Voltaire'in İngiltere'de üç yıla yakın sürgünlüğünün izlenimlerini özetleyen eserinden, Felsefi Mektuplar ya da İngiltere'den Mektuplar'dan daha önce söz etmiştik. Bunlar, aslında İngiltere'deyken yazıp dostu Thieriot'ya gönderdiği mektuplardı Voltaire'in. Hiç kuşkusuz, içlerinden kimisi, adresine ulaştıktan sonra, Fransa'da elden ele dolaşıyordu. Şimdi, bir uygun anı kollayıp, onları kitaplaştırmaktı önemli olan. Fransa'ya döndüğünde, bunu hemen gerçekleştirmeye cesaret edememişti Voltaire; nitekim yayımlandığında da, başına işler açacaktır.
Böylesi bir kitap, önce Londra'da -İngilizce olarak- 1733 yılında çıkar ve adı da Letters on the English, yani İngilizler Üstüne Mektuplar'dır. Mektupların Fransızca olan asıllarını bir araya getirip Fransa'da bastırmak ise, yazarı için de yayınlayıcısı için de tehlikeli olurdu. Voltaire, kimi parçaları ayıkladı içlerinden ister istemez ve kalanını yayımlamak için hükümetten izin elde etme girişiminde bulundu. Ne var ki, reddedildi istemi. Öyle olunca da Rouen'de, yeniden gizlice bastırma yoluna başvurmak kalıyordu. Yayıncı Jore, kitabı, 1734 Nisanında Felsefi Mektuplar adıyla basar; ancak dağıtımı -belki de Voltaire'in hatırlatmaları üzerine- erteleyip dursa da, ucun ucun yollamaktadır Paris'e. Bu arada, bir korsan yayıncı kitaptan çok sayıda basıp piyasaya sürünce, zaten sabırsız bekleyen Jore da kitabı dağıtmak zorunda kalır. O sırada Voltaire'le Madam du Châtelet, Richelieu'nün düğününde bulunmak üzere, Paris'ten yetmiş kilometre uzakta Montjen şatosundadırlar.
Kitap, Paris'e de girmiştir ve hop oturur hop kalkar herkes. Yenilir yutulur yanı yoktur eserin!
Neymiş, Locke'la Newton Descartes'a üstünmüş filozof olarak ve Shakespeare de çok büyük bir yazarmış! Nasıl olur? Fransa'nın düşmanı sapkın bir ulusun cehennemlik çocukları değil i bunlar? Neymiş, göğe ''arzu ettiği yoldan'' çıkan, yeryüzünü etkinlikleriyle dolduran özgür, özgün ve düşünen insanların ülkesiymiş İngiltere! Bak hele, nasıl da karalıyor kendi yurdunu! Nefretle karşılanır Voltaire'in tavrı.
Öte yandan, İngiltere'de kimi tarikatlara yazarın fırlattığı oklar, dolayısıyla Fransız Katolikliğini de kalbura çevirmektedir. Bitmedi: Voltaire, İngilizce basımda olmayan bir metin eklemiştir kitaba: Pascal Üstüne Düşünceler adını taşıyan bu yeni metin, doğrudan doğruya Hıristiyanlığın kendisine saldırmaktadır. Ayrıca özlü, ama bir kamçı gibi saklayan ve yakaladığını yüreğinden vuran zalim biçem, skandalı daha da ağırlaştırmaktadır.
Yıkıcı yazarlar arasındadır artık!
Aslında, İngiltere üstüne, belki yeni hiçbir şey yoktu kitapta; Fransız okuyucu, yolculuk öykülerinden, dergilerden, İngilizceden çevrilmiş kitaplardan, orada anlatılanlara rastlamıştı daha önce; Voltaire'in yaptığı ise, dağınık işaretler yerine, ilk kez bir genel tablo koymasıydı ortaya. Büyüleyici bir biçem ve şakayla karışık bir tartışma havası içinde, İngiltere'deki gelişmeleri överken, Fransa'da olan biteni de çimdiklemiş oluyordu.
Montesquieu'nün İran Mektupları'nın biraz daha ciddisi! Ama hiç kuşkusuz, XVIII. yüzyılın temel eserlerinden biri. Felsefi havasıyla ve verdiği derlerle...
Eser, bir tarikat, İngiliz Quaker'leri üzerine dört mektupla başlar. Voltaire, örflerini inançlarını anlatır onların. Başta, saçmalıkları ve sözde Tanrı'dan esinlenişleriyle alay eder. Ancak, bu gülünçlüklerine karşın, sevecenlikle bakar kendilerine; dürüstlüklerini alçakgönüllüklerini, ahlak yönünden saflıklarını ve özellikle hoşgörürlüklerini beğenir. İlkelerinden sevgiyle söz eder: Ne dinsel hiyerarşi vardır aralarında, ne rahip ne de kutsal âdetler; ancak, öyle de olsa, İsa'nın buyruklarına bir başka Hıristiyandan çok daha fazla uyarlar Voltaire'e göre. İçlerinden birine yaptığı bir ziyereti anlatır, ya da tasarlar:
-Sevgili bayım, dedim, vaftiz oldunuz mu? -Hayır, diye yanıt verdi Quaker, yoldaşlarım da olmamıştır. -Allah Allah, nasıl olur, dedim. Hıristiyan değil misiniz peki? -Dostum, diye yanıtladı yumuşak bir sesle, kızmak yok! Hıristiyanız biz; Hıristiyanlığın, içinde bir parça tuz başa su dökmekten ibaret olduğunu düşünmüyoruz. -Aman Yarabbi! dedim, bu dinsizliğe tepem atmış bir halde. Yuhanna'nın İsa'yı vaftiz ettiğini unutmuş durumdasınız demek ki? -Dostum, sövmek yok, açıklayayım bir kez daha, dedi iyi yürekli Quaker. Doğrudur, Yuhanna İsa'yı vaftiz etti, ama İsa kimseyi vaftiz etmedi; Yuhanna'nın değil, İsa'nın yandaşlarıyız biz. -Ah! Kutsal Engizisyon'ca yakılacaksınız, diye haykırdım...
...
-Sünnetli misiniz? diye ekledi. Bu onura erişemediğimi söyledim. -Güzel! dedi dostum, sen sünnetsiz Hıristiyansın, ben de vaftiz olmayan Hıristiyan!
Quaker'in söylediğine göre, sünnet gibi vaftiz de, Hıristiyanlık öncesi âdetlerdir; İsa'nın İncil'i onların yerine geçmiştir. Rahip de bulunmuyor: ''Böylece, rahipleriniz de yok, değil mi? dedim ona - Hayır, dostum, dedi Quaker, hoşnutuz da bundan... Aman Allah göstermesin, öteki müminlerden sıyrılıp, pazar günü Kutsal Ruh'la dolmayı birine emretmeye cesaret edemeyiz.'' Gerçekten, Quaker'ler için, ''Tanrı'dan doğrudan doğruya esinlenme olmadan Hıristiyanlık olmaz!'' İlahiyatı bir yana iten ve Kilise hiyerarşisini yararsız kılan tanrıcılık görüşüne oldukça yakın bir anlayıştı bu.
Quaker (ya da Voltaire), birkaç kelime de savaş üstüne ekler:
Savaşa hiç gitmiyoruz; ölümden korktuğumuzdan değil... Şundan: Ne kurduz, ne kaplanız, ne Buldok köpeği, insanız ve Hıristiyanız. Düşmanlarımızı sevmeyi bize emretmiş olan Tanrı, kardeşlerimizi boğazlamak için denizleri aşmamızı istemez elbette; çünkü katiller, sırtlarında kızıl giysiler, tepelerinde iki yaka yüksekliğinde serpuş, iki küçük değnekle -iyice gerili- eşek derisinden bir davula vurup, gürültü patırtı içinde, yurttaşlardan asker topluyorlar. Ve zaferlerin arkasından da, bütün Londra ışıklar içinde, gökte havai fişekler. Tanrıdan aman dilemeler, çanların, orgların, topların gürültüsüyle çınlıyor her yan; biz de, böylesi genel sevince yol açan bu boğazlamalara bakıp, sesiz sedasız inleyip duruyoruz.
Buna karşılık, V ve VI. mektuplar, Anglikan'larla Presbiteryen'lere çatar; çünkü bunlar, resmi kiliseler oluşturup dünyasal amaçlar arasından koşmak ve başka cemaatlere de boyun eğdirmek sevdasındadırlar. Güzel olan, bir toplumda yığıla dinsel inancın bulunmasıdır: ''İngiltere, bir tarikatlar ülkesidir... Bir İngiliz, özgür bir insan olarak, hoşuna giden yoldan göğe çıkar.'' Bütün Fransızları, tek bir dinin arkasına takmak istemesi felâket olmuştur Fransa için, Voltaire'e göre.
VII. mektup Socini'ciler gibi. Tanrı'ya bir din ve dogmanın dışında bakmaya yatkın inançlar üzerinde durur. Her türlü din ve dogmayı bir yana bırakarak Tanrı'ya bakmak ve hoşgörü; Voltaire'in dinde tavrı bu özetle.
İki mektup, İngilizlerin siyasal yaşam üstünedir; Parlamentonun rolünü belirtirken, ülkeye sağladığı özgürlüğün ülküleştirilmiş bir tablosunu çizer. Gerçekten, Parlamento Üstüne adını taşıyan VIII. mektup, dinsel barışı ve yurttaşların özgürlüğünü sağlayan İngiliz rejimindeki dengeyi över. Felsefi Mektuplar hakkında oldukça doğru bir fikir verir bu metin; orada, siyasal özgürlük için tutkusunu ve ülküleştirdiği İngiliz rejimi hakkındaki hayranlığını görürüz Voltaire'in. Fransız örfleri ve kurumları hakkındaki, kimi zaman doğrudan, ama çoğu kez üstü kapalı eleştiriyi buluruz. İlerde 1768'de yayımlayacağı bir eserinde, Diyaloglar'ında, bir konuşucuya demokrasinin övgüsünü yaptırsa da, yeğleyeceği, özgürlüğü, adaleti ve mülkiyeti güvence altına alan ''parlamentolu monarşi'' olacaktır genellikle. İngiliz rejimindeki dengenin Montesquieu'yü de büyüleyeceğini biliyoruz.
Hükümet Üstüne adını taşıyan IX. mektup ise, sırasıyla baronların, piskoposların ve Papa'nın zorbalığına boyun eğmiş İngiltere'nin siyasal gelişmesini çizer. Habeas Corpus'un tanımladığı özgürlükleri açıklarken de, Voltaire, dolayısıyla Fransa'yı hedef alarak, İngiltere'de, toprak sahiplerinin ayrıcalıklarının olmadığını belirtir ve vergi vermede eşitlik üstünde ısrar eder: ''Bir insan, soylu ya da rahip olduğu için, kimi vergileri ödemekten bağışık değildir: Bütün vergileri Ayam Meclisi belirler... Bir kimse de, niteliğine göre değil (saçma bir şeydir bu!), gelirine göre öder; ne haraç ne de keyfi başvergisi vardır, sadece arazi üzerinde gerçek bir vergi.''
Ticaret Üstüne adlı X. mektup, yurttaşların büyüklüğünün zenginliğinin ye mutluluğunun temeli olan ticareti yüceltir ve İngilizlerin pratik zekâlarını över. Moltire, iktisadi sorunları, maddi gönenci ve lüksü, uygarlığın bir parçası olarak görecektir artık.
Bunların arkasından felsefi mektuplar gelir: XI. mektupta, İngiltere'de çiçek aşısının başarıyla uygulandığından söz edip, Fransa'da dinsel kaygıların egemen olduğu bu konuda, İngiliz ''aklı''nın boşinançlar üzerindeki zaferi olarak görür bunu. Sonra, üç büyük İngiliz filozofunu anlatır. XII. mektup, ''deneysel felsefenin babası'' diye nitelendirdiği Bacon'ı över. XIII. mektupta, aklı deneye bağlı kılıp düşünceyi maddeye indirgeyen Locke'un felsefesini sergiler. Descartes'tan üstün gördüğü Locke'un değeri, Voltaire'e göre, yüzünü metafizik sistemlerden çevirip ''deneye'' bağlanmasındadır; inceleyip doğruluğunu saptayabileceği şeye inandığı için, doğuştan düşünceler üzerine kurulu Dekartçı kuramı yerle bir etmiş ve ''bütün düşüncelerimizin duyulardan geldiğini'' tanıtmıştır o. Voltaire, Locke'la beraber, ruhun maddesel nitelik taşıdığı olasılığını kabul eder; böylesi dinsiz bir düşünceden rahatsız olacak ilahiyatçılara da şu yanıtı verir: Ne ruhu, ne de maddeyi bütün aydınlığıyla bilebiliriz; dinsizlik, tersine, Tanrı'nın gücünü sınırlandırmaktır!
XIV.'ten XVII.'ye kadar olan mektuplar, bütün bilimleri yenilemiş diye gördüğü Newton'a ayrılmıştır; onun genel çekim yasasını, optikteki buluşlarını, sonsuz küçükler hesabını anlatır onlarda. Voltaire, Newton'u da Descartes'tan üstün bulur; bununla beraber, Descartes'ın yöntemi, ''doğruya götüren yolların üstüne'' koymuştur bilginleri.
Voltaire'in felsefe üstüne bütün bu söyledikleri, fikir özgürlüğüne birer övgüdür.
XVIII.'den XXIV'e kadar olan mektuplar, daha az tehlikeli bir konuya, edebiyata ayrılmış olup, İngilizlerin trajedisi, komedisi ve şiirinden söz eder ve bu arada, edebiyatçıların toplumdaki saygınlığını dile getirir. XXIII. mektupbun bir yerinde, şöyle der bu konuda; ''Westminster'e giriniz. Önlerinde derin saygı duyulan mezarlar krallarınki değildir; ulusun, kendi zaferine katkıda bulunmuş olan en yüce insanların onuruna dikmiş olduğu anıtlardır bunlar.'' Böylece, komedi sanatçısı Oldfield, Newton'a gösterilen saygılarla gömülmüştür oraya... Şövalye de Rohan'ın çaresiz kurbanı için, ne kadar da acı bir konudur bu!
Burada sona erer Felsefi Mektuplar. Özetle, nedir söylediği onların?
Bu mektuplar, İngilizlerin siyasal özgürlüğü ve düşünce bağımsızlıkları ile Fransa'daki despotluk ve boyun eğdirme düzeni arasındaki zıtlığı koyuyordu ortaya; her türlü soruna karşı yanıt olarak Bastille'den başka bir şeyi bulamayan tembel aristokrasi ile ondalık tahsildarı ruhban sınıfını mahûm ediyordu; orta sınıfları, daha da açık olarak burjuvaziyi, İngiltere'de olduğu gibi, devletteki yerlerini almaları için sıkıştırıyordu. Hiç de bilmeden ve istemeden. Devimin şafağını haber veriyordu bu mektuplar. Lanson'un deyimiyle ''eski rejime karşı atılmış ilk bomba''ydı onlar!
Alabildiğine etkilenecektir Fransız aydınlarını ve Voltaire'in başına da iş açacaktır...
Aslında bardağı taşıran, Voltaire'in Pascal'a yönelttiği eleştiriler olmuştu. Böyle bir metni, kitaba eklemek niyeti de yoktu yazarın; hem, İngiltere'yi doğrudan ilgilendiren bir yönü de bulunmuyordu; Voltaire, 1728'de, Fransa'daki dostu Thieriot'ya yazdığı bir mektupta soruna değinmişti. Korsan yayıncı ise, bunu almış ve öteki yirmi dört mektuba bir yirmibeşinci mektup olarak eklemişti.
İşin aslı böyle de olsa, bir gerçek de şu idi: Voltaire'in başı hiç de hoş değildi Pascal'la; öleceği güne değin de, bu tutumunu sürdürecek ve doğrudan hasmı olarak çatacaktır ona (Dernieres Remarques, 1777). Voltaire, insanı bir metafizik bataklığına sürükleyen ve dünyasal yaşamdan tiksindiren bir bağnaz görür onun kişiliğinde. Gerçekten, Pascal'a göre ''eylem'', uğraşmamız gereken temel sorunları düşünmekten bizi alıkoyan bir şeydir ve ''sefaletlerimizin en büyüğüdür.'' Kendimizi dinlemek ve nedamet yoluyla cennete ulaşmak: Budur aslolan! Oysa Voltaire'e göre, ''insan eylem için doğmuştur, alevin yükselmesini ve taşın düşmesi gibi. Uğraşmamakla var olmamak, insan için aynı şeydir.''
Voltaire'in, Pascal'da bir hoş karşılamadığı da, insanı ''kendi doğasına göre'' yaşamaktan alıkoyan ''kötümser''liğiydi onun. Voltaire'in, gelişmesinin o aşamasındaki militan akılcılığı; aynı zamanda, çoşkulu ve kahramanca yaşamı da göz önünde tutulursa, doğaldı bu tavrı!
Böylece, Pscal'ın kurtuluş metafiziğine karşı çıkarken; kendimizi dinlemeye karşı, insanın eylem için doğduğunu, ''kendi başına düşünmenin, hiçbir şey düşünmemek demek olduğunu'' ileri sürerken, Voltaire'in savunduğu değerler şunlar oluyordu bir yerde: Eylem, akıl, eleştiri, yaşama zevki! Teknik bir uygarlığın içine yerleştirilecek bir hümanizmanın değerleri idi bunlar. Yaşamın amacının, nedamet yoluyla cennete ulaşmak değil, bilim ve sanatta ilerleyerek bütün insanların mutluluğunu sağlamak olduğunu savunuyordu Voltaire. Fransız toplumunun ilahiyatçı ve Hıristiyan temellerine karşı, dünyasal mutluluğun -baştan aşağıya- ''insancıl'' ve ''laik'' bir anlayışını öneriyordu.
Özetle, Pascal'a karşı olan mektup, Felsefi Mektuplar'ın dışında kalmak şyle dursun, zorunlu bir sonucuydu ve tamamlayıcısıydı eserin.
Voltaire, Felsefi Mektuplar'ın, Pascal Üstüne Düşünceler'e dikkatleri çekip onlara rağbet sağlayacağını düşünmüştü; am tersi olur oysa, Pascal hakkında söyledikleri, İngiltere üstüne söylediklerinin önüne bir engel olarak çıkar. Onun İngiltere'yi övücü sözlerini, Fransızları ne denli rahatsız ederse etsin görmezlikten gelmek mümkündü; ama Pascal için söylediklerine nasıl göz yumulabilirdi? Üstelik, ona karşı saldırılarında haklı olduğu havalarına giriyordu; bununla da yetinmiyor, Hıristiyanlığın özüne saldırıyordu.
Kilise ile devlet, kralla Parlömanto böylesi yaralayışlara karşı sessiz kalamayacakları sonucuna vardı: Kitabı basan hemen yakalanıp Bastille'e tıkıldı ve Voltaire için de bir tutuklama emri çıkartıldı. Pascal'a tapan Jansenistler, Paris Parlömanı'nda çoğunluktaydılar ve Pascal'ı sevmeyen Cizvitlerden daha ileriye gittiler Voltaire'e karşı saldırılarında. Parlöman, 10 Haziran 1734 günlü kararında, ''günaha itici, dine, güzel örflere ve iktidara gösterilmesi gereken saygıya karşı çıktığı'' gerekçesiyle, kitabın halkın gözleri önünde derhal yakılmasını emretti ve eserin ele geçirilebilen bütün nüsraları yığışıp emir yerine getirildi.
Ne yapabilirdi o koşullarda Voltaire?
Belliydi ki, Bastille'e giden yol, önünde açılmıştı yeniden. Doğaldır ki kaçacaktı. Kendisini tutuklamaya gelenler bulamadılar; bir olasılıkla dostları Maupertuis ile d'Argental'in kendisini daha önceden uyarlamaları üzerine, o da yola koyulmuş ve sınırı geçmişti. Onun sapa sağlam Lorraine'e varışını öğrenmeden önce, Madam du Châtelet, şöyle yazıyordu bir dostuna: ''Sağlığı ve zihni yerinde olarak onu hapishanede bilmek... Böylesi bir düşünceye direnebilecek kadar güç bulamıyorum kendimde. ''Düşes de Richelieu'nün yardımıyla, bir af dilemek üzere, soylu kadınların desteğini elde etti. Adliye Nazırı, Voltaire'in kitbının yazarı olduğunu, görmezmiş gibi yapmaya razı olmuştu; yeri geldiğinde, başını başka yöne çevirerek, sansürün şiddetini yumuşatan yığınla görevliden biriydi o da. Voltaire'e haber verildiğinde, eserinin yazarı olduğunu hemen yadsıdı; yalan söylüyordu elbet. Ama nasıl suçluyabiliriz ki onu? Üstelik, kabullenmediği kitap izni olmadan yayımlanmıştı.
Tutuklama emri, Voltaire'in Paris'ten olabildiğince uzakta oturması koşuluyla, geri alındı. Sınır yakınlarında, şatodan şatoya geçti o da ve soylularca çok güzel ağırlandı; çünkü, hem pek dindar değiller, hem de mutlak ve merkeziyetçi bir monarşiye karşı kötü gözle bakıyorlardı onlar da. Yılda 10.000 frank harçlıkla Holstein'in sarayında oturmaya davet edildi ise de reddetti. Temmuzda, Cahampagne bölgesinde Cirey'de, Madam du Châtelet'nin şatosuna çekilecektir; yaşamının en mutlu yıllarını tadacaktır orada.