştırılıyor ama ne çevre politikaları ne insan hakları bu ülkede uygulanamıyor. İnsanlar 18 saat çalışmakzorunda kalıyorlar. deme3k istediğim şeyin düğüm noktası burası nerede sosyalist devlet politika ve iktisatı nerede sömürü düzeni ve kaynak kullanımı.Şimdi ABD tökezleyince onlardan önce tüm sistemni buna dayandıran Çin tökezliyor.

    Arkadaşlar unutmayalım ki bizim ülkemizin kurucusu ülkemiz için en iyi olacak kalkınma politikasını ve uygulamalarını bize iletirken ülkenin kalkınma için izlemesi gereken yolu söylemiş idi. Yavaş olsun ama milli olsun idi. Şimdi siz bunu hızlandırmak için dış sermayenin parasına güvenirseniz bu paranın başta kaynağı olmak üzere bir sürü argumanını da kabul etmek zorunda kalırsınız.Eğer memnunsanız bir problem yok araplar gibi gümüş renkli mercedese binersiniz ama ülkenizdeki kalkınma sanal olur. Bir günde tepetaklak olabilir. Yıllardır yapılmış devletin kontrolündeki işletmeleri anlamsızca nedenler yüzünden satarsanız , yarın fiyat artışı ve farklı nedenler ile kaynaklarınızı yurt dışına sömürüye alet etmiş olursunuz. Bunlar sol adına yapılmış söylemler değildir.O ülkelerin kendi yarırına iktisat politikalarıdır. Ama siz illaki bir tarafı benimsemek zorunda değilsiniz. yapılanlara bir bakım tarım ülkesi olması gerekn ülkemiz şu an ne durumda bir basit tohumu bile ithal eder durumda , 1960 larda devrim adlı otomobili sırf inat olsun diye yapan mühendislerin gücüne bakın şimdilerde nedenyerli sermayeli global bir şirketin bulunmadığını anlamaya çalışın.Konular çok derin ve sayfalarca yazsak da geriye dönemeyiz. O zaman ileride kritik katrarlar alınırken basit bir oy atmak yerine bu politikaları hükümetlerin veya siyasi partilaein nasıl kullanacağını da sorgulayınız.

    Rus gazıyla kalkınma olur ve ısınırız diye düşünmeden önce vermiş olduğunuz paraların ülke ekonomisine nasıl geri döneceğini sorgulamak gerekir. Eğer 100 milyar dolarlık mal alıyor ve 150 milyarlık satıyorsak sorun yok. kalkınma gerçekleşir . Ama satamıyorsanız bu konutya daha fazla para yatırmanın kimlere hizmet edebileceğini düşününüz. İktisadi politikalar uzun dönemli yapılan kalkınma modelleridir ve model zırt pırt değişmez. Sadece ufak tefek düzeltmeler yapılır. O zaman şunu düşünmek lazım 1. iktisat politikasından sonra bugun sonuncusu da dahil olursa hangi noktadayız.Yapılan ticaretin ülkemize katma değer olarak kattığı nedir.İnsanlarımız daha fala çalışıyor ve karnını doyurmak ve çocuklara bakmak için daha uzun saatler masa başında veya işinin başında kalıyorsa bu politikaları uzun uzun tekrardan düşünmek gerekir. detayı değil ana görüşü neyin yozlaştırdığını ve sizi daha bağımlı yaptığını balık tutuar gibi çekip çıkarmak gerekir ki suyu bulandıranlar ortaya çıksın.
    quote:

    Orjinalden alıntı: hazardousmen

    quote:

    İthalatı kısıtlayıp, ihracatı teşvik ederek güçlü ve zengin bir devlet inşa etmeyi amaçlayan iktisadî milliyetçiliktir.
    ülkenin güçlü olabilmesi için borcunun azaltılması ve artı fazla vermesi esastır.Önemliolan ayrıntı şuradadır.Artı değeri nerede saklayacksınız .Altında mı kendi paranızda mı , yoksa başka bir ülkenin parasında mı ?

    işte merkantilist iktisadi görüşün cevabı değerli madenler olmaktadır.Bu tam da benim düşündüğümle paralellik taşıdığı için yazdım. Birinci iktisat kongresi açıklamalarını okursanız veya anlayabilrisek benzer görüşlerin kalkınma modeli olarak yapıldığınız Cumhuriyetimizn bir adımı olarak görmekteyiz.Ama gerisi gelmedi olay saptırıldı yozlaştırdı ve geçmişte sağ ve sol diye anlamsız görüşler ile başka güçlerin hizmetinde kaldı. Milli politika kendi vatandaşlarının politik ve iktisadi amaçlarına uygun olması gerekirken alakasız ve bize faydası dokunmayacak noktalara kaymıştır. Çok televizyon almak veya yenilemek ancak bunun tüm parçaları veya artı katma değer oluşturabilecek parçaları kendi ülkemizde üretiliyor ise anlam taşır.


    Tamamen katılıyorum.. Bu sistem dünyada doların rezerv para olarak kullanılması ve altına bağlanması ile kararlaştırılmıştı.. Bizde de Atatürk'ün uyguladığı kalkınma modeli de ''artı değer'' yaratarak kalkınma modeli de buna benzerdi..

    Fakat Bretton Woods'u yıkan güç neyse Türkiye ekonomi politikalarını mahveden güç de odur..

    Bana kalırsa bu ülke eksik de olsa en iyi kalkınmayı ve artı değer yaratmayı 30-40 lı yıllarda başarmıştır.. Sonra sekteye uğramış, kapasitesiz insanlar ve dış güçler yüzünden başarısız olmuşlardır..

    Bakın bugün ekonomi gelişmiştir, buna tamam diyebiliriz ama önemli olan şudur.. Milli ekonomi değildir.. Trans-national şirketlerin piyasayı yönlendirdiği bir ekonomide bundan bahsetmek pek söz konusu olamaz..




  • Bugün Enerji Bakanı Hilmi Güleri dinlediğimde Karadenizde sondaj çalışmalarının sürdüğünü, önemli rezervler çıkmasını umduklarını söyledi..

    Denizdeki sondaj çalışmaları karadakine oranla çok çok daha maliyetli oluyormuş.. Misal karadaki 2 milyon dolar ise denizdeki 150 milyon dolara mal oluyormuş.. Denizin dibine inmek 2000 m, bir de oradan sonra 3000 metre aşağı inmek gerekiyormuş.. Şimdiye kadar inilen maksimum seviye 6500 m. Açıkçası bu kadar da derinlerde aradıklarını bilmiyordum.. Bakanın ağzından dinlediklerim kısaca bunlar..

    Alternatif enerjiler konusunda ise hepimizin bildiği şeyleri tekrarladı..

    Umarım nükleer enerji santrali inşaatına çok kısa bir sürede başlarız..

    Güneş enerjisi de aynı şekilde..

    Gelişmiş ülkeler dünya ''petrol üretiminin zirve yapıp düşüşe geçmesi olayı'' na çok daha önce hazırlanmaya başladılar.. Biz ise çok yeni uyanmış vaziyetteyiz.. Hatta daha uyanamamış insanlar da var..

    Krizin kendini derinleştirmesiyle uyanamayanlar da yavaş yavaş uyanıyorlar.. Tabi kimse onlara ''petrol üretimi düşüyor'' diye fısıldamıyacak, ama bunu bilemeseler de dünyada sağlanan ''demand destruction'' yani ''talep yoketme'' olayı ile tüketimlerini kısma, tasarruf yapma yoluna gideceklerdir, gitmeye başlamışlardır.. İşten çıkartılarak, maliyetler yükseltilerek bla bla..

    Tabi şu anda gördüklerimiz, önümüzdeki yıllarda göreceklerimizin uvertürü bile değildir..

    Bundan önce dünyamız ''talepin kısıtlı, enerjinin bol'' olduğu bir dünya idi.. Bundan sonraki 50 yıl ''enerjinin kısıtlı, talebin bol'' dünya olacaktır, olmaya başlamıştır..

    Ha bu arada geçen gün trafik sıkışıkken, boğaz köprüsünden at arabasının geçtiğini gördüm ve gözlerime inanamadım, açıkçası bu kadar erken beklemiyordum.. Ah keşke fotoğraf makinem olsaydı..




  • bu ayki World &Oil dergisinde çıkan petrol ve ekonomi ilişkisi anlatan bir yazıyı kopyalıyorum. 2009 yılı bütün ülkeler için zor bir yıl olacak.

    kaynak:World Oil &gas
    Yazar: Jacques Sapir is professor of economics at EHESS-Pans and at the Higher School of Economics in Moscow.

    Russia in the global financial storm

    Will late 2008—early 2009 in Russia be a winter of discontent? Reading Russian media may give one the distinct keling of a very serious crisis, with imporrant social and political ramifications.
    There is, no doubt, a season of hardship looming ahead for Russia. However, the situation looks much better than in 1998, which is the country’s mosi important reference point fur a crisis. The worst furecast so far published, as usual the International Monetary Fund’s, predicts a 3% growth rate in the Russian economy fur 2009. This is much lower than that experienced in 2007 and 2008. Still, there are plenty oi governments in advanced economies, from Paris to Washington, that would dream of such a growth rare.
    The global financial crisis has hit the Russian economy in two different ways:
    one real and one psychological. It is quite easy to assess the first aspect because it is grounded in objective and well-known factors. The second aspect is much harder to assess because collective psychology is not an exact science.
    The ‘real” crisis. The real aspect of the shock is threefold. First, Russian banks and large enterprises have suffered from the collapse of international liquidity markets. Local financial markets arc quite narrow. The Russian Trading System stock exchange never traded more than US$100 million on a daily basis. Even on the larger Moscow lnterbank Currency Exchange, the volume of shares traded has been pretty low. The Russian banking sector is still underdeveloped. This is why large banks and enterprises were raising funds for their own development in international P1 nancial markets.
    The near disappearance of liquidity in September 2008 was a tremendous shock. The Russian government had to act as a substitute for financial markets, which had dried up. The Russian state bank for external operations—the VF.B—has loaned between $70 billion and $100 billion to banks and enterprises. The intended purpose of the VEE3, which receives funds directly from the state budget, is actually to refinance foreign liabilities oi Russian banks.
    Second, there is the sudden price drop
    of oil and other commodities, which is clearly related to downward speculation following upward speculation. Commodities markets have became highly speculative because future contracts operators, which are extremely remote to the actual commodity market, now use these contracts as financial tools. For one barrel of crude oil actually delivered, there are now up to 18 future contracts.
    Third, the recession in the US economy and in the EU is hitting Russia, cratering demand. This is a cause of serious concern in Russia, and would explain the slowdown in the country’s oil and gas industry. Unemployment is on the rise, which will in turn damage internal consumption.
    Low oil prices are clearly a financial problem for Russia, hut the country’s situation is nc-vcrtheless quite strong. even if the expenditures side of the 2009 budget has been computed based on $50/barrel.
    During the summer of 2008, Central Bank ft)reign exchange reserves were nearing $600 billion. Even if $144 billion has been spent between August and the end of November, the rate of reserve depletion has fallen to $3 billion a week. There is clearly no “catastrophe” here in the making.
    Furthermore, the country has been running a huge budget surplus since 2000, and the government debt is very small. The Russian financial situation is stronger than that of many developed countries.
    All these combined effects impact the Russian industry. Already, the government and the Central Bank have injected more than $278 billion into the economy. The government’s remaining surplus reserves could be engaged this winter. To some extent, Russia is trying to replace declining foreign demand with stronger internal demand. If adequate actions are taken this winter, the 2009 growth rate will certainly be over 3%.
    Russia’s economic prospects for 2009 are actually much better than for Europe or the United States, where a true recession is already underway. So why does such a feeling of gloom pervade the Russian media and the commentary of some Western observers?
    The psychological crisis. ‘[he reason is the psychological aspect of the crisis. The Russian elite have still not recovered from the trauma of 1998. The current capital outflow raises old fears even if at the current rate, the (entral Bank can sustain the drain fur 150 weeks, or nearly 3 years. In August 1998, there were less than 3 weeks of reserves left.
    Also, the Russian economic elite have become accustomed to the easy lending atmosphere that pervaded international financial markets until early 2008. Some adjustments are needed, and the current situation looks full of uncertainty.
    The psychological aspect of the crisis requires psychological actions as well as real ones. A greater government commitment to the economy is needed, if only to reduce uncertainty to manageable levels. The economic program to 2020 that Prime Minister Vladimir Putin announced in late November is a step in the right direction, but more is needed. A comprehensive public investment program linked to increased social expenditures could stahiliie expectations and enhance private investments. This is well within the government’s reach. It is possible that some kind of capital controls, targeting mostly speculative movements, could also be of use: disconnecting trade and the national currency from highly unstable exchange markets also makes sense. With US public and private debt ballooning, the value of the US dollar is in doubt for 2009. Currencies will be caught into a cauldron of speculation as a consequence of the m.tssive debt expansion in the US economy as well as in Europe and Asia.
    No matter how sound are the economic measures taken, the most important thing is addressing the psychological aspect. When a storm is rising, the crew needs to see the skipper on watch. It is even more important to see him acting. Russia needs a more aggressively interventionist economic policy, not just f’or “real” reasons, but also for psychological
    ones




  • Daha önce çıkmış bir haberi kopyalayım.. Bu teoriye rastladım ama bana oldukça kötümser bir teori geldi.. Fakat şu koşullarda en kötü teoriyi bile okumakta fayda var..


    quote:



    Petrol fiyatlarının rekor üstüne rekor kırmasını, küresel düzendeki diğer sarsıntılarla birlikte değerlendirdiğimizde, insanlık tarihinin bir dönüm noktasında olduğumuz anlaşılıyor.

    Ya petrol benzeri, bir başka “yenilenemez” enerji kaynağı bulacağız...

    Ya “yenilenelebilir” enerji kaynaklarını (örneğin güneş, rüzgar, vb), tüm dünyanın enerji ihtiyacını karşılayacak kadar verimli kullanmanın bir yolunu keşfedeceğiz...

    Veya dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir krizin ardından, bir “sanayisizleşme” sürecine girerek belki de ikinci bir “Taş Devri” yaşayacağız.

    * * *

    Bazı bilimadamları, bu yol ayrımını tâ 20 yıl önce öngördüğünde, dünya onları görmezden gelmişti.

    Oysa bugün, enerji kaynaklarının geleceği konusunda bilimsel anlamda en karamsar projeksiyonu sunan Richard C. Duncan’ın öngörüsüne giderek yaklaşıyor gibiyiz.

    Duncan, 1989’da ortaya attığı ve 1993’te sayısal verilerle desteklediği Olduvai Teorisi’nde, endüstriyel medeniyete 100 yıl ömür biçmiş ve doğal şartlar gereği bu düzenin en geç 2030 yılında yıkılacağını iddia etmişti.

    Duncan’ın teorisi, petrol üretimi düşerken, kişi başına enerji talebinin artmaya devam etmesi nedeniyle büyük bir kriz baş göstereceğini öne sürüyor.

    Bu kriz sonucunda, insanlık ilk çağlara dönmek zorunda kalacak, ki teorinin ismi de, Afrika’da bulunan ve “insanlığın beşiği” olarak adlandırılan Olduvai Boğazı’na bir gönderme.

    Duncan, petrole dayalı gelişmenin sekteye uğrayıp ardından büyük yıkılışı getirmesi için üç aşama öngörüyor:

    Buna göre, 1979-1999 döneminde dünyada kişi başına düşen enerji her yıl yüzde 0.33 gerileyecek.

    2000’den 2011’e kadar sürecek dönemde dünya petrol üretimi zirve yaptıktan sonra artık düşmeye başlayacak. Bu dönemde Ortadoğu’daki çatışmalar artacak.

    2012-2030 dönemi ise, dünya çapında önce geçici, ardından kalıcı elektrik kesintilerinin yaşandığı ve sonunda elektrik şebekelerinin tamamen çöktüğü bir dönem olacak.

    Buna paralel olarak içme suyu şebekeleri de devreden çıkacak, salgında hastalıklar yaygınlaşacak, daha önce tedavi edilebilen hastalıklar yeniden can almaya başlayacak, ABD başta olmak üzere Batı’da sosyal güvenlik sistemleri iflas edecek, açlık ve susuzluk milyonlarca can alacak.

    Sanayi öncesi toplumu petrol ile aşarak “sanayileşmiş toplum” olan insanlık, petrolsüzlük yüzünden yeniden sanayisizleşecek.

    Böylece endüstriyel uygarlığın “fâni nabzı” duracak ve insanlık, yeniden binlerce yıl öncesine dönerek bir kez daha doğal hayata adım atacak.


    * * *

    Enerji ve gıda fiyatlarındaki dramatik artışın kalıcı olduğu artık kesinleşse de, Olduvai Teorisi’nin meşum kehanetlerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmiyor. Ama ilk işaretler ürkütücü:

    Örneğin bir “kış yakıtı” sayılan doğalgaz rezervlerine bu yıl çok erken sarılmak zorunda kalan ABD’de, artan petrol fiyatları yüzünden bu alternatifin öne çıkarılması nedeniyle stoklar normal şartların çok altına düştü.

    “Olduvai” eşiğini geçip geçmediğimizi yakında göreceğiz, ama mevcut gidişatın sürmesi durumunda felaket senaryosunun gerçekleşebileceğini akıldan çıkarmamalıyız.

    Mesele, işler iyice sarpa sarmadan, mevcut ekonomik düzenin sürdürülebilmesini sağlayacak alternatif yolların (örneğin yeni teknolojilerin) zamanında keşfedilip keşfedilemeyeceği.

    Özellikle enerji konusunda, dünya endüstrisini besleyebilecek petrol dışı bir başka kaynak bulunamazsa, önümüzdeki birkaç on yıl içinde, her alanda, tarihin hiç görmediği kadar büyük değişimler yaşayacağız.

    Bu, petrol krizinin getireceği yeni bir Taş Devri de olabilir...

    Küresel ısınmanın getireceği yeni bir Buz Devri de...




    Ayrıca şöyle de bir yazı buldum..

    quote:

    İstanbul’daki Sokak Kedilerinin Sayısı Neye Bağlı? Bu sorunun cevabı krizi anlamamıza o
    kadar çok yarayacak ki! Çöplere, elbette çöplere bağlı sayıları. Ne kadar çok çöp olursa o
    kadar çok sokak kedisi olacak. Hepsi açlık sınırında yaşadıklarından çöplerdeki azalma
    onların da sayısını azaltacaktır.
    Peki ya Dünya’daki insanların? Ortaokul yıllarından hatırladığınız besin piramidi, biyokütle,
    ekosistem kavramlarını bir düşünün! İnsanların sayısı sisteme olan enerji girişi ile doğrudan
    bağlantılıdır. Nedir o enerji? Kömür, petrol ve doğalgaz!

    Dünya nüfusu asırlardan bu yana sabitti. Çünkü keşfedilebilen enerji kaynakları sınırlıydı.
    Derken kömür bulundu. Sanayi devrimini tetikledi. İnsanlar ihtiyaçlarını karşılamaktan,
    savaşmaktan fazlası için üretmeye başladılar. Teknoloji ve konforun artması ile nüfus da arttı.
    Gerçekte artan sadece insanoğlunun ömrüydü. Çok çocuk doğurma alışkanlığı da devam
    ettiğinden dolayı bu nüfus artışı olarak grafiklere yansıdı. 1750’lerden 1900’lere kadar
    yaşanan kömür çağı, EREOI değeri daha yüksek başka bir enerji kaynağının çağı ile, petrol ile
    devam etti. Son olarak 1980’lerden itibaren de EREOI değeri en yüksek olan doğalgaz Dünya
    nüfusunda belirleyici olmaya başladı.
    Peki nedir bu EREOI? Ergy Return on Energy Invested’ın, yani birim enerji almak için
    yapmanız gereken yatırım maliyetinin açılımıdır. Bu bilgi dahilinde petrolün hiçbir zaman
    bitmeyeceğini ancak okyanusun yada Antartika’nın dibinden çıkaracağınız petrolü de
    maliyetinden dolayı varili 200 dolardan satmak istediğinizde alacak kimse bulamayacağını
    söylersem, kavram daha iyi anlaşılacaktır. Ülkelerin GSMH’ları ile enerji tüketimleri arasında
    büyük benzerlik olduğu gibi kullandıkları yakıtın EREOI’si ile de büyüme hızları arasında bir
    benzerlik vardır. İşte finansal krizin anahtarı da bu büyüme sözcüğünde gizlidir.

    Normal şartlar altında siz bir finans kuruluşundan kredi aldığınızda ipotek ettiğiniz şey
    geleceğiniz, güvendiğiniz şey ise büyüyecek olmanızdır. Alacağınız 10 lira ile yatırım yapıp,
    belirttiğiniz sürede 20 lira kâr edip 15’i ile borcunuzu kapatıp, 5’i ile geçinmek.
    Peki ya büyüme olmazsa?
    Petrol zirvesi sayesinde onlarca büyük devin petrol tüketimi ya azaldı, ya da yıllık artışı
    frenlendi. Bu elbette petrolle doğrudan ve dolaylı alakalı her sektörü etkiledi. Büyümeler
    yavaşladı. Sonuç olarak durulan piyasada ne eviniz umduğunuz değerden kiracı bulabildi, ne
    de şirketiniz ürünlerini satacak para saçan müşterileri.
    İşte bu sebeple alınan krediler ödenemez duruma geldi. Bu da bankaların zarar etmelerine ve
    batmalarına yol açtı.
    Peki, Dünya Merkez Bankaları piyasaya oluk oluk dolar pompalarken doların değer artışı
    göstermesi ne ile açıklanabilirdi? Bunu anlamak için paradan para yaratmak nedir, bunu
    bilmekte fayda var.
    Bir banka, genel olarak elindeki mevduatın 9 katı kadar kredi dağıtır. Bu şu demek, elinde 1
    lira para varken size 9 liralık bir senet, çek veya elektronik para transferi yapar. Siz de bu 9
    lirayı götürüp başka bir bankaya yatırabilirsiniz. Siz direk yatırmasanız, bir yatırım yapsanız
    da o yatırımı gün gelip sattığınızda er geç o parayı alıp bir bankaya götüreceksiniz. Peki, o
    başka banka ne yapar? Sizin yatırdığınız 9 liralık bedele güvenerek piyasaya 81 lira daha
    kredi verir. Sonuç? İşte size kalpazanlık yapmadan, tamamen yasal bir para basma metodu.
    Bu iş son yüzyılda o kadar hızlı olmuştur ki bugün Dünya’da basılı dolarlar, toplam dolarların
    sadece %5ini oluşturan konuma gelmiştir.

    Grafikteki güven bunalımından ve enflasyon verilerinin herkesçe tartışılması istenmediğinden
    olsa gerek FED, M3 para büyüklüğünü 2006 itibari ile “bu veriyi yayınlamanın maliyeti
    fazla” diyerek durdurmuştur.
    Görüleceği gibi piyasaya arz edilen 1990’dan 2006’ya tam 2,5 kat M3 paraya rağmen piyasa
    sadece %55 büyümüştür. En son SSCB’nin yıkılmadan evvel bu tip verilerini saklamaya
    başladığını da hatırlatmakta fayda var.
    Elbette alacaklarını tahsil edemeyen bankaların, “batan geminin malları” şeklinde
    “ulusallaştırılması” için merkez bankaları dolar harcamaktadır. Ancak unutulmaması gereken
    M3’ü bu denli acımasızca artırabilen kurumların artık devlet otoritesinde oldukları, eskisi gibi
    para basamayacaklarıdır. Bunun öncelikle fiziksel olarak M3 artışını yavaşlattığı ve dolara
    değer kazandırdığı bilinmektedir. İşin bir de psikolojik boyutu vardır ki, spekülatörlerin
    yükselmeye başlayan dolara talep olacağını ön sezmesi ve geçici olarak dolar alıp, yüksek
    kurdan da bozdurmaları şeklinde kuru yükseltip daha alt bir seviyede dengeye getirir.
    Sokak kedilerine geri dönersek… ABD ve Avrupa’da kullanabileceğimiz argüman “ev
    kedisi” argümanıdır. Hiçbir kedi de mamasının sahibince sokaktaki kedilere dağılmasına
    tahammül etmez. Kedinin sahibinden kastım bugünkü ABD ve Avrupa’yı yaratan küresel
    sermayedir. Buraları medeniyetin beşiği yapan uluslar arası şirketlerin çıkarları artık ne yazık
    ki sokak kedilerindedir.
    General Motors, her ailede 2-4 otomobil olan ABD’de daha fazla
    satış yapmayacağını oysa olağanüstü rakamlarla büyüyüp zenginleşen ancak buna rağmen
    bisiklete binen Çin’de, Hindistan’da imparatorluk kurabileceğinin farkındadır. Bu nedenle
    General Motors’un çıkarları, petrolün tüketimin ABD’de kısılması, Çin ve Hindistan’da ise
    ucuzlaması yönündedir. Çin hükümeti dolar basamayacağına göre Çin şirketlerinin dolar
    bazında kredi alarak büyümesi için de yine uluslar arası bankaların desteğine ihtiyaç vardır.
    Ev kedileri konforlarının ellerinden alınacağının farkına varmış, sahiplerine petrol zirvesi ile
    iyi bir ders vermişlerdir. Önce büyüme yavaşlamış, ardından petrol tüketimi frenlenmiş, son
    olarak da kredi muslukları devlet kontrolüne alınarak bugün ki 7 dolar dünkü 10 dolardan
    daha zor temin edilir hale getirilmiştir. Operasyonun bu şekilde devam etmesi halinde el
    konulan sadece finans kuruluşları değil, enerji ve otomotiv şirketleri dahi olabilir.
    Elbette bunlar ev kedisinin sokak kedileri ile doğrudan kavga etmediği senaryolardır. O
    senaryoda ilk bölümde küresel iklim değişikliği yaygarası ve petrol kotaları yer alırken, ikinci
    bölümde milyar nüfuslu ülkelerin nükleer oyuncaklar ile taş devrine geri yollanması
    bulunmaktadır.
    Türkiye’nin yapacağı en hayırlı iş şehirlerarası demiryolu, şehir içi raylı sistem projelerine
    önem vermek, nükleer ve alternatif enerji kaynaklarına yönelmektir. Üçüncü köprüden
    bahsedenlerin de yeni nesil Ergenekon davaları ile kulaklarını çekmektir.
    Piyasayı canlandırmak için alınan “gurbetçilerin parasını sorgusuz ülkeye getirtme”,
    “otomobilde ötv indirimi”, “global sermayeyeyi çekmek için olağanüstü faizler ödeme”,
    “borsaya geri dönüşler için stopaj vergisini kaldırma” gibi önlemler sonun başlangıcı
    niteliğindedir.
    İsviçre enerjide oldukça az bağımlığı ve cari fazlasına rağmen demiryollarını modernize
    etmek için bu yıl 46 milyar Frank ayırıyor. İsviçre başbakanının “vatandaşıma araba alma mı diyeyim''
    deme kabiliyeti sizce yok mu?



    Kaynak http://www.students.itu.edu.tr/~kesgun/krizianlamak.pdf

    Bir yazımda da Çin ile ilgili düşündüklerimi aktarayım..

    Çin

    Bakalim ne demis ABD Hazine Bakanı Bay Paulson ?

    Alıntı:
    There simply are not enough energy resources to allow the world's entire population, or even the third of it represented by the Chinese, to lead the resource-intensive lifestyle that Americans currently enjoy.

    Tercumesi : Pirinc yemeye ve bisiklete talim ettikleri müddetce bir sorun olmaz, ama Amerikalilar, Avrupalilar gibi yasamak isterlerse o zaman da Paulson'dan daha az nazikçe konuşanlarla muhatap olurlar.

    Yani Paulson'un kibarca söylediklerini yapmazlarsa aşağıdakilerin söyledikleri yapmaya mecbur olacaklardir:

    Alıntı:
    US generals planning for resource wars

    Bu ‘’resource wars’’ dediğimiz yani kaynak savaşları sırasında Çin ve Hindistan ‘’endgame’’ dir yani yeni dünya düzeninde onlara yer yoktur, Olsa bile 100 sene önceki hali ile vardır. 100 sene önceki haline döndürülmeleri gerekir. Bu kaynak savaşları sırasında SARS, Malburg B, nükleer silah, biyolojik kitlesel silahlara sıklıkla başvurulacaktır. ‘’Surplus population’’ kavramı 6 milyarlık dünya nüfusunun 4 milyara indirilmesi demektir zira hepimize yetecek kadar enerji yoktur.

    ---------------------------------------------------

    Çin ve Hindistanın yeni dünyanın yükselen gücü olduğunu düşünenler fena halde yanılacaklardır.. Bunu unutmasınlar.. Onlar ''endgame''dirler..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hazardousmen -- 3 Şubat 2009; 12:31:14 >




  • Doğru hocam...Gm'nin çin için ürettiği arabalar süper...Abd'den daha iyi.

     Dünya Petrol Krizi - Peak Oil


     Dünya Petrol Krizi - Peak Oil


     Dünya Petrol Krizi - Peak Oil


     Dünya Petrol Krizi - Peak Oil




  • quote:

    Binalarda merkezi sistem geri geliyor

    Kazan ve Basınçlı Kap Sanayicileri Birliği (KBSB) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Eren, Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği'nin 13. maddesinin 1000 metre kare ve üzerinde kullanım alanı olan yeni binalarda kombi yerine merkezi ısıtma sistemi kullanılmasını zorunlu kıldığını bildirdi.

    Eren, düzenlediği basın toplantısında Bayındırlık ve İskan Bakanlığının hazırladığı “Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği”nin 5 Aralık 2008 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdiğini, yönetmelikle ilgili yapılan düzenlemelerin ise 5 Aralık 2009 tarihinde uygulanmaya başlayacağını kaydetti.

    Yönetmeliğin Türkiye'nin çehresini ve yaşam standartlarını değiştirecek yeni uygulamalar getirdiğini söyleyen Eren, “Yönetmeliğin 13. maddesi 1000 metre kare ve üzerinde kullanım alanı olan yeni binalarda kombi yerine merkezi ısıtma sistemi kullanılmasını zorunlu kılıyor” dedi.

    Yönetmeliğin, ısınma sistemlerinin seçiminden binaların mimari yapısına, yaşam tarzından ülke ekonomisine yapılacak katkı, can güvenliği, hatta çevreye kadar pek çok alanı kapsadığını anlatan Eren, “En önemlisi ise son dönemde doğalgaz faturalarından şikayet edenleri ilgilendiriyor. Merkezi sistem, faturalarda yüzde 30 oranında azalma vaat ediyor” diye konuştu.

    Merkezi sistem kullanan binalarda dairelerin ısındıkları kadar ödemeye imkan tanıyan sistemlerin geliştirildiğini aktaran Eren, pay-ölçer aleti ile daireye giren sıcak su miktarını ölçerek veya radyatörlerin üzerinden ortaya çıkan ısıyı ölçerek doğalgaz giderinin daire başına düşeni kadar ödenmesinin mümkün olduğunu söyledi.

    MERKEZİ ISITMA SİSTEMİNİN EKONOMİK FAYDALARI

    Kombi yerine merkezi ısıtma sistemi kullanmanın ekonomik faydaları bulunduğunu dile getiren Eren, merkezi sistemin kombilere oranla yüzde 30 daha tasarruflu olduğunu, bu sayede doğalgaz faturalarının düşeceğini, daha az doğal gaz tüketileceği için de yurt dışından satın alınan doğalgaza Türkiye'nin 4 milyar dolar fazladan ödemesinin önüne geçileceğini anlattı.

    Eren, merkezi sistemlerin, uzun süreli olası doğalgaz kesintileri ve fiyat artışlarının olduğu dönemlerde küçük bir müdahale ile sıvı ya da katı yakıt kullanmaya imkan sağladığını belirtti.

    Türkiye'de 7 milyon 200 bin doğalgaz abonesi olduğunu, bunun yaklaşık 5 milyon 300 bin adedin bireysel abonelerden oluştuğunu söyleyen Eren, evlerde yaşanan karbonmonoksit zehirlenmelerinin en önemli nedenlerinden biri olan kombinin yaşam alanının dışına çıkarılmasıyla can kaybının da önüne geçileceğini kaydetti.



    Tam da yukarıda konuştuğumuz gibi..

    Enerji Bakanlığı ve Bayındırlık İskan Bakanlığının yaklaşan enerji krizini gözeterek attıkları adımlar sevindirici.. Daha hızlı ve acele davranmakta fayda var..

    Ama önce şu karayolları yatırımlarının bugünkünün 10da birine düşürülmesi ve buraya akan paraların derhal demiryollarına ve yeni enerji yatırımlarına yönelmesi lazım..




  • çok güzel bir açıklama , acaba diyorum bunlar bizim yazışmalarımızdan kopya mı çekiyorlar. neyse aklın yolu birdir.

    Ancak bu birinci adımı atmakta bile çok geç kalındı ikinci adım olan yeraltından ısıtma ve soğutma ile nehir ve göl sularının ısısını kullanan kollektif sistemleri de kullanıp enerji bağımsızlığımızı ilan etmemiz lazım Sanayiye yapacak birşey yok şimdilik ama en azından konut işini çözmemiz gerekiyor .Halkını düşünen ondan oy alan bir hükümetin aksini düşünmesi ve uygulaması beklenemez zaten.Ama hep boş sözlerden de bıktık usandık artık. Millet cebine giren paraya bakıyor gerisini unuttu. Eskiden merhum Özal'ın ''kemer sıkma '' gibi çok meşhur ,bir söylemi vardı ,hatırladıkça şimdilerde çok güzel gülümseten sözler.
    quote:

    Orjinalden alıntı: hazardousmen

    quote:

    Binalarda merkezi sistem geri geliyor

    Kazan ve Basınçlı Kap Sanayicileri Birliği (KBSB) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Eren, Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği'nin 13. maddesinin 1000 metre kare ve üzerinde kullanım alanı olan yeni binalarda kombi yerine merkezi ısıtma sistemi kullanılmasını zorunlu kıldığını bildirdi.

    Eren, düzenlediği basın toplantısında Bayındırlık ve İskan Bakanlığının hazırladığı “Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği”nin 5 Aralık 2008 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdiğini, yönetmelikle ilgili yapılan düzenlemelerin ise 5 Aralık 2009 tarihinde uygulanmaya başlayacağını kaydetti.

    Yönetmeliğin Türkiye'nin çehresini ve yaşam standartlarını değiştirecek yeni uygulamalar getirdiğini söyleyen Eren, “Yönetmeliğin 13. maddesi 1000 metre kare ve üzerinde kullanım alanı olan yeni binalarda kombi yerine merkezi ısıtma sistemi kullanılmasını zorunlu kılıyor” dedi.

    Yönetmeliğin, ısınma sistemlerinin seçiminden binaların mimari yapısına, yaşam tarzından ülke ekonomisine yapılacak katkı, can güvenliği, hatta çevreye kadar pek çok alanı kapsadığını anlatan Eren, “En önemlisi ise son dönemde doğalgaz faturalarından şikayet edenleri ilgilendiriyor. Merkezi sistem, faturalarda yüzde 30 oranında azalma vaat ediyor” diye konuştu.

    Merkezi sistem kullanan binalarda dairelerin ısındıkları kadar ödemeye imkan tanıyan sistemlerin geliştirildiğini aktaran Eren, pay-ölçer aleti ile daireye giren sıcak su miktarını ölçerek veya radyatörlerin üzerinden ortaya çıkan ısıyı ölçerek doğalgaz giderinin daire başına düşeni kadar ödenmesinin mümkün olduğunu söyledi.

    MERKEZİ ISITMA SİSTEMİNİN EKONOMİK FAYDALARI

    Kombi yerine merkezi ısıtma sistemi kullanmanın ekonomik faydaları bulunduğunu dile getiren Eren, merkezi sistemin kombilere oranla yüzde 30 daha tasarruflu olduğunu, bu sayede doğalgaz faturalarının düşeceğini, daha az doğal gaz tüketileceği için de yurt dışından satın alınan doğalgaza Türkiye'nin 4 milyar dolar fazladan ödemesinin önüne geçileceğini anlattı.

    Eren, merkezi sistemlerin, uzun süreli olası doğalgaz kesintileri ve fiyat artışlarının olduğu dönemlerde küçük bir müdahale ile sıvı ya da katı yakıt kullanmaya imkan sağladığını belirtti.

    Türkiye'de 7 milyon 200 bin doğalgaz abonesi olduğunu, bunun yaklaşık 5 milyon 300 bin adedin bireysel abonelerden oluştuğunu söyleyen Eren, evlerde yaşanan karbonmonoksit zehirlenmelerinin en önemli nedenlerinden biri olan kombinin yaşam alanının dışına çıkarılmasıyla can kaybının da önüne geçileceğini kaydetti.



    Tam da yukarıda konuştuğumuz gibi..

    Enerji Bakanlığı ve Bayındırlık İskan Bakanlığının yaklaşan enerji krizini gözeterek attıkları adımlar sevindirici.. Daha hızlı ve acele davranmakta fayda var..

    Ama önce şu karayolları yatırımlarının bugünkünün 10da birine düşürülmesi ve buraya akan paraların derhal demiryollarına ve yeni enerji yatırımlarına yönelmesi lazım..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi vezir -- 3 Şubat 2009; 17:36:24 >




  • enerji konusunda devrim niteliğinde kararlar alınmadıkça,

    havanda su dövmekten başka birşey yapamayız.

    Bu konuda kalıcı , bağımsız , sinir ağı şeklinde çalışan ve yaygınlaşacak sistemleri kullanmalı , benimsemeli ve çıkacak sorunları bireylere değil bu konuda eğitim almış bilim adamlarımıza ,akademisyenlerimize , mühendisler odası gibi veya tübitak gibi kalıcı kurumların üretecekleri beyin fırtınası ve yönetmeliklerin uygulanmasına bırakmalıyız. Para peşinden ihale peşinden koşan bürokrak ve politikacı çarkını kırmalıyız. Gerekirse on katı maaş alsınlar ama sistemi kökünden dinamitleyecek kararlara imza atmasınlar. Sonra geriye dönüşü imkansız oluyor. Doğruyu bilseniz bile uygulamada çok büyük sıkıntılar baş gösterebiliyor.
  • Böyle değerli kişilerin değerli yorumları konuyu çok değerli kılmış.
  • geçen günlerde nükleer santral ihalesi yapıldı. ve sonuç tam bir fiyasko, teklif 21 cent kWh ücreti, şuan ise 10-12 cent üretim maliyeti. ve sadece bir firma teklif veriyor.

    olayın vehametide burada başlıyor zaten. sen ülke olarak şartname hazırlayamıyorsun, ne olduğu belli olmayan dökümanlarla ihale açıyosun ve sonuç ortada.

    ondan sonrada gelde gelecekten umutlu ol..
  • demek istediğim de tam burası.
    Şimdi bir enerji santralı yapacaksınız ama şartnameyi bürokratlar hazırlıyor. Konudan birhaberler daha önce hayatlrında hiç nükleer santralşartnamesi hazırlamamışlar ,sonra içinde bir sürü eksik ile birşeyler hazırlanıyor ve sonuçfiyasko oluyor. Burada santralı kaça yapacağınızdan daha önemli olan konu bunu kaça işleteceksiniz ve enerjiyi kaça satacaksınızdır. Burasının ucu açk olamaz. Siz evinize bir buzdolabı oalırken kaç para olduğundan başka bir şeye bakmıyorsanız , tüketim değerine bakmıyorsanız kalitesiz olanı ucuz aldım diye eve getirir , iki yıl dolmadan arızalarla uğraşırsınız .Bir nüklleer santral demek birim enerji maliyeti açısından diğer alternatiflerine göre en ucuz olan demektir. 2-3 cent civarındasatış rakkamı olması lazım. ilk yatırım maliyetine katlanırsınız ama sonuçta kkar edeceğinizi bilerek .Ama yapılan ihaleye bakıyorsunuz adamlar sizin de yazmış olduğunuz gibi satış fiyatını 21 cet gibi on katı bir rakkam verebiliyor. Şartnametye satış fiyatını koysanız ve bunu yıllara endekslemek gibi şeyler yapılsa bu rakkam çıkar mıydı. Pes diyorum, gerçekten bizim bürokratlara asgari maaş bile fazla , değil katları.

    şimdi özel sektöre böyle bir teklif verseniz işi almaları hiç olanak dahilinde olur mu ? alttan girerler üsttten çıkarlar yine de yapmazlar zararına bu işleri.olaya ekonomi ve işletme mantığı gözlüğünü takıp bakmak lazım.
    quote:

    Orjinalden alıntı: elysion

    geçen günlerde nükleer santral ihalesi yapıldı. ve sonuç tam bir fiyasko, teklif 21 cent kWh ücreti, şuan ise 10-12 cent üretim maliyeti. ve sadece bir firma teklif veriyor.

    olayın vehametide burada başlıyor zaten. sen ülke olarak şartname hazırlayamıyorsun, ne olduğu belli olmayan dökümanlarla ihale açıyosun ve sonuç ortada.

    ondan sonrada gelde gelecekten umutlu ol..





  • çok haklısınız..
    hiçbir özel şirket babasının hayrına yatırım yapmaz ve illaki kazanmak isteyecektir. fakat buradaki durumu vahim kılan nokta da bilgisiz insanların ama öyle ama böyle biryerlere getirilmesinin acı sonucudur. şimdi diyebilirsinizki heryerde hata olabilir, lakin bu işin hataya töleransı yoktur. milyar dolarlardan bahsediyoruz burada ve en ufak hata bile geleceğimizden birkaç yıl çalabilir. biz çalışalım yıllarca ve iş bilmezin teki gelip hepsini bir çırpıda elimizden alsın..

    şimdilik çıkan krize dua etsin enerji bakanımız. enerji tüketiminin enerji üremini geçtiği bir sırada patlak verdi kriz ve haliylede tüketim düştü. direkten döndü bir nevi yani. geçen seneki elektrik bedelinin yüksek artışının altında yatan asıl etkende bu zaten, tüketimi azaltmaya çalışmak. yoksa doğalgaz ve petrol fiyatı sadece geçen yıl artmadı, 4-5 yıllık bir süreç ile bu noktaya geldi.

    aslında söylenilmesi anlatılması gereken o kadar çok şey varki insan anlatırken dahi tekrar umutsuzluğa kapılıyor. inşallah düzelir diyelim napalım..


    quote:

    Orjinalden alıntı: vezir

    demek istediğim de tam burası.
    Şimdi bir enerji santralı yapacaksınız ama şartnameyi bürokratlar hazırlıyor. Konudan birhaberler daha önce hayatlrında hiç nükleer santralşartnamesi hazırlamamışlar ,sonra içinde bir sürü eksik ile birşeyler hazırlanıyor ve sonuçfiyasko oluyor. Burada santralı kaça yapacağınızdan daha önemli olan konu bunu kaça işleteceksiniz ve enerjiyi kaça satacaksınızdır. Burasının ucu açk olamaz. Siz evinize bir buzdolabı oalırken kaç para olduğundan başka bir şeye bakmıyorsanız , tüketim değerine bakmıyorsanız kalitesiz olanı ucuz aldım diye eve getirir , iki yıl dolmadan arızalarla uğraşırsınız .Bir nüklleer santral demek birim enerji maliyeti açısından diğer alternatiflerine göre en ucuz olan demektir. 2-3 cent civarındasatış rakkamı olması lazım. ilk yatırım maliyetine katlanırsınız ama sonuçta kkar edeceğinizi bilerek .Ama yapılan ihaleye bakıyorsunuz adamlar sizin de yazmış olduğunuz gibi satış fiyatını 21 cet gibi on katı bir rakkam verebiliyor. Şartnametye satış fiyatını koysanız ve bunu yıllara endekslemek gibi şeyler yapılsa bu rakkam çıkar mıydı. Pes diyorum, gerçekten bizim bürokratlara asgari maaş bile fazla , değil katları.

    şimdi özel sektöre böyle bir teklif verseniz işi almaları hiç olanak dahilinde olur mu ? alttan girerler üsttten çıkarlar yine de yapmazlar zararına bu işleri.olaya ekonomi ve işletme mantığı gözlüğünü takıp bakmak lazım.
    quote:

    Orjinalden alıntı: elysion

    geçen günlerde nükleer santral ihalesi yapıldı. ve sonuç tam bir fiyasko, teklif 21 cent kWh ücreti, şuan ise 10-12 cent üretim maliyeti. ve sadece bir firma teklif veriyor.

    olayın vehametide burada başlıyor zaten. sen ülke olarak şartname hazırlayamıyorsun, ne olduğu belli olmayan dökümanlarla ihale açıyosun ve sonuç ortada.

    ondan sonrada gelde gelecekten umutlu ol..







  • İlk defa bu kadar kapsamlı ve derin analizli harika bir çalışma buldum.. Vakti olanların, konuyla ilgilenenlerin bu çalışmayı okumasında yarar var.. Hatta kendiniz okuyun, bilgisayarınıza kaydedin ve okutabildiğiniz kadar okutun..

    http://www.musiad.org.tr/img/yayinlarRaporlar/arastirma_raporlari_49.pdf?yayinRapor=233&k=5
  • gerçekten çok kapsamlı ve güzel bir toparlayıcı çalışma imiş , teşekürler @hazardousmen


    quote:

    Orjinalden alıntı: hazardousmen

    İlk defa bu kadar kapsamlı ve derin analizli harika bir çalışma buldum.. Vakti olanların, konuyla ilgilenenlerin bu çalışmayı okumasında yarar var.. Hatta kendiniz okuyun, bilgisayarınıza kaydedin ve okutabildiğiniz kadar okutun..

    http://www.musiad.org.tr/img/yayinlarRaporlar/arastirma_raporlari_49.pdf?yayinRapor=233&k=5






  • Yukarıda bahsettiğim çalışma şubat 2006da yapılmış.. Yazının bir bölümünde petrol üretimi zirve noktası tahminleri için iyimserler ve kötümserler olarak ikiye ayrılmış..

    Kötümserler jeologlar,mühendisler, bilim adamlarından oluşuyor.. Genellikle sektörün içerisinde yer almış ve çalışmış kişiler..

    Petrol zirve noktasının 2005 ve 2015 tarihleri arasında olacağını söylüyorlar.. Hatta birisi 2025ten sonra taş devrine döneceğimizi savunuyor ve gayet bilimsel..

    İyimserler ise çoğunlukla ekonomi alanında uzmanlaşmış ekonomistler..

    Bazıları petrolün hiç bitmeyeceğini söylüyor, bazıları ise 2019 ve 2050 arasındaki tarihleri öngörerek endişelenecek bir şey olmadığını savunuyorlar..

    Kötümserlerin meslekleri ile iyimserlerin meslekleri arasındaki farklılık da bana enteresan geldi.. Ekonomi ile uğraşan insanların nedense görüşleri daha değişik oluyor..

    Şu anda ise Şubat 2009dayız.. EIA raporlarına ve bazı çevrelerce savunulan görüşlere göre yazının yayımlandığı tarihten 2 ay önce petrol üretim miktarı zirve platosuna ulaşmıştır.. 2010 başından itibaren ise düşmeye başlayacaktır.. Benim savunduğum görüş ise bu gruba giriyor.. Sanırım kötümserlerin orta hallisi grubuna dahil oluyorum..

    Ayrıca raporda EIAnın petrol üretim zirvesi ile ilgili tahmini 2030 idi ve bunu beklenmedik bir şekilde geçen ay 2020ye çekmişti..

    Bakalım herkesin tahmin etmekte yarıştığı petrol üretim zirvesi tarihi kayıtlara nasıl geçicek?

    Daha önce resesyon>depresyon>karne diye yazmışmıydım hatırlamıyorum ama

    quote:

    Britain's Brown made slip of the tongue in suggesting world is in a depression: spokesman


    Britanya başbakanı dünyanın bir depresyona doğru gittiğini ifade etmiş..

    Bundan sonraki dönem Türkiye için karne dönemidir.. Bunu unutmayın..




  • Şu anda ise Şubat 2009dayız.. EIA raporlarına ve bazı çevrelerce savunulan görüşlere göre yazının yayımlandığı tarihten 2 ay önce petrol üretim miktarı zirve platosuna ulaşmıştır.. 2010 başından itibaren ise düşmeye başlayacaktır.. Benim savunduğum görüş ise bu gruba giriyor.. Sanırım kötümserlerin orta hallisi grubuna dahil oluyorum..

    ben şu an petrolün tepe noktasına ulaştığını sanmıyorum , ancak düşüş olduğu bir gerçek aynen borsa gibi bir müddet düşüşten sonra yine yükselecektir. Ancak tepe noktasına ne zaman gelir 2015 daha mantıklı bir tarih belki de daha iyimser olduğum için artık hangi gruba giriyorum bilmiyorum ama iyimserlerin olduğu taraftayım sanıyorum.

    Geçiş için yapılacak adımlar çok yavaş ilerlemekle beraber bu resesyon dönemi yenilenebilir kaynakların değerlendirilmesi için büyük bir fırsat ,işallahbu durumu dünya iyi değerlendirir yoksa nükleere aşaırı yüklenme dönemi yeniden açılabilir.Hepimiz iyi biliyoruz ki üretimin artışı için elektrik üretmek şart kısa vadede büyük talepleri ise nükleer termik santraller karşılayabilecektir.
    Veya Türkiyede olduğu gibi doğalgaza yüklenebilirler. Avrupalılar bizden akıllılar ileride sıkıntı yaratabilecek ve rusya'ya bağımlı olabilecekleri kaynağa çok da güvenmeyecekleri ortada geriye avrupa için nüklleri maksimumda çalıştırmaktan başka çareleri kalmıyor.

    Ne olursa olsun dünya tarihi açısından karanlık çağların başında olduğumuz ve yeni savaşların her an başlayabileek duruma getiren politik ve ekonomik sıkıntıların olacağı bir dönemin içindeyiz.geçmişe baktığımızda 1929 bunalımı 10 sene sonra bir dünyasavaşına neden olmuş , şimdiki dünyamızın globoleşme durumu ve hızını düşünürsek bu zaman yarıya belki üçte bire düşmesi gayet yüksek bir olasılıktır.Bunun ilk işaretini bekleyeceğimiz yer Çin deki olası ayaklanma ve gösterileri beklemek olacaktır. Çünkü zaten üç kuruşa 18 saat çalışan işçiler işsiz kalmaya başlamışlar ve açlık asyadan başlayarak büyük bir bunalıma neden olabilir. Eğer bir kıvılcım olacak ise benim beklentim bunun Asya'dan geleceğidir.10-15 yıl önce orta doğu derdim ama görünüşe bakılırsa arapların keyifleri yerinde , israil ve çevresinin durumu malum 15 yıldır ezilmelerine rağmen ciddi bir baskıyı karşı tarafa veya dünyaya gösterebilmiş değiller. Geriye Asya ve Çin kaldı gibime geliyor. Çin'i Amerika son yıllardır üretim üssü olarak kullanarak susturmayı başardı , bu ülkedeki yöneticilerin de sorunları ötelemek işlerine geldi , ama şimdi durum tersine dönüyor tabiiki 2-3 ayda birşey olmayabilir ama 2-3 dsende çok şey değişecektir.

    Bu tür saptalamalar yazıda da benzer şekilde dile getirilmiş sanki kedi yazmak istediğim birçok şeyi topluca birileri yazmış ama sonuçta hepimiz aynı kaynakları okuyoruz çok normal bir durum oluyor.

    Hadi hayırlısı diyelim.




  • 
Sayfa: önceki 1011121314
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.