11 Eylül 2001’de sesini iyice duyuran İslamcı şiddetin izlerine bundan 28 yıl önce güneşli bir Kasım sabahında da rastlanmıştı. O sabah, farklı ülkelerden yüzlerce radikal İslamcı, İslam’ın en kutsal yeri olan Mekke’deki Harem-i Şerif’i ele geçirdi. Bu sırada mabedin içerisinde 100,000’e yakın hacı bulunuyordu.
Küresel cihat faaliyetlerinin bu ilk örneği –El-Kaide’nin gelecek saldırılarına ilham oldu- dünya çapında bir çatışma ateşini başlatmak ve İslam’a zafer kazandırmak istiyordu. Minarelerin keskin nişancı isyancılara hizmet ettiği baskın sonrasında, şoke olmuş kraliyet ailesi topyekün bir basın sansürü koyuyor ve olay yerine birlikler gönderiyordu.
Kuşatma iki hafta sürdü. Suudi vaiz Juhayman El-Uteybi’nin liderlik ettiği isyan, ancak toplar, ağır zırhlılar ve zehirli gazlar kullanılarak –ve ayrıca CIA ile Fransız Komandoları’nın desteğiyle- bastırılabildi. Yüzlerce insan hayatını kaybetti.
Kutsal mabedin büyük kısmı ailesi tarafından inşa edilen Usame Bin Ladin bu katliamdan Suudi Krallığı’na karşı duruşunun en önemli sebeplerinden biri olarak bahsetti. Wall Street Journal’ın dış muhabiri Yaroslav Trofimov yeni çıkan kitabında(The Siege of Mecca: Mekke Kuşatması) bu dramı ve bu dramın habercisi olduğu dünya çapındaki karışıklığı anlattı.
Aşağıdaki alıntı Amerikalıların ilk günlerinden itibaren olaya nasıl müdahil olduğunu gösteriyor.
20 Kasım 1979’da, şafak vaktinde saldırının başlamasıyla, Cidde’deki Amerikalı diplomatlar meselenin ilk sinyallerini endişeli Danimarka ve İngiltere elçiliklerinden almıştı. Avrupalı diplomatlar kendi başkentleriyle iletişim kuramıyorlardı: Kutsal mabetteki akıl almaz şiddetin duyulmasını istemeyen Suudi Arabistan Kralı Halid, ülkenin dış dünyayla olan tüm telefon bağlantısını kesmişti.
Suudi Arabistan’daki Amerikan diplomatlar arasında Arapça konuşabilen nadir diplomatlardan Mark Hambley kendi başına olayı araştırmaya koyulmuştu. İletişim kurduğu Suudi yetkililer inandırıcı olmayan cevaplar veriyordu. Bir tanesi, “Mekke’de hiçbir şey olmuyor” diyordu. Bir diğeri, kendinden emin bir edayla “sadece bir eğitim faaliyeti” diyordu. En hayalci yanıt ise “Mekke’de bir tifo salgınının baş gösterdiği” idi.
Başka durumlarda Amerikalı bir diplomat veya CIA ajanı aracına atlayıp isyanın gerçekleştiği yere gitmek isterdi. Ne var ki Mekke gayrimüslimlerin girişinin yasak olduğu bir şehir. Ve 1979 yılında, ne Suudi Arabistan’daki CIA bürosunda ne de Amerikan büyükelçiliğinde böyle bir görevde kullanılabilecek Müslüman bir çalışan bulunmuyordu.
Hayal kırıklığına uğrayan Hambley kutsal şehirden haber almak için çabalamaya umutsuzca devam ederken telefonu çaldı. Telefonun diğer ucundaki ses tanıdık değildi ve Amerikan aksanıyla konuşuyordu. “Ben sizi tanıyorum, siz beni tanımıyorsunuz. Aradığınız bilgiler bende.”
Hambley, böyle hassas bir şeyin telefonda konuşulmasının kendisini Suudi istihbaratı tarafından dinlenme tehlikesiyle karşı karşıya bırakacağının farkındaydı. Yine de, arayan kişi kısa bir süre sonra Cidde Sands Otel’de buluşmaya hazır olduğunu söylüyordu. Hambley apar topar görüşmeye gitti.
Diplomat lobiye girdiğinde, gizemli şahıs iyi niyetini ortaya koymaya çalıştı Hambley’e uzaktan kuzeni olduğunu söyledi.
Şahıs, Vietnam’daki UH-1 “Huey” helikopterlerinin uçurulması görevinden sonra krallığa gelmişti ve şimdilerde Suudi Sivil Savunma Birliği’nde Chinook helikopterlerinde pilotluk yapıyordu. Aldığı duyumlar ona Hambley’in de krallıkta çalışmaya başladığını söylüyordu. Şimdi ise pilot, endişeli diplomata artık iletişim kurmanın zamanının geldiğini bildiriyordu.
Sabah 06:30’da o ve Sivil Savunma’daki diğer Amerikalı pilotlar uyandırılmış, Cidde’deki helikopter üssüne götürülmüştü. Verilen emirde acilen Mekke’ye uçması ve iki Suudi istihbarat yetkilisini alması söyleniyordu. Pilot, Chinook helikopterinin kutsal mabede saat 9 sularında vardığını söylüyordu. Mabedin isyancı grup tarafından kontrol altına alındığı açıkça görülüyordu. 11:45’teki ikinci uçuşta, Chinook’un mabedin kuzeydoğu köşesine inmesiyle her uçuşta amaçlarına daha da yaklaşmış gözüken isyancıların tüfeklerinden çıkan üç silah sesi duyuluyordu. Helikopter ise havaya yükselip manevralar yapıyordu.
Pilot savaş alanından birkaç fotoğraf getirmişti. Hambley bunun bir tifo salgını olmadığını kesin olarak anladı. Amerikan yönetimine İslam’ın kutsal mabedinde yaşanan dramı göstermede güvenilir bir bilgi sağlayacak belgeleri elinde tutuyordu. Pek çok kez ateş altında kalan ve sonraki günlerde yaralı askerleri taşıyan pilot ile Hambley, istihbarat bilgilerinde günlük güncellemeler yapmaya ve bunları gizli telgraf vasıtasıyla Washington’a göndermeye karar verdi.
Mekke’ye uçan Amerikalı pilotların o zaman bilmediği bir şey vardı: Aşağıdan kendilerine ateş edenlerin içinde radikal İslam’a destek veren ve şiddet yanlısı insanlar haline gelen ABD vatandaşları da vardı.
Suudi Arabistan, Malcolm X’in hac ibadeti için Mekke’ye gelip Nation of Islam’ı diğer ana İslam akımlarına katılmak için terk ettiği 1964 yılından beri, Afro-Amerikan topluluğuna ulaşır hale gelmişti. Malcolm X’in lideri olduğu görece ılımlı hareketler 1970’lerin sonlarında yayıldı ve –aralarında eski siyahi ırkçıların da bulunduğu- yüzlerce radikal zenci, Suudilerin finanse ettiği ABD ya da Suudi Arabistan’daki İslami akademilere gitti. Bir avuç insan 1979 Kasım’ında Juhayman El-Uteybi’yi takip ederek kutsal mabede girdi ve ülkelerinde öğrendikleri gerilla taktiklerini kullandı.
Mabette neredeyse bir hafta süren çatışmanın ardından Suudi ordusu Amerikan yapımı M-113 tanklarıyla mescidin içine doğru girmeye başladı. Bu sırada Afro-Amerikanlardan biri “Anarşistin El Kitabı”ndan hatırladığı bir taktiği isyancı arkadaşlarına anlattı. Hacılar mescidin altındaki kutsal zemzem kuyusunda yüzlerce cam şişe bırakmıştı. İsyancı bu şişeleri nasıl molotof kokteyline dönüştürebileceğini düşündü.
Suudi M-113 tanklarından birinin harap olmuş dış kapılardan girmeye çalışmasıyla birlikte tankın anteni girişin üstünde sıkıştı. Bunu fırsat bilen isyancılar ise rulo halindeki halılarla tankı oraya kilitlediler. Daha sonra arkadaşlarının çağrısıyla tankın tepesine çıkan Amerikalılardan biri ateşlediği molotov kokteylini içeri attı. Saniyeler sonra tankın içi alev aldı ve talihsiz askerler içeride yanarak can verdi. Silahlı adamlar sevinçle “Allahu ekber” diye bağırdı.
Amerikan Büyükelçiliği, Mekke ayaklanmasında en az iki Afro-Amerikanın da bulunduğunu Suudi güvenlik kuvvetleri nihayet isyanı bastırdıktan dört gün sonra, 8 Aralık 1979’da öğrendi. Bu utanç verici bilgi ABD ve Suudi Arabistan hükümetleri tarafından gizlendi.
30 Aralık 1979’da ABD Büyükelçisi John C. West, Mekke olayında Amerikan güvenlik yardımı ve iki Amerikalının akıbeti hakkında müzakerelerde bulunmak amacıyla içişleri bakanı Prens Nayef ile görüştü. West’in günlüklerine göre Prens Nayef Amerikalılardan birinin kesinlikle terörist olduğu ve artık yaşamadığı yanıtını verdi. Diğer Amerikan vatandaşı ise halen sorgulanıyordu. Büyükelçi West olayla ilgili şu satırları yazdı: “Sanırım bu, bir kellenin gittiği anlamına geliyordu. Ama yapabileceğimizin en iyisi de buydu.”
Amerikan Büyükelçisi ile –bugün hala Suudi Arabistan içişleri bakanı olan- Prens Nayef’in bir sonraki görüşmesi 18 Ocak 1980’de gerçekleşti ve bu görüşmede diğer Amerikalı zanlının halen hapiste olduğu söylendi. West hayrete düştü. Büyükelçi, olayla ilgili günlüğüne yazdığı son satırlarda “onun önceki hafta asılmış olduğunu sanıyordum” dedi.
Mabette yakalanan yetişkin erkek isyancıların pek çoğu Ocak 1980’de kalabalık önünde ya da sonraki aylarda gizlice idam edildi. Ancak o zamanlar Suudi Arabistan’da görev yapan Amerikan yetkililere göre diğer Amerikalı isyancı celladın kılıcından kurtuldu. İsyancı, ABD’li yetkililer tarafından gerçekleştirilen sorgunun ardından yeniden özgür bir vatandaş olarak ülkesine döndü. Eski bir diplomatın söylediğine göre tüm olanlardan sonra bu adam hiçbir ABD yasasını çiğnememişti.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Yukarıdaki bölüm Yaraslov Tromifov’un Doubleday tarafından 2007’de yayınlanan The Siege of Mecca isimli kitabından alıntılanmıştır. (WSJ, 18 Eylül 2007, How Mecca Uprising Helped Give Birth to al Qaeda)