Şimdi Ara

Dünya Petrol Krizi - Peak Oil (44. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
3 Misafir - 3 Masaüstü
5 sn
3.089
Cevap
40
Favori
190.285
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
4 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 4243444546
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Konuyla ilgili değil ama; @sagirtr adlı kullanıcı sık sık bu konuda. Arkadaş 26 ekim 2008 de foruma üye olmuş(Bu konu açıldıktan yaklaşık 6 ay sonra) ancak tüm forumda bir tane bile mesajı yok.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Ogün® -- 6 Kasım 2009; 1:35:41 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Ogün®

    Konuyla ilgili değil ama; @sagirtr adlı kullanıcı sık sık bu konuda. Arkadaş 26 ekim 2008 de foruma üye olmuş(Bu konu açıldıktan yaklaşık 6 ay sonra) ancak tüm forumda bir tane bile mesajı yok.




    Arkadaşı tanıyorum. Ben tavsiye ettim. Dikkate alınacak bir şey yok
  • quote:

    Orijinalden alıntı: vezir

    peki ben de bilinç ve bilinçaltının yaşamımıza nasıl etki ettiğine dair MUTLAKA okumanız gereken bir link veriyorum. Yazıyı sonuna kadar okuyun sonunda çok şey farketmiş olacaksınız. Çokça link verdiğimiz ve sadece kendi aramızda yazışmamak adına bu forumdaki okuyuculara bilinçaltı bölümünü veriyorum. diğerlerini sizler ilk sayfalara giderek takip ediniz.

    Bölüm 5 Bilinçaltı kavramından ne anlamalıyız?

    Bilinçaltı


    http://www.sosyalfobitedavisi.com/icerik/21/dis-bolumler




    Yazıyı baştan sona okudum. İsteyerek ya da istemeyerek, epeyce açık bir dille yazılmış. Yani bazen bu sadelik, yazıyı yavanlaştırsa da, bazen rahatça anlaşılmasını sağlamış kanımca.

    Tabi, çok ilgiyle okunacak bir yazı olmadığı kanaatindeyim vezir hocam. Özellikle son bölümler, hemen hemen her yerde rastlanabilecek türden hususları kapsıyor.

    Devamını da vakit bulursam okumaya çalışacağım. Teşekkür ederim.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: vezir

    Bölüm 5 Bilinçaltı kavramından ne anlamalıyız?

    Bilinçaltı



    quote:




    Bu öğrenme sistemi canlıyı hayatta tutmak üzerine kurulmuştur.
    Milyarlarca yıllık deneme yanılma süreciyle ortaya çıkmış bir sistemdir. Her canlıda kendi ölçüsünde mevcut bir sistemdir. Evrim sürecinde çevreyle uyum gösteren sistemler varlığını sürdürürken, uyumsuz sistemlere sahip türler ya da tür bireyleri yok olur. Uyum tehliklere karşı uyumu da kapsar.

    İnsan türünün gelişimi sürecinde de büyük olasılıkla türünün davranışlarını modelleyen ve bunu bir program kalıbı şeklinde koruyan sistemler varlığını sürdürmüştür. Örneğin korku duygusunu tehlikeler karşısında hisseden türler güçlü hayvanlar karşısında bile varlığını sürdürebilirken bu duygudan yoksun çok güçlü varlıklar zamanla yok olup gitmişlerdir.


    Zayıfların yok olacağı bilgisi genetik bir bilgidir.
    Milyarlarca yıllık evrimin tüm canlıların genlerine yerleştirdiği bir bilgidir. Bilinçaltı bir şekilde zayıf, güçsüz olduğu bilgisine sahip oldukça kendini korumak için önlemler alacaktır.

    Ancak zihin bugünkü bilimsel inceleme yöntemleriyle ölçülebilen bir yapı değildir. Kişiden bağımsız saptatan bir yapıda değildir. Yani bir kişinin düşünce, duygu ve davranışlarını ancak o kişi ifade ederse ya da gözlemlersek bilgi sahibi oluruz. Ya da farkına varırız. Var olduğunu bildiğimiz ama kişiden bağımsız ölçemediğimiz bir yapıdır zihin.

    Bilinçaltı da zihnin bir bölümüdür. Hemen hemen tüm bölümüdür. Duyguların kaynağı ve yerleştiği yer bilinçaltıdır. Düşüncelerimizin büyük çoğunluğu duyguların, inançların yani bilinçaltının güdümü altındadır. Davranış kalıplarımız tamamen bilinçaltının yönetimi altındadır. Yani neredeyse tüm zihinsel yapı bilinçaltından ibarettir.

    Bilinç dediğimiz zaman
    karar veren, mantık yürüten, irade ortaya koyan zihinsel eylemleri anlarız. Ama çoğu zaman bu eylemlerde duyguların kontrolü altındadır. İnançların güdümü altındadır.

    Gerçek bilinç farkında olmaktır. Eylemlerimizin farkında olmak. Düşüncelerimizin farkında olmak. Duygularımızın farkında olmak. İnançlarımızın farkında olmak. Farkında olmak tek başına değişimi sağlamaz. Bilgi sahibi olmak da yine tek başına değişimi sağlamaz. Bu inancım yanlış demek bile o inancı değiştirmeye yetmez.

    Ama farkında olmak değişimi sağlayacak ilk adımdır. Farkında olmaya kendinde değişim yapamaz.

    Kişi farkında olmadan yaşarsa hipnozda demektir. İçinde yaşadığı kendi dünyasını gerçek dünya zannetmesi bir hipnozdur. İnançlarını gerçek ve değişmez zannetmesi bir hipnozdur. Kişinin kendi hipnozun fark etmeden yaşaması halinde bu hipnozdan kurtulma şansı yoktur.

    Bilinçli bakış

    Çoğu kişi bilinçli yaşadığını zannediyor. Düşünme eyleminin kendisinin bilinçli bir eylem olduğunu zannediyor. Ama düşünme eylemi çok büyük bir oranda otomatik oluşan bir durumdur. Zihnimiz farkında olmadan düşünme eylemi içine girer. Yani çoğu zaman kendimizi bir şeyler düşünürken buluruz. Düşünmek istemesek de bunu başaramayız.

    Tabi kendi arzumuzla da düşünmeye başlayabiliriz. Neyi düşüneceğimize, nasıl düşüneceğimize karar verebiliriz. Farkında olmadan zihnimiz belli konularda kararlar verebilir. Mantık yürütebilir. Analiz yapabilir. İrade koyabilir. Seçim yapabilir.

    Klasik olarak sunulan zihin modellerinde mantık yürütme, analiz yapmak, seçim yapmak, karar vermek gibi eylemlerin bilincin kanıtı olduğu söylenir. Yani bir kişi zihnin bu aletlerini kullanabiliyorsa bilinçli kabul edilir. Çoğu kişi bu özelliklere sahip olmanın huzuru içinde yaşar. Yani bilinçli yaşadığını zanneder. Halbuki sadece insan zihnine ait özelliklere sahip olarak yaşamaktadır.

    Zihnin özellikleriyle bilinci birbirine karıştırmamak gerekir.
    Seçim yapmak, farklılar arasından uygun olanı seçmek gibi özellikler tek bir hücrede bile mevcuttur. Hücre zarı seçicilik özelliğine sahiptir. Çevresinden ancak kendine yararlı olan besinleri seçer. Diğer zararlı besin ya da maddelerin geçişine izin vermez. Yani sadece seçim yapmak veya ayırt etmek özelliklerine sahip olmak bilinçli olmak anlamına gelmiyor.

    1.5 yaşında yürümeye başlayan bir çocukta zihnin bu özelliklerini rahatlıkla kullanabilir. Yani istediği bir şeyi seçebilir. Zararlı ile yararlı arasından seçim yapabilir. Hatta kendine göre mantık yürütebilir. Ama tüm bu özellikle öğrenilmiş belli kalıpların arasından yapılan seçimlerdir. Yani tanıdık nesneler arasından seçim yapar. Tanımadığı bir nesneye ise sadece merakla ve ihtiyatla yanaşır. Hatta bu yaştaki çocuğun kendine göre kısa süreli iradesi bile olduğu söylenebilir. Kendini kucağa aldırana kadar bir irade ortaya koyabilir. İnatla annesinin bacağına sarılır ve kucağa alınana kadar bacağı bırakmaz.

    Tüm bunlara bakarak çocuğun bilinçli yaşadığını söyleyebilir miyiz? Belki onun da kendisine göre bir bilinci olduğu ileri sürülebilir. Ama bu son derece kısıtlı bir bilinçtir. Ve sadece öğrenilmiş kısıtlı kalıplar arasında yapılan seçimlere dayalı bir bilinçtir. Yani zihninde mevcut bu bilgilerden yeni bilgi üretme gücü yoktur. Yeni kavramlar oluşturma yeteneği henüz gelişmemiştir. İçinde bulunduğu durumu sorgulayamaz. Sadece kayıtlı kalıplarından risksiz olanları tanır ve seçer.

    Bilinçli yaşamak ise bunlardan çok daha öte bir durumdur.
    Bilinç kişinin içinde bulunduğu durumu sorgulayabilmesidir. Gerçekle hayali birbirinden ayırabilmesidir. Yaşadığı yaşamı daha yaşanabilir hale getirebilecek bir araçtır. Bu dünyada hiç kimsenin elinde bu yaşamın niçin var olduğuna dair bir kanıt yoktur. Tamam değişik felsefik görüşler vardır ama bunlar sadece kanıtlanmamış düşünce üretimleridir.

    Bilincimizi bu yaşamın neden var olduğuna yormak yerine mademki yaşıyorum nasıl insan gibi yaşabilirim” e kullanmak daha akla yakın gelmektedir. Akla yakın dediğimiz zaman bir şekilde mevcut bilimsel bilgilerle itiraz edilemeyen aksi kanıtlanamayan fikirleri düşünmek gerekir.

    Hiç kimse “insanın insanca yaşaması gerekir” sözüne itiraz edemez sanırım. O zaman bu düşünce bilinçli bir düşünce olmaktadır. Kanıtlanamaz ama akside gösterilemez bir düşünce. Yüzde yüz doğrudur diyemeyiz çünkü kanıtımız yok ama sanki içsel olarak doğru bir cümle gibi durmaktadır. İşte bize doğru gibi gelen düşünce tekrar ederek zihnimizde itiraz edilemeyen bir kalıba dönebilir. Bir süre sonra inanç olarak kabul edilen bir önerme olur. İnançlar sorgulanmayan doğrularımızdır. Ben böyle inanıyorum dediğimiz zaman akan sular durur.

    “İnançlar sorgulanmaz” gibi bir inancımız vardır.
    Peki bu bizim bilinçli düşünce tanımımıza uyuyor mu? Hayır uymuyor. Çünkü her türlü inancı sorgulama gücüne sahibiz. Yani rahatlıkla aksi kanıtlanabilir bir düşüncedir. Yani en azından ben her türlü inancı sorgulama gücüme sahip olduğumu biliyorum. Böyle bir güce sahip olmam illaki her türlü inancı sorgulamam gerektiğine işaret etmez. Yani “her türlü inanç sorgulanmalıdır” dediğim zaman bunun neden gerekli olduğunu kanıtlayamam. İçime de pek doğru gelmez. Yani bir insanı huzura erdiren, ona insanca yaşamasını sağlayan inanç ya da inançları varsa neden bu inançları sorgulayalım ki? “İnançlar sorgulanabilir” dediğim zaman bilinçli düşünce üretmiş oluyorum. Çünkü “inançlar sorgulanamaz” önermesinin tersi olan düşüncenin tersi düşünceyi kanıtlayacak malzemeye sahibim. Ama “her inanç sorgulanması gerekir” dediğim zaman elimde bu önermeyi kanıtlayacak akla yakın bir malzemem yok.

    Peki hangi inançları sorgulamamız gerekir? Bilinçli olmadığına inandığımız ve/veya bir kişinin insanca yaşamasını engelleyen inançları sorgulamamız gerekir.

    O zaman insanca yaşamak ne demek?
    Önce bunu tanımlamamız gerekir. Herkesin tanımı farklı olabilir. Kimimiz için rahat bir yaşamdır insanca yaşamak. Yani günümüz koşullarına uygun bir evin olması, otomobilin olması, geleceğinden endişe duymadan yaşamını sürdürecek gelirin olması vs gibi maddi koşullarla tanımlanan bir şeydir insanca yaşamak. Çoğu insan da böyle düşünür. Ama ben hemen bunun aksine bir kanıt ileri sürebilirim ve bir köpeğe de aynı koşulları sağlayabileceğimi iddia edebilirim. Teorik olarak bu durum mümkündür ve böyle yaşayan binlerce ev köpeği de vardır dünyada. O halde sadece bazı maddi kolaylıklara sahip olmak tek başına insanca yaşamın gerekliliği ya da tanımı olarak ileri sürülemez. Bu koşullar bir insanın belki kendisini bu dünya üzerinde emniyette ve güvende hissetmesini sağlar. Ama insanca yaşamasını sağlayamaz. Tamamen bilincini yitirmiş, bitkisel hayata girmiş ve yaşam makinesine bağlanmış bir insanda aynı koşullara sahip olabilir. Böyle bir duruma insanca yaşamak denebilir mi?

    Ya da herkesin kendisine kötülük yapacağı korkusu içinde evine kapanmış ve bir şekilde yaşamını sürdürecek gelire sahip bir kişi için insanca yaşamdan bahsedilebilir mi?

    O halde insana özgü olan öyle bir özellik olmalıdır ki sadece insan kullanabilsin ve bu özelliğini kullanarak yaşayabilsin. Bu özellik bilinçli düşünce üretme gücüdür. Bilinçli düşünce üretme gücü sadece insana ait bir güçtür. Bilinçli düşünce dediğimiz zaman yukarıda da belirttiğim gibi mevcut bilgilerden yeni düşünce üretmekten bahsediyorum. Peki evinde oturan ve dışarı çıkmayan kişide bu düşünceyi üretebilir. Doğru. Ama hiçbir şekilde kendi yaşamının parçası yapmadığı bir düşünceyse demek ki ürettiği düşünce sadece bir fikirden öteye gidemez. Ürettiği düşüncenin yaşamına bir katkısı yoktur. Onu hiçbir şekilde eyleme geçirmemektedir. İlginç olanda zaten böyle bir düşünce üretse kendini evine korkuyla hapsetmesi mümkün değildir. Sadece bilinçli seçimiyle kendini eve kapattım diyebilir. Ama bu da pek akla yakın gelmemektedir. İnsanca yaşamak derken başka insanlarla bir arada yaşamaktan bahsetmemiz gerekir. Başka insanlarla iletişim halinde yaşarsak ancak insanca yaşamaktan bahsedebiliriz. Tabi burada hemen bir insan kendi başına hiç kimseyle iletişim kurmadan yaşamaz mı? Hem de huzur içinde. Örneğim bir adada her türlü yaşamsal gereğini doğal olarak elde ederek yaşayamaz mı? Yaşayabilir tabiî ki. Ama bu tip nadir olan durumları tanımımız dışında tutmak durumundayız.

    Tanım gereği insan sosyal yaşayan bir varlıktır. Sosyal bir yaşam içinde insanca yaşamaktan bahsetmek durumundayız. Tartışmamız gereken konu insanın diğer insanlar arasında yaşamını rahat ve huzur içinde yaşaması olmalıdır. Bilinç kullanılacaksa böyle bir yaşamı yaratmak için kullanılmalıdır. Tabi hiç bilincini kullanmadan rahat ve huzur içinde yaşayan insanlar yok mudur? Vardır mutlaka. Hatta çok büyük bir oranda vardır. Sadece kendisi için biçilmiş yaşamı yaşayan, sorgulamadan yaşayan insanlar vardır mutlaka. Ama hiçbir şeyi sorgulamadan yaşamak ne kadar insancadır? Bu tartışılır. Bazı insanlar bir şekilde bilinçli farkındalıklarını kullanmadan, sorgulamadan kafesteki kuş misali yaşarlar giderler bu dünyadan.

    Tanım gereği bu tip bir yaşamında insanca olmadığını belirtmek durumundayız. Ayrıca bu şekilde yaşayan insanların ne kadar yaşamlarından memnun oldukları da sorgulanması gereken, araştırılması gereken ayrı bir konudur. Gerçekten mutlu mudurlar, yaşamlarına bir kalite koymakta mıdırlar? Yaşamlarında bir zenginleşme sağlamakta mıdırlar yoksa “geldik gidiyoruz şen olasın bu dünya” diyerek seyirci pozisyonunda mıdırlar?

    Bilinçli düşünce üretme aşamasına gelmiş olan insan beyninin bu tip bir yaşantıyı ne ölçüde onayladığı gerçekten ayrı bir sorgulama gerektirir. Yaşamını sorgulamadan yaşıyorsan, sana çizilmiş dünyayı kafadan doğru dünyan olarak kabul ediyorsan her şeye kader gözlüğünden bakıyorsan zaten söyleyecek bir şeyimiz olamaz


    http://www.sosyalfobitedavisi.com/icerik/21/dis-bolumler




    1. Arkadaşımız agnostik sanırım. Bunun dışında bilinçaltı, farkındalık ile verilen bilgiler doyurucu.

    2. İlk beş paragraftaki önermeleri hanginiz kanıtlayabilirsiniz ? Kanıtlayamadığımız, deneylerle destekleyemediğimiz bilgiler de "inanç" eseri değil midir?

    3. Dünyada ya da evrende neden yaşam vardır sorusuna aranan tüm yanıtların insan kaynaklı olduğunu iddia etmek de, evrende yalnızca bizim "bilinçli" varlıklar olduğumuzun kabulü değil midir ? Bunu kanıtlayabilen olabilir mi acaba ?

    4. Kimsenin itiraz etmediği düşünce, o düşünceyi bilinçli yapar mı ? O zaman; Çoğunluk ne derse haklıdır! tezini mi savunacağız ?
    Aksi niye gösterilemesin ? Yazının geri kalanında insanca yaşamanın, toplum içinde var olma ve kabul görme ile gerçekleşebileceğinden bahsetmiş. Peki biz "rahatsız" olanlar ?

    Ha yani ineği ahıra bağla, su yam verme, ışıksız ve pis bir ortamda tut ondan sonra da psikolojisi bozulmuş hayvanları hapla, uyuşturucuyla tedavi (adapte) et. Bu mudur ? Peki bu tedaviyse hipnoz nedir ?

    İnsan tabi ki sorgulamalıdır. Tabi ki farkında olmalıdır. Tabi ki tartışmalıdır. Tabi ki öğrenmelidir. Tabi ki önyargılı olmamalıdır. Tabi ki en doğru benim doğrumdur dememelidir. "Beşer şaşar" hepimizin hataları olacaktır, çok normal.

    Ancak sorgulayan insanın, şu günkü dünyada rahat ve huzurlu olması mümkün müdür ? Huzurluysa bence daha büyük bir problem var.

    Sorgulamam bitmediği için "milyarlarca yıldır evrile evrile bu hale geldik" tezini olduğu gibi kabul etmem mümkün değil.

    Öğrenilmiş bilgilerin inanç haline geldiği tabi ki doğrudur. Zaten bunun olması da gereklidir. Her yeni öğrendiğimiz bilgi, diğerleriyle tutarlı biçimde beynimize yerleşir. Tutarsızlık olursa, arıza da olur.
    Dünyayı 5 duyumuzla algılıyoruz. Hayal ettiğimiz tüm şeyler bile, algımızın dışına çıkmıyor. Yaratıcılık dediğimiz şeylerin bütünü, insan için birleştirme, biraraya getirmeden öteye gitmiyor. İnancımızn, karakterimizin, 5 duyu organımızla algıladığımızla sınırlı olduğunu iddia etmek ise ahmaklıktır. Aynı ortamda büyümüş iki kardeş bile, taban tabana zıt karakterde olabilir. Burada beynimizin, aynı uyarıcılar karşısında farklı yorumlar ortaya koyduğu sonucuna varabiliriz. İnsanın anne karnından, belki daha öncesinden getirdiği özellikler de var. Bunların sebeplerini bilmiyoruz. Komplike bir yapı ki elle tutamıyor, gözle göremiyoruz; Üzerine ahkam keserken dikkat etmeliyiz bence.

    Üniversitede hocamız şöyle demişti; "Otobüste birinin bana omuz vurması ve benim; Kimse bana bunu yapamaz deyip tepki göstermem benim takıntımdır" Hoppala ! Yani demek istiyor ki; İnancımız, yaşadığımız çevre, aile vs. gibi faktörlerle öğrendiğimiz önyargılarımız, hayatımızı kontrol ediyor.

    Şu noktaya dikkat; Kendimizle ilgili oluşturduğumuz kurallar bizim karakterimizi oluşturmaz mı ? Tamamını yanlış kabul edip, kişiliğimiz sıfırlayalım mı o zaman? Koyun gibi, kim ne yaparsa yapsın tepki koymayalım mı?

    Gördüğüm çoğu tartışmada olan "düzenbazlık" bu tartışmada da var. Hoca da belki bilerek, belki bilmeyerek bu tuzağa düşüyor: Prensiplerle takıntıları karıştırmış.

    Prensip: Kişiliğimizi oluşturan kurallardır ve bizi biz yapan değerler bütünüdür.
    Takıntı : Kişinin çoğu zaman kendisinin bile farkında olmadığı, sebepsiz, mantıksız, açıklanamaz ama bazen mantığa bürünebilir kurallardır.

    Otobüste birisi tabi ki bana omuz vuramaz. En azından dönüp, neden bu hareketi yaptığını sorarım. Bu takıntı değildir.

    Psikoloji, Cem YILMAZ yorumuyla;" Komplikedir yani. He, she, it was..."

    Selamlar




  • OPEC, sahip olduğu petrol rezervleri hakkında yalan söylüyor:

    http://www.oil-price.net/en/articles/OPEC_lies_about_its_oil_reserves.php

    Adamların gözü dönmüş olmalı... Ortalık karışana kadar ne götürsem kar mantığı... Akıl almaz şeyler... Sadece rezervi yüksek göstermekle kaç kuşu vurduklarını görmek dehşete düşürüyor...

    Yazının son paragrafı da hoş olmuş:

    "Dediydi dersiniz..."
  • oğün ve diğer arkadaşlar size bilimsel olarkak din ve içinizde kalan korkuların nedenlerini anlatan bir link vrdim daha ne olduğunu bile anlayamadan psikoloji dalını bile kendiniz yorumlayacak kadar içeriksiz yazılar yazmayınız. Uslup olarak alınması gerekenleri ve kendinizi öncelikle incelemeniz lazım benden bu kadar tavsiye, bu bilimsel işleri kendi yorumlarınızla basitleştirmeye çalışmayın yazıyı tüm sayfalarını okuyunca neden önemli olduğunu anlayacağını umuyorum Yoksa illaki bir terapi gerekiyor ciddi söylüyorum.


    Bölüm 3; Değersizlik inancı nasıl oluşur ve gelişir?

    Bir insanın doğal gelişimi engellendiği oranda değersizlik inancı ortaya çıkmaya ve güçlenmeye başlar. Her insanın içinde doğuştan gelen gelişme potansiyeli vardır. Fiziksel bir engel yoksa her insan aynı gelişme sürecini gösterir. Beş duyusuyla etrafı tanır, öğrenir ve öğrendiklerini gelişmek ve hayatta kalmak için kullanmaya başlar.

    İnsan doğası gereği doğuştan gelen bir yetersizliğe sahiptir. Kendi başına bırakılırsa kısa sürede ölür. Yani belli bir aşamaya gelene kadar yaşaması başka insanların bakımına bağlıdır. Öğrenmek başka insanları modellemekle olan bir şeydir. Onların davranışlarını modelleyerek öğrenir. Etrafını tanır. Yararlıyla yararsızı birbirinden ayırır. Bakıcısına düşen birinci görev onun temel ihtiyaçlarını karşılamaktır. ( Hava, su, besin, barınma gibi). İkinci görevi ise ona hayatı tanırken gerçek tehlikelerden uzak tutmaktır.

    Değersizlik inancı yerleştiren değişik durumlar ve davranışlar
    Çocuğun öğrenme çabalarına saygı duymamak
    Bu iki görevdeki aksaklıklar çocukta ben yetersizim inancı yerleştirmeye başlar. Halbuki çocuğun içinde ben de yapabilirim inancına göre hazır bir program vardır. Çocuğun kendi başına öğrenme çabası engellendiği oranda bu olumlu programın yerini yetersizlik inancı almaya başlar. Örneğin kendi çabası ile koltuğa tırmanmaya çalışan çocuğa arkadan iterek yardım edilirse çocuk “ ben tek başıma yapamam” inancını yerleştirmeye başlar. Ya da tek başına yemek yemeye çalışan çocuğun elinden kaşığı alır ve ona yedirmeye çalışırsak “ sen yapamazsın” mesajını vermiş oluruz.

    Çocuğun doğal gelişimine saygı duymamak
    İnsanın gücü sınırlıdır. Her yaş için yapacakları sınırlıdır. Bunun doğal bir gelişim olduğu mesajını çocuk almalıdır. Aksine bu sınırlılık sanki doğal değilmiş gibi mesajlar verilirse yetersizlik inancı yerleşmeye başlar. Su içerken üstüne döken çocuğa kızılması gibi. Eleştirel ailelerde büyüyen çocuklarda değersizlik inancı güçlüdür.

    Çocuğun bir takım beklentileri karşılaması gerektiği inancını yerleştirmek.
    İyi bir şeyler yaptığı zaman ödül vermek ama diğer zamanlarda ilgilenmemek.
    Bir şeyi başaracağı zaman bir ödül alacağını belirtmek.
    Başkalarından daha iyi olması gerektiği beklentisini yerleştirmek.

    Çocuğu yok saymak
    Ne iyi ne de kötü bir şey yaptığı zaman tepki göstermemek, onaylamamak, ya da çocuk yokmuş gibi davranmak. En gizli, en yaralayıcı değersizlik inancı yerleştiren davranış şekli budur.


    Aile bireylerinden birinin çocuğu terk etmesi. (Boşanma ya da ölüm gibi). Çoğunlukla görülen durum babanın aileyi terk etmesi şeklindedir. Çocuk babası olmadığı için etrafından utanmaya başlar. Utanmak ya da utandırılmak kendi başına değersizlik inancını yerleştiren bir duygudur. Çocuk utandığı için değersiz olduğuna inanır. Değersiz olduğuna inandıkça daha çok utanır.


    Çocuğun duygularının yok sayılması ya da duygularını ifade ettiği zaman utandırılması. Ağladığı zaman kızılması. Kızdığı zaman azarlanması. Çocuğun kendi içinde suçlu olduğu inancını yerleştirmesi. Ben yanlışım, ben hatalıyım, ben utanç dolu bir kişiyim algısı oluşmaya başladıkça değersizlik inancı güçlenmeye başlar.

    Cinsel, fiziksel ya da ruhsal tacizlerde ve istismarda bulunmak.

    Değrsizlik inancının yerleşmesi çoğu zaman anne karnında başlayan bir süreçtir.


    Bölüm 4; Bir inanç nasıl inanç oluyor?

    Doğruluğunu sorgulamadan peşin olarak kabul ettiğimiz her türlü fikir inançtır. İnançla bilgi farklıdır. Bilgi kanıtı olan gerçeklerdir. “Havaya atılan her katı nesne yere düşer” önermesi bir bilgidir. Havaya attığınız bir şeyin yere düştüğünü görerek bunu kanıtlarsınız. İnanç ise varlığı ya da doğruluğu kanıtlanamayan ama yinede varmış gibi doğru kabul edilen önerme, ya da fikirlerdir.

    Tüm inançların birleşimi bilinçaltı dediğimiz hayali zihinsel yapıyı oluşturur. Hayali diyorum çünkü bugüne kadar bilinçaltının varlığı da kanıtlanmamıştır. Bilinçaltı sadece bir tanımdır. Zihinsel eylemleri daha iyi anlatabilmek için kullandığımız bir kavramdır.

    İnançlar bilinçaltının yapı taşlarıdır. Her bir inanç bir bilgisayar programı gibi etki eder. inanç bilinçaltı için bir koruma programıdır. O nedenle bilinçaltı inancı korur. korumak için duygulardan yararlanır. Duygular konusuna ilerleyen bölümlerde değinilecektir.

    Bilinçaltına yerleşmiş bir inanç hangi aşamalardan geçerek inanç olur?
    Bir düşüncenin inanç olarak yerleşmesi için hipnotik ilkelerin güçlü bir şekilde işler olması gerekir.

    Hipnotik ilke ne demek?
    Bir fikrin eleştirilmeden, yargılanmadan, sorgulanmadan doğru kabul edilmesidir. Hipnotik ilkelerin en etkili olduğu dönem çocukluk dönemidir. Zihin modelimizde kritikal faktör kabul ettiğimiz bir kavram vardır. Hipnozun klasik tanımı kritikal faktörün baypas edilmesi ve bilinçaltına seçici bir fikrin kalıcı olarak kabul edilmesidir.

    Çocuk, bilemez, itiraz edemez. Kabul etmek zorundadır. Yani çocukken kritikal faktör zaten açıktır.
    Bir düşünce otoriter olarak verilirse, içinde duygu yüklüyse, ve sık tekrar edilirse hipnotik etki yaratır. Yani verilen telkin bilinçaltı tarafından kalıcı olarak kabul edilir.

    Yani çocukken sürekli hipnoz oluruz.

    Aynı ya da birbirine benzer telkinler süreklilik kazandıkça bilinçaltına yerleşmeye ve doğru kabul edilmeye başlanır.

    Değersizlik inancı da bu aşamalardan geçer.
    Çocuk sürekli bu yönde telkin alır. Yetersizdir, beceriksizdir, kendinden beklenileni yerine getiremiyordur.

    Anne bir taraftan, baba bir taraftan çocuğun beyninin yıkar. Anne ya da baba ne kadar eleştirel bir yapıya sahipse çocukta da o kadar hızlı değersizlik inancı yerleşmeye başlar.

    Bugüne kadar binlerce regresyon yaptım. Yani hipnoz ortamında çocukluk olaylarına gittim. Çocuğu değersiz olduğuna inandıran olayların neler olduğunu bizzat ilk elden yaşadım, gözlemledim.

    Yani benim bu söylediklerim bazı psikolojik teorisyenlerin yaptığından çok farklı. Ben bizzat bilinçaltından öğrendim. Bu nedenle de nelerin nelere neden olduğunu gayet iyi biliyorum.

    Çocuk bir fikrin ya da bir telkinin doğru olup olmadığını ilk karşılaştığı zaman bilemez. Bir otorite tarafından bu telkin verilmişse doğru kabul edilir. Günümüzde anne, baba, aile büyükleri, TV, sokak arkadaşları, okul birer otoritedir. Eğer bir konuda ilk bilgi TV den öğrenilmişse anne baba çocuğa doğrusnu öğretmeye çalışsa da artık bu doğrunun geçerliliği kalmaz. TV deki çizgi filmden aldığı yanlış bilgi onun doğrusudur.

    İnanç yaratan ve inancı destekleyen düşünce tarzı;

    Çocukların dünyayı algılama gücü, düşünce kategorize etme şekli bir inancı oluşturma ve sürdürme açısından çok uygundur. İlginç olan çoğu büyümüş bireyde de aynı çocuksu-hipnotik düşünce tarzının devam etmesidir.

    Nedir çocuksu-hipnotik düşünce tarzı?
    Olayları donmuş olarak algılamak. Bir süreç olan olayı durmuş, bitmiş olarak algılamak.
    Çocuk bir olayı ya öyle ya böyle şeklinde algılar. yani bir ihtimal olmazsa tamamemn zıddının olacağını düşünür. Örneğin baba sınıfını takdirle geçersen sana bisiklet alacağım diye söz verir. Çocuğun zihninde bu sevilme ile ilişkilendirilmiştir. Sevilmem için takdir almam gerekir diye düşünür. O halde takdir almazsam sevilmeyeceğim sonucunu çıkarır. halbuki ailenin öyle bir bakışı yoktur ama bunu özellikle belirtmezse bu düşünce tarzı değersizlik inancına giden yolu açar, ya da destekler.

    İkinci düşünme şekli aşırı genelleştirmedir. yani çocuk yukarıdaki örnekte bir olaydan sonuç çıkarır. Babamın beni sevmesi için hep takdir almam gerekir diye düşünmeye ve inanmaya başlar.


    nelerdir?Değersizlik inancı bilinçaltındadır.

    Kişi bilinciyle böyle bir inancın farkında değildir. Bilinçaltı dediğimiz yapı zaten inançların toplamıdır. Bilinçaltı bu inançları o canlıyı – yani kişiyi- korumak amacıyla biriktirir. Bilinçaltı düzeyde oluşmuş her inanç bilinçaltı için doğrudur ve korunmalıdır. Hem inanç korunmalı hem de bu inanç ile canlı korunmalıdır.


    Bilinçaltı ilginç bir şekilde hem değersizlik inancının varlığını gizlemeye çalışır hem de bu inanç sayesinde kişiyi korumaya çalışır.

    Yani DIS’na sahip bir kişinin bilinçaltının temel amacı bu inancı gizlemektir. Bu inancı değişik savunma mekanizmaları geliştirerek korur ve gizler. Bu mekanizmaların nasıl oluştuğunu ilerleyen bölümlerde anlatacağım. Genel olarak sendromun belirtilerine bir göz atacak olursak kişilerde en çok karşılaştığımız durumlar şunlardır.

    Bir kişi;
    Ne kadar eleştirelse,
    Ne kadar başkalarının eleştirilerinden korkuyorsa,
    Ne kadar başkalarını kırmaktan, üzmekten korkuyorsa,
    Ne kadar başkalarının onu anlaması için uğraşıyorsa,
    Ne kadar kendini başkalarına beğendirmeye, sevdirmeye uğraşıyorsa,
    Ne kadar çok fark edilmek için çabalıyorsa,
    Ne kadar çok fark edilmemek için çabalıyorsa,
    Ne kadar takdire ihtiyacı olduğunu düşünüyorsa,
    Ne kadar çok takdir görmekten korkuyorsa,
    Ne kadar başkalarının bilmemesi gereken sırları olduğuna inanıyorsa,
    Ne kadar çok söz veriyorsa,
    Ne kadar çok güçlü görünmeye çalışıyorsa,
    Duygularını ne kadar çok gizliyorsa,
    Ne kadar çok paraya ve kariyere önem veriyorsa,
    Ne kadar çok başka insanları aşağılıyorsa,
    Ne kadar çok iyi ve dürüst bilinmek için çaba gösteriyorsa,
    Ne kadar çok samimi olmaktan kaçıyorsa,
    Ne kadar çok başka insanların kendi hakkında ne düşündüğünü merak ediyorsa,
    Ne kadar çok başka insanlara benzemeye çalışıyor ve farklılıklarını göstermemeye çalışıyorsa,
    Ne kadar çok farklı görünmeye çalışıyorsa
    Ne kadar kolay kırılıyorsa,
    Ne kadar çabuk ve sık öfkeleniyorsa,
    Ne kadar kibirliyse ve başkalarına yukardan bakıyorsa,
    Ne kadar çok onur, gurur gibi lafları kullanıyorsa,
    Ne kadar çok mükemmeliyetçi olmaya çalışıyorsa,
    Ne kadar kendini acındırmaya çalışıyorsa,
    Ne kadar çok başkalarının beklentilerini karşılaması gerektiğini düşünüyorsa,
    Ne kadar çok başkalarının beklentilerini karşılamak için çaba harcıyorsa inanıyorsa,
    Ne kadar gösterişe meraklıysa,
    Ne kadar çok haklı çıkmaya çalışıyorsa,
    Ne kadar çok kendini savunuyorsa,
    Ne kadar çok ben yerine biz diyorsa,

    İçindeki DI o kadar güçlü yerleşmiş demektir.
    Tüm bu davranış şekillerinin DIS la olan ilişkilerini ilerleyen bölümlerde ortaya koyacağım.


    Bölüm 7; Yetersizlikten değersizliğe doğru kayış


    Yetersizlikten değersizliğe kayış, somuttan soyuta kayıştır. Somut olan gözlemdir, deneyimdir, beş duyuyla yapılan algılamalardır. Yani gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz şeyler somutumuzdur. Fiziksel bedenimizle dışımızdaki dünyadan aldığımız elektromanyetik enerjilerin algılanması ve anlaşılır duyumlara dönüşmesidir. Soyutlama dille başlayan bir şeydir. Çocuk dili öğrendikçe, somut algılamadan soyut düşünceye doğru kaymaya başlar. Kavramları değişmeye başlar. Anlamadığı ama bir şekilde kötü olduğu belirtilen kavramlardan uzak durur.

    Bir gün 5 yaşında bir çocuk getirmişlerdi bana. Aşırı hareketli diye. Çocuğa niçin burada olduğunu sordum.

    - Ben çok yaramazım.

    -Yaramaz ne demekmiş?

    - Bilmem, ama annem babam kızıyor işte. Yaramaz olmamam lazım.

    Çocuk için yaramazlık bir soyut kavramdı. ne olduğunu bilmediği ama olmaması gereken bir şey. çocukluktan itibaren yerleşen soyut kavramların anlamını önemsemeden bilinçaltında karşılıkları oluşmaya başlar. Değer ya da değersizlikte böyle bir kavramdır. Anlamını bilmeden, sorgulamadan kabul edilen bir kavram. Bilinçaltı zamanla değersizliği kötü bir şey olarak algılar.

    Yetersizlik insan için doğal bir durumdur. İnsan doğanın gücü karşısında yetersizdir. Fiziksel gücü yetersizdir. Bir çok hayvandan bir çok yönden daha güçsüzüdür. Kedi gibi tırmanamaz, köpek gibi hızlı koşamaz, atmaca gibi göremez. Doğduktan sonra başkalarının bakımına muhtaçtır. Bu muhtaçlıkta doğadaki en güçsüz varlıktır. Doğal olaylar karşısında yetersizdir. Fiziksel olarak kendisinden güçlü olanlar karşısında yetersizdir.

    O halde insan gücü sınırlı bir varlıktır. Ama gücünün sınırlı olması güçsüz olduğu anlamına gelmez. Gücü ne ise odur.

    İnsan yavrusu içinde haliyle bir çok konuda yetersizlik doğal bir durumdur. Yetersizdir ama bu yetersizliği yetersizlik olarak yorumlayamaz. Yorumlama yetisi gelişmemiştir henüz. Zamanla değişik kanallardan aldığı telkinler bu doğal durumun o kadar da doğal olmadığı kanısını uyandırmaya başlar.

    Ya yetersizliği yüzüne vurulur. Ya davranışlarla yetersiz olduğu mesajı verilir.

    Yetersizlik somut bir kavramdır. Telkinler bu somutluk içinde sınırlı kalsa belki de çocuk için o kadar sorun olmayacaktır. Ama çocuk için anlaşılmaz telkinler gelmeye başlar. Soyut anlaşılmaz kavramları tanımaya başlar. Değerli olmak, akıllı olmak, becerikli olmak, sevmek, sevilmek, aferin almak, başarmak gibi birçok soyut kavramı tanımaya başlar. Aptal, salak, tembel, sakar, ahmak, geri zekalı gibi terimleri öğrenmeye başlar. Ayıp kavramıyla tanışır. Hata, yanlış, suç, günah, kusur diye bir şeyin varlığını öğrenmeye başlar. Tüm bu soyut tanımlamaları gerçek olarak algılamaya başlar.

    Hipnoz işbaşındadır.
    Hipnoz gerçek olmayan bir durumun gerçek olarak algılanmasından başka bir şey değildir çünkü.

    Doğada aptallık diye bir şey yoktur.
    Doğada hata diye bir şey yoktur. Suç, günah, kusur diye bir şey yoktur. Bunlar insanların tanımladığı soyut kavramlardır. Ama çocuk bunu bilecek bir bilgi düzeyine sahip değildir. Ve bilinçaltı dediğimiz aygıt tüm bunları gerçekten varmış gibi kaydeder. Hepsi kaçınılması gereken riskli durumlardır.

    Bilinçaltı riskten kaçmak zorundadır. O halde bu durumlardan kaçmak gerekir.
    Hatadan, suçtan, günahtan, aptallıktan uzak durmalıdır.
    Ama ne kadar uzak durursa dursun etrafından bu özelliklere sahip olduğu yönünde telkinler almaya başlar.

    Hatalıdır, yanlıştır, ayıplıdır, suçludur vs.

    Sanki fabrikadan kusurlu imalatla çıkmıştır. Kusurlu malların değeri düşüktür. İnsanların bir malın değerini ölçtüklerini öğrenir. İnsanında bir değeri vardır. Zamanla bunu öğrenir. Etrafı başka insanlara değer veren ya da vermeyen insanlarla doludur.

    Hatalı olan, kusurlu olan, aptal olan, suçlu olan insanlara fazla değer verilmiyordur. Bu da ne demek diye sormaz. Soramaz. Sorgulamadan bu kavramı da kabul eder. Etmek zorundadır. Zamanla bu yaşamının temel bir kavramı olmaya başlar. bilinçaltı öğrenme mekanizmaları sorgulamaz. Seçenekli düşünmez. Orada tehlikeli ve güvenli kavramından başka bir şey yoktur. Güvende değilsen tehlikedesindir. Ya da tam tersi. Tehlikedeysen güvende değilsindir. O halde tehlikeden uzak durman gerekir. Çok görece bir kavram olan değersizlik bilinçaltında siyah beyaz gibi bir somutluk kazanmaya başlar. İnsanlar ya değerli ya değersiz diye ikii sınıfa ayrılmaya başlar. Kendisi değersiz sınıfındadır ama bir şekilde bunun üstesinden gelmek durumundadır.

    artık gerisini merak edersiniz umarım.




  • hala bu yazıları kimin yazdığını merak edenler belki araştırmazlar diye ben kendimi yazmak zorunda hissettim çünkü emeğe ve eğitime saygı adına yazılmalı.


    Op. Dr. Bülent URAN


    İsim : Bülent URAN
    Doğum Tarihi : 21 Temmuz 1955
    Meslek : Tıp Doktoru
    Uzmanlık : Kadın Hastalıkları ve Doğum
    Lise : Ankara Fen Lisesi 1969-72
    Tıp Fakültesi : Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi 1972-78





    http://hipnozmerkezi.com/icerik/82/yurt-ici-ve-disi-bilimsel-yayinlarim

    diğer bir video konuya genel bi,r bakış ve fikir vermesi için sorunlarınızın temeli aslında eskiden kalan birikimlerden başkası değil. Ne yazık kibirçok kişi bunun farkında değil .Bilinçaltı bunu engellliyor.

    http://www.doktorsitesi.com/video/193/?BilinC-nedir--bilinCalti-nedir#193


    http://www.doktorsitesi.com/video/194/?Hipnoz-nedir--nasil-uygulanir#194



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi vezir -- 6 Kasım 2009; 8:48:33 >




  • RENEX (Yenilenebilir Enerji Fuarı)

    05-08 Kasım arasında
    Yer: İstanbul Fuar Merkezi (Atatürk havalimanı yanındadi DTM bölgesi)

    Fuarın resmi web sitesi: www.renex-expo.com

     Dünya Petrol Krizi - Peak Oil


    Türkiye’nin ilk “Yenilenebilir Enerji Fuarı”
    Yenilenebilir Enerji Fuarı Renex’e 40 tanesi yurtdışından olmak üzere 300’e yakın şirket katılıyor.
    Rüzgar enerjisi alanında yıllık 1.1 milyar Euro’luk cirosuyla dünyanın önde gelen şirketlerinden Danimarkalı Vestas da İstanbul’da.


     Dünya Petrol Krizi - Peak Oil


     Dünya Petrol Krizi - Peak Oil


     Dünya Petrol Krizi - Peak Oil



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi ihg70 -- 6 Kasım 2009; 11:00:01 >




  • RENEX'e katılmak için Ücretsiz Davetiye'yi aşağıdaki linkten elde edebilirsiniz.


    RENEX ÜCRETSİZ DAVETİYE:
    http://www.hmsf.com/renexdvt/renex_davetiye.htm
  • quote:

    Orijinalden alıntı: jay jay justified

    OPEC, sahip olduğu petrol rezervleri hakkında yalan söylüyor:

    http://www.oil-price.net/en/articles/OPEC_lies_about_its_oil_reserves.php

    Adamların gözü dönmüş olmalı... Ortalık karışana kadar ne götürsem kar mantığı... Akıl almaz şeyler... Sadece rezervi yüksek göstermekle kaç kuşu vurduklarını görmek dehşete düşürüyor...

    Yazının son paragrafı da hoş olmuş:

    "Dediydi dersiniz..."


    O zaman İHG'nin ne kadar zamanımız var sorusuna potansiyel bir yanıt bulduk: 2015'e kadar.

    Kötümser olduğumu söyleyenlere haklı çıktığımı, kötümser değil gerçekçi olduğumu gösteren örnekler sunabiliyorum bazen. Örneğin bir kaç gün önce Kars'lı bir arkadaşıma bütün mülkünü sat oralar Ermenistan'a verilecek dedim. Yok artık dedi. Bekleyip haklı çıktığımı göreceğim. 2009 için petrol 140'ı tekrar geçer diye yemeğine bahse girdim, sanırım bahsi kaybedeceğim ama 2009'un başında 140'ı gazetelerde okuyunca arkadaş kötümser değil, gerçekçi olduğumu anlayacaktır. Öngörünün isabetliliği öngörüde bulunanın diploması ya da özgeçmişiyle doğru orantılı değil. Bakın geçenlerde çok komik bir şeye rastladım:
    "Bütçe açığı 2009'da 2 milyar YTL azalıyor"
    http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=101308&KTG_KOD=388
    İktisatçı dediğimiz gözlüklü, göbekli amcaların hayal dünyasında yüzdüğünün yakın bir örneği daha. Geçenlerde Tüsiad da en kötüsü geride kaldı dedi. Yani birileri mütemadiyen, hiç durmadan yanılıyor ve nasıl oluyorsa ben/biz kötümser oluyorum(z)...

    ***

    Ogün Bey insanların inancını kendinize dert edinmeyi bırakın artık. Bu başlığın inançlarla ya da yaratılış gayemizle bir ilgisi yok. Yorum istediniz yorum yaptım, yorumumu beğenmediniz. Siz deccalle, gulyabaniyla uğraşmaya devam edin. Bundan sonra yazdıklarınıza yanıt vermeyeceğim.

    ___________________________________
    www.buyukcokus.com




  • Pastoral Vadi-Permakültür çalıştayı..

    Permakültüre giriş açısından iyi bir kitapçık olmuş... İstediğiniz herkesle paylaşabilirsiniz..

    http://surdurulebiliryasam.wordpress.com/2009/11/05/permakultur-kitapcigi/permakultur_pennyl_rapor/


    Sanırım ekonomik kriz ve petrol zirvesini bir araya getirilerek çekilmiş bir film... Umarım Türkçe altyazılı çıkar da dvdsi ya da vcd si falan izletirim herkese..


    http://www.collapsemovie.com/COLLAPSEMOVIE/

    http://www.npr.org/templates/story/story.php?storyId=120064790


    quote:

    He says "peak oil" has already been reached, meaning that petroleum supplies will continue to fall and prices rise until gasoline, plastic, pesticides and other oil-derived products become unaffordable.

    "In the new human paradigm," Ruppert announces, "everything will be local."

    He's probably correct — to a degree. But no one can predict how quickly the oil economy will deflate, or what will replace it. Ruppert is right to denounce ethanol as "an absolute joke," but he can't anticipate what other, more energy-efficient alternatives will be developed.

    So get a bicycle and start growing your own food. It can't hurt. If the collapse doesn't happen, you can still credit Ruppert's forebodings for helping you lose a couple of pounds.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hazardousmen -- 6 Kasım 2009; 11:23:47 >




  • Bir deist olarak, hiç bir dinden ve bu dinlere ait kitaplarından yapılan alıntılar, atıflar veya referanslarla ilgilenmiyorum.
    Bunların ne kadar "haklı, akla uygun, çağlar öncesinden gerçeği bumuş-söylemiş olması" vs gibi özelliklerinin olmasının da(iddia edilmesinin de) benim için hiç bir anlamı yok.
    Bunlar sadece o dine inananları bağlar veya heyecanlandırır.

    Kimsenin inancını sorgulamam. Kimsenin inanacının akla ve bilime ne kadar uygun olup olmadığını da sorgulamam, tartışmasına yapmam.
    Bunlar beni ilgilendirmez.

    Ama inanç sahiplerinin, her fırsatta kendi inançlarının ne kadar "düzgün, haklı, doğru, en hakikat" diye şartlı refleks boyutlarında ortaya atılıp, kendi inançlarını taciz düzeyinde kabul ettirmeye çalışmaları beni rahatsız ediyor.
  • Ben de misyoner bir fanatik gibi gösterilmekten sıkıldım. Yahu yazıyı ben yazmadım ki, tumgazeteler.comdan alıntıladım. Sırf sizi rahatsız etmesin diye sansürlese miydim ?

    Ben dini görüşlerimi falan savunmuyorum ya da sizi rencide etmeye çalışmıyorum, ancak bunu siz yapmaya çalışıyorsunuz belki farkında değilsiniz. "Gulyabani, Deccal, Mistik... Bu rasyonel olmayan işleri bırak!" türünden yazıyorsunuz ben ise sadece cevap veriyorum. Dedim ki ne dediğiniz, nasıl tanımladığınız önemli değil, mevcut durumu tartışıyoruz. Mistikle falan uğraştığımız yok. Referans olarak herhangi bir kitabı almamanız da sizin görüşünüzdür.

    Bana ışık tutabilecek herhangi bir kaynak benim için referanstır. Bu Mayaların söyledikleri de olur, Göktürk abideleri de, tarih kitapları da, bir delinin söyledikleri de !

    Kim önyargılı ? Ben mi siz mi ?

    Ben referans tartışmıyorum, olay tartışıyorum. Bahsettiğim şeylerin olup olmadığını tartışalım, referansı değil.

    İkide bir benim uzmanlık alanım, beynimin hangi yarısını kullandığım, bilinçaltım niye gündeme geliyor ? Bir de kendinizi önyargısız olarak niteleyip, benim önyargılarım tartışılıyor. Bırakın beni tartışmayı, olaylar hakkındaki yorumlarımı tartışın. Ben sizin inancınızı sorguluyor muyum ?

    Kendiniz çalıp kendiniz oynayacaksanız ve karşıt fikirlere saygınız yoksa bu sizin kendi şahsınızla ilgili bir durumdur, bir şey diyemem.

    Kolay gelsin.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: vezir

    oğün ve diğer arkadaşlar size bilimsel olarkak din ve içinizde kalan korkuların nedenlerini anlatan bir link vrdim daha ne olduğunu bile anlayamadan psikoloji dalını bile kendiniz yorumlayacak kadar içeriksiz yazılar yazmayınız. Uslup olarak alınması gerekenleri ve kendinizi öncelikle incelemeniz lazım benden bu kadar tavsiye, bu bilimsel işleri kendi yorumlarınızla basitleştirmeye çalışmayın yazıyı tüm sayfalarını okuyunca neden önemli olduğunu anlayacağını umuyorum Yoksa illaki bir terapi gerekiyor ciddi söylüyorum.





    1. Korkuların nedenleri hakkındaki yazı oldukça doyurcu, tümü doğru. Ayrıca Bülent beyin uzmanlığını da tartışmaya açmadım. Neden hep diplomalar geliyor önüme. "Tacın önünde eğil!" durumu mu?

    2. Dinlerin tamamının sebeplerinin insanın içsel dünyasından kaynaklandığı yorumunuza katılmıyorum. İnsanın kendini bir yere ait olma isteği arzusu vardır, cevabını kendi yarattığı durumlar da vardır. Buradan yola çıkıp dini gereksiz ve insanların uydurduğu sonucuna mı varmalıyım ? Lütfen açık konuşun, lafı dolandırmayın.

    3. Psikoloji dalını yorumlarım, üzerine eğitim aldım. Sosyoloji de tartışabilirim. Kendimi hiç bir konuda uzman addedmiyorum ancak kusura bakmazsanız, internet kaynakları dışından da beslenerek, akademik düzeyde eğitimini aldığım konular üzerine yorum yaparım.

    Siz bırakın benim uzmanılığımı diplomamı da, "milyarlarca yıldır evrilerek..." diye başlayan cümlenin neresi bilimsel bunu tartışalım. Bırakın benim dini görüşümü, IQ, EQ seviyemi falan, söylediklerime bakın. Bilimsel kimliğini kullanarak, inancını, önyargılarını BİLMEYEN; FARKINDA OLMAYAN insanlar kabul ettirme çabası değildir de, nedir ? Bunu bilimsel bir makaleye koymanın amacı nedir ?

    "Dünyada günah, hata yoktur" gibi bir cümle geçmiş. PES! PES ! PES! Burada boşuna konuşuyorum sanırım. Bu nedir ya ?

    Madem hata yok, 15 sayfadır neyi tartışıyorsunuz ? Adamlar haklı o zaman. Güç ellerinde, istediklerini yaparlar. Size ne! Demek ki güce siz sahip olsanız daha beterini yapacaksınız! Buradan bu sonuca ulaşmıyor muyuz sayın bilim adamları ?

    Bırakın adamlar dünya populasyonunu 1 milyara indirsin. Niye feveran ediyoruz ?

    Haaaa! O zaman, bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Ben kendimi kurtarayım, bana dokunmasınlar da, gerisine ne olursa olsun feryatları mı bunlar ?

    Hani insanca yaşamayı falan savunuyordu bir önceki yazısında ? İnsanlığın sınırlarını nasıl çizeceğiz? Neye göre belirleyeceğiz ? Sınır yoksa, özgürlük sınırsızsa benim canım sıkıldığında birini öldürebilme özgürlüğüm de olmalı o zaman!

    Sınırlar, kurallar olmamalı mıdır? Sınırları, kuralları olan birey korkularından dolayı mı bu hale gelmiştir ? İnsanın ruhsal durumunu sadece toplum baskısına mı bağlamalıyız ? Aynı uyarıcılar karşısında tüm bireyler Pavlov'un köpeği gibi salya mı akıtır ? İnsanları kitleler halinde aynı forma sokabilir miyiz ?
    Yönetmek daha kolay olabilir...
    İnsan...

    Bu konuda uzman olan biri var mı aranızda ?




  • quote:

    2. Dinlerin tamamının sebeplerinin insanın içsel dünyasından kaynaklandığı yorumunuza katılmıyorum. İnsanın kendini bir yere ait olma isteği arzusu vardır, cevabını kendi yarattığı durumlar da vardır. Buradan yola çıkıp dini gereksiz ve insanların uydurduğu sonucuna mı varmalıyım ? Lütfen açık konuşun, lafı dolandırmayın


    soru bana mı yoksa psikolojik olarak olayı açıklamaya çalışan kişiye mi soruluyor?
  • quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen

    Pastoral Vadi-Permakültür çalıştayı..

    Permakültüre giriş açısından iyi bir kitapçık olmuş... İstediğiniz herkesle paylaşabilirsiniz..

    http://surdurulebiliryasam.wordpress.com/2009/11/05/permakultur-kitapcigi/permakultur_pennyl_rapor/


    Un var, şeker var, yağ var. Henüz helva yapan yok mu?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: vezir

    quote:

    2. Dinlerin tamamının sebeplerinin insanın içsel dünyasından kaynaklandığı yorumunuza katılmıyorum. İnsanın kendini bir yere ait olma isteği arzusu vardır, cevabını kendi yarattığı durumlar da vardır. Buradan yola çıkıp dini gereksiz ve insanların uydurduğu sonucuna mı varmalıyım ? Lütfen açık konuşun, lafı dolandırmayın


    soru bana mı yoksa psikolojik olarak olayı açıklamaya çalışan kişiye mi soruluyor?


    Arkadaşın fikri zaten belli, ben sizinkini merak ediyorum. Yazıyı boşuna alıntılamadınız herhalde.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Ogün® -- 6 Kasım 2009; 14:44:16 >
  • .

    -Yanlışlıkla oluşturuldu bu mesaj, pardon!



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Ogün® -- 6 Kasım 2009; 14:45:31 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Ogün®

    quote:

    Orijinalden alıntı: vezir

    quote:

    2. Dinlerin tamamının sebeplerinin insanın içsel dünyasından kaynaklandığı yorumunuza katılmıyorum. İnsanın kendini bir yere ait olma isteği arzusu vardır, cevabını kendi yarattığı durumlar da vardır. Buradan yola çıkıp dini gereksiz ve insanların uydurduğu sonucuna mı varmalıyım ? Lütfen açık konuşun, lafı dolandırmayın


    soru bana mı yoksa psikolojik olarak olayı açıklamaya çalışan kişiye mi soruluyor?


    Arkadaşın fikri zaten belli, ben sizinkini merak ediyorum. Yazıyı boşuna alıntılamadınız herhalde.


    dinlerin tamamı korkuların ve isteklerin bir oluşumundan oluştuğu fikri gayet mantıklı ve içereik olarak doyurucu . Ancak gerçeği merak ediyorsanız ki sanırım her ilahi düşünceyi kabul eden aşağı yukarı aynı fikirdedir,, bunun için ölümü beklemek gerekiyor. Gerçek ve olmayanı ancak o zaman bilebileceğiz. Bütün mesele bu süreci nasıl değerlendirmekte olduğumuz ve olmasına gayret ettiğimiz ile alakalı. Acnak yaşarken bunu bilmek isteyenler için süreç çok zor ve ilk emir ile gelen fikre odaklı olması muhtemel ''OKU'' herşeyi doğru olarak şekillendirebileceğimiz tek hedef , bütün fikirlerin ortak noktasıdır.

    burada bilinç yapısını anlatmaya çalışan bilim adamlarının yorumları büyük önem kazanıyor çünkü ilk çocukluk çağlarında okumaya başlamadan ve ilk yıllarda ebeveynlerin yönlendirmeleri küşülik ve zihin ve bilinç altında önemli şeyleri tetiklediğini ifade ediyorlar, bu konuda bir sürü çalışma yapıp ortak bir bilim dalı oluşturulmuş.Demek ki şimdi OKUduklarımızın doğru yorumlanıp veya red edilmesi sebepleri bu ilk çağlarımızda istemden de olsa oluşturulan yaşanmış gerçekler ile bağdaşmaktadır.

    Zihnimizin bizi doğruyu bulmasını sağlayacak verileri acnak zihin altının bilinmesi ile mümkün olabileceğini anlatıyorlar. Sadece bu dal bunu istatiksel ve deneysel olarak somutlaştırmaktadır.

    Bilinç bir birikim ise bunu nerede biriktiğildiği konusunda kimse net birşey söyleyemiyor . Sanki bir yerlerde duruyor da isteyen alabiliyor gibi birşey . Nerede duruyor ne alınıyor konularına girince DİN, paranormal durumlar , medyumluk gibi zaman mekanının kullanılmadığı ancak birşeylerin de olduğunu kesin olarak yadsıyamacağımız bir boyut ötesi duruma vakıf oluyoruz.

    evren konusunda bilgi ve birikim artıkça işleyiş mekanızması bulunacaktır bundan eminim ancak bunun için yine zaman gerekli.




  • quote:

    Madem hata yok, 15 sayfadır neyi tartışıyorsunuz ? Adamlar haklı o zaman. Güç ellerinde, istediklerini yaparlar. Size ne! Demek ki güce siz sahip olsanız daha beterini yapacaksınız! Buradan bu sonuca ulaşmıyor muyuz sayın bilim adamları ?

    Bırakın adamlar dünya populasyonunu 1 milyara indirsin. Niye feveran ediyoruz ?

    Haaaa! O zaman, bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Ben kendimi kurtarayım, bana dokunmasınlar da, gerisine ne olursa olsun feryatları mı bunlar ?

    Hani insanca yaşamayı falan savunuyordu bir önceki yazısında ? İnsanlığın sınırlarını nasıl çizeceğiz? Neye göre belirleyeceğiz ? Sınır yoksa, özgürlük sınırsızsa benim canım sıkıldığında birini öldürebilme özgürlüğüm de olmalı o zaman!

    Sınırlar, kurallar olmamalı mıdır? Sınırları, kuralları olan birey korkularından dolayı mı bu hale gelmiştir ? İnsanın ruhsal durumunu sadece toplum baskısına mı bağlamalıyız ? Aynı uyarıcılar karşısında tüm bireyler Pavlov'un köpeği gibi salya mı akıtır ? İnsanları kitleler halinde aynı forma sokabilir miyiz ?
    Yönetmek daha kolay olabilir...
    İnsan...

    Bu konuda uzman olan biri var mı aranızda ?


    Evrensel ahlak konusuna, hangisinin doğru olduğu konusuna giremeyeceğim, çünkü bu konu hem tartışmayı çok farklı yönlere çeker, hem de çok felsefi derin bir konudur..

    Fakat gözüme bir şey çarptı..

    ''Adamlar haklı o zaman. Güç ellerinde...''

    Evrenin kanunu bu, güçlü her zaman haklıdır, insan düşüncesi, etiği buna uyar ya da uymaz tartışılır,uzun konudur, ama evrenin kanunu derki ''güçlü her zaman haklıdır'' Tabii burada ''güç'' derken sadece kol gücünden bahsetmiyorum, akıl, muhakeme, birlik,vs. gücü oluşturan herşey..

    Ayrıca bu çıkmazdan 7 milyarlık nüfusla çıkmanın fiziki yönden imkansız olduğunu düşünüyorum, maalesef, acı gerçek...




  • 
Sayfa: önceki 4243444546
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.