Şimdi Ara

ortadoğuda kazan kaynıyor

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
4
Cevap
0
Favori
579
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Dışişleri Bakanı Abdullah Gül; ABD'nin İran ve Suriye'ye saldırı için Türkiye'den destek istediğine dair son günlerde ortaya atılan iddiaları yalanladı. Türkiye ile Suriye arasındaki yakınlaşmayı "mükemmel" olarak niteleyen Gül, ABD'den bu iki ülkeye karşı "Türkiye'nin desteğini içeren bir talep gelmediğini" söyledi.

    Türkiye'nin İran ve Suriye ile güçlenen ilişkilerini ve Irak işgalinin ortaya çıkardığı ağır faturayı gören herkes, ABD ve İsrail'in yaklaşan bu iki krizde Türkiye'yi çok kolay yanına çekemeyeceğini biliyor. Ancak krizin boyutları o kadar genişliyor ki, Türkiye'nin ne tür adımlar atacağı, krizi kendi adına nasıl yöneteceği sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da en çok merak ettiği mesele haline geliyor.

    ABD-Türkiye, İsrail-Türkiye arasında bu konular ne kadar gündeme geldi, geldiyse ne şekilde geldi, tam olarak bilmiyoruz. Türkiye'nin bu konudaki hassasiyetini ve direncini tahmin edebiliyoruz. Ancak İran'ın nükleer tesislerine yönelik saldırı ve Suriye'nin "kontrol altına alınması"na ilişkin bütün senaryolarda Türkiye'ye merkezi bir rol biçiliyor. Hem ABD hem de İsrail'in İran'a yönelik askeri planlarının merkezinde Türkiye var. Ankara reddetse de bu böyle. Ankara işbirliği yapmama kararında olsa bile şu ana kadar krizin seyri böyle. Belki Türkiye bu rolleri üslenmeyecek, belki engelleyici bir pozisyon belirleyecek, belki de direnci "bir şekilde" kırılacak... Bütün bunları zaman gösterecek. Üstelik bu zaman pek de uzun değil.

    Amerika'nın İran'ı hedef almak için kendince gerekçesi çok: İran'ın nükleer silahlar edinmesi, teröre destek vermesi, İran'a karşı devrimden kaynaklanan intikam duyguları gibi. Ayrıca Tahran'ın 2004 yılında aldığı, petrol ticaretinde dolar yerine Euro'yu kullanmaya, bir petrol borsası oluşturmaya, "petrodolar" tekelini kırıp "petroeuro"yu öne çıkarmaya yönelik kararı var. İran'ın Rusya, Çin ve Latin Amerika ülkeleri tarafından da desteklenen bu projesi, doların dünya hakimiyetini ve Londra'daki uluslararası petrol borsasını sarsacak, doların devalue edilmesi sürecini hızlandıracak, petrol fiyatları üzerindeki ABD tekelini kırabilecek bir gelişme olarak niteleniyor. Yine İran'ın, Çin, Rusya, Hindistan ve bazı Avrupa ülkeleriyle enerji alanında yürüttüğü dev projeler ABD'nin Avrasya'yı çevreleme stratejisine ölümcül darbeler indiriyor. Anglo-Amerikan-İsrail ittifakı bu nedenle İran'ı hedef aldı. Afganistan, Pakistan, Azerbaycan, NATO üzerinden Türkmenistan ve bölgedeki diğer ABD üsleri, Irak'taki ABD egemenliği ve Türkiye üzerindeki ABD nüfuzu, aslında İran'ı çepeçevre kuşatmış durumda. İran kuşatmayı radikal kararlarla kırma yolunu deniyor. Nükleer silahlar en önemlisi, ABD'yi rahatsız edecek enerji ortaklıkları da böyle.

    Kuşatmanın yarılması ABD'nin Ortadoğu-Orta Asya hattındaki jeopolitik hareketliliği daha da hızlandıracak, Ortadoğu-Hazar arasında çok büyük çatışmalara neden olacak, İsrail'in bölgesel askeri hegemonyasına ağır darbe indirecektir. Bu, sadece İran'ın stratejisi değil. Asyalı güçler, İran üzerinden ABD'ye karşı şiddetli bir savaş yürütüyor.

    İran'a saldırı, bu yönüyle dünyayı yol ayrımına götürecek, Doğu ile Batı arasında belki de bu yüzyılın temel dengesini belirleyecek uzun ve azap verici bir kavgaya neden olacaktır. Ortadoğu/İslam dünyasında ABD ve İsrail'e karşı köklü hareketlerin ortaya çıkmasına neden olacaktır.

    Kriz bölgede korkunç bir silahlanma yarışı başlattı. S. Arabistan'ın İngiltere ile yaptığı milyarlarca dolarlık hava savunma anlaşmaları, Türkiye'nin İran'ın güçlenmesine paralel olarak hava savunma sistemleri ve uzun menzilli füzeler konusunda çok ciddi çalışmalara girişmesi, krizin her an bölgesel bir savaşa dönüşebileceğini, bölge ülkelerinin krizi, savaşı ve süreci yönetme iradesini kaybedebileceğini gösteriyor.

    Gül'ün dediği gibi, belki bugün ABD'den böyle bir talip gelmedi, belki gelse de Türkiye hayır diyecek. Ama Kızıldeniz'den Hazar'a kadar yayılabilecek bu ateşi başkaları yakacak ve Türkiye ateşin tam ortasında kalacak. O zaman ne yapacağız?

    İbrahim KARAGÜL (köşe yazarı)







  • bu savaş kaçınılmazz olucak türkiye abd ye hayır desede yinede abd irana taaruzu başlatıcak ve biz ister istemez bu savaşa giricez ve gerçektende bu yüzyılın gidişatını belirliyecek allah yardımcımız olsunn.
  • Ölecek asker aranıyor!

    2006 mutluluklara, hayırlara vesile olsun. Ancak havada yanık kokusu var.
    Bu ne dumandır!





    Duman, ABD içindeki itibarı yerlerde sürünen "Bush yönetimi" nin, Türkiye'de sivil ve askeri devlet kademelerinde nedense
    "daha muteber" hale gelmesinden...
    Tabii, "beterin beteri" olma ihtimalinden kaynaklanıyor.
    Hep kendimize yonttuğumuz için onca gizli servis ziyaretinden hep "PKK'ya karşı işbirliği" sonucu çıkardık.
    Yani devletimiz talep ediyordu; CIA, FBI filan da o talebi dinlemek için zahmet edip buralara geliyordu.
    Kara Kuvvetleri Komutanı da, bu talepte bulunmak için oralara gidiyordu.




    Aynı esnada manzara şuydu:
    1. Irak'ta seçimler olmuş, bir Anayasa yapılmıştı; Irak askeri ve polis güçleri tesis edilmekteydi ama kimilerinin sadece "terörizm" dediği, kiminin ise salt "direniş" diye adlandırdığı mesele ortadan kalkmamıştı.
    2. Mesela, Samarra gibi bir Sünni kent durmadan ele geçirilmek durumundaydı.
    3. Oysa, sadece küçük bir bölümü Iraklı sivillerin ölümünü dert etse de, "ABD kamuoyu" denen garip yapı artık ABD kayıplarını,
    Bush yalanlarını, Irak'ta bitmeyen hikayeyi dert ediyordu.
    4. Bunun sonucunda Bush yönetiminin desteği hiç düşmediği kadar ayak diplerine inmişti.
    5. Lakin 2006 kasımında Kongre'de yenileme seçimleri vardı. Cumhuriyetçiler fiyaskodan ürküyordu.
    6. Durumu çevirmek için, Irak'tan biraz biraz çekilmeye başlamak, en azından bunun havasını basmak gerekiyordu.
    7. Nitekim, yalanların ve işgalin beyni Savunma Bakanı Rumsfeld, "yavaş yavaş çekilme" sinyalleri verdi; "Iraklıları terörizmle mücadelede destekleyecek ölçüde bir ayak izi bırakacak kadar askeri güç bırakmak" tan bile bahsetti.
    8. Irak'taki işgal komutanı General Casey ise politikacı olmadığı için "ayak izi" nin filan yetmeyeceğini biliyordu; çekilen birlikleri ABD'ye yollamak yerine Kuveyt'te tutmaktan, gerekirse de asker sayısını artırmaktan dem vuruyordu.
    9. ABD ordusu, 138 bin kişilik işgal kuvveti daha fazlasına yetmediği için ve asker kayıplarını azaltmak maksadıyla, kimsenin pek üstünde durmadığı bir "adilik" de yapıyor, zaten işgal ettiği ülkede "hava saldırıları" na abanıyordu. Daha az ABD askeri ölsün diye, tabii daha çok Iraklı sivil öldürülüyordu.
    10. Tabii, Suriye'ye hala "dersinin verilmemiş olması";
    İran'ın yeni başkanıyla "iyice kaşınması"; yarın öbür gün ikisinden birine muhtemel bir İsrail yahut ABD saldırısının ardından vaziyet alınması, bunun için sadece uçak ve bomba değil, asker de gerekebileceği, bu askerlerin nereden kaydırılacağı gibi sorunlar da mevcuttu.




    Hükümet ve Genelkurmay aynı paralelde mi, yoksa farklı enlem ve boylamlarda mı düşünüyor; düşünüyorsa ne düşünüyor, ama durmadan "ABD'den taleplerimiz" diye pazarlanan durum o kadarla kalmasa gerek.
    ABD'nin ihtiyacı belli: Irak'ta belli bölgelerin kontrolünün devredileceği ve gerektiğinde ABD askerleri yerine ölebilecek, daha ucuz, daha masrafsız askerler.
    Karşılığında kararınca "Kuzey Irak vaadi".
    Sizden istenen, daha çok cinayet, daha çok ceset!
    Onlar için ölür müsün Memet?

    Umur TALU Köşe yazarı




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.