Şimdi Ara

++mutasyon (4. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
291
Cevap
1
Favori
24.986
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • squadron ;

    madem ilk hücre konusunda o kadar iddia ediyorsunuz da

    bu kendikendine oluşan hücreden başka bir tane daha oluşamaz mı idi?

    mesela günümüzde 1 adet oluşsa

    1 milyon yıl öncede oluşsa ve böyle her devirde oluşsa idide biz de görseydik evrimin aşamalarını ?

    hayatı o bir hücreye bağladıktan sonra onlar gibi muhtelif zamanlarda hücrelerin oluşması mantıksız olmasa gerek?
  • Evrim, iki olguyu gerektirir. Bunlardan ilki, her yeni jenerasyonun bir öncekinden farklı olması şansını doğuran mutasyonlardır. İkincisi ise, çevre şartlarına en iyi şekilde adapte olmuş olan bireylerin üremesini öngören doğal seleksiyondur. Bu iki koşulun var olması durumunda, tür de çevre şartlarına en uygun şekilde adapte olacak yönde evrimleşir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi squ@dron -- 18 Nisan 2005, 13:33:41 >
  • veya bir protein çorbası oluşturun onları santrifuj cihazına koyun çevirin üzerine elektrik akımları gönderin ve nükleik asitler oluşturun ve onların binlercesini bir araya getirin ve bütün iradeniz ile bir DNA zinciri oluşturun...

    evet siz bu DNA zincirini yapamazsanız, kendikendine bir DNA nasıl oluşsun?

    proteinler irade sahibi mi ki gelip bir DNA inşaa edebiliyorlar?

    ve bu inşa ettikleri DNA bütün canlıların menşei oluyor..

    Bu proteinler alim mi profesör mü?

    Yoksa bütün canlıları bir düzen içerisinde yaratan Allah mı?

    akıl hangisini gerektirir?
  • quote:

    Orjinalden alıntı: squ@dron

    Evrim, iki olguyu gerektirir. Bunlardan ilki, her yeni jenerasyonun bir öncekinden farklı olması şansını doğuran mutasyonlardır. İkincisi ise, çevre şartlarına en iyi şekilde adapte olmuş olan bireylerin üremesini öngören doğal seleksiyondur. Bu iki koşulun var olması durumunda, tür de çevre şartlarına en uygun şekilde adapte olacak yönde evrimleşir.


    değerli arkadaşım ;

    sayfalarca yazdım ama okumuyorsun galiba...

    mutasyon ile ne DNA oluşur ne de başka bir şey...

    DNA nın boyu 2 metre ve içerisinde ansiklopedi dolu bilgi var ...

    ve bu bilgileri bir bakterinin DNA sını alarak file çevirmek için binlerce profesör gerekli değil mi? (yine de yapamazlar)

    bunu kabul eedersinde nasıl olur radyasyon bu işi yapabilir?




  • Mutasyonları sadece zararlı mutasyonlar olarak düşünmemek gerekir. Organizmanın sonradan kalıtımına yerleşen gelişmiş bir özellik de bir mutasyondur. Mutasyonlar, yeni nesile ait bazı karakterlerde varyasyonların görülmesini olanaklı hale getirir. Mutasyonlar sayesinde, her yeni jenerasyonda birkaç birey, diğerlerinden farklı özellikler gösterebilir ve nesil bu şekilde kendini yenilemiş ve güçlendirmiş olur.
    Örneğin çitaları ele alalım. Bir sonraki jenerasyona ait birkaç birey diğerlerinden daha hızlı koşacak ve belki daha fazla uykuya ihtiyaç duyacaktır. Yine birkaç birey, diğerlerinden daha yavaş koşabilecek ancak açlığa daha uzun süre dayanıklı olacaktır. Diğer bireyler ise, ebeveynlerinden aldıkları özellikleri aynen gösteren ortalama bireyler olacaktır. İşte bu noktada, doğanın normal döngüleri işlemeye başlayacak ve hayatta en başarılı şekilde kalabilen bireyler doğal seçilime uğrayacaktır. Bunun bir diğer anlamı da şudur; başarısız veya yetersiz olan bireyler ya birer birer ölerek populasyondan silinecek, ya da yavrulama şansları olmadığı için karakter özelliklerini gelecek nesillere aktaramayacaklardır. Bu sayede de, zayıf karakterler populasyonun genelinden silinecek ve daha üstün karakterler baskın hale geçmeye başlayacaktır. Ancak hayatta kalabilme şansının arttırılması, sadece üstün karakterler geliştirebilmek ile mümkün değildir. Aynı zamanda, değişen çevre şartlarına uyum gösterebilme yeteneği de oldukça önemlidir.
    Evrim, çoğunlukla türlerin iyileşmesi ve gelişmesi yönünde işler. Evrimin en önemli iki bileşeni de mutasyonlar ve doğa tarafından gerçekleştirilen seçilimdir.
    Mutasyonlar, DNAnın kodlanmasında meydana gelen değişikliklerdir. Bu değişiklikler bazen hücrenin normal işleyişi esnasında gerçekleşebilirken, bazen de bir takım dış faktörlerin etkisi aqltında gerçekleşebilir. X-ışınları ve birtakım kimyasal maddeler, bu dış faktörlerin arasında sayılabilir.

    Deep hocam sana cevap yazacağım ama sanırım aynı anda mesaj gönderdik yukarıdaki sorunu görmedim



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi squ@dron -- 18 Nisan 2005, 13:41:31 >




  • Dünya üzerinde, yaklaşık 3,4-3,5 milyar yıl önce moleküllerin kendi kendilerine bir araya gelmeleri ile ilk canlı hücrelerin ortaya çıktığı tahmin edilmektedir... Zaman içinde insanın evrimi gerçekleşecek fakat insanın, kendisini oluşturan, bununla da kalmayıp dünya üzerindeki diğer tüm canlıların yapı taşı olan hücreleri keşfetmesi için uzun bir süre geçmesi gerekecekti... Hücrenin keşfi için ilk adımın mikroskobun keşfi olduğunu söylemek yanlış olmaz. İnsanların bükülmüş camların yani merceklerin ışığı kırıp görüntü yansıtma özelliğini ne zaman keşfedip kullanmaya başladıklarını tam olarak bilmiyoruz. İlk gözlük, 13. yüzyılda Avrupada yapılmış. İlk çift lensli mikroskobun yapımı ise 16. yüzyılın sonuna rastlıyor. 1600lerin ortalarında, az sayıda bilim insanı, el yapımı mikroskoplarıyla gözle görülemeyen hücrelerin dünyasını araştırmada öncülük etmişler. Hücreyi ilk keşfeden kişinin, genellikle, bir İngiliz mikroskopçusu olan Robert Hooke olduğu kabul ediliyor. Bu çalışmasıyla Hooke, daha 27 yaşındayken İngilterenin en başta gelen bilim akademisi olan Kraliyet Akademisine girdi. Hookeun cevaplamaya çalıştığı soruların arasında ağaç kabuğundan yapılan şişe mantarının nasıl olup da şişenin içindeki havayı o kadar iyi tuttuğuydu. Bir şişe mantarından incecik bir parça kesip onu mikroskop altında incelediğinde, bu kesitin gözenekli bir yapıda olduğunu gördü. Manastırlarda rahiplerin kaldığı hücrelere benzedikleri için, bu gözeneklere hücre adını verdi. Aslında Hooke, bir zamanlar canlı hücreleri çevrelemekte olan fakat şimdi ölmüş bitki dokusundan geriye kalan hücre duvarlarını görmüştü.

    Bu sırada Hollandada yaşamını giysi ve düğme satarak kazanan Anton van Leeuwenhoek, boş zamanlarında çeşitli lensler bileyip bunlardan dikkate değer kalitede mikroskoplar üretiyordu. 50 yıl boyunca Leeuwenhoek, daldan dala atlayan günlük üslubuyla, Kraliyet Akademisine mikroskopla yaptığı gözlemleri anlatan mektuplar yolladı. Leeuwenhoek havuz suyunu mikroskop altında inceleyen ilk kişiydi. Mikroskoptan baktığında oradan oraya sürekli bir hareket halinde kaynaşan minik canlıları gördüğünde büyük bir heyecan duydu -ki bu heyecanı günümüzde mikroskoptan bakan herkesin, hücreler hakkında ne kadar çok şey biliyor olursa olsun, hissettiğine eminiz. Leeuwenhoek'un ilk mektupları Kraliyet Akademisi tarafından kuşkuyla karşılandı ve akademi Robert Hooke'u, bu gözlemleri doğrulaması için Hollanda'ya gönderdi. Kısa süre sonra Leeuwenhoek'un çalışmaları, dünya çapında kutlanıyordu.

    Ne var ki 1830lara kadar hücrelerin önemi anlaşılmadı. 1838de, avukatlığı bırakıp botanikçi olan Alman Matthias Schleiden, arada yapısal bir çok farklılık bulunmasına karşın, bitkilerin de hücrelerden oluştuğu sonucuna vardı. Bu sonuca varmasının sebebi bitki embriyosunun tek bir hücreden başlayarak gelişmesiydi. 1839 yılında, Alman zoolog (hayvan bilimci) Theodor Schwann hayvan yaşamının hücresel temeli üzerine ayrıntılı bir rapor hazırladı. Schwann da, hayvan ve bitki hücrelerinin temelde aynı yapıda oldukları sonucuna varmış ve hücre teorisini şu şekilde dile getirmişti:
    Bütün organizmalar bir ya da daha fazla hücreden oluşmuştur.
    Hücre canlılığın yapıtaşıdır.
    Schleiden ve Schwannın fikirleri, her ikisi de yeni hücrelerin, hücresel olmayan maddelerden ortaya çıktıkları düşüncesini benimsedikleri için, yetersiz kaldı. Başka biyologların, hücrelerin bu şekilde oluşmadığını kabul ettirmeleri birkaç yıl içinde gerçekleşti. 1855e gelindiğinde, Alman patolog Rudolf Virchow hücre teorisiyle ilgili üçüncü inandırıcı prensibi de ortaya koydu:
    Hücreler yalnızca kendilerinden önceki hücrelerin bölünmesiyle oluşurlar. (Yani, ilk hücrenin milyarlarca yıl önceki ortaya çıkışını saymazsak, hücreler kendiliklerinden ortaya çıkmazlar.)
    Bundan sonra hücre ile ilgili keşiflerin bir kısmı kısaca şöyle devam etti: 1857de Kolliker, kas hücrelerinde mitokondriyi tanımladı. Cajal ve diğer dokubilimciler, 1881de boyama teknikleri geliştirip mikroskobik anatomiyi kurdular. 1898de Golgi, gümüş nitratla boyanmış hücrelerde Golgi aygıtını ilk defa görüp tanımladı. H. Bush 1926da silindirik manyetik merceklerle elektron demetlerinin yönlendirilebileceğini ispatladı. Bu prensiplerin ışığında, 1931 yılında Knoll ve Ruska ilk transmisyon elektron mikroskobunu (TEM) yaptılar. 1930da Lebedeffin ilk interferens mikroskobunu, 1932de de Zernicke'nin ilk faz-kontrast mikroskobunu keşfetmesi, boyanmamış canlı hücrelerde ilk detayların görülebilmesine olanak verdi. Kısaca diyebiliriz ki hücre ile ilgili keşifler mikroskobun teknik açıdan gelişmesiyle hep paralellik göstermiştir. Günümüze kadar hücre ile ilgili yapılan keşifleri listelemek için biyolojinin önemli dallarından biri olan hücrebilimi (sitoloji) kitaplarının sayfalarca özetini çıkarmak gerek...




    Bir öncül diziye gereksinim olmaksızın sentezlenebilme ve sınırlı da olsa katalitik özelliklere sahip olma özellliklerinden yola çıkarak ilk hücre oluşumundan önce prebiyotik karışımda ilk meydana gelen makromolekülün RNA olduğuna inanılmaktadır



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi squ@dron -- 18 Nisan 2005, 13:46:40 >




  • squadron ;

    yazıları okumadan birşeyler yazıyorsun istersen şunu bir oku

    :

    zero01 kardeşim,

    topiğe katkılarından dolayı teşekkür ediyorum ki takip eden arkadaşlar sayende bütün mutaasyon detaylarını biraz daha iyi öğrenecek...

    birinci olarak kaynak belirtmen çok güzel olmuş ve o kaynağın bana da kaynak olacak şimdi...

    quote:

    But this seems paradoxical because

    * most mutations that we observe are
    o harmful (e.g., many missense mutations) or, at best,
    o neutral, for example:
    + "silent" mutations encoding the same amino acid
    + mutations in noncoding DNA (e.g. "junk" DNA).
    * most mutations affect a single protein product (or a small set of related proteins produced by alternative splicing of a single gene transcript) while much evolutionary change involves a myriad of structural and functional changes in the phenotype.


    burada çoğu mutasyonların zararlı, nötr ya da DNA yı etkilemeyen veya diğer nesile aktarılmayacak şekilde olduğundan bahsediyor.

    buradan da anlaşılacağı gibi mutasyonların yüksek miktarı zararlı olmuş ve mutasyona uğrayan bireyler ya hemen ölmüş ya da hastalanarak zaman içerisinde ölmüşlerdir.

    quote:

    So how can the small changes in genes caused by mutations, especially single-base substitutions ("point mutations"), lead to the large changes that distinguish one species from another?
    These questions have, as yet, only tentative answers.


    evet burada da güzel bir soru soruyor. Diyor ki nasıl türler arasında geçişi sağlayabilecek nokta mutasyonlar olabiliyor.

    mesela kedi ve köpeği birbirinden ayırt edecek şekilde nasıl müdahale edebiliyor.

    ve yazar cevap veriyor ...

    şu anki bilgilerimizle kesin cevap veremiyoruz...!!!

    ileri de de cevap veremeyecekler!


    ayrıca az miktardaki radyasyonun nesillere aktarılamayacağını bize bilim teknik izah ediyor

    yukarıda izah edildi



    zero01 kardeş daha önce bir sinekten bahsedip 400 sinekten 2 adetin yaşayabildiğini söylemiştin fakat burada 15 de 1 e indirdin bu da senin için bir başarı olsa gerek...

    bu konu ile ilgili biraz çaprazlama bilgisine ihtiyacımız var.
    diyelim ki 1000 adet türü olan bir hayvan grubunda 1 adet bireyde mutasyona maruz kaldı.

    ve bu mutasyon yukarıda da izah edildiği gibi çok ender bir vaziyette görüldü. Şimdi bu yeni mutasyona uğramış canlı diyelim ki kulağı MOR olsun. Bu yeni iyi mutasyona uğramış canlı diğer 1000 adet birey arasında çaprazlana çaprazlana bu MOR renk kaybolup gidecektir.

    TIPKI 400 adetten 2 adedi kaybolup sağlam DNA ların ileriki nesillere aktarılacağı gibi bu iyi de olsa mutasyon diğer bireyler içerisinde kaybolacaktır.

    YANİ BU MUTASYON DEDİĞİMİZ ŞEY NE MENEM ŞEYDİR BÖYLE...

    mutasyon ile bal arısı bal yapma keyfiyeti mi kazanmıştır.

    BAL ARISINI mutsyona bağlamak ne kadar büyük bir yanılgıdır.




    ------------

    burada zararlı mutasyonların ne kadar çok olduğundan bahseidyor hatta % 99 dan bile fazla...




  • quote:

    Hücreler yalnızca kendilerinden önceki hücrelerin bölünmesiyle oluşurlar. (Yani, ilk hücrenin milyarlarca yıl önceki ortaya çıkışını saymazsak, hücreler kendiliklerinden ortaya çıkmazlar.)


    şu an itibari ile bir hücrenin oluşması (kendiliğinden) daha müsait ama bir adet hücre neden kendiliğinden oluşamıyor ?
  • Mutasyon ve doğal seleksiyonların evrimleştirici gücü var mı?

    Evrim, yeni karakterlerin kazanılması ile ortam şartlarına da uygun bir biçimde organizmaların yapısında (dış görünüşlerinde veya fizyolojik özelliklerinde) bir takım değişikliklerin ortaya çıkmasıyla işliyor. Bu değişimler, binlerce hatta milyonlarca yıl alabiliyor. Ayrıca evrimin her zaman ileri veya daha üstün karakterler kazanılması anlamına gelmediğini de hatırlamak gerekiyor.
    Bu açılardan bakacak olursak, mutasyonlar ve doğal seçilim mekanizmaları evrimleştirici güce sahip olmanın ötesinde, evrimin temel bileşenleri.

    Bu iki kavramın beraber işleyişini, özet olarak şu şekilde açıklayabiliriz:
    Mutasyonlar, organizmalarda farklı veya yeni karakterlerin ortaya çıkmasını sağlıyor. Doğal seçilim de bunların yaşam ortamlarına uygunluk derecesine göre geçerli sayılıp sayılamayacağını belirleyerek canlıyı ya başarılı olarak nitelendiriyor ve neslinin devamını getirmesine olanak sağlıyor; ya da diğer canlılar arasında başarısız konumda kalması nedeniyle canlının neslinin tükenmesiyle veya söz konusu karakterin gen havuzundan silinmesiyle sonuçlanıyor.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi squ@dron -- 18 Nisan 2005, 14:08:46 >




  • squadron ;

    karşılıklı mı yazışacağız yoksa copy past e devam mı ?

    gorillerin bir insan çıkarabilmesi için neler yapması gerektiğini bir listeleyebilir misin?

    goriller ile insan arasındaki farkları ...

    bir ansiklopediden fazla olur öyle değil mi?

    peki radyasyon bu nokta mutasyonları nasıl yapabildi ?
  • boş yere çaba harcamayın kardeşim mutasyonla yani bir Species (tür) ortaya çıkması imkansız gibi bir şeydir.çünkü her türün kendine has kalıtım yapısı dna baz dizilişi hatta amino asit dizilişi vardır.bu dizilişte 1 amino asit saparsa canlı yapısal ve işlevsel bozukluğa uğrar.siz şimdi kalkmış diyorsunuz mtasyonla komple yeni bir canlı oluşacak.bu çok saçmadır.
  • aynen nofrost

    sayfalarca yazdım ama bir türlü kabul edemiyorlar
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Deep Impact

    squadron ;

    karşılıklı mı yazışacağız yoksa copy past e devam mı ?

    gorillerin bir insan çıkarabilmesi için neler yapması gerektiğini bir listeleyebilir misin?

    goriller ile insan arasındaki farkları ...

    bir ansiklopediden fazla olur öyle değil mi?





    İnsan ve goril ortak bir atadan evrimleşmiştir. Evrimin birkaç yılda değil, milyonlarca yılda gerçekleştiği gerçeğini de burada göz önünde bulundurmak gerekir,pat diye bir gorilden insan çıkaramazsın.
    Okuduk ki mutasyonlar,nadiren yararlı olur.Zaten gorilden insan oluştuğunu söylemiyorum,ortak atadan evrimleştiğini söylüyorum.Belli ki diğer topicte goril ile ilgili mesaj okumamışsın.
    Goril(sadece goril değil şempanze ve primatlar) ve insanın aynı atadan geldiğini kanıtlayacak olursak;
    Şempanzelerin kanında bulunan hemoglobin proteinleri, insan kanında bulunan hemoglobin proteinleri ile birebir örtüşmektedir.
    Yapılan DNA çalışmaları sonucunda da, insan ve goril DNAsının birbirine oldukça benzediği ortaya çıkmıştır.
    DNA analizlerinin, evrimsel gerçekleri tartışmasız olarak açığa çıkardığı gerçeğine dayanarak, insan ve gorilin birbirine çok yakın akrabalar olduklarını kabul etmek kesinlikle yanlış değildir.


    mutasyona gelince;
    peki radyasyon bu nokta mutasyonları nasıl yapabildi ?

    bir sürü dış faktör var dostum;örneğin güneş ışınları içinde bulunan ultraviole ışınları bu ışılar radyasyon yayar
    peki bu radyasyon sence mutasyona neden olmaz mı?hergün 10 saat güneş altında durursan(yazın)büyük ihtimalle kanser olursun.Ama şu da var belki duymuşsundur bazı nükleer reaktörlerin etrafında bulunan bataklıklardaki bazı kurbağaların 2-3 tane kafası bilmem kaç tane ayağı olduğu görülmüş,demek ki radyasyon
    bazı karakteristik özellikleri değiştiriyor ve kalıtsal kılıyor.
    Şimdi diyeceksiniz ki biz neden evrimleşmekte olan canlı görmüyoruz?çünkü bizim gördüğümüz yakın tarih(bkz:evrim teorisi 1838)Dünya'nın oluşumundan bu yana ufak bir zaman dilimini oluşturur.


    Bu başka bir konu ama;Ayrıca şimdi aklıma geldi Mayoz bölünme'nin Profaz 1 evresinde,homolog kromozomlar yan yana gelerek tetrat'ı bu kromozomlar birbirine sarılarak sinapsis'i oluşturur,ve bu kromozomlar arasında crossing over denilen bir parça değişimi olur buda kalıtsal çeşitliliği sağlar.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi squ@dron -- 18 Nisan 2005, 15:48:19 >




  • quote:

    mutasyona gelince;
    peki radyasyon bu nokta mutasyonları nasıl yapabildi ?

    bir sürü dış faktör var dostum;örneğin güneş ışınları içinde bulunan ultraviole ışınları bu ışılar radyasyon yayar
    peki bu radyasyon sence mutasyona neden olmaz mı?hergün 10 saat güneş altında durursan(yazın)büyük ihtimalle kanser olursun.Ama şu da var belki duymuşsundur bazı nükleer reaktörlerin etrafında bulunan bataklıklardaki bazı kurbağaların 2-3 tane kafası bilmem kaç tane ayağı olduğu görülmüş,demek ki radyasyon
    bazı karakteristik özellikleri değiştiriyor ve kalıtsal kılıyor.
    Şimdi diyeceksiniz ki biz neden evrimleşmekte olan canlı görmüyoruz?çünkü bizim gördüğümüz yakın tarih(bkz:evrim teorisi 1838)Dünya'nın oluşumundan bu yana ufak bir zaman dilimini oluşturur.


    şu yazıyı bir kere daha okurmusun ? bilim teknikten alıntı

    Gerçekten de günlük yaşantımız süresince, hatırı sayılır miktarda mutajen (mutasyona neden olan) maddeye maruz kalıyoruz. Bunların arasında soluduğumuz havadaki ağır metaller, besinlerimizin içeriğindeki bazı koruyucular (Emülgatörler), oksidanlar (okside ediciler) ve daha birçok doğal veya yapay kimyasalı sayabiliriz.
    Normal şartlar altında, bu denli yoğun bir mutajen maruziyetinde, DNA�mızın yapısında bir sürü değişiklik olması beklenirdi.

    Ancak DNA, kendisini sağlam bir şekilde bir sonraki nesile aktarmaya programlıdır ve bunun için de kendi bünyesinde bir takım önlemler almıştır.

    Bildiğimiz gibi fiziksel karakterlerimizin şifresini taşıyan genlerimiz, DNA üzerinde bulunan ve lokus adı verilen özel bölgelerde bulunuyor.

    Ancak DNA�nın aktif olarak gen taşıyan bölgeleri, DNA�nın çok küçük bir yüzdesini oluşturuyor. Ayrıca DNA, kromozomlar içerisinde çeşitli proteinlerle de çevrilmiş olarak bulunuyor. Bunun nedeni, herhangi bir zararlı maddeye maruz kalındığında, etkilenecek olan bölgenin aktif bölgelere denk gelme olasılığını azaltmak. Bunun yanında, DNA�nın kendi üzerine sarılı ve kompakt bir halde bulunuyor oluşu (düz hale getirilmiş açık DNA dizisinin boyu, akıl almaz uzunluktadır) da bu denk gelme yüzdesini azaltan başka bir etken.
    Tüm bu korumaya karşın, tabii ki bazen zararlı maddelerin etki gösterdiği bölgeler, aktif gen bölgelerine denk gelebilir. Bunun yanında, DNA�nın kodlanması ısrasında da bir takım hatalar meydana gelebilir. Işte bu nokta da, DNA bu sefer çeşitli tamir mekanizmaları ile meydana gelen hatayı düzeltmeye çalışır. Çoğu zaman da bu tamir mekanizmaları başarılı olur ve DNA yapısını bir kez daha eskisi gibi düzgün şekilde koruyabilir. Ancak bazı durumlarda, DNA�nın tamir mekanizmasının düzeltmeyeceği veya eksik kalacağı hatalar olabilir. Örneğin; DNA zincirinin sadece bir kolunda meydana gelen bir hata, çoğu zaman kolayca düzeltilebilmesine rağmen, zincirin karşılıklı iki kolunda birden meydana gelen hatalar çoğunlukla geri dönüşümsüzdür. Buna �Nokta Mutasyon� adı verilir ve onarılması çok zordur. Işte böyle durumlarda, artık o gen bölgesinde bir değişiklik olmuş ve o bölgenin kodladığı protein de değişikliğe uğramıştır. Çoğunlukla eğer bu bir vücut hücresi içinde gerçekleşmişse, sadece o hücrede ve o hücreden çoğalan hücrelerde bu hata görülür. Yani meydana gelen mutasyonun, populasyondaki diğer bireylere bir etkisi olmaz.


    yani radyasyon ile mutasyon olamaz... hele böyle köklü değişiklik asla olamaz...

    quote:

    Bu başka bir konu ama;Ayrıca şimdi aklıma geldi Mayoz bölünme'nin Profaz 1 evresinde,homolog kromozomlar yan yana gelerek tetrat'ı bu kromozomlar birbirine sarılarak sinapsis'i oluşturur,ve bu kromozomlar arasında crossing over denilen bir parça değişimi olur buda kalıtsal çeşitliliği sağlar.


    crossing over la çeşitliliğin ne alakası var...

    crossing over saç siyahken bıyığın sarı olması gibi birşey bununla konunun hiç alakası yok...

    quote:



    18 Nisan 2005, 15:46:36
    Yeni mesajlar yok

    quote:

    Orjinalden alıntı: Deep Impact

    squadron ;

    karşılıklı mı yazışacağız yoksa copy past e devam mı ?

    gorillerin bir insan çıkarabilmesi için neler yapması gerektiğini bir listeleyebilir misin?

    goriller ile insan arasındaki farkları ...

    bir ansiklopediden fazla olur öyle değil mi?





    İnsan ve goril ortak bir atadan evrimleşmiştir. Evrimin birkaç yılda değil, milyonlarca yılda gerçekleştiği gerçeğini de burada göz önünde bulundurmak gerekir,pat diye bir gorilden insan çıkaramazsın.
    Okuduk ki mutasyonlar,nadiren yararlı olur.Zaten gorilden insan oluştuğunu söylemiyorum,ortak atadan evrimleştiğini söylüyorum.Belli ki diğer topicte goril ile ilgili mesaj okumamışsın.
    Goril(sadece goril değil şempanze ve primatlar) ve insanın aynı atadan geldiğini kanıtlayacak olursak;
    Şempanzelerin kanında bulunan hemoglobin proteinleri, insan kanında bulunan hemoglobin proteinleri ile birebir örtüşmektedir.
    Yapılan DNA çalışmaları sonucunda da, insan ve goril DNAsının birbirine oldukça benzediği ortaya çıkmıştır.
    DNA analizlerinin, evrimsel gerçekleri tartışmasız olarak açığa çıkardığı gerçeğine dayanarak, insan ve gorilin birbirine çok yakın akrabalar olduklarını kabul etmek kesinlikle yanlış değildir.


    bir farenin kanı insana daha çok benziyor ve

    en basitinden goril diyorum sen onun atasını kabul et insan arasında dağlar kadar fark var ...

    sen bu farkları göremiyor musun?

    DNA da bir bilgisayar prrogramı gibidr. Yapılan değişiklikler hep kusurlara sebep olur.

    Eşeyli üreme esnasında �gamet� olarak bilinen üreme hücrelerinin oluşumu, türe özgü kromozom sayısının sabit tutulmasını sağlar. Gamet oluşumunun normal işleyişinde, türe özgü kromozom sayısına sahip hücreler �mayoz bölünme� adı verilen özel bir hücre bölünmesi geçirirler ve bunun sonucunda da, bu özgül kromozom setinin yarısı miktarında kromozom içeren gametler meydana gelir. Ancak bazı durumlarda, bölünme esnasında kromozomlar arasındaki güçlü çekim kuvveti nedeniyle söz konusu kromozomlar birbirinden ayrılamaz ve aynı gamete gider. Sonuçta, aynı tip kromozomdan iki tane içeren gametler oluşur. Eğer döllenme sırasında bu tip gametler birleşirse, kromozom sayısı normalden daha fazla olan bireyler gelişebilir.
    Kromozom sayısında meydana gelen anormallikler çoğunlukla, döllenme sonrasında belirli bir evrede embriyonun ölümü ile sonuçlanır. Ancak kromozom anormallikleri her zaman öldürücü etki yaratmayabilir. Kromozom sayısı 46�dan farklı bir birey gelişirse, bir takım dış görünüş farklılıklarıyla da kolayca ayırt edilebilen belli sendromlar gelişir. Kısırlık ve zeka geriliği, bu sendromların hemen hepsinde görülen ortak sonuçlardır.
    İnsanda bulunan kromozomlar, genellikle 23+1 şeklinde gösterilir. Burada 23 ile gösterilenler �otozomal� yani somatik kromozomlar, 1 ile gösterilen ise �gonozomal� yani eşey kromozomlarıdır. Mayoz esnasında kromozomlarda ayrılmama, bunlardan herhangi birinde görülebilir. İnsanlarda eşey kromozomlarında �ayrılmama� durumu görüldüğünde, gametler normalde olması gerektiği gibi dişide X ve X, erkekte de X ve Y şeklinde ayrılmaz. Bunun sonucunda da XX , XY veya eşey kromozomu içermeyen gametler oluşabilir. Şimdi bu tip gametlerin birleşmeleri sonucu gelişen embriyolarda ortaya çıkan sendromlara bir göz atalım:

    1. Klinefelter sendromu: Embriyo 44+XXY (47) kromozom setini taşıdığında ortaya çıkan bu sendrom sonucunda uzun boylu, uzun kol ve bacaklı, dişi eşey karakterlerini gösteren, kısır ve zeka engelli bireyler gelişir.

    2. Üçlü dişilik sendromu: Embriyo 44+XXX (47) kromozom setini taşır. Kısırlık ve zeka geriliği yaygın olarak görülmekle birlikte, bu kromozom seti taşıyan bayanların çoğunda herhangi bir belirgin semptom görülmez. Yani normal bir zeka gelişimi gösterirler ve doğurgandırlar.

    3. XYY sendromu: Erkek bireyde gamet oluşumu sırasında mayozun ikinci evresinde Y kromozomlarının ayrılmaması durumunda YY kromozomu taşıyan spermler oluşabilir. Eğer bu spermler normal bir yumurta hücresini döllerse, embriyo 44+XYY kromozom setini taşır. Sonuçta da zeka geriliği görülen, uzun boylu erkek bireyler gelişir. Son yıllarda yapılan araştırmaların sonucunda, seri cinayet sanıklarının ve suç işlemeye eğilim gösteren kişilerin belli bir oranının, bu kromozom setine sahip oldukları ortaya çıkmıştır.

    4. Down sendromu (mongolizm): 21 numaralı somatik kromozomda ayrılmama durumu görüldüğünde ortaya çıkar. Embriyo 45+XX veya 45+XY setlerinden birini taşır. Geniş eller, kısa parmaklar, tıknaz vücut, oransal olarak büyük bir dil, çekik gözler, zeka geriliği ve geniş-yuvarlak bir yüz, en belirgin özelliklerdir.

    5. Edward sendromu: 18 numaralı somatik kromozomda ayrılmama olması sonucunda gelişen 47 kromozomlu bireylerde görülür. Bu sendrom, bireylerin dış görünümü ile kolayca ayırt edilir ve çoğunlukla 10 haftalık olamadan ölümle sonuçlanır.

    6. Patau sendromu: 13 numaralı somatik kromozomda ayrılmama olmaması sonucu gelişir. Küçük ve işlevsiz gözler, küçük bir beyin ve yarık dudak görüntüsü gibi özellikler ile kendini gösteren bu sendrom da, doğumdan birkaç hafta sonrasında ölümle sonuçlanır.

    Bunların dışında, yine kromozomlarda �ayrılmama� sonucu ortaya çıkan eksik kromozomluluk durumları da görülebilir. Ancak sonuçlar yine aynıdır. Bunun nedeni, gen ve kromozom dengesinin, en ufak bir değişiklikte bile embriyoda öldürücü ve ciddi kalıcı hasarlara neden olacak kadar hassas oluşudur.

    YANİ MUTASYONLAIN İNSANLARA VERDİĞİ ZARARLAR VE HASTALIKLAR ORTADADIR

    HİÇ MUTASYONA UĞRAMIŞ MÜKEMMEL BİRBİREY VAR MI ŞU DÜNYA DA ?

    ÖYLE BİR İMKAN OLSA FARELERİ MUTASYONA TABİ TUTAR MĞKEMMEL CANLILAR ELDE EDEBİLİRDİK....

    HATTA BAŞKA BİR KONU DA GENLERİ İLE OYNANAN GIDALARDIR...

    ONLARIN DA VÜCUDA NE KADAR ZARARLI OLDUĞUNU HERKES BİLİYOR

    ayrıca yavaş bir şekilde mutasyon olamayacağını yukarıda izah etmiştim...


    burada da mutasyonun ne kadar zararlı olduğu aşikar...

    yazdıklarımı okumadan yorum yapıyor ve bana aynı yazıları tekrar tekrar yazdırıyorsun




  • hiroşima ve nagazakide ve bilumum radyasyona (çernobil) uğrayan calılarda olumlu hiç bir etki görülmemiş ve yeni nesillerde hep hastalıklı olmuştur...


    biraz yazdıklarımı dikkatli okursan tekrarlamak zorunda kalmam

  • quote:

    Orjinalden alıntı: Deep Impact

    hiroşima ve nagazakide ve bilumum radyasyona (çernobil) uğrayan calılarda olumlu hiç bir etki görülmemiş ve yeni nesillerde hep hastalıklı olmuştur...


    biraz yazdıklarımı dikkatli okursan tekrarlamak zorunda kalmam




    hocam sende msn var mı karşılıklı konuşalım istersen
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Deep Impact

    quote:

    mutasyona gelince;
    peki radyasyon bu nokta mutasyonları nasıl yapabildi ?

    bir sürü dış faktör var dostum;örneğin güneş ışınları içinde bulunan ultraviole ışınları bu ışılar radyasyon yayar
    peki bu radyasyon sence mutasyona neden olmaz mı?hergün 10 saat güneş altında durursan(yazın)büyük ihtimalle kanser olursun.Ama şu da var belki duymuşsundur bazı nükleer reaktörlerin etrafında bulunan bataklıklardaki bazı kurbağaların 2-3 tane kafası bilmem kaç tane ayağı olduğu görülmüş,demek ki radyasyon
    bazı karakteristik özellikleri değiştiriyor ve kalıtsal kılıyor.
    Şimdi diyeceksiniz ki biz neden evrimleşmekte olan canlı görmüyoruz?çünkü bizim gördüğümüz yakın tarih(bkz:evrim teorisi 1838)Dünya'nın oluşumundan bu yana ufak bir zaman dilimini oluşturur.


    şu yazıyı bir kere daha okurmusun ? bilim teknikten alıntı

    Gerçekten de günlük yaşantımız süresince, hatırı sayılır miktarda mutajen (mutasyona neden olan) maddeye maruz kalıyoruz. Bunların arasında soluduğumuz havadaki ağır metaller, besinlerimizin içeriğindeki bazı koruyucular (Emülgatörler), oksidanlar (okside ediciler) ve daha birçok doğal veya yapay kimyasalı sayabiliriz.
    Normal şartlar altında, bu denli yoğun bir mutajen maruziyetinde, DNA�mızın yapısında bir sürü değişiklik olması beklenirdi.

    Ancak DNA, kendisini sağlam bir şekilde bir sonraki nesile aktarmaya programlıdır ve bunun için de kendi bünyesinde bir takım önlemler almıştır.

    Bildiğimiz gibi fiziksel karakterlerimizin şifresini taşıyan genlerimiz, DNA üzerinde bulunan ve lokus adı verilen özel bölgelerde bulunuyor.

    Ancak DNA�nın aktif olarak gen taşıyan bölgeleri, DNA�nın çok küçük bir yüzdesini oluşturuyor. Ayrıca DNA, kromozomlar içerisinde çeşitli proteinlerle de çevrilmiş olarak bulunuyor. Bunun nedeni, herhangi bir zararlı maddeye maruz kalındığında, etkilenecek olan bölgenin aktif bölgelere denk gelme olasılığını azaltmak. Bunun yanında, DNA�nın kendi üzerine sarılı ve kompakt bir halde bulunuyor oluşu (düz hale getirilmiş açık DNA dizisinin boyu, akıl almaz uzunluktadır) da bu denk gelme yüzdesini azaltan başka bir etken.
    Tüm bu korumaya karşın, tabii ki bazen zararlı maddelerin etki gösterdiği bölgeler, aktif gen bölgelerine denk gelebilir. Bunun yanında, DNA�nın kodlanması ısrasında da bir takım hatalar meydana gelebilir. Işte bu nokta da, DNA bu sefer çeşitli tamir mekanizmaları ile meydana gelen hatayı düzeltmeye çalışır. Çoğu zaman da bu tamir mekanizmaları başarılı olur ve DNA yapısını bir kez daha eskisi gibi düzgün şekilde koruyabilir. Ancak bazı durumlarda, DNA�nın tamir mekanizmasının düzeltmeyeceği veya eksik kalacağı hatalar olabilir. Örneğin; DNA zincirinin sadece bir kolunda meydana gelen bir hata, çoğu zaman kolayca düzeltilebilmesine rağmen, zincirin karşılıklı iki kolunda birden meydana gelen hatalar çoğunlukla geri dönüşümsüzdür. Buna �Nokta Mutasyon� adı verilir ve onarılması çok zordur. Işte böyle durumlarda, artık o gen bölgesinde bir değişiklik olmuş ve o bölgenin kodladığı protein de değişikliğe uğramıştır. Çoğunlukla eğer bu bir vücut hücresi içinde gerçekleşmişse, sadece o hücrede ve o hücreden çoğalan hücrelerde bu hata görülür. Yani meydana gelen mutasyonun, populasyondaki diğer bireylere bir etkisi olmaz.


    yani radyasyon ile mutasyon olamaz... hele böyle köklü değişiklik asla olamaz...

    quote:

    Bu başka bir konu ama;Ayrıca şimdi aklıma geldi Mayoz bölünme'nin Profaz 1 evresinde,homolog kromozomlar yan yana gelerek tetrat'ı bu kromozomlar birbirine sarılarak sinapsis'i oluşturur,ve bu kromozomlar arasında crossing over denilen bir parça değişimi olur buda kalıtsal çeşitliliği sağlar.


    crossing over la çeşitliliğin ne alakası var...

    crossing over saç siyahken bıyığın sarı olması gibi birşey bununla konunun hiç alakası yok...

    quote:



    18 Nisan 2005, 15:46:36
    Yeni mesajlar yok

    quote:

    Orjinalden alıntı: Deep Impact

    squadron ;

    karşılıklı mı yazışacağız yoksa copy past e devam mı ?

    gorillerin bir insan çıkarabilmesi için neler yapması gerektiğini bir listeleyebilir misin?

    goriller ile insan arasındaki farkları ...

    bir ansiklopediden fazla olur öyle değil mi?





    İnsan ve goril ortak bir atadan evrimleşmiştir. Evrimin birkaç yılda değil, milyonlarca yılda gerçekleştiği gerçeğini de burada göz önünde bulundurmak gerekir,pat diye bir gorilden insan çıkaramazsın.
    Okuduk ki mutasyonlar,nadiren yararlı olur.Zaten gorilden insan oluştuğunu söylemiyorum,ortak atadan evrimleştiğini söylüyorum.Belli ki diğer topicte goril ile ilgili mesaj okumamışsın.
    Goril(sadece goril değil şempanze ve primatlar) ve insanın aynı atadan geldiğini kanıtlayacak olursak;
    Şempanzelerin kanında bulunan hemoglobin proteinleri, insan kanında bulunan hemoglobin proteinleri ile birebir örtüşmektedir.
    Yapılan DNA çalışmaları sonucunda da, insan ve goril DNAsının birbirine oldukça benzediği ortaya çıkmıştır.
    DNA analizlerinin, evrimsel gerçekleri tartışmasız olarak açığa çıkardığı gerçeğine dayanarak, insan ve gorilin birbirine çok yakın akrabalar olduklarını kabul etmek kesinlikle yanlış değildir.


    bir farenin kanı insana daha çok benziyor ve

    en basitinden goril diyorum sen onun atasını kabul et insan arasında dağlar kadar fark var ...

    sen bu farkları göremiyor musun?

    DNA da bir bilgisayar prrogramı gibidr. Yapılan değişiklikler hep kusurlara sebep olur.

    Eşeyli üreme esnasında �gamet� olarak bilinen üreme hücrelerinin oluşumu, türe özgü kromozom sayısının sabit tutulmasını sağlar. Gamet oluşumunun normal işleyişinde, türe özgü kromozom sayısına sahip hücreler �mayoz bölünme� adı verilen özel bir hücre bölünmesi geçirirler ve bunun sonucunda da, bu özgül kromozom setinin yarısı miktarında kromozom içeren gametler meydana gelir. Ancak bazı durumlarda, bölünme esnasında kromozomlar arasındaki güçlü çekim kuvveti nedeniyle söz konusu kromozomlar birbirinden ayrılamaz ve aynı gamete gider. Sonuçta, aynı tip kromozomdan iki tane içeren gametler oluşur. Eğer döllenme sırasında bu tip gametler birleşirse, kromozom sayısı normalden daha fazla olan bireyler gelişebilir.
    Kromozom sayısında meydana gelen anormallikler çoğunlukla, döllenme sonrasında belirli bir evrede embriyonun ölümü ile sonuçlanır. Ancak kromozom anormallikleri her zaman öldürücü etki yaratmayabilir. Kromozom sayısı 46�dan farklı bir birey gelişirse, bir takım dış görünüş farklılıklarıyla da kolayca ayırt edilebilen belli sendromlar gelişir. Kısırlık ve zeka geriliği, bu sendromların hemen hepsinde görülen ortak sonuçlardır.
    İnsanda bulunan kromozomlar, genellikle 23+1 şeklinde gösterilir. Burada 23 ile gösterilenler �otozomal� yani somatik kromozomlar, 1 ile gösterilen ise �gonozomal� yani eşey kromozomlarıdır. Mayoz esnasında kromozomlarda ayrılmama, bunlardan herhangi birinde görülebilir. İnsanlarda eşey kromozomlarında �ayrılmama� durumu görüldüğünde, gametler normalde olması gerektiği gibi dişide X ve X, erkekte de X ve Y şeklinde ayrılmaz. Bunun sonucunda da XX , XY veya eşey kromozomu içermeyen gametler oluşabilir. Şimdi bu tip gametlerin birleşmeleri sonucu gelişen embriyolarda ortaya çıkan sendromlara bir göz atalım:

    1. Klinefelter sendromu: Embriyo 44+XXY (47) kromozom setini taşıdığında ortaya çıkan bu sendrom sonucunda uzun boylu, uzun kol ve bacaklı, dişi eşey karakterlerini gösteren, kısır ve zeka engelli bireyler gelişir.

    2. Üçlü dişilik sendromu: Embriyo 44+XXX (47) kromozom setini taşır. Kısırlık ve zeka geriliği yaygın olarak görülmekle birlikte, bu kromozom seti taşıyan bayanların çoğunda herhangi bir belirgin semptom görülmez. Yani normal bir zeka gelişimi gösterirler ve doğurgandırlar.

    3. XYY sendromu: Erkek bireyde gamet oluşumu sırasında mayozun ikinci evresinde Y kromozomlarının ayrılmaması durumunda YY kromozomu taşıyan spermler oluşabilir. Eğer bu spermler normal bir yumurta hücresini döllerse, embriyo 44+XYY kromozom setini taşır. Sonuçta da zeka geriliği görülen, uzun boylu erkek bireyler gelişir. Son yıllarda yapılan araştırmaların sonucunda, seri cinayet sanıklarının ve suç işlemeye eğilim gösteren kişilerin belli bir oranının, bu kromozom setine sahip oldukları ortaya çıkmıştır.

    4. Down sendromu (mongolizm): 21 numaralı somatik kromozomda ayrılmama durumu görüldüğünde ortaya çıkar. Embriyo 45+XX veya 45+XY setlerinden birini taşır. Geniş eller, kısa parmaklar, tıknaz vücut, oransal olarak büyük bir dil, çekik gözler, zeka geriliği ve geniş-yuvarlak bir yüz, en belirgin özelliklerdir.

    5. Edward sendromu: 18 numaralı somatik kromozomda ayrılmama olması sonucunda gelişen 47 kromozomlu bireylerde görülür. Bu sendrom, bireylerin dış görünümü ile kolayca ayırt edilir ve çoğunlukla 10 haftalık olamadan ölümle sonuçlanır.

    6. Patau sendromu: 13 numaralı somatik kromozomda ayrılmama olmaması sonucu gelişir. Küçük ve işlevsiz gözler, küçük bir beyin ve yarık dudak görüntüsü gibi özellikler ile kendini gösteren bu sendrom da, doğumdan birkaç hafta sonrasında ölümle sonuçlanır.

    Bunların dışında, yine kromozomlarda �ayrılmama� sonucu ortaya çıkan eksik kromozomluluk durumları da görülebilir. Ancak sonuçlar yine aynıdır. Bunun nedeni, gen ve kromozom dengesinin, en ufak bir değişiklikte bile embriyoda öldürücü ve ciddi kalıcı hasarlara neden olacak kadar hassas oluşudur.

    YANİ MUTASYONLAIN İNSANLARA VERDİĞİ ZARARLAR VE HASTALIKLAR ORTADADIR

    HİÇ MUTASYONA UĞRAMIŞ MÜKEMMEL BİRBİREY VAR MI ŞU DÜNYA DA ?

    ÖYLE BİR İMKAN OLSA FARELERİ MUTASYONA TABİ TUTAR MĞKEMMEL CANLILAR ELDE EDEBİLİRDİK....

    HATTA BAŞKA BİR KONU DA GENLERİ İLE OYNANAN GIDALARDIR...

    ONLARIN DA VÜCUDA NE KADAR ZARARLI OLDUĞUNU HERKES BİLİYOR

    ayrıca yavaş bir şekilde mutasyon olamayacağını yukarıda izah etmiştim...


    burada da mutasyonun ne kadar zararlı olduğu aşikar...

    yazdıklarımı okumadan yorum yapıyor ve bana aynı yazıları tekrar tekrar yazdırıyorsun


    yaw hocam kaç defa bilim ve teknik'den alıntı yaptım mutasyonların sırf zararlı olmadığı yönünde asıl sen benim yazdıklarımı okumuyorsun



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi squ@dron -- 18 Nisan 2005, 16:30:35 >




  • squadron ;

    al sana bir yazı ve bunun üzerinde konuşalım.

    soru: İnsanın DNA yapısıyla oynansa insanlarda değişim olur mu yada insanın DNA�sının değişmesi mümkün mü? Değişirse faydaları ve zararları ne olur? Açıklama için teşekkürler. (Mustafa Sarı)


    Her türün DNAsı türe özgü ve türün yaşamını devam ettirebilmesi için gerekli olan proteinlerin sentezlenmesini sağlar. Herhangi bir organizmanın DNAsında değişiklik meydana getirilmesi, yeni bir proteinin sentezlenmesi anlamına gelir. Çoğunlukla da bu yeni sentezlenen protein, organizmanın kendisine tamamen yabancıdır.

    Transgenik organizmalara ilişkin çalışmalarda, türlerin DNA yapılarına, belirli yeni özelliklerin ortaya çıkmasından sorumlu gen parçacıkları ekleniyor. Bu sayede örneğin daha fazla süt üreten veya ürettiği sütün vitamin içeriği daha yüksek olan büyükbaş hayvanlar elde edilebiliyor. Ancak belirli üstün özellikler elde edilirken, bazı özellikler de baskılanmış oluyor.

    Teorik olarak insanın DNA yapısıyla oynanması da mümkün görünüyor. Ancak bunun uzun vadede doğuracağı sonuçların neler olabileceği konusunda görüş öne sürmek oldukça zor. Aslında bu, biraz da ne tür bir değişimden söz ettiğinize bağlı. DNA yapısına katılacak olan özelliklerin, sınırlı sayıda gen tarafından kontrol edilmesi gerekiyor. Örneğin, insanın DNAsıyla oynayarak onu fotosentez yapan bir canlı haline getirmek neredeyse imkansız. Çünkü kloroplast oluşturacak gen yapısı sağlansa bile, enerji elde etme yollarının tamamının fotosenteze uyarlanması gerekir. Bunun da insana faydadan çok zararı olacaktır. Belirli olumsuz faktörlere karşı direnç mekanizmalarının kontrolünde rol oynayan proteinlerin yapılarının güçlendirilmesi, bazı bitki türlerinde denenmekte olan bir çalışma. Bunun insan DNA yapısına uyarlanması teorik olarak mümkün. Ancak bu durumda, vücuttaki diğer proteinlerin işleyişinde ne gibi aksaklıklara yol açılabileceği ve sonuçta sentezlendiği anda vücutta �yabancı� olarak nitelendirilecek bu proteinin başka ne gibi bağışıklık tepkilerine yol açabileceği de irdelenmeli.

    DNAnın tamamında değişiklik gerçekleşmesi halinde, insan türünde belirli değişikliklerin olacağı kuşkusuz. Ancak sorun, bu yeni insanın yaşam başarısının ne ölçüde kabul edilebilir olacağı. Kısacası, DNAsıyla oynayarak �daha üstün� nitelikli bir insan yaratmak, filmlerde görüldüğü kadar kolay değil.

    http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/index.php?kategori_id=2&soru_id=910

    BURADA DİYOR Kİ SQUADRON KARDEŞ, İNSAN DNA SINDA VEYA HERHANGİ BİR DNA DA DEĞİŞİKLİK YAPMAK BU TEKNOLOJİ İLE BİLE İMKANSIZ!!!

    HAL BÖYLE OLUNCA RASTGELE TESADÜFEN GENLERE YAPILAN MÜDAHALELER İLE YENİ BİR TÜRÜN OLUŞMASI NE DERECE MÜMKÜN ?

    mesela hayvanın akciğeri değişti, bu sefer akciğere has solunum sistemi değişecek, ona göre kandaki bazı akyuvar ve alvyuvarların miktarı değişecek.. vs.

    gorilin atasından bir insan olması ne kadar bin yıl geçsede imkansız olacağı aşikar.

    biz insan ve bu teknoloji ile bir tür oluşturamıyor hatta gene müdahale ederek sağlıklı bol süt veren inekler günde 5 defa yumurta veren tavuklar üretemiyorsak , ne kadar milyar yıl geçsede mutasyon ile yeni türün oluşması mümkün değil...

    yazdıklarımı dikkatli okursan ne demek istediğimi daha rahat anlatabilirim...

    ayrıca mutasyon hiç yok demiyorum. Tabiiki var.

    Mutasyonların yüzde 99 civarındakiler zararlı.
    ve bu zararlı canlılar hemen öllüveriyor ya da hastalanarak bir sonraki nesile mutasyon aktarılamıyor.

    bir DNA zincirinin herhangibir parçasında meydana gelen mutasyon diğer parça ile onarılıyor zaten...

    hal böyle olunca bir tane mutasyonun olumlu netice vermesi milyonda 1 ihtimal bile zor oluyor.

    böyle devam ederek türlerin çeşitliliğini açıklamak imkansız !!!

    ayrıca ben sana zararlı mutasyonlardan onlarca örnek verebilirim ama sen bana insanda böyle mutasyon olmuş da iyi olmuş diyeceğin kaç örnek var.!!!

    lütfen yazıyı 2 defa oku...




  • quote:

    Orjinalden alıntı: serkaf

    quote:

    ilk hücrenin nasıl olduğuna dair çeşitli kuramlar ve deneyler vardır.. en umut vaadedeni lipozomlardır.. lipozom kabaca bir lipidin polar bi sıvının içine damlatıldığı zaman oluşturduğu balon gibi yapıya denir. içi ve dışı sıvıyla doludur. bir kompartıman oluşturur.. bunun dışında kopyalayıcı moleküller vardır.. RNA bunların en eskilerindendir.. DNA'nın üstün genetik kod taşıma özelliği RNA'da bulunmamakla birlikte (çünkü RNA mutasyona çok yatkındır) DNA'da bulunmayan enzimatik özelliğe sahiptir. RNA premodial çorbada rahatlıkla oluşabilecek bir moleküldür ve deneylerle bu gösterilmiştir.. zamanla RNA kendini sürekli kopyalamış ve bu esnada çeşitli makromoleküller evrilmiştir. daha sonraları bu makromoleküller lipozomların içine hapsolup (şans eseri) çeşitli etkileşimlerde bulunmuştur. birçoğu bir işe yaramamış ancak bazıları olumlu sonuçlar vermişlerdir ve bu sistemler zamanla kendilerini kopyalarak diğerlerine üstünlük kurmuşladır. daha ileriki seviyelerde de ilkel "canlılar" oluşmuştur (şimdiki canlı tanımıyla pek uyuşmasa da canlı olarak adlandırılabileceğini düşünüyorum bunların.. tabi ki tek hücreliler)


    _shien on_

    çok güzel yazmışsın madem mühendislik okumuşsun bunada cevap verebilirmisin?(gerçekten merak ediyorum)

    dna her bölünme öncesi kendine ait belirli bir konrol sisteminden geçer. bu sistemler g1 g2 ve m fazında olan kontrollerdir. bu kontroller dna her mutasyona (yani parça gen değişmesi baz dizilişi farkı yani eski dna'dan olan farklar) uğradığında dna'nın kopyalanmasını engeller. bu ilk dna oluştuğu zaman bu kontrol sistemleri de yanında beraber mi geldi, yoksa hepsi aynı andamı oluştu?(ki bu sistemler çalışmadığı zaman sen daha iyi bilirsin hücre ya ölür ya da kanserleşmeye gider)

    hepsi beraber oluşmadıysa bu şu anlama geliyor(senin yaptığın hesaba göre)

    quote:

    400 de 2 oldukça büyük bir orandır.. sen mühendis olduğun için sana az geliyo olabilir ama şöyle düşün.. ben labaratuarda sadece 5 cm çapındaki bir agar tabağında sadece 1 hücreyle başlayarak 20 dakikada bir bölünen E. coli bakterisiyle sadece 2 günde 2.23E43 tane bakteri elde edebilirim.. DNA replikasyonu esnasında oluşan mutasyon oranı yaklaşık 1milyonda 1dir ama bu ökaryotlarda.. bakterilerde çok ama çok daha fazla.. hadi şimdi onu boşver.. ökaryotlardaki orana göre hesaplayalım.. böl o sayıyı 1milyona: 2.23E35
    bundan da 200de biri olumlu mutasyon olsun: 1.1E33 hadi sana bi güzellik yapalım 10^27 tane de ben götüriim (ama unutma ki 10^27 tane olumlu mutasyon geçirmiş bakteriyi çöpe attım senin için).. 1.1 milyon olumlu mutasyon geçirmiş bakteri.. sadece 2 günde... bi de bunu şööle bi kaç milyar yıla yay... of anam!!! sayıya bak!!!!


    1.1 milyon çarpı milyarlarca yıl kadar çeşitlilik. ee kaç tür canlı var yeryüzünde?(dikkatini çekerse olumlu mutasyonları aldım)


    g1, g2 ve m noktalarında genlerdeki mutasyonlar kontrol edilmez. zaten böyle birşeyi yapabilmesi için hücrenin elinde referans DNAsı bulunması gerkir ki hatasız olan örnekle kıyaslanabilsin ve hata varsa bulunabilsin. bu safhalarda hücrenin büyüklüğü, besin durumu, çevresel faktörler gibi şeyler kontrol edilir. (bunlar da cyclin dependent kinases aracılığıyla yapılır.) ve tabi ki bu mekanizma ilk hücreyle beraber gelmedi.

    mutasyonla alakalı çoğunuzda yanlış bir eğilim var. çok makro düşnüyosunuz. mutasyonların çoğunun fenotip üzerinde bir etkisi olmaz (ökaryotlardan bahsediyorum). ya intronlara denk gelirler ki intronlar DNA'nın gen kodlamayan kısımlarıdır ve canlıdan canlıya değişse de genomun büyük bir bölümünü oluşturur; ya oluşan mutasyonun genin ürünü olan proteinin dizisi üzerinde bir etkisi olmaz, ya dizi değişir ancak proteinin şekli değişmediği için işlevinde bir değişiklik olmaz ya da proteinin şekli de değişir ancak aktif kısmı değişmeden kalır ve yine işlevinde bir değişiklik olmaz (sonuncusu çok ama çok nadir olur..) ayrıca mutasyonun gelecek nesillere aktarılması için mutlaka ve mutlaka üreme hücrelerinde olması gerekir. senin elinde bacaanda olan bi mutasyonun gelecek nesile aktarılması mümkün değildir. yani oluşan mutasyonların çok büyük bir kısmı gelecek nesillere aktarılmaz. bunun da dışında her mutasyon yeni bir canlı oluşituracak diye bir şey yok.. zaten böyle birşey olamaz!!! tek mutasyonla yeni bir tür oluşamaz!!!

    bir örnek vereyim. zaten çoğunuz biliyosunuzdur.. mavi göz rengi, renk pigmentlerini kodlayan genlerdeki (iki alelli bir gen) mutasyon sonucu oluşmuştur. mavi gözlü olan insanlarda göz rengi geni ya yoktur ya da işlevsel değildir (yarısından kesilmiş gibi bişey oluyo...) alın size gayet güzel, genel ve etkisiz bir mutasyon....




  • quote:

    mutasyon ile ilgili olarak değişik görüşler var topic te...

    mesela zero 01 arkadaşımız yavaş yavaş mutasyon ile oluyor dedi. Radyasyon birincil faktör dedi. Bilim tekniğin yazısı ile yavaş yavaş veya az miktardaki radyasyonun mutasyona sebep olamayacağını beraber okuduk.

    diğer arkadaşımız replikasyon sırasında mutasyona tabi oluyorlar dedi.

    ben de her yıl trilyarlarca replikasyon oluyor ama ortada hiçbir değişiklik yok dedim.


    dolayısı ile ikisi de çürümüş oldu.


    deep impact. senin şu lafından sonra inan ki başka birşey yazmıycam sana!!bu kadar saçma ve dayanaksız birşey olamaz!!! böyle kestirip atan birisinin bilimle alakalı bir konuda "tartışmasını" oldukça gereksiz ve saçma görüyorum.

    o zaman ben de sana şöyle diyim.. madem sen öyle diyince çürümüş oldu iki görüş de... aynı şekilde ben de diyorum ki hayır efendim! her yıl trilyonlarca replikasyon oluyor ve ortada çoook değişiklikler var ancak bunlar yeni nesillere aktarılmıyor. ve aynen senin yaptıın gibi herhangi bir açıklama yapmadan sonuca varıyorum:

    şimdi de ben senin düşüncelerini çürütmüş oldum!!!




  • 
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.