Şimdi Ara

Kalemin âhı

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
3 Misafir (2 Mobil) - 1 Masaüstü2 Mobil
5 sn
2
Cevap
0
Favori
442
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Kalemin âhı kaldı satırlarda... Birer göz yaşı oldu, âharlı kağıtlarda mürekkep damlaları.

    Her kalemin kendince uzun bir varoluş hikayesi ve yine kendince bir yok oluş hikayesi vardır. Mürekkep zaten baştan başa bir serüven... Kandillerin raks eden alevlerinden kubbeye doğru kıvrım kıvrım yükselen isin aylar belki de yıllar süren yolculukları neticesi oluşan birkaç damla... Ölümsüz satırların şahidi mürekkep...

    Aslında yolculuğa çıkarken “kalemin ahı” demiştik, lakin mürekkep; “kalemsiz ben neylerim” diye feryadı koparınca onun da gönlünü alalım deyip bir iki laf da mürekkebe attık. Artık şimdi, rahat rahat, kalemin derinden derinden çağlayan , kulakları, gönülleri dağlayan âhı-zarına kapı aralayabiliriz.

    Kalem, kalem olalı hiç kendini bu denli yalnız ve pür melâl hissetmemişti. Kalem artık, terk edilen bir sevgili, bir daha peşine düşülmemesine terk edilen bir dost. Yalnız mı yalnız; uzak mı uzak şimdi gönüllerden.

    Kalem artık , kalemliğinden utanır oldu. Kalemin şaşalı saltanatı sona erdi sessiz sedasız. Bir jübile bile yapılmadı kalemlere. Bu ne vicdansızlık, bu ne vefasızlık? Pc’ler, elektronik daktilolar ve bilumum klavyeli yazı araçları sevinçten göbek atabilirler. En güçlü rakiplerini alt ettiler artık. Şimdi sahnede parmakların tuşlarla dansı var, mekanik ve geometrik. Başparmak artık yön tayin etmiyor, kayarcasına satırlarda...

    Kalemin ahı, inletiyor yeri, göğü. Varır mı acep; kamışların feryadı Karahisâri’ lerin, Hamit Aytaç’ların bârigâhına; bilinmez zahirde ancak, ehli anlar..

    Parmaklarla kağıt üzerindeki raksını özlüyor ve için için gözyaşı döküyor kalem, en sadık dostu kağıtlara... Yılların ezeli iki dostu, birbirine son kez sarılıyor belki de birkaç yaşlı, titrek ellerin sayesinde. O yüzden daha bir samimiler, daha bir vefalılar birbirine karşı.

    Kalem, kelamı ölümsüzleştirirdi satırlarda... Akardı ırmak gibi, kıvrım kıvrım, erbabının görmüş geçirmiş gönül pınarından, beyaz sayfalara...

    Kalem, sahibinin hünerli elleriyle ne ölümsüz eserlere imza atmıştı... El yazması eserler denilen dev hazineler, kalem ile ehli kalemin müşterek çalışmasıyla vücuda gelmişti.

    Hat ve hattat kalem ile neşvünema buldu. Bugün varlarsa; varlıklarını kaleme borçlular.

    Kalem ya da kamış, hattatın zarif ve hünerli parmaklarında en nadide şaheserler ortaya çıkarıyordu... Harfler alelâde değil, adeta bir raks uyumu içerisinde peşpeşe diziliyor, bazısı incelerek, bazısı kıvrılarak, bazısı da ince bir yay çizerek ilerliyordu tezhipli ya da aharlı kağıtlar üzerinde...

    Kalem sadece hat ve hattatlar için olmazsa olmazlardan değildi. Yazabilen, yazan, düşünen, mütefekkir, münevver, muallim ve daha eli kalem tutan her insan, her bilgin, her ressam için de bir elzemdi.

    Kur’an nasıl mushaf olurdu kalemsiz? Şair, gönül dilini nasıl dökerdi çağlara? Devirden devire nasıl gelirdi mısralar? Sultanlar, nasıl ferman buyururdu uzaklara? Kadılar, hükümlerini ne ile yazardı kader denilen ömür defterine? Hakimler, idam kararından sonra neyi kırardı, kalem olmasaydı? Bilginler, formüllerini nasıl ulaştırırdı bu günlere? Âşıklar aşklarını mektuplarla ulvileştirebilirler miydi ya da gurbet, sılada anlaşılabilir miydi kalemsiz?

    Kalem, gönle, kalbe tercümandı. Kalem, duygulara, tercümandı. Kalem, maziye, hâle tanıktı. Kalem, geleceğe atıftı...

    Sonra, kalem etrafında oluşan, onunla beslenen bir iş, bir kültür vardı. “Kalem işi” denilen ayrı bir dünya oluşmuştu. Hepsi kalemin âhıyla sarsıldı derinden ve tarih sayfasında şimdiden yerlerini aldılar...

    Kalemlikler vardı türlü türlü, renk renk, desen desen. İçlerinde de kalemler vardı çeşit çeşit. Her kalemin ayrı bir yeri vardı. İçinden birinin yeri daha bir ayrıydı şüphesiz... O, çok özel işler için kullanılır; öyle her işe koşulmazdı. Belki bir imza için belki de bir mektup için açılırdı. Kim bilir ne zaman, ne amaçla alınmıştı o kalem...

    Hediye kalemler de vardı bir hayli... Dostlardan gelmişti bazıları... Onlar çok kıymetliydi.

    İşte, bu türlü türlü kalemler, türlü türlü hikayeleri ile bir bir tarihin çöp sepetinde yerlerini aldılar. Şimdi onların yerinde bilgisayarlar, dijital kalemler saltanat sürüyor. Parmaklar onlarla haşır neşir şimdilerde. Ama şu bir gerçek ki, bu günün modern kalemleri, kağıtlarla asla dostluk kuramıyor, kuramayacaklar da... Arada mesafeler var çünkü.

    Bir de kalem dostlukları vardı. Kalem sahiplerinin kalemleriyle kurdukları dostluklar kadar, ehli kalemle kurdukları dostluklar da dikkate şayandı. Kalemle kurulan dostluklar kaybolurken, beraberinde insani dostlukları da alıp götürdü.

    Hâlâ kalemlerini terk etmeyen vefalı kalem sahipleri yok değil, ama sayıları o kadar az ki, bir elin parmaklarını geçmez. Onları örnek almak ve asırlarca süren bir güzelliği yaşatmak gerekir.

    Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanlarla gönül bağı kuramıyor. Çünkü, hep insanın maddi cephesine hitap ediyor. İnsanın ruh dünyasını göz ardı ediyor. Ama şu da bir gerçek ki, ruha hitabetmeyen her ne varsa alemde, gelip geçicidir.

    Gelip geçici olmayan değerler geliştirmek ve yaşatmak tüm insanlığın görevi olmalı...



    Adem Keven







  • Sahib-i kalem
    İskender Pala


    Bilgisayarların küçülüp cebe girdiği çağdayız. Artık kimsenin kalem ile alakası kalmadı. Aksesuar veya nostalji olsun diye cebinde kalem taşıyan nadir insanlar da toplumdan yavaş yavaş çekilip gitmekteler.

    Öte yandan bizler, yazı yazmak istediğinde derhal bir klavye başına geçen memurlar arttıkça ilerlemenin de hız kazandığını zannediyor ve bilhassa işyerlerimizde bilgisayar olmasına itina gösteriyoruz. Gelişmeyi, bilgisayar ile haşır neşir olmak zannediyoruz. Eğitimciler, öğretmenler, kültür adamları, gazete muharrirleri ve hatta yazarlar bile bir kompüterin esiri olmuş durumdalar. “Harika! Çok güzel! Bundan âlası can sağlığı!” mı demeli, yoksa “Yazık, çok yazık!.. Ne hallere düştük!” mü bilemiyoruz.

    Efendim, zannımca kalem taşımayan, kalemle dostluğu olmayan insanların irfanları eksik kalır. Çünkü bana göre bir kalem illa yazı yazmak için değil; belki yazı yazma ihtimalini zinde tutmak için taşınır. Çünkü kalem bir yazı aracı olmaktan ziyade bir düşünme vasıtasıdır. Kalemi elinize aldığınızda yazacağınız en basit şeyi bile önce birkaç kez düşünür, zihninizde düzenler, yapıp bozar ve sonra kâğıda dökersiniz. Oysa bilgisayarda yazı yazmak için bunlara gerek yoktur; çünkü yanlış da yazsanız, düzeltmesi kolaydır. Bu kolaylıktır ki bizim muharrir, şair ve yazarlarımızın insicam ve retorik hassasiyetlerini yok etti. Bir cümleyi dosdoğru yazmak yerine kırk kere düzeltmek gibi bir hastalığa tutulduk. Artık eskilerin za’f-ı te’lif (yetersiz anlatım, sözdizimindeki kuralsızlık), iğlak (karmaşık ve anlaşılmayacak şekilde yazma), ibham (kapalı söz), tenâfür-i hurûf (kelimenin söyleniş güçlüğü), garabet (kelimede anlaşılma güçlüğü), ta’kîd (söz dizimindeki anlaşılma güçlüğü) itnâb (lakırdıyı uzatmak) gibi uzun uzun saydıkları belagat, fesahat ve yazım kusurlarının hemen hepsi kitapların, gazetelerin, dergilerin sayfalarında sık sık arz-ı endam ediyorlar da kimsenin umurunda değil. Kerli ferli müellifler, alımlı çalımlı muharrirler, şanlı şöhretli yazarlar yanlış, manasız, lüzumsuz gevezelikleri yazı diye önümüze koyuyorlar. Kalemi terk edeliden bu yana anlatım biçimlerimizin de sığlaştığını söyleyebilirim size. Bir defa düzen ve tertip fikri kayboldu; artık sayfanızı da, kelimeler arasındaki boşlukları da, noktalama ve imlanın şeklini de sizin yerinize bilgisayarınız tasarlıyor. Toplumsal iletişimde ve gündelik dilde son moda kelimeler birden zihninizi işgal ediyor, herkes o kelime veya kavram üzerine mutlaka bir şeyler geveliyor ve aynı kelime yahut kavram kısa sürede alıp başını bir daha dönmemek üzere dilden çekip gidiyor. Üstelik yeni bir kelime türetip, bulup, ithal edip modalaştırmak zor değil. Bu arada anlatım tatsız tuzsuzlaşmış, cümleler allak bullak olmuş, üslup bayağıdan bayağı, fikir ilaç niyetine, zihniyet sürüntü kabilinden, kimin umurunda!..

    İnkâr edemeyiz ki kalemsizlik, şimdiki yazarları bir konuda gerçekten başarıya ulaştırmıştır: Halkın seviyesine inme konusunda. Çünkü bilgisayar halkın elinde de, yazarın elinde de kendi kurallarını dayatmakta ve yazarın halkı irşad ve onları kendi seviyesine taşıma ulvi emeline mani olmaktadır. Yazı kalemin ucundan çıkarken düşünülmüş, kafada pişirilmiş düşüncelerin tasvirine yarıyor ve okuyucuya gerek anlatım, gerek üslup, gerekse anlam itibarıyla bir şeyler kazandırıyordu. Sonunda basılı sayfalar üzerinde okuyucuya ulaşsa da başlangıçta elde kalemle yazılan yakın dönemlerin makaleleri, denemeleri, hikâyeleri hep okuyucuyla bütünleşerek zihinlerde yer buluyordu. Kaldı ki o vakitler her okuyucunun her söz veya yazıdan faydalanması mümkün olamaz, okuduğu yazıdan bulunduğu kültür seviyesine göre nasibini alırdı. Oysa şimdi, halkın seviyesine inmek kaygısı, gerçekten de yazarı halkın seviyesine indirmiştir. Genel konularda, orta seviyede insanları memnun edecek yazı kaideleri, hani açıklık, duruluk, yalınlık, akla yatkınlık, düşündürücülük ve akıcılık falan hepten rafa kaldırılmıştır.

    Bilgisayarları atalım, kaleme geri dönelim demek değil kastım. Hiç olmazsa bir mektup yazmak gerektiğinde şöyle kalbimizdeki hasreti, tenimizdeki kokuyu, ruhumuzdaki dalgalanmaları sayfaya yükleyecek bir kalem edinmeyi sağlamaktır?!.. Önce bir kaleme sahip olunmalı ki gitgide sahib-i kalem olunsun..

    Hamiş: Hâlâ derdimi anlatamamışsam, bu benden değil, yazıyı bilgisayarda yazmış olmamdandır.

    Not: Okuyucularımın Miraç Kandili’ni kutlarım.

    BERCESTE

    Kalem olsun eli kâtib-i bed-tahrîrin

    Ki fesâd-ı rakamı sûrumuzu şûr eyler

    Gâh bir harf kusuruyla eder nâdiri nâr

    Gâh bir nokta sükûtuyla gözü kör eyler

    Kötü yazışlı katibin parmakları kuruyup kalem olsun inşallah! Çünkü yazışındaki hatalarla (sin harfini şın yazarak) “sûr”umuzu (düğünümüzü), “şûr” (çorak, kekre, kuru gürültü) eyler. Bazen bir harfi (dal harfini) eksik koyup “nâdir”i (az rastlanan güzelliği) “nâr”a (ateşe, cehenneme) çevirir; bazen de (harften) bir nokta düşürerek “göz”ü “kör” eder (göz kelimesindeki ze harfinin noktası düşünce kelime kör okunur)

    Fuzulî




  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
    
Sayfa: 1

Benzer içerikler

- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.