Şimdi Ara

Dünya Petrol Krizi - Peak Oil (46. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
3.089
Cevap
40
Favori
190.288
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
4 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 4445464748
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Güzel yorumlar. Demek ki insan huzursuz yani inançsız yaşayamaz öyle mi?
    Bu durumda inanç varsa huzur vardır diyebilir miyiz ? (İnanç, söylediğiniz gibi her eyi kapsıyor. İnançsızlık dahi bir inançtır.)


    şimdi olaya daha felsefi ama matematik yönünden bakalım

    A:huzur var ise bunu doğru bir önerme olarak alalım. Tersi yanlış bir önerme olacağı için mantıkta yanlış kabul edilir.

    B:inanç var ise doğru bir önerme olsun .Tersi ise yanlış bir önerme olarak kabul edilir.

    Bu tamamen sizin olayı nasıl gördüğünüz ve mantık felsefesinin matematik yönü ile sonuçlarını almanıza dayanır.
    Hatırlamanıza yardım edeyim.

    A : Doğru (D)
    B: Doğru ise
    D-->D , D bir önermedir.
    Y-->D, D bir önermedir
    D-->Y , Y bir önermedir
    Y-->Y , D bir önermedir.

    Şimdi yine başa dönersek ben A doğru ve B doğru dedim sonuç önerme doğru olur.
    Yine huzur yok Y (yanlış) ,inanç yok Y ise bu yine doğru bir önerme oluyor

    Ama huzur yok Y , inanç var D ilginçtir yine doğru olmakta

    Şimdi bizim ilgilenmemiz gereken ve uyarmamız gereken kişiler

    Huzur var D ,inanç yok Y ise yanlış bir sonuç çıkıyor.

    Demek ki kim ki huzurum var ama hiçbir inancım yok diyorsa (ateistlikle alakası yok onlar da bir inançtır ) yanlış b ir şey öneriyor demektir. Bu kadar basit . Bilimden şaşmadan cevap bulmak varken kafa karışıklığına neden yok . adamlar boşa martaval okumamışlar ama birçoğunun neler yapıldığından haberi yok .

    Okulları hikayeden torpille bitirmişler, torpille iş bulmuşlar ,
    Torpille hayata tutunmuşlar ve sonuç bir koca düşünemeyen insan kalabalığı olmuş bir de kalkıp milleti yönetmek istiyorlar. Başta mantığa aykırı .Neyse felsefede kalalım .Düşünmeye başlayınca moralim bozuluyor




  • İnanç bilinmezlik üzerinde yükselir. Bilgisizliği temsil eder.
    Bilginin bittiği yerde inanç başlar.

    Bir şey biliniyorsa orada inançtan bahsedilemez.
    Örneğin yağmura inanmak, uçağa inanmak, ütüye inanmak vs diye birşey yoktur. Bunları bilirsiniz, inanmazsınız.
    Ne zamanki bir şeyin varlığından-yokluğundan emin olarak sözedemezseniz, tartışılmaz kanıtları ortaya koyamazsanız o noktada kesin yargıya varmak için inancınızı dile getirmek zorunda kalırsınız.

    İçinde inanç içeren tüm mantıksal önermeler içerik olarak bilgisizliği de içerir.
    "Yani inanç var huzur var" şeklide bir önerme "bilgizilik beraberinde huzuru getirir" demektir. (Matrix filminde Cyfer'ın "Cehalet mutluluktur" sözünü hatırlayın )

    Bazı şeyleri sorgulamadan doğru kabul etmenin huzuru getireceğini, aklı sakinleştireceğini, hayatı daha katlanır hale getireceği (en azından mazeretleri ile teskin edicidir) konusunda hemfikirim. Zaten bu kanıtlanabilir/gözlemlenebilir/deneyimlenebilir bir bilgidir.

    "Ama inanç yok huzur var yanlıştır", yani bir şeye inanmıyorsan huzurlu olamazsın demek mantığı yanlış kullanmaktır.
    Niçin inanç sahibi olmayan biri huzurlu olamaz?

    İnsan hayatı ve çevresi(tüm evren) bilinmezliklerle dolu. Yani biz şu anki bilgi seviyemizle bilmiyoruz.
    Her bilinmezlik için bir kesin yargıyı kabul etmeden (yani iananmadan) huzuru bulamayacak mıyız?
    Onları bu bilinmez halleriyle kabul edip gerçeği araştırmaya devam ederek huzur yakalanamaz mı?

    Her bilinmez hakkında kesin bir fikir(yargı) sahibi olmaya (yani ianaç sahibi olmaya) zorlayan nedir bizi? Salt huzuru bulmak mı?




  • "İnanç yoksa huzur da yoktur" şeklinde bir sonuca mı ulaşıldı, yoksa ben kendimce bir şeyler mi uyduruyorum?

    ihg70'in mesajını okuyunca uydurmadığımı görüyorum gerçi lakin yine de sormak istedim.

    vezir hocam, inancın ateistler için ne ifade ettiğini açıklayabilir misin? O da bir inançtır demişsin. Ben anlamadım. Daha net açıklarsan sevinirim.
  • quote:

    Yani inanç var huzur var" şeklide bir önerme "bilgizilik beraberinde huzuru getirir" demektir. (Matrix filminde Cyfer'ın "Cehalet mutluluktur" sözünü hatırlayın )


    sayın ihg70,

    Yukarıda net olarak anlatmaya çalıştım ama nedense tersine önerme ile bir şey bulunmaya çalışıyor gibi algıladım.

    ben A ----> B değerlendirmesini doğru ve yanlış önermelerinin nasıl olabileceğini mantık felsefesi açısından değerlendirdim.

    Ama sanırım B--->A şekliyle ele almışsınız Ok tek yönlüdür çift yönlü okun doğru ve yanlış ları biraz farkediyor zaten tek yönlü önerme yaparak sonuca ulaşabiliriz.

    konsatrasyonumuzu ne neyi doğrurur ile başlatarak yaparsak baştan bir hata yapma olasılığını yok ederiz.

    Ama tavuk mu yumurtadan yumurtamı tavuktan gibi belirsizlikolan durumlar için çift yönlü ok <==> kullanmak gerekir.

    daha önce de bahsetttim iç dünyamız yani bilinç altı huzur kavramını yorumlayıp bize bazı bazı dürtüler yolluyor. iç dünyanız huzurlu ise huzurlusunuz bunun sonucunda çocukluktan kaynaklanan bir sürü etmen sizi şekillendiriyor . Herşey bilinç altının huzurlu veya huzursuz olması ile alakalı.

    çünkü önce inanç oluşmuyor önce huzur oluşuyor ,bütün canlıların belki bir bilinç seviyesi vardır o kadar derinlemesine incelemedim.Ama insan için psikoloji ve psikanaliz bilim dalları yaşantımıza yön veren kararların alınmasından önce atta yatan bazı değerlerin (değersizlik sendromu kavramını önceki sayfada link verdim çok çok önemli bir yazıdır, bizlerin davranışlarımızın kökenlerini inceler) bizi nası l huzursuz veya huzurlu yaptığını anlatır.

    mutluluk ise huzur ön şartına bağlıdır hep tek yönlü OKlar ile gösteriliyor.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: jay jay justified

    "İnanç yoksa huzur da yoktur" şeklinde bir sonuca mı ulaşıldı, yoksa ben kendimce bir şeyler mi uyduruyorum?

    ihg70'in mesajını okuyunca uydurmadığımı görüyorum gerçi lakin yine de sormak istedim.

    vezir hocam, inancın ateistler için ne ifade ettiğini açıklayabilir misin? O da bir inançtır demişsin. Ben anlamadım. Daha net açıklarsan sevinirim.


    kavramları tam kavramdan bir önerme yaparsak yanlış noktaya ulaşabiliriz. 2010 yılına halen dini kavramlar sadece inanç olarak algılanıyorsa çok şey kaybetmişiz demektir.tekrar hocanın yazısına bakalım.


    Bölüm 4; Bir inanç nasıl inanç oluyor?

    Doğruluğunu sorgulamadan peşin olarak kabul ettiğimiz her türlü fikir inançtır. İnançla bilgi farklıdır. Bilgi kanıtı olan gerçeklerdir. “Havaya atılan her katı nesne yere düşer” önermesi bir bilgidir. Havaya attığınız bir şeyin yere düştüğünü görerek bunu kanıtlarsınız. İnanç ise varlığı ya da doğruluğu kanıtlanamayan ama yinede varmış gibi doğru kabul edilen önerme, ya da fikirlerdir.

    Tüm inançların birleşimi bilinçaltı dediğimiz hayali zihinsel yapıyı oluşturur. Hayali diyorum çünkü bugüne kadar bilinçaltının varlığı da kanıtlanmamıştır. Bilinçaltı sadece bir tanımdır. Zihinsel eylemleri daha iyi anlatabilmek için kullandığımız bir kavramdır.

    İnançlar bilinçaltının yapı taşlarıdır. Her bir inanç bir bilgisayar programı gibi etki eder. inanç bilinçaltı için bir koruma programıdır. O nedenle bilinçaltı inancı korur. korumak için duygulardan yararlanır. Duygular konusuna ilerleyen bölümlerde değinilecektir.

    Bilinçaltına yerleşmiş bir inanç hangi aşamalardan geçerek inanç olur?
    Bir düşüncenin inanç olarak yerleşmesi için hipnotik ilkelerin güçlü bir şekilde işler olması gerekir.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: vezir

    kavramları tam kavramdan bir önerme yaparsak yanlış noktaya ulaşabiliriz. 2010 yılına halen dini kavramlar sadece inanç olarak algılanıyorsa çok şey kaybetmişiz demektir.tekrar hocanın yazısına bakalım.


    Dini kavramların sadece inanç olarak algılanıp algılanmaması hakkında değil de, inancın sadece dini kavramlar olarak algılanıp algılanmaması hakkında benim merak ettiğim nokta.

    En nihayetinde, dinin de bir insanda, salt oturup düşünmek yahut da okumak suretiyle "eureka!" ünlemiyle ortaya çıkmadığını düşünüyorum. Bahsettiğin yazıyı da okudum. İnancın şekillenmesi, inancın nasıl inanç haline geldiğiyle ilgili düşünceler sunmakta.

    Üst paragrafta söylediğim gibi, inanmıyorum diyen bir insana karşı din ile alakalı kavramların ardı ardına mevzu-bahis haline getirilmesi beni rahatsız eden. Greenland'ın soğuk olduğuna inanmak gibi bir şey neden aklına gelmiyor insanların onu merak ediyorum sadece. Bu bağlamda yukarıda, mantık kuralları dahilinde sıralanan önermeleri yanlış algılamış olabilirim. Zaten bunu soruyorum. Ben, inançla uzaktan-yakından alakası olan bir konuda aklıma birçok şeyin geldiğini söylüyorum. Fakat huzurun, buradaki yerini tam kavrayamadım.




  • quote:

    Üst paragrafta söylediğim gibi, inanmıyorum diyen bir insana karşı din ile alakalı kavramların ardı ardına mevzu-bahis haline getirilmesi beni rahatsız eden. Greenland'ın soğuk olduğuna inanmak gibi bir şey neden aklına gelmiyor insanların onu merak ediyorum sadece. Bu bağlamda yukarıda, mantık kuralları dahilinde sıralanan önermeleri yanlış algılamış olabilirim. Zaten bunu soruyorum. Ben, inançla uzaktan-yakından alakası olan bir konuda aklıma birçok şeyin geldiğini söylüyorum. Fakat huzurun, buradaki yerini tam kavrayamadım.


    sorunuzun cevabı aşağıda


    Duygular inancın yakıtıdır

    Değersizlik inancı değer kavramına dayalıdır. Her şeyin bir değeri vardır. Değer bir ölçü olur. Az değerli, çok değerli gibi ölçülebilen bir şey. Tüketim toplumunda her şeyin bir değeri vardır. Bu değerde parayla ölçülür. Her türlü eşya, nesne, emek parayla ölçülebilen bir şey haline dönmüştür.

    Toplumda da insanların bir değeri olduğu inancı yerleşmiştir. Değer ölçütleri oluşmuştur. Para, pul, şöhret, saygınlık her biri birer değer ölçütü olmuştur. Eğer değerin ölçülebilen bir şeysen artık sende bir eşyasın. Ve değersizsin.

    Toplum içinde değersizliğin sonu ölümdür. Yalnız kalırsın ve ölürsün. O halde kaç ve saklan. Açıktasın. Örtün. Bir şekilde otomatik olarak savunma mekanizmaları gelişmeye başlar.

    Tüm bu mekanizmalar otomatiktir ve bilinçaltı düzeyde işler. Artık değersiz eşyayı gizlemek çabası ön plandadır. Gerçek insan varlığı derinlerde kaybolmuştur.

    Her bir savunma mekanizması hipnozdur. Trans durumudur. Otohipnozdur. Sahte bir yapıdır. Hipnotik bir yapıdır. Yeni bir kimliktir. Ama sahte bir kimliktir.

    Kişi sahte bir kimlik yaratıldığının farkında değildir. Bilinçaltı savunma mekanizmalarını oluştururken bunun engellenmesini de engeller. Fark edilmene neden olacak her türlü durumu engellemeye başlar. Bir kişiyi fark ettirecek en önemli işaretlerden biri de duygulardır. Üzgünsen fark edilirsin. Öfkeliysen fark edilirsin. Hatta neşeliysen fark edilirsin. O zaman duygular fark edilmemelidir.

    Duygu oluşumu bedensel bir refklesdir. Bilinçaltı duygu oluşmasını engelleyemez. Ama duyguların ifade edilmesini engelleyebilir. Duyguları bastırır ve içsel bir enerji olarak gizletir.

    Bu duruma duygusal olmanın değersizlik inancını besleyen bir etken olduğu da inandırırlır. Toplumda duygularını göstermek zayıflıktır. Ağlarsan, kızarsan eleştirilirsin. Duygularından utanan anne baba çocuğuda duygularından utandırır.

    Kişi duygularını uyuşturmayı öğrenir. Duygusuz bir kişi olmaya başlar. Üzülünmesi gereken olaylara üzülmez. Kızılması gereken olaylara tepkisini göstermez. Sevinmez. Duygusuz bir robot olur. Duygularından kopuk ve ayrık yaşamaya başlar. Bu durumda kendisini bir eşya gibi algılamasını arttırır.

    Sıkışmış Duygular İnancın enerjisi olur!
    İnanç gücünü nereden almaktadır? "Bu ne demek?" demeyin. Neden irade gücü bir çok olayda güçsüz kalmaktadır? Örneğin kişi sigara içmemek istemesine rağmen neden yine de kendini sigara içmekten alıkoyamaz? Çünkü bilinçaltında sigara içme yönünde güçlü bir inanç vardır. "Sigara yalnızlığa çaredir, sigara rahatlatır, sigara güç verir vs" gibi inançlar yerleşmiştir. Tamam bu tip inançlar olsun da yine de akla yakın olan kişinin bilinçli istekleriyle bu inançları aşmasıdır, ama aşamaz. Çünkü inançları besleyen, destekleyen bir güç vardır. Güç enerjidir. Araçları hareket ettiren yakıtlarda gizlenmiş kimyasal bir enerji vardır. Çoklu bağlar açıldığında bu enerji açığa çıkar ve araç hareket eder. Kullandığımız her türlü elektronik alet için ya pile ya da elektriğe gerek vardır. Bu enerji kaynakları olmadan aletler işlevini göremez.

    İşte bilinçaltındaki inançlarında besleyen enerjisi vardır. İnancı inanç haline getiren bu enerjidir. İnanç haline geldikten sonra da bu inancı koruyan yine bu enerjidir. Bu enerji duygudur. Ama hangi duygu? kendini ifade edememiş, sıkışıp kalmış duygu. Bastırılmış duygu. Duygunun bastırıldığı her yerde ya yeni bir inanç gelişir ya da mevcut inanç bu duygunun bastırılmasına neden olur.

    Baba çocuğuna bağırır. "Aptal çocuk zaten sen hiç bir şeyi düzgün yapamazsın!". Çocuk bir tarafıyla korkar. İşi tam yapamadığı için baba onu onaylamıyordur. Babanın koruması tehlikededir. Ortada kalma tehlikesi var. Bu korkuya sebep olur. Ama bilinçaltı korktuğu zaman kaçmak ister. Fakat babadan nereye kaçacaksın? Kime sığınacaksın? Seni korumakla yükümlü kişi aynı anda sana tehdit olmaktadır. O zaman bu korkuyu bastırır. Yok sayar, içe gömer. Öte yandan korku devre dışı kalınca ikinci koruma mekanizması öfke devreye girer. Ama öfke göstermesi ne işe yarayacak? Baba ile savaşabilecek mi? Babayı korkutup kaçırabilecek mi? Hadi baba kaçtı, ona kim bakacak sonra? Yani her yönden çıkmaz sokak. O zaman? Öfkeyi de bastır.

    Baba bir otoritedir ve her söylediği doğrudur. Çocuk böyle sanır. Babanın da hatalı olabileceğini, meseleleri yanlış algılayabileceğini bilemez. Yani baba " sen hiç bir şeyi düzgün yapamazsın" dediği zaman bunu doğru kabul eder. Gerçekten de babanın düzgünlük kriterine göre düzgün yapamamaktadır. O zaman zaten baba haklıdır, doğrudur. Eksiklik çocuktadır. Evet çocuk babaya göre eksiktir ama bu bir eksiklik değil fiziksel bir gerçekliktir sadece. O yaştaki çocuk ancak o kadar yapar. Bunu ne baba, ne de çocuk bilememektedir. Yani fiziksel bir gerçeklik bir eksiklik olur. Çocuk bu önermeyi kabul eder. Doğru kabul eder. Doğru kabul edilen önermeler inanca dönüşür ya da dönüşmez. İnanca dönüşmesi için tekrarlaması gerekir. Zaten baba bunu tekrar tekrar her fırsatta söyler. Ama daha önemlisi bu doğru bilgi bir duygu sıkışmasına sahiptir. Çocuk şöyle yapsa. İtiraz etse. "Ya baba, amma saçmalıyorsun, ben daha çocuğum, elimden gelenin en iyisi bu. Bu yaşta ancak bu kadar bu iş yapılır" diyebilse. Duygu sıkışması olmaz ve önermeye de itiraz edilmiş olur. O zaman da doğruluk ortadan kalkar. Hem doğru kabul edilmesi, hem de doğru kabul edilirken duygu sıkışmış olması bu fikri inanç haline getirneye başlar. Çünkü artık bir enerjisi vardır. Duygunun ifadesine kullanılamayan enerji tam tersi bir şekilde inancın beslenmesine neden olur. İnancın gücü olur.

    O halde bir inancın gücünü ortadan kaldırmak demek, o inancı yaratan duyguyu ortadan kaldırmak demektir. Yani duygusal enerjiyi boşaltırsak inancı besleyen bir güç kalmaz. İşte bizim uyguladığımız iyileştirmelerin ana hedefi budur. Duyguyu boşalt, inancı yok et, irade yeniden güçlü hale gelsin.




  • İçerden iyileşmek: Hipnozla iyileşme içerden olan bir iyleşmedir

    Hipnoterapiyle sağlanan iyileşme içerden olan bir iyileşmedir. Şimdi diyeceksiniz ki diğerleri dışardan mı oluyor?

    Evet diğer tedavilerin çoğu dışardan olur. O nedenle de tedavi aşamasında kalır. Tedaviyle iyileşme aynı şey değildir. Bir ilaç alarak yapılan tedavi çabası böyle bir şeydir. Yani bedeninizin işleyişine dışardan müdahale ediyorsunuz. Bedeninizin kimyasal bir makine gibi işlediğini kabulleniyorsunuz ve bu nedenle de her biri kimyasal ajana olan, bedeninizin doğallığına müdahale olan ilaç denen o maddeleri beden dünyanıza sokuyorsunuz. Bu tam anlamıyla dışardan bir müdahaledir.

    Ameliyat: Bu tam anlamıyla dışardan müdahaledir. Bedeninizde bazı fazlalıklar olduğuna inanılarak bu organların bir kısmı çıkarılır. Eksilen kısımların yokluğu ile bedeninizin iyileşeceği umut edilir.

    Fizik tedaviler: Dışardan yapılan fiziksel müdahalelerdir. Ya elektrik verilir ya da ısı.

    Işın tedavileri keza öyle.

    Psikoterapilerin çoğu da dışardan müdahaledir. Çünkü akıl verilir. Hayata şöyle bakacaksın, takmayacaksın falan gibi. Psikolog kendi aklını, kendi dünya görüşünü hastasına aktarmaya çalışır.

    İşte hipnoterapi ve EFT ( duygulardan arındırma tekniği) tüm bu tedavilerden farklıdır. Çünkü özünde hiçbir müdahalede bulunmaz. Sadece kendi içinde işleyen bir düzeni bu düzeni yaratan sistemin kendi anlayışıyla düzeltmeyi amaçlar. Kendi içinde yeni bir anlayış ve işleyiş yaratmayı hedefler.

    Benim “ geçmişin hipnozun bozmak” adlı kitabımı okuyanlar hipnoterapinin bir düğün töreni olarak nitelememi bilirler.

    Bunun anlamı nedir?

    Değişimden önce nasıl bir değişimden geçeceğinin anlaşılması gerekir.

    Değişim bilinçaltında olacaktır ama öncelikle bu değişimin olması yönünde bilinçli bir rıza gereklidir. Çoğu kişi bunu anlayamamakta ve istediği yönde bir değişimin sağlanmasında ısrar etmektedir. Halbuki içerden değişim sizin arzu ettiğiniz yönünde değişim sağlamaz, sağlayamaz. Sizin istediğiniz yön zaten sizi hasta yapan yöndür.

    Örnekler vereyim;

    Mutsuzluğunu kocasının ilgisizliğine bağlayan kadın terapi sonrası kocasının kendisine daha fazla ilgi göstereceğini beklemektedir. Özünde doğru bir bakış gibi gelebilir. Ancak bunun bir garantisi yoktur. Kocasının ilgisizliğinin kendi mutsuzluğuna bağlı olduğuna olan bir inanıştır bu. Belki doğrudur da. Ama genelde doğru değildir. Büyük olasılıkla kocasının da kendi iç dünyasında kendisinde bilmediği çatışmaları vardır ve hem kendisine hem de çevresine mutsuzluk yaymaktadır. Bu beklentiyle yapılacak bir terapi hüsranla sonuçlanmaya mahkumdur.

    Peki beklenti ne olmalıdır?

    Çevremdeki insanlar değişmese de ya da benim değişimimden olumsuz etkilenecek olsa da ben mutlu olmayı seçiyorum ve buna hakkım var. İşte bunu söylemeden başlanacak bir tedavi sonuçta duvara toslar.

    İkinci örnek. Topluluk önünde yüzü kızarmakta, konuşurken heyecandan sesi titremekte, söyleyeceğini iyi ifade edememektedir. Beklentisi nedir? Topluluk önünde heyecanlanmadan, korkmadan, sesi titremeden, yüzü kızarmadan konuşma yapmak. Hipnoterapi için biçilmiş kaftan gibi görünen bir sorun. Hipnoza alırsın. “Aslansın, kaplansın, bundan sonra şöyle güzel konuşuyorsun, böyle güzel konuşuyorsun” diye bilinçaltına telkinleri sıralarsın. Sonuç. Başlangıçta iyidir. Kişi bir süre kendini rahat hisseder. Ne zamana kadar? Bir gün topluluk önünde konuşurken yapacağı bir hataya kadar. O anda tüm sorunu gerisin geriye gelir. Ne oldu bu hipnoza? Bu kadar zayıf mı? Hayır sorun hipnozda değil. Sorun kişinin sorununa yüklediği anlamda. Çünkü sorunun özü kişinin bu tip sorunları aşağılayıcı, utanılacak özellikler olarak yorumlaması ve bu nedenle kurtulmaya çalışmasıdır. Bu doğallığa aykırıdır. Doğadaki hiçbir canlının aşağılanacak özelliği yoktur. Aşağılanma ve utanma kavramı toplumsal bir kavramdır ve her topluma, her çağa göre değişen kavramlardır. Böyle bir değişkeni bilinçaltı doğal kabul edemediğinden çatışma yaşamaktadır. İçine sindirememektedir.

    Yapılması gereken nedir?

    Bu konuda yeni bir bilinç oluşturmak. Yani bu tip özelliklerin utanılacak bir özellik olmadığını yürekten ve içten kabul etmek.

    İşte içerden değişim derken bunu kastediyorum. İçerisi dediğim yer aslında dışarısıdır. Ama hangi dışarısı? Maddesel bedenin dışarısı. Ama bu dışarılık aynı zamanda bir içerilik taşımaktadır. Kim ne derse desin insan varlığı ve bedeninde bulunan her türlü atom ya da madde doğada diğer cansız ve canlılarda da bulunmaktadır. Yani sadece insana özgü bir madde bugüne kadar bulunmamıştır. İş atomlar düzeyine indiğinde insanda bulunan her elementi cansızlarda da bulabilirsiniz. Yani insan oluştuğu atomlar yönünden doğadan ayrı değildir. Ama ona canlılığını veren, onu diğer cansız ve hayvanlardan ayıran farklı bir zihin işleyişine sahip olmasıdır. Çoğu psikiyatrist bu farklılığın bilinçaltından kaynaklandığını ileri sürecektir. Ama farklılığı yaratan insan zihnindeki bilinç özelliğidir. Tüm hastalıkların ve ruhsal sorunların kaynağı da bilincin zayıf olmasıdır. Yani bilinçaltının güçlü olması değil. Bilincin zayıflığıdır insanları güçsüz yapan.

    İnsanların çoğu yaşamını bilinçsizce yaşayarak tamamlar. Ama zanneder ki bilinçli yaşamıştır. Alakası yok. Bu insanlar bilinçaltlarını bilinçleri zannetmektedirler.

    Bunu anlayabilmek için insan zihnini dört duvarlı bir odaya benzetelim. Duvarlar zihnin sınırı değildir. Bilinçaltının sınırıdır. Zihin yapısı gereği bu duvarların dışında genişleme yeteneğine sahiptir. Ama isterse. Bunun böyle olduğunu bilirse. İşte bu duvarların dışına genişleme yeteneği olan kısma, duvarların dışındaki zihinsel bölüme bilinç diyoruz. Bu duvarlar hayali olduğundan duvarları saydam kabul edebiliriz. Bir insan doğduğu andan itibaren her öğrendiği, gözlemlediği, telkin olarak aldığı bilgiyi bu duvarlara yazar. Artık bu duvara yazılan her yazı bilinçaltının öğretisi olmuştur. Yaşamı bu duvarlardaki yazıya göre düzenler. Bir durumla karşılaştığı zaman bu duvarlarda bu konuyla ilgili ne yazdığına bakar. Bir yazı bulursa rahatlar, bu yazının direktifine göre davranır. Ama asla bu yazının doğruluğunu sorgulamaz. Çünkü sorgulaması için de ayrı bir bilinç gereklidir. Bu yazıların sorgulanmaması gereği de çoğu insanın bilinçaltında ayrı bir duvar yazısıdır. Yani şöyle bir şey yazar.

    “Çocukluğunda büyüklerin, anne, baban, öğretmenlerin, politikacılar, din adamları tarafından sana ne öğretildiyse doğrudur. Bunları asla sorgulama. Yoksa toplum seni ham yapar.”

    Otoriter toplumlarda bu yazı çok rahatlatıcıdır. Bizim ülkemize bakalım. Ailede eğitim tam anlamıyla otoriterdir. Çocuklara konuşma hakkı tanınmaz. Eğitim eleştiri ve dayak ağırlıklıdır. Din korkutma üzerinedir. Cezalandırıcı Tanrı seni gözler günahlarını kaydeder. Onun için kendine dikkat etmelisin. Yoksa yanarsın. Anne babaya karşı gelinmez. Okulda öğretmene zor soru sorulmaz. Hatta hiç sorulmaması makbuldür. Erkekler askerde daha da terbiye olur. Kadının zaten adı yoktur. Sonuçta bu insanların duvar yazıları gittikçe kalınlaşır. Bu yazılara itaat etme zorunluluğu zorunluluk olmaktan çıkar, gereklilik olur. Kişiler düşünmekten kurtulur, toplum dışına düşmekten kurtulur. Toplumun kurallarına, gelenek ve göreneklerine, inançlarına itaatkar birer üye haline gelir. Yaşam kolaylaşmıştır. Koyun gibi sürüden ayrılmadan yaşayan insanlar grubuna katılır. Zanneder ki bilinçli ve kendi kararları ile biçimlendirdiği bir yaşam sürüyor. Alakası yok. Bilinçaltında yazılı olan yazıları bilinç tarafından okuduğundan bunları kendi bilinci zanneder.

    Bilinci anlamak, insanca yaşamayı anlamaktır.

    Bilinçli yaşamak doğal yaşayabilmektir. Doğal yaşayan insan hasta olmaz. Hasta olanlarda yeni bir bilinç yaratırlarsa yakalandıkları her türlü hastalıktan kurtulma şansı artar.

    Yrd. Doç. Dr. Bülent URAN



    Yukarıdaki yazıya da bir göz atın sonra yorumlayacağım.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: ihg70


    İnanç bilinmezlik üzerinde yükselir. Bilgisizliği temsil eder.
    Bilginin bittiği yerde inanç başlar.

    Bir şey biliniyorsa orada inançtan bahsedilemez.
    Örneğin yağmura inanmak, uçağa inanmak, ütüye inanmak vs diye birşey yoktur. Bunları bilirsiniz, inanmazsınız.
    Ne zamanki bir şeyin varlığından-yokluğundan emin olarak sözedemezseniz, tartışılmaz kanıtları ortaya koyamazsanız o noktada kesin yargıya varmak için inancınızı dile getirmek zorunda kalırsınız.



    Buradan başlayalım.

    İnancın bilinmezlik üzerine yükseldiğini kabul edelim. (Henüz inancı tam anlamadık sanırım)

    "Düşünüyorum o halde varım!" Bu da bir önermedir. Herkes doğruluğunu kabul ediyor mu? Etmek zorunda mı? Ediyorsak felsefe niye hala yaşıyor ?

    Ütüye inanmak diye bir şey neden olmasın ? İnsan sadece tanımlayamadığı şeylere mi inanır ? (Tapmaktan bahsetmiyorum)

    İnsan eğer 5 duyudan yoksun kapalı bir kutu içinde olsaydı (Olmadığını kanıtlayabilecek biri var mı?) içinde bulunduğu kutuyu tanımlamak isterdi, kutunun içini görmek isterdi, kutunun ardında başka bir alem var mı yok mu bilmek isterdi, kutunun varlığını devam ettirmesini isterdi.

    İnsan inanmak ister; Yarın da uykusundan uyanacağının, yola çıktığında evine varacağının, sevdiklerini evde bulacağının, bir kimliği olmasının ve bunun devamının vs. garantisini hissetmek ister. Bunlara inanır. Dikkae edin inanır diyorum. Bunun için varolan düzen bozulduğunda (sel, deprem, hastalık, ölüm vs.vs) dengesi ve huzuru da bozulur.

    İnsan meraklıdır. Merak duygusunun sonucudur felsefe ve bilim. Eğer varolan herşeyi "bildiğimizi" zannediyorsak, örneğin ;"Duvar var. Dokunabiliyorsak var işte" gibi düz mantık önemelerini herkes kabul ediyorsa işte o zaman sorgulayamaz, beyninizi kalıplar içine hapsedersiniz.

    Atom bölünemez en küçük parçacıktır demişti bilim bir zaman önce. Bugün bu kural yıkıldı. Yarın bugünkü kuralların da yıkılacağına eminim. Varolanın ne kadarına vakıfız ? Biz o kadar biliyoruz diye, o kadar mı var her şey ?

    Peki atom diye elektron diye bir şey var mı yok mu? Varlığını nereden biliyoruz, gören dokunan var mı ? Heisenbergin belirsizlik prensibini bilen var mı aranızda ? Ya quantum mekaniği ? Bununla uğraşanların bile tam anlayamadıkları tonla şey var.

    Klasik fizik atom ve atomaltı düzeyde duvara tosladı çoktan haberiniz olsun. Gördüğünüz hiçbir şey aslında gerçekten varolmayabilir!

    İnancımızı dile getirmek derken, bildiğimizi sandığımız ve inandığımız desek daha doğru olur. Bilmediğimiz ve üzerine yorum yapamadığımız bir şeye nasıl inanırız ? Böyle bir şey olur mu?


    İnsanın bildiği ya da bildiğini zannettiği (ki bu bilgi 5 duyu organıyla ve açıklayamadığımız hisleriyle algılaması sonucu elde ettiği bilgilerin tamamıdır.) bilgi toplamı bilinci, inancı, kişiliği oluşturur. Bunları birbirinden ayırabilene aşkolsun. İnancınıza ters düşen bilgiyi reddededersiniz.

    Dikkat ederseniz siz de öğrendiğiniz ve bildiğinizi zannettiğiniz bilgiler dışındaki bilgilere reaksiyon veriyorsunuz. Bu her insan için geçerlidir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Ogün® -- 10 Kasım 2009; 14:23:25 >




  • belki konudan uzaklaştığımızı düşünenler olabilir ama bilicin çalışması da gerçeklerin algılanmasında çok önemlidir. bugunkü haberlere bir göz atalım

    Petrol rezervlerinde Amerikan oyunu


    Dünyanın petrol rezervleriyle ilgili rakamların gerçeği yansıtmadığı; Amerika'nın spekülasyonu olduğu ortaya kondu.

    Guardian gazetesi dünyada kalan petrol rezervleriyle ilgili verilerin gerçeği yansıtmadığını yazdı... Gazeteye konuşan Uluslararası Enerji Ajansı yetkilisi ABD'Nin baskısıyla petrol rakamlarığını değiştirdiğini itiraf etti.

    Uluslararası Enerji Ajansı’ndan (UEA) bir yetkili kurumun ortaya koyduğu rezerv tahmin rakamlarının gerçeği yansıtmadığını ifade etti. Dünyada kalan petrol rezervlerinin ortaya konan miktarların çok altında olduğunu ifade eden yetkili, UEA’nın satın alma paniğini önlemek için rakamları bilinçli olarak abarttığını ifade etti.



    The Guardian’a verdiği özel röportajda adı açıklanmayan yetkili ABD’nin ajans üzerinde büyük baskı kurduğunu ve var olan petrol rezervlerinin azalması ile ilgili verileri olduğundan düşük gösterirken, yeni rezervlerin bulunma ihtimalini de abarttığını savundu.



    İddialar kurumun petrol talebi ile ilgili en son yayımladığı Dünya Enerji Görünümü raporuyla ilgili şüphe yarattı. Raporda dünya günlük petrol üretiminin bugünkü 83 milyon varillik düzeyden 105 milyon varil düzeyine çekilebileceği belirtilmişti.



    Bu raporlar başta İngiltere ve ABD olmak üzere büyük ülkelerin enerji politikalarının belirlenmesinde önemli rol oynuyor




  • Blogda ve bu forumda haftalar önce yazdıklarım tanınan, itibar edilen ağızlardan bir bir tekrarlanıyor, doğrulanıyor. GDO yazıma bir kaç şaşkın "yazdıkların yanlış" deme talihsizliğinde bulundu. Yanlışın nerede olduğu soruma cevap verecekler, doğru kaynakları gösterecekler diye bekliyorum. Ses yok.

    Unakıtan mısırı ile ilgili:
    http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?detay=GDO_cocuklari_2&tarih=10.11.2009&Newsid=269933&Categoryid=4&wid=122

    Yönetmeliği Monsanto'nun yazdığı ile ilgili:
    http://www.birgun.net/actuel_index.php?news_code=1257688482&year=2009&month=11&day=08
    http://haber.gazetevatan.com/haber.vatan?detay=Milletvekilleri_ABDye_avanta_geziye_gitti_ardindan_GDO_geldi&Newsid=268087&Categoryid=4&wid=108

    GDO'nun zararlarının belgesi, yine, yeni, yeniden:
    http://www.saynotogmos.org/paper.pdf

    Bu kadar açık kanıtlar varken hala zararlı mıdır bilemeyiz, araştırılmalı, henüz ispatlanmadı türünden yuvarlak laflar edenlerde kusura bakmasınlar, ben ard niyet ararım. GDO'nun uretici değil, tuketici değil, herkes için zararlı ve ölümcül olduğu ile ilgili kanıtları bu heriflerin masasına koysam adamlar masanın arkasında kaybolur.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi nlty2000 -- 10 Kasım 2009; 15:27:46 >




  • GDO zararsız diyen sadece gelcek nesilleri görnmek istemeyen bir zihniyet olabilir. Bu kadar kesin söylenen ve zararlarının sınırları kestirilemeyen bir çekirdek tohum MUTASYONUN bizlere devlet eliyle sunulmasının önü açılması çok büyük talihsizlik. Aynı talihziliği çernobil felaketinden sonra bir şaşkın bakan telvizyonlardan karşımızda lıkır lıkır çay içerek yapmıştı. Sanki zararları anında görülebiliyor.

    Doğal olmayan her türlü MUTASYONA HAYIR bu kadar basit ve net. Laf kalabalıklığı yaparak zekâ katsayısı kısıtlı milletimizi daha da zekâ fakiri yapacaklar. ona yanıyorum. İlk yazısında da nlty2000 arkadaşımız benzer şeyleri daha derinlemesine incelemiş idi . Neyse ki televizyon artık hergün biraz olaya dikkat çekiyor. Hormonlu hormonsuzdan sonra şimdi de GDO lu , GDO suz tartışmaları bir süre daha devam eder.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi vezir -- 10 Kasım 2009; 16:04:44 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: jay jay justified

    "İnanç yoksa huzur da yoktur" şeklinde bir sonuca mı ulaşıldı, yoksa ben kendimce bir şeyler mi uyduruyorum?

    ihg70'in mesajını okuyunca uydurmadığımı görüyorum gerçi lakin yine de sormak istedim.

    vezir hocam, inancın ateistler için ne ifade ettiğini açıklayabilir misin? O da bir inançtır demişsin. Ben anlamadım. Daha net açıklarsan sevinirim.


    Evet; "Ben tanrıya inanmıyorum" demek de bir şeye inanmaktır. Bir olgunun varlığına inanbiliriz, yokluğuna da.

    Mesela ben hayaletlere inamıyorum. Bu da bir inanç.

    Bilmediğimiz şeylere inanırız gibi ilginç bir yorum vardı. Hayaletlerin olmadığına dair kendime göre kanıtlarım var, olmadıklarını biliyorum-bildiğimi zannediyorum- ve inanç yine de devrede.

    mezonların alt parçacıkları var mı yok mu bilmiyorum. Belki olabilir, belki de olmayabilir. Kanıtım var mı ? Yok. Bu durumda neye inanıyorum ?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Ogün®

    İçerden iyileşmek: Hipnozla iyileşme içerden olan bir iyleşmedir

    Hipnoterapiyle sağlanan iyileşme içerden olan bir iyileşmedir. Şimdi diyeceksiniz ki diğerleri dışardan mı oluyor?

    ...





    "Sana senden başkası yardımcı olamaz!", "Çaresizsiniz ya da çare sizsiniz" vs.vs.

    Psikolojide tedavinin temelini bu mantık oluşturur. Tabi ki dışarıdan müdahale vardır, olmasa psikologlar ne iş yapıyor ? Ancak asıl işi yapan kişinin kendisidir. Asıl tedaviyi uygulayan da hastanın kendisidir.

    Hangi yöntemle yaparsanız yapın, bir arkadaşınızın dahi korkularını ve kafasında yarattığı engelleri ortaya çıkarıp bunları yenmesini sağlayabilirsiniz ve bunun adı terapidir. Bunu yaparken yargılamamaya, kendi doğrularınızı kabul ettirmeye çalışmamaya, eleştirmemeye, alay etmemeye dikkat etmeli, sadece sorular sorarak doğruyu kendisinin bulmasına yardım etmeye dikkat etmeliyiz.

    Hipnoz ettiğinizde de hastaya sorular sorarsınız ve bilinçaltına inmeye çalışırsınız. Orada saklı kalmış, kişinin kendisinin bile bilmediği engelleri kaldırmasına yardımcı olursunuz.

    Küçükken duvardan bir kişi ileriki yaşamında yükseklikten korkar hale gelebilir. Ya da yine baskıcı bir eğitim ortamında yetişmiş birey, kekeme olabilir, topluluk önünde yüzü kızarıp ne söyleyeceğiniz şaşırabilir veya tikler geliştirebilir. Bunlar hastalıktır. Çünkü "normal" kabul ettiğimiz genel insan davranışına uygun değildir ve bunların tedavisi şarttır. Yazının bununla ilgili bölümlerine katılıyorum.

    Yalnız küçük bir ayrıntı; Hipnoz yoluyla bir insana kendi inandığınız değerleri de kabul ettirebilir, kafasında karışıklık yaratabilirsiniz. Ehil kişilerin yapması gerekir.

    Peki bir soru sorayım o zaman alimlere; Eşcinsellik...

    Eşcinsel bireylere terapi uygularken neyi esas alacağız ? Bu arkadaşların durumunu "anormal" kabul edip, "normale" döndürmeye mi çabalayacağız? Veyahut, bunun bir tercih meselesi olduğunu kabul edip, topluma adaptasyonlarına yardım mı edeceğiz ?

    "Yani bu tip özelliklerin utanılacak bir özellik olmadığını yürekten ve içten kabul etmek."

    Bu durumda zaten arkadaş tıbben hasta kabul edilmez ki.

    Aslında problem nedir biliyor musunuz ? "Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol" - Mevlana-

    Bilinçaltında yatan kurallar bütünüyle, kişinin yaşantısı çatışıyorsa huzursuzluk hasıl olur. O zaman ya yaşantımızı bilincimizle paralel sürdüreceğiz veyahut biliş düzeyimizi değiştireceğiz.

    Bilinç ve bilinçaltını keskin sınırlarla ayırmak zor. Ancak günlük hayatta mesela özellikle reklamların hep bilinçaltımıza ve reflekslerimize hitab ettiğini söylemek yanlış olmaz.

    Cümle Kapısı adlı bir kitap okumuştum Nazan BEKİROĞLU'ya ait, yakın zamanda tavsiye ederim. Dikkat çekici bir şeyden bahsediyordu; Çağlar boyunca, o çağın önemli şahsiyetleri hep hapishanelerden geçmiş. Daha ilginci, hapisten çıktıktan sonra, güç ellerine geçince bazıları da diğerlerini aynı hapishanelere tıkmış.

    Ama asıl benim ilgimi çeken şu bahis olmuştu; Önceleri özgürlük kısıtlamak için hapishaneler kullanılıyordu, bugün ise işyerleri, okullar, alışveriş merkezleri vs.vs. Topluluklar halinde isteyerek vaktimizi kapalı duvarlar içinde geçiriyoruz!

    Matrix gerçekten de sinema tarihinde bir devrimdir. Filmde "Zion" şehrine ve "Neo" karakterine baktığınızda dini motiflere atıf yaptıklarını da anlayacaksınız.
    (1984 ve V For Vendetta da dikkate değer)


    Biraz parça parça oluyor yazılarım, kusura bakmayın aceleyle bu kadar oluyor.

    Selamlar



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Ogün® -- 11 Kasım 2009; 2:03:07 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: vezir

    GDO zararsız diyen sadece gelcek nesilleri görnmek istemeyen bir zihniyet olabilir. Bu kadar kesin söylenen ve zararlarının sınırları kestirilemeyen bir çekirdek tohum MUTASYONUN bizlere devlet eliyle sunulmasının önü açılması çok büyük talihsizlik. Aynı talihziliği çernobil felaketinden sonra bir şaşkın bakan telvizyonlardan karşımızda lıkır lıkır çay içerek yapmıştı. Sanki zararları anında görülebiliyor.

    Doğal olmayan her türlü MUTASYONA HAYIR bu kadar basit ve net. Laf kalabalıklığı yaparak zekâ katsayısı kısıtlı milletimizi daha da zekâ fakiri yapacaklar. ona yanıyorum. İlk yazısında da nlty2000 arkadaşımız benzer şeyleri daha derinlemesine incelemiş idi . Neyse ki televizyon artık hergün biraz olaya dikkat çekiyor. Hormonlu hormonsuzdan sonra şimdi de GDO lu , GDO suz tartışmaları bir süre daha devam eder.



    Doğal olan yararlı mutasyon var mı?

    İnsanımızın zekasının hiç de küçümsenmeyecek oranda "fazla" olduğunu söyleyebiliriz. Avrupada bir devlet aşı alsın, koyun gibi çoğu hemen yaptırır. Bizim millet haftalardır tartışıyor ve doğruyu kendisi bulmaya çalışıyor




  • quote:

    Doğal olan yararlı mutasyon var mı?


    geçirdiğiniz hastalıklar için kazandığını direnç eğer bir sonraki nesile aktarılırsa yararlı mutasyon olarak görülmesi gerekmeli diye düşünüyorum. Aynı şey tohumlar için de geçerli , bulunan fosilleşmiş tohumların şimdiki nesil tohumlar ile genetik farklılıkları tespit edilebiliyor . Bu da yararlı bir mutasyon olarak kabul edilebilir. Ama ilk hali belki şimdikenden ısı farklarına veya yüksek ısıya daha dayanıklı idi , orası ayrı konu ama dünyamız üzerinde su değmeyen yer ve şuan deniz dibinde olup da kara görmeyen yer olmamıştır. Her şey yer değiştirmektedir ve oldukça yavaş olmaktadır. Bu duruma uyum sağlayan tüm canlılar doğal mutasyon geçirmiş oluyorlar.Kısaca doğal demek dünyanın devinim ve değişim hızına eşit bie süreçtir.

    Bu açıklamaları tutup da evrim tartışmalarına çevirmemek gerekir. Böyle forumlarda buna çok hevesli kişiler var.




  • İçimden bir ses vezir hocamın aslında Gandalf'ın ta kendisi olduğunu söylüyor Rüyamda böyle bir şey görürsem şaşırmam. Avatarın etkisi olsa gerek
  • Güzel 2 yazı...

    http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=132259&YZR_KOD=6

    Koca koca şehirleri neden öyle bırakıp gidiverirler?

    ..............Üçüncü tespitimiz şudur: Kentleri yaşanmaz hale getiren, türümüzü bavulu toplayıp başka yere gönderen, "bir birim enerji elde etmek için harcamak zorunda kaldığımız enerji miktarı"nın nüfusun artmaya başlaması ile birlikte giderek artmasıdır. Karnımızın doyması denilen hadise bir nevi tam da bu değil midir? Bir sincap, bir fındığı yiyebilmek için harcadığı enerjiden daha fazlasını bir fındıktan elde edemiyorsa türünü devam ettiremez. Aynı durum homo sapiens için de tamamıyla geçerlidir. Teotihuacan'ın derinliklerinde bulunan ve yetersiz beslenmeye işaret eden çocuk iskeletleri tam da bu probleme işaret etmektedir. Buradaki problem ise bizi, üzerinde daha ayrıntılı durmamız gereken dördüncü tespitimize götürecektir.
    Türümüz yaşamını idame ettirebilmek için, belli bir çevrede, doğayı giderek daha yoğun bir biçimde sömürmeye çalışmaktadır. Jared Diamond, Türkçeye de çevrilen "Collapse" adlı çalışmasında çevresel yıkımın sekiz temel unsurunu saymaktadır. Bu unsurlar şu şekilde özetlenebilir: Nüfus artışı ile birlikte yerleşik insan toplumları yaşama ortamlarını tahrip etme eğiliminde olmaktadırlar. İklim değişikliği bu çerçevede bakıldığında dünyanın uygarlaşmasının, kentlileşmesinin son derece doğal bir sonucudur. Kendi haline bırakıldığında türümüzden beklenebilecek olan budur. Bu da dördüncü tespittir.
    Beşinci tespit ise işin termodinamiğe bağlanması ile alakalıdır. 1930'lu yıllarda bir varil petrol tutarında enerji harcanarak 100 varil petrol çıkartılabilmektedir. 1'e 100 olan bu oran 1990'larda 1'e 36 olmuştur. 2006 yılında ise 1'e 19 olmuştur. Bu ne demektir? Yirmi varil petrolün bize getireceği enerji için artık bir varil petrol karşılığı enerji harcanmaktadır. Bu oran 1'e 3 olursa türümüzün hayatiyetini idame ettirebilmesi mümkün değildir. Demek ki nedir? Yeryüzündeki insan varlığının bekası için teknolojik altyapımızın kalıcı bir biçimde değiştirilmesi gerekmektedir. Bu da günün beşinci tespitidir. .............................

    http://www.guardian.co.uk/commentisfree/cif-green/2009/nov/10/peak-oil-fear-economic-establishment

    Too fearful to publicise peak oil reality
    The economic establishment accepts the world soon won't be able to meet energy demands, but wants to keep quiet about it

    .............It is very hard for the average person in the street to come to a sensible conclusion on peak oil. It's a subject that prompts a passionate polarisation of views. The peak oilists sometimes sound like those extraordinary Christians with sandwich boards proclaiming that the end of the world is nigh. In contrast, the the international economic establishment – including the International Energy Agency (IEA) – has one very clear purpose in mind at all times: don't panic. Their mission seems to be focused on keeping jittery markets calm........................




  • quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen
    the international economic establishment – including the International Energy Agency (IEA) – has one very clear purpose in mind at all times: don't panic. Their mission seems to be focused on keeping jittery markets calm........................



    Tabi ki! Telaş yapmayın ki ABD kendi petrolünü, kömürünü garantiye alabilsin. Telaş yapmayın ki krizden krize koşup net enerji basamaklarını inerken dümenin farkına varmayın. Her krizde kitlelerin emeği ve birikiminin daha büyük bir yüzdesi süper zenginlerin cebine trasnfer edilirken telaş yapmayın, yine çalışır, yine üretir, yine kazanırsınız. Çin ve Hindistan telaş yapmasın ki petrolsüz kalsınlar, açlıktan yavaş yavaş ölsünler, tehdit olmaktan çıksınlar. Türkler de telaş yapmasın ki ABD 1000 yıllık egemenliklerini altlarındaki halıyı çeker gibi çekip alabilsin, İsrail'in yiyeceğini, suyunu, Ortadoğu'daki mutlak hakimiyetini garanti altına alabilsin. Telaş yapmayın, GDO iyidir, güzeldir, Türkiye tarımını aydınlık günler beklemektedir, bilim ve teknoloji tanrısı bizi her zorluktan kurtarmaya muktedirdir. Telaş yapmayın, hükümet çocuklarınızın, torunlarınızın özgürlüğünü ve hayatını ipotek edip borçlanarak domuz gribi aşılarını satın aldı. Telaş yapmayın, büyük çöküş, peak oil felan nedir öyle, böyle karamsar tipler hep olmuştur. Telaş yapmayın, işler düzelir. Siz, size söyleneni yapın, yeter.

    Hakikaten güzelmiş iki yazı da.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi nlty2000 -- 11 Kasım 2009; 11:57:46 >




  • @jay jay ,

    Bu gandalf olmak iyi birşeyse

    @hazard,

    evet bütün uygarlıklar kıtlık ve doğal felaketler yüzünden küçülmüş veya yer değiştirmiştir ve yakında yaşanacak olan şey de bunun benzeridir , çok çok büyük olasılık ile deprem faliyeti ve yanardağ püskürmesi sonrası oluşacak tüf ve kül tabakasının toprağı ekilebilir olmaktan çıkarması sonucunda olacaktır. Burası genelde ya bilinmez yada atlanır. İklim değişiklikleri olsa da insan nesli ayakta kalır ancak ekilebilir topraklar uzun süresi hasar aldığında eldeki stok bittikten sonra yer değiştirme kaçınılmazdır. Yakın zamanda bu yine olcaktır bekleyin ,bizim nesil bunu maalesef görecek .

    Bunun dışındaki sorunlara teknik yanıt bulanacaktır , ancak insan nufusunun azalması matetatik olarak gerekli olduğunda herkes hemfikir. her kıtlık döneminin sonunda bir bolluk dönemi olmaktadır. buna doğanın fışkırması da deniliyor .Sanırım topraktaki minerallerin değişmesi ve dünya ısısının değişmesi buna neden olmakta belki daha farklı nedenler de olabilir.Bütün sorun bizim neslin yaşanacak bir feleketten sağ çıkıp bu bolluk dönemini yaşayabilcek olup olmamasıdır. Buradan bakınca göç kaçınılmazdır.

    entropi ve diğer konular açısından bakınca dünyadaki su ve gixli enerji aslında çok büyük miktarda kullnılmayı beklemektedir encak şimdiki teknoloji ile bunun sürdürülebilir olması çok zor. hidrojen üretilmesi için sürdürülebilir kaynak bulunmak zorundadır. Bunun için ya nükleer enerji ile güneşi taklit eden soğuk fizyon yapılmalı veya dünyanın merkesine seyahat olan MAGMA ısısından faydalanılmalıdır. Magma enerjisi dünya üzerindeki tüm okyanusları onlarca kez elementlerine ayırt edecek kadar fazladır. Temell prensipler geçen 19 yüzyılda bulunmasına rağmen bu kaynağı çok kısıtlı olarak jeotermal enerji alanının dışında kullanmamaktayız. ISı farkının olduğu her yerde enerji üretimi ve hidrojenin dönüştürülmesi mümkündür. Bir kere büyük miktarlarda hidrojen depolanmaya başladıktan sonra dünyadaki dünya nufusu tekrar artmaya başlaycaktır ama ne kadar da plato seviyesine ulaşır daha ciddi bilimsel araştırmalar gerekmektedir.

    daha önceki sayfalarda açıklamıştım. Toplu şehirlerde yaşamı sürdürebilmek bireysel yaşamaktan daha zor ve bağımlıdır.Hizmet için tüketilen enerji birimi belki paylaştırıldığı için düşüktür ama ödenen para ve bu para için çalışmanız gereken saat düşünüldüğünde bireysel yaşam daha entropik açıdan verimli olacaktır.

    Yiyecek için küçük bir toprak ve bundan bedava güneş ile yıllık ihtiyacınızın fazlasını karşılamak ve ısınma ve soğutma için gereken enerjiyi yoprak alıtna açılacak kuyudan elde edilen termik kazanç ile çalışan bir ısı pompası çözecektir. Aşaırı iklim değişikliklerinin olmadığı bölgelerde ilk yatırım oldukça ucuz olacaktır.
    Evdekiş elektrikli aletler için ise bir ısı paneli ve güneş jenaratörü yeterli olmaktadır. Zaten elektirkli aletlerde son yıllarda erim meselesine büyük öenm verilmekte , telvizyon , buzdolabı gibi şeylerin harcadıkları enerji hızla düşmektedir. Aslında daha yolun başındalar yapacakları çk şey var. Tepede 40 derece güneş varken buzdolabını merkezi sistemden çalıştırmak bir israftır birinin emeğinin dreye boşaltılmasıdır. Sıcak olan her şeyden soğuk elde etmekmümkündür ve bunun için teknoloji hazırdır. yeterki seçim için bir adım atılsın. ugun bu adımları devlet atmadıkça bireylerin atması beklemek , çokça idealist bir yaklaşım olmaktadır. Ancak aralıktaki toplantı sonrasında bunlar bir zorunluluk olarak önümüze çıkarsa mecuren ülkemizde bu kanunlara uymak zorunda kalacaktır. Öyle umuyorum ve bekliyorum. Çok bekledik birşey olmadı ama beklemeye devam çünkü umut daha bitmedi.




  • 
Sayfa: önceki 4445464748
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.