Şimdi Ara

Türklerin asırlardır peşinde koştuğu kızıl elma nedir?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
20
Cevap
0
Favori
1.426
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Kızıl Elma söylemini bilirsiniz. Turancılık ile birlikte Türklerin gönlüne taht kurmuş bir kavram olan kızıl elma, dünyadaki fethedilmemiş her yeri fethedip Türk boyunduruğunda yaşatma azminin ezeli ve ebedi simgesi olageldi. Velhasıl, şimdiye değin kızıl elmanın gerçekte ne olduğunu, kızıl elma diye diye neyin peşine düştüğümüzü de anlayamadım. Üzerine pek çok rivayetin olduğu kızıl elma hakkında düşüncelerinizi paylaşırsanız memnun olurum.




  • Yapay Zekanın Yanıtı

    Kızıl Elma Nedir? Türklerin Yüzyıllar Boyu Peşinden Koştuğu Rüya

    Kızıl Elma Nedir?

    Türk tarihinde "Kızıl Elma" kavramı, yüzyıllar boyunca Türklerin peşinden koştuğu bir ideal ve hedef olmuştur. Kızıl Elma, Türklerin ulaşmak istediği en yüksek seviyeyi ve nihai başarıyı temsil etmektedir.

    Kızıl Elma'nın Kökeni

    Kızıl Elma kavramının kökenleri, 13. yüzyılda yaşamış ve Anadolu'yu fetheden Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubad'a kadar uzanmaktadır. Alaeddin Keykubad, rüyasında bir elmanın peşinden koştuğunu ve onu ele geçirdiğinde dünyaya hükmedeceğini görmüştür. Bu rüyadan sonra sultan, "Kızıl Elma"yı Türklerin hedeflemesi gereken bir ideal olarak benimsemiştir.

    Kızıl Elma'nın Anlamı

    Kızıl Elma, Türkler için sadece bir toprak parçası veya siyasi bir hedef değil, daha ziyade manevi ve kültürel bir semboldür. Türklerin görevi, Kızıl Elma'yı fethetmek değil, onun temsil ettiği idealleri benimsemektir. Bu idealler arasında adalet, kardeşlik, barış ve ilim gibi ilkeler yer almaktadır.

    Kızıl Elma'nın Peşinde

    Türkler yüzyıllar boyunca Kızıl Elma'nın peşinden koşmuşlardır. Bu arayış, onları Anadolu'dan Avrupa'ya ve Asya'nın derinliklerine kadar birçok farklı bölgeye taşımıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşu, Türklerin Kızıl Elma'ya doğru attıkları en önemli adımlardan biri olmuştur. Osmanlı sultanları, Kızıl Elma idealini imparatorluklarının yönetim felsefesine yansıtmışlardır.

    Kızıl Elma Bugün

    Günümüzde Kızıl Elma kavramı, Türk halkının birlik ve beraberliğini simgeleyen bir sembol olarak yaşamaya devam etmektedir. Türkler, Kızıl Elma'nın temsil ettiği ilkeleri benimseyerek, dünyaya barış ve adalet getirmeyi hedeflemektedirler.

    Yapay Zekanın Yanıtını Genişlet
  • Müslümanların gaza ve cihadı ile aynıdır.İkisinin de amacı dünyaya hâkim olup tek millet olmak.
  • Hedef, amaç, erek, gaye, goal. Aynı zamanda son zamanlarda soğuduğum, suyu çıkarılmış, bir kavram.

  • quote:

    Orijinalden alıntı: Guest-AB1E07F87

    Hedef, amaç, erek, gaye, goal. Aynı zamanda son zamanlarda soğuduğum, suyu çıkarılmış, bir kavram.

    Evet ama kızıl elma özelinde bir kavramın gelişmesinin sebebi ne? Neden yeşil elma, turuncu portakal değilde kızıl elma? Yıllardır Fındıkzade/İstanbul'da Kızıl Elma caddesinde gider gelirim de, neden bu ismin neredeyse kutsal addedildiğini anlayamadım gitti.

  • quote:

    Orijinalden alıntı: Sailor64

    Evet ama kızıl elma özelinde bir kavramın gelişmesinin sebebi ne? Neden yeşil elma, turuncu portakal değilde kızıl elma? Yıllardır Fındıkzade/İstanbul'da Kızıl Elma caddesinde gider gelirim de, neden bu ismin neredeyse kutsal addedildiğini anlayamadım gitti.



    Alıntıları Göster

    Belki "kızıl" renge verilen değerden kaynaklı. Belki güneşle ilişkilendirilmiştir. Belki de eskiden Türklerin yaşadığı coğrafyalarda kırmızı(kızıl) elma yetişmiyordu ve belki de bu yüzden kızıl elma; bereket, kut anlamına geliyordu. Tamamen farazi konuşuyorum. Neden kızıl olduğunu bilmiyorum, araştırmadım. Bildiğim bir şey var. O da Tıva Cumhuriyeti var Rusya'da. Başkentinin adı Kızıl ama bu, bizi bir yere götürmüyor Türklerin asırlardır peşinde koştuğu kızıl elma nedir? .

    Merak ediyorsanız etimolojiye bakın, "gerçekten" bilimsel kitaplara bakın. İlle kitap almaya da gerek olmayabiliyor. Nette de çeşitli makaleler var, Ulusal Tez Merkezi var. Bilgiye ulaşmanın bir sürü beleş yolu var. Benimkinden daha iyi cevapları vardır. Belki onların cevaplarını verdim Türklerin asırlardır peşinde koştuğu kızıl elma nedir? .


    Edit: Kavramın Anadolu'da, Osmanlılarla şekillenmediğini kabul ettiğimizi farz ederek yazdım. Mezkur kavram burada oluşmuş da olabilir.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-AB1E07F87 -- 4 Ekim 2020; 22:52:56 >




  • Nicki "muhteris Türk" olan bir yazardan daha iyi bir yanıt beklerdim. Anlaşılan tartışmalardaki beklenti düzeyini özellikle "milliyetçilik" söz konusu olduğunda orta eğitim seviyesinden yukarıda tutmamak gerekiyor. Bir araştırma yapayım bakalım, sonuçları paylaşırım.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sailor64 -- 5 Ekim 2020; 0:10:21 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Sailor64

    Nicki "muhteris Türk" olan bir yazardan daha iyi bir yanıt beklerdim. Anlaşılan tartışmalardaki beklenti düzeyini özellikle "milliyetçilik" söz konusu olduğunda orta eğitim seviyesinden yukarıda tutmamak gerekiyor. Bir araştırma yapayım bakalım, sonuçları paylaşırım.

    Nickimle konunun alakasını çözemedim. Benim nickimden kaynaklı olarak bir beklentinizin olması, ve bu beklentinizin karşılanıp karşılanmaması, benim sorunum değil; sizin sorununuz. Zaten kavrama tamamen hakim olduğumun da müddeisi değilim. Başlıkta basitçe "nedir" sorusunu sorulmuş. "Ne" sorusuna ancak tariflerle yanıt verilebilir. Önce kendi fikrimi yazdım, sonra bilgiye ulaşmanın en güzel araçları olan kaynakları önerdim. Burada hazırdan cevap almak kolay ama ben meşakkatli ve doyurucu yolu söyledim. Bence gayet de güzel yanıt verdim. Ne kadar da karman çorman olmayan, güzel, muteni bir yazı şeklim var. Yazdıklarımı okudukça okuyasım geliyor. Keşke her yazdığımı alnıma da yazabilsem. Böyle yazanı bulamayanlar var nankör Türklerin asırlardır peşinde koştuğu kızıl elma nedir? 

    Haydi güzel araştırmalar.





  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • Dünyayı sembolize ettiği aşikar. Bizans'tan Avrupalılara geçtiği gibi Türklere de geçmiş olabilir. Bizans'ta üstünde haç olan, elma benzeri, dünyayı temsil eden ve "globus cruciger" denen bir nesne var. Hükümdarın taşıdığı bu nesne emperyal iktidar alametiydi. Bizans zaten evrensel addedilen Roma imparatorluğunun geç antik çağla ortaçağdaki [Hıristiyan ve Hellenistleşmiş] haliydi, Türklerin daha doğrusu bozkırın hakimi güçlü bir Türk hakanının zengin ve kudretli "evrensel yönetici" Roma imparatorunun bir alametini adopte etmesi akla oldukça yatkın bir açıklama. Bahsi geçen nesnenin "kızıl elma" olarak yorumlanması ise Türklerin hayal gücünün ve nesnenin üstündeki haçın ne olduğu hakkında tam bir bilgiye sahip olmamalarının eseri olmalı. İddiamı destekleyen ilginç bir anekdot olarak: Roma-Bizans imparatorluğunun alameti porfir denilen oldukça koyu bir kızmızı renktir. Bizans'ta dünyanın efendisi addedilen ve tamamen öyle lanse edilen imparatorlar porfir renkli kıyafetler giyerlerdi (başkası kural olarak giyemez), porfir renkli eşyalar kullanırlardı, porfir renkli sütunlar - yapılar dikerlerdi ve porfir lahitlere gömülürlerdi. Yeni Roma - İstanbul ise evrenin - dünyanın merkezinde konumlandırılırdı. Gerçi bir yandan tamamen Türklere özgü de olabilir, Türk Moğol geleneğinde de iktidarı derecelerine ve hakimiyet yönlerine göre (mesela Batının metafor olarak Mavi renkli sürüsünün efendisi olmak) belirli renklerle ve nesnelerle özdeşleştirme uygulaması var. Kızıl-altın renkte elma esas hükümdar kağanın oturduğu ve sürüsünün bulunduğu yer olan doğuyu (ve haliyle Tengri'den kutla alınmış olan dünya hükümdarlığını) sembolize ederden zamanla orijinal nomadik kültürel içeriğini yitirip Türkler arasında cihangirlik sevdası anlamına kaymış olabilir ama Roma Bizans devletiyle bağlantılı olması da azımsanmayacak bir ihtimal. Ziya Gökalp'ten itibaren milliyetçi tradisyon ise kızıl elmaya salt anlamda iktidarsal ve monarşik değil, milliyetçi olan anakronistik daha başka bir anlam yüklemiş. Milliyetçilik 19.yüzyıl öncesinde non-existent bir ideoloji, kızıl elmayla eskiden kastedilen şüphesiz ki bir milletin veya milli şuurun hakimiyeti değil. Ortodoks bir inanca - dine sahip hükümdar ve cengaverlerinin bu "doğru din" anlayışının çerçevesinde dünya hakimiyeti. Özünde milliyetçi değil; emperyal ve dini (emperyal ve dinsel Bizans veya Roma'dan söz edip bir milletten söz edebilir miyiz zaten?) bir ideolojinin yansımasıdır "kızıl elma". Uhrevidir.

    Özellikle Sasani Persleri ve Müslüman Araplar karşısında Göktürkler ve Hazar Türklerinin Bizans'la olan diplomatik ve askeri ilişkilerinden çıkardığım bu iddia hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >




  • KIZIL ELMA tabiri Osmanlıdan önceki atalarımız olan Türk devletlerine dayanır ve fethedilecek yerlere sembolik olarak kullanılırlardı Osmanlı'da da Yeniçeri askerleri bu tabiri çokca kullanır savaşa giderken kızıl elmaya gidiyorum derlerdi
  • Osmanlıdan önceki Türklerde kızıl elma avrupadaki şehirlerdir. Osmanlıda ise yani o dönemlerde roma üstün güçtü dünyaya hükmeden bir güç osmanlı Türklerinin kızıl elması roma olarak geçer veya Roma’daki Saint Pierre Kilisesi’nin üzerinde bulunan ve denizden de görülebilen altın yaldızlı küre ama hiç bir zaman feth edilememiştir




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Koks34 -- 5 Ekim 2020; 13:53:57 >
  • Nat Alianovna kullanıcısına yanıt

    KÖKENİ ESKİ TÜRKLER Mİ?

    Bugünün Türk milliyetçileri veya ırkçıları, bu soruya kocaman bir ‘evet!’ derler ancak bu konuda ürettikleri metinler bir-iki paragrafı aşamaz. Nitekim 11. yüzyıl yazarı Kaşgarlı Mahmud’un lügatindeki söylenişiyle ‘alma’nın Eski Türkler için önemli bir meyva olduğuna dair bilgimiz yok. Bazı minyatürlerde yer alan meyve tabağı çizimlerinde elmaya benzer meyveler var ama bunların Kaşgarlı’da adı daha fazla geçen kayısı, şeftali veya erik olması da mümkün. Dahası, Eski Türk kültürü uzmanlarından Emel Esin’e göre Kızıl Elma sembolleştirmesi elmaya değil, Eski Türklerde Güneş ve Ay’ı anlatan kızıl topa dayanır. Hatta bu kızıl top ilerleyen dönemlerde ‘muncuk’ adıyla bayrak ve tuğların tepesini süsleyecektir


    YOKSA BİZANS MI?

    Buna karşılık Roderic H. Davison, E. J. Gibb veya onlardan nakille Stefanos Yerasimos gibi araştırmacılara göre Kızıl Elma efsanesi erken Bizans’ta doğmuştur. Bir zamanlar Ayasofya önündeki bir sütunun üzerinde I. Justinianos’u (hd 527-565) at üzerinde gösteren bir heykel hakkında dönemin Bizanslı tarihçisi Prokopios şöyle der: “Ve doğan güneşe doğru bakar. Bu sırada da İranlıların üzerine yürür, sol elinde bir küre tutar. Heykeltraş bu küreyle, elinde kılıç, mızrak ya da başka bir silah olmasa da bütün yeryüzünün ve denizlerin ona bağlı olduğunu belirtmek istemiştir. Ama elindeki kürenin üzerinde bir haç vardır. İmparatorluğunu, savaşlardaki zaferi bu haç sayesinde kazanmıştır. Sağ elini doğan güneşe doğru uzatır, parmaklarını açarak o taraftaki barbarlara kendi topraklarında kalmalarını ve yaklaşmamalarını buyurur.”




    Türklerin asırlardır peşinde koştuğu kızıl elma nedir?

    Aradan geçen yüzyıllarda neler olduğunu bilmiyoruz ancak heykelin elindeki küre 1317’de düştüğünde bu durum kilise babaları ve halk tarafından Bizans’ın sonunun yaklaştığı şeklinde yorumlanır. 1420/21’de küre bir kez daha düşer, yine “Bizans’ın sonu geliyor!!!” denir. Ancak küre ya tekrar yerine konmamış ya da yeniden düşmüş olmalıdır ki, Bavyeralı seyyah Schiltberger 1427’de, İspanyol seyyah Pero Tafur, 1437’de kürenin yerinde olmadığını söyleyecektir.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sailor64 -- 5 Ekim 2020; 16:1:10 >




  • KEHANETE OSMANLI TEPKİSİ

    Kehanet nihayet gerçekleştiğinde, Türkler üzerindeki etkisinin de güçlü olduğu anlaşılır çünkü 1453’te Konstantinopolis’i fetheden ‘Fatih’ Sultan II. Mehmed’in ilk işlerinden biri bu heykeli yere indirmek olur. Aşık Paşazade, Tevarih-i Al-i Osman adlı eserinde, Fatih’in Belgrad kuşatmasında kullandığı topların bu heykelin bronzundan döküldüğünü söyler. 1491/92’de Edirneli Ruhi’ye atfedilen bir anlatıda “Bizim devrimizde Sultan Mehmed bu heykeli yıktırır, yerinden indirtir. Çünkü Rum milleti şöyle diyordu: Bakır at yerinde durdukça, kent sonunda bizim olacak.” Benzer ifadeler 1470’te Eğriboz alınırken esir düşen ve 1481’e kadar İstanbul’da kalan Venedikli Giovan Maria Angiolello’nun ve 1547-49 arasında İstanbul’da yaşayan seyyah Fransız topoğrafyacı Pierre Gilles’in anılarında da vardır


    SALTUKNAME’DE ‘KIZIL ALMA’

    I. Iustinianos’un küresinin yerini, ‘Kızıl Elma’nın alması da bu dönemde olur. Örneğin II. Bayezid’in kötü kaderli oğlu Cem Sultan’ın emriyle Balkanlardaki ilk sufi kolonizatörlerden Sarı Saltuk’un efsanelerini derleyen Ebu Hayr’er-Rumi, Saltuknamesi’nde (1473’de derlenmiştir ancak günümüze ulaşan en eski baskı 1590/91 tarihini taşır) şöyle anlatır: “Yidi gün gitdiler. Abadanlığa çıkdılar kim Üngürüs (Macaristan) ve Alaman ve Ayurusapur (Habsburg?) tarafıdur. Bir ulu şehre çıkdılar kim bir ulu hisar içinde bir ulu kilise kapusu berkitmiş, üstünde bir altun top kubbesinde dururdı, kızıl altundan bir alma resminde idi. Pes andan Şerif Sarı Saltık eyitdi (dedi): Bu nedir? didi. Eyitdiler: Buna Kızıl Alma dirler’ didiler.”

    Aynı eserde Kızıl Elma temasına I. Murad’ın (1362-89) düşünün anlatıldığı bölümde de değinilir. Bu bölümde Sarı Saltuk, Osmanlı padişahlarını ‘Kızıl Elma’ya götürecek yolu gösteren bir öncü olarak tarif edilir. Böylece Kızıl Elma, Osmanlıların Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun topraklarına yapacakları seferlerin manevi kaldıracı olur.


    YAVUZ’A HATIRLATMA

    Kızıl Elma’ya değinen bir başka Osmanlı metni II. Bayezid’e yazılmış bir dilekçedir. Yazarı bilinmeyen ve Yerasimos tarafından 1511’e tarihlenen bu dilekçe Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunmaktadır. “… Seyyid Gazi hazretleri “işde sana Sultan Bayezid’i koşduk, al ilet, gün batısına Kızıl Elma’ya değin feth idüp İslam döşeğin döşesun” diyü emr itdi.”

    Yerasimos, metinde Kızıl Elma’ya ilişkin bir açıklama yapılmamasından dolayı efsanenin daha önceden bilindiğini çıkarıyor. 1511 yılının ise, II. Bayezid’in hükümdarlığının son yılı olması ve oğlu (I.) Selim’in İran’dan gelen Şii tehdidi karşısında babasının umursamaz tutumu nedeniyle başkaldırdığı yıl olması itibariyle önemine işaret ediyor. Yerasimos, “demek ki fetih cephesinin Doğu’ya doğru kaymasına ilişkin bir baskının olduğu dönemde, gaziler fetihlerin temel amacının Avrupa olduğunu anımsatma ihtiyacı duymuşlar. Ancak I. Selim’in bu çağrıya kulak tıkadığını biliyoruz çünkü döneminde Batı’ya değil Doğu’ya seferler yoğunluk kazandı. Batı ancak Kanuni döneminde yeniden Kızıl Elma olacaktı.” diyor.

    KANUNİ’NİN KIZIL ELMASI NERESİ?

    Nitekim edebiyat tarihçisi Orhan Şaik Gökyay ise kaynak vermeden şöyle bir hikaye anlatıyor: “Büyük Osmanlı Padişahı Kanuni tahta geçtiği zaman kışlaları ziyaret eder, askerlerin şerbetini içer içtiği bardığı altın doldurup onlara armağan ederdi. Ayrılırken de askerlere ‘Kızıl Elma’da görüşürüz’ diye onları okşar ve ideallerini canlandırırdı. Çünkü yeniçeriler arasında Kızıl Elma efsanesi çok yaygın olup ‘Destiye kurşun atar, keçeye kılıç çalar, Kızıl Elma’ya dek gideriz’ sözü onların ideallerini ve fedakarlıklarını ifade ederdi.”

    Nitekim 1521’de Belgrad’ın alınması, 1526 Mohaç Savaşı ve 1529’daki I. Viyana Kuşatması’na dair Osmanlı eserlerinde hep Süleyman’ın ‘Kızıl Elma’yı eline aldığından’ bahsediliyor: “Kızılelmayı tığiyle kim aldı, şah dedim tarih.” (Sâbit), “Çıkdı bir sahib-i kemal didi ana tarih, Şahım Kızılelma’yı ayva ile doldurdun” (Hayretî) beyitlerinde oldu gibi…




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sailor64 -- 5 Ekim 2020; 16:34:30 >




  • YENİ KIZIL ELMA: ROMA

    Ancak Kızıl Elma yerinde durmuyor. Nitekim Gelibolulu Mustafa Ali’nin 1597’de bitirdiği Kühnü’l-Ahbar adlı eserinde Kızıl Elma terimine iki yerde rastlanır. Birincisinde Kızıl Elma Portakal/Portekiz’le ilişkilendirilir. Yerasimos’a göre bu büyük ihtimalle Roma’nın bir adlandırmasıdır. İkincisinde ise garip bir tanım yapılır: “Kızıl Elma Frenklerin ülkesinin en ücra köşesinde büyük bir kilisedir. Çatısında Anuşirvan’ın kadehinden çıkmış elma gibi yuvarlak bir yakut parlar. Bir keşiş bu yakutu çalıp uzun süre saklamış ve bu kiliseye bağışlamıştır.”

    Bu hangi kilisedir derseniz, Orhan Şaik Gökyay’a göre “Batı kaynaklarında asa ile birlikte hükümdarlık alameti olarak kullanıldığı belirtilen ‘Kızılelma’ bazılarına göre I·talya’da Roma şehri, bazılarına göre de Roma’daki Saint Pierre Kilisesi’nin üzerinde bulunan ve denizden de görülebilen altın yaldızlı küre ya da bu kilisenin üstü kırmızı bakırla kaplanmış kubbesidir.”

    Yani, 17. yüzyıla girilirken artık Kızıl Elma, net şekilde Roma’dır. Burada küçük bir parantez açalım: 1617 yılında İran’a giden İtalyan seyyah Pietro della Valle’ye İran Şahı Abbas ‘“gerçekten Kızıl Elma’dan gelip gelmediğini” sorar. Yani, İranlılar için de Kızıl Elma, Roma’dır…


    Türklerin asırlardır peşinde koştuğu kızıl elma nedir?

    (Saint Pierre Kilisesi/Basilica di San Pietro, Vatikan-Roma)





  • 1627’ye doğru yazılan “Kızıl elma kapusun feth ideriken nacağı/Ne reva’dür bozula Hazret-i Bektaş ocağı” beyti veya Hâfız Ahmed Paşa’nın (ö. 1632) iki gazelinde olduğu gibi Budin ve Peşte’nin alınmasından duyulan memnuniyet anlatıldıktan sonra Kızıl Elma’nın (Viyana? Roma?) alınması için Hakk’a yalvarılması Kızıl Elma sembolizminin gücüne işarettir.


    EVLİYA ÇELEBİ’NİN KIZIL ELMALARI

    Yerasimos’a göre, Kızıl Elma temasını evrenselleştiren, 17. yüzyıl yazarı Evliya Çelebi’dir. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, Osmanlı’nın ‘Kızılelma’larını bir bir sayar: Bunlar, Kuzey Kafkasya Kızıl Elması, Budin Kızıl Elması, Belgrad (İstolni) Kızıl Elması, Estergon (Estergom) Kızılelması, Viyana (Beç) Kızıl Elması, Roma Kızıl Elması, Köln Kızıl Elması. Hatta gelecekteki bazı Kızıl Elma’ların da işaretini verir: Prag, Paris, Kurtuba, Danimarka, Felemenk, Londra Kızıl Elmaları…

    18. ve 19. yüzyıl metinlerinde (yani 1826 tarihli Vak’ayı Hayriye’den sonraki dönemde de) Kızıl Elma hala Yeniçerilik ve Bektaşilikle ilişkilendirilir. Örneğin Avusturyalı tarihçi, şarkiyatçı Hammer’e (ö. 1856) göre Eyüp Camii’ndeki geleneksel kılıç kuşanma töreninden sonra padişah Şehzade Camii’nin karşısında eski kışlalar önünden geçerken artık varolmayan Yeniçerileri şöyle selamlardı: “Kızıl Elma’da yine görüşeceğiz.” Diplomat/tarihçi Ahmed Resmi Efendi’nin, bazı klasik tarihçilerce Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminin başlangıcı sayılan 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı’nı anlattığı eserinde (ki yazar savaşın sonunda Küçük Kaynarca Antlaşması’nı imzalayan heyette yer almıştır) edebi bir motif olarak ortaya çıkan Kızıl Elma, 1839 sonrası ortaya çıkan Tanzimat Edebiyatı veya Servet-i Fünun Edebiyatı’nda ortadan kaybolmuştu. Bunun da anlaşılır nedenleri vardı çünkü artık bırakın fetih yoluyla genişlemeyi mevcudu korumak bile zorlaşmıştı.

    ZİYA GÖKALP’İN KIZIL ELMASI

    Kızıl Elma’nın yeniden bir ümit feneri olarak ortaya çıkışı, 1911 Trablusgarp ve 1912-13 Balkan Savaşları’ndan itibaren olacaktı. Bu sefer Kızıl Elma sembolizmini sahiplenenler İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) bünyesinde örgütlenen Türk milliyetçileriydi.

    İTC’nin ideoloğu Ziya Gökalp’in kendi ifadesine göre “bir gecede kaleme aldığı” Kızıl Elma adlı manzum eserin (İTC’nin yayın organlarından Türk Yurdu’nun 5 Şubat 1913 tarihli nüshasında yayımlanmış ve Gökalp’in 1914 yılında çıkan ilk şiir kitabına da adını vermiştir) nesir özeti şöyledir: Bakü’lü bir Türk milyonerinin kızı olan Ay Hanım Paris’te öğrenim görür. Sonra biri kızlar öbürü erkekler için “Geleceğin Beşiği” adını verdiği iki okul yaptırmak için doğduğu kente geri döner. Bir gün atıyla kırda dolaşırken bir gence rastlar ve ona aşık olur. Genç adam ertesi gün Ay Hanım’ın hocası Sadeddin Molla’ya kendini tanıtır ve adının Turgud olduğunu, İstanbullu olduğunu söyler. Kırda dolaşırken bir dörtyol ağzında durduğunu yaşlı bir köylüye ‘sol taraftaki yol nereye çıkar?’ diye sorduğunu, yaşlı adamın da ‘Kızıl Elma’ya diye yanıt verdiğini anlatır. Biraz ilerde ata binmiş çok güzel bir kıza rastladığını, kızın da ‘burası Kızıl Elma, ben de buranın perisiyim’ dediğini söyler. Genç adam bütün bunların ne anlama geldiğini sorar. Sadeddin Molla ona, Türk akıncılarının bu ülkeyi Hindistan’da, Mısır’da ve Batı’da aradıklarını ama oraya ulaşamadıklarını anlatır. Vaad edilen bu ülkenin başka yerlerde olmadığını, ama kuşkusuz var olduğunu söyler… Turgud bu açıklamalardan tatmin olmaz ve Kızıl Elma’yı aramaya çıkar. Molla’nın açıklamalarını dinleyen Ay Hanım da Kızıl Elma’yı özgür bir ülkede yaratmaya karar verir. Ancak o ‘özgür ülke’yi bir türlü bulamaz. Çünkü ne Bakü, ne Kazan, ne İstanbul özgürdür. Ay Hanım bunun üzerine Lozan yakınlarında bir Türk köyü kurmaya karar verir. Turgud ise Kızıl Elma’yı aramaya devam eder. Kaşgar’a geldiğinde Lozan Kızıl Elmasını öven bir afiş görür. Ve Lozan’a gelir. Orada Ay Hanım’la sevdalarını tazelerler ve bir süre sonra evlenirler…

    Görüldüğü gibi Ziya Gökalp için Kızıl Elma mekana bağlı olmayan bir mefkurenin (idealin) adıdır. Bu ‘mefkure’ nerede gerçekleşirse, orası Kızıl Elma’dır. Nitekim ilk kez 1911’de Genç Kalemler dergisinde yayımlanan Turan başlıklı şiirinde benzer bir fikri açıklamıştır Ziya Gökalp: “Vatan ne Türkiye’dir, ne Türkistan/Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.”





  • ÖMER SEYFETTİN, KANUNİ VE ‘KIZILELMA’

    Ömer Seyfettin’in 29 Kasım 1917 tarihli Yeni Mecmua’da yayımlanan Eski Kahramanlar/Kızıl Elma Neresidir? adlı öyküsünde de Kızıl Elma Ziya Gökalp’teki gibi mekana bağlı olmayan bir ideal olarak tarif edilir. Öyküde Kanuni Sultan Süleyman, otağında yalnız başına otururken, dışarıdan gelen “Kızılelma’ya, Kızılelma’ya…” naralarını duyunca “Kızılelma”nın neresi olduğunu düşünmeye başlar ve bu sorunun cevabını araştırmak üzere devletin ileri gelen görevlilerini (kazasker, defterdar, nişancı, bölükbaşı…) çağırır. Padişaha çeşitli yanıtlar verilir: Viyana, Roma, Çin, Maçin, Hint, Sint, Kaf Dağı’nın arkası… Kanuni bu cevapların hiçbirini beğenmez. “Hay sizin ilminize!” der. Sonunda ordunun içinden üç askerin rastgele getirilmesini emreder. Bu kişilerin daha önce verilen cevaplardan haberleri yoktur. “Kızıl Elma neresidir?” sorusuna şu cevapları verirler: “Padişahımızın bizi götüreceği yer…”, “Önümüze düşüp bizi götüreceğin yer”, “Atınızın götüreceği yer”… “Orası neresi?” diye sorulduğunda da “Padişahımız bilir” diyeceklerdir. Bu cevaplar padişahı çok mutlu eder. Yazar, “Evet… orası ne Hint, ne Sint, ne Çin, ne Maçin, ne Viyana, ne de Roma’ydı!” der. Padişaha da şunu dedirtir: “Gördünüz ya, üçünün de cevabında bir fark yok. Hakikat bir! Kızıl Elma benim gitmek istediğim yer, işte... Hakkın beni göndereceği yer!…”



    ŞEVKET SÜREYYA VE TURAN

    Ancak dönemin başka yazarları için Kızıl Elma giderek belli bir coğrafya ile bütünleşir. Örneğin Şevket Süreyya (Aydemir) Suyu Arayan Adam’da şöyle tarif eder Turan (yani Kızıl Elma) coğrafyasını: “Bir elimizi Balkan geçitlerinin, Tuna-Meriç havzalarının üzerine koyardık. Sonra diğer elimizi Kırım’ı, Kafkasya’yı, Başkırdistan’ı, Türkistan’ı sıralayarak Altaylara, Çin Türkistanı’na, Çangari’ye, Altın dağa uzatırdık: Buraları hep bizim! derdik. Buralarını hep biz kurtaracaktık. Rumeli’de sınırlarımız, gerçi bizim mektebin kapısından iki kilometre ileride, Edirne’nin şehir istasyonunda bitiyordu. Ama bu bizim gözümüze görünmüyordu. Bizim gözümüz dünyanın öbür ucunda, Kafkasya’larda, Türkistan’larda, Çin sınırlarındaydı. Oralara gidecektik. Köylere, avullara, obalara koşacaktık. Elde asa ayakta çarık, sırtta kitap çantalarını Anadolu’ya, Azerbaycan’a, Türkistan’a taşıyacaktık (…) Yakın mazi artık kasvetli bir rüyaydı. Hakikat, yalnız istikbaldeydi. Avrupa’da Birinci Dünya Harbi işte bu hava içinde patladı.”

    Savaşın Osmanlı İmparatorluğu ve müttefiklerinin yenilgisiyle bittiğini idrak ettikten sonra 1/2 Kasım 1918 gecesi bir Alman torpidosu ile yurtdışına kaçan İttihatçı liderlerden Enver Paşa, Kızıl Elma’yı Orta Asya steplerinde, Cemal Paşa Mısır’da, Talat Paşa ise Berlin’de aramaya gitti. İttihatçıların Karakol Cemiyeti aracılığıyla Anadolu’daki direnişin başına yerleştirdikleri Mustafa Kemal için ise 1921 sonrası daha netleşeceği gibi Kızıl Elma (bu terimi hiç kullanmadığını belirtelim) Anadolu-Trakya coğrafyasında Batı tarzı modern bir ulus-devlet kurmakla sınırlıydı.

    Burada da küçük bir parantez açalım. Aydın doğumlu Rum yazarı Dido Sotiriyu, Benden Selam Olsun Anadolu’ya adlı anı-romanında 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’e çıkması ve ardından Batı Anadolu’yu işgalini yerli Rumların şöyle karşıladığını söyler: “Ay bu iş bitti. Türkleri sürüp götürelim, Kızıl Elma’ya kadar sürelim.” Yani onların da Kızıl Elma’sı vardır. Ve bu Kızıl Elma, yazıp da çıkardığım Tek Ağaç bölümünde anlattığım gibi İran’da bir yerlerdedir.


    ‘HADDİNİ BİLEN’ MUSTAFA KEMAL

    Parantezi kapatıp Mustafa Kemal’e dönersek, Mustafa Kemal, İttihatçı paşalarla arasındaki farkı, TBMM'de 1 Aralık 1921'de yaptığı konuşmada şöyle koymuştu: "Büyük hayaller peşinde koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar görünen sahtekâr insanlar değiliz. Efendiler, büyük ve hayali şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın husumetini, garazını, kinini bu memleketin ve bu milletin üzerine celbettik. Biz Panislâmizm yapmadık. Belki 'yapıyoruz, yapacağız' dedik. Düşmanlar da 'yaptırmamak için bir an evvel öldürelim' dediler. Panturanizm yapmadık. 'Yaparız, yapıyoruz' dedik ve yine 'öldürelim' dediler. (…) Bütün dava bundan ibarettir. (…) Haddimizi bilelim!"

    'Haddini bilen' Mustafa Kemal ülkede olmanın avantajıyla ipleri yavaş yavaş elinde toplarken, sürgünde onun bunun himmetiyle hareket etmeye çalışan Talat, 15 Mart 1921'de Berlin'de bir Ermeni tarafından; Cemal, 21 Temmuz 1922'de Tiflis'te Rus veya İngiliz istihbaratı için çalışan Ermeni veya Gürcü eylemciler tarafından; Enver ise 4 Ağustos 1922'de Türkistan'da Kızıl Ordu mensubu bir Ermeni komutan ve askerleri tarafından öldürüldüler. Sonuçta Mustafa Kemal'in 'gerçekçi' politikaları uygulandı.

    Bugün milliyetçi-mukaddesatçı çevreler için Enver Paşa bir Osmanlı-Turan İmparatorluğu kurma hayalinin kahramanı iken, milliyetçi olmayan bazı tarihçiler bile Mustafa Kemal'in hiç de imkânsız olmadığı halde Musul'u bırakmasıyla sonuçlanan gerçekçiliğinin İttihatçı önderlere duyduğu kişisel antipatiyle çizilmiş dar görüşlülük sınırında gezindiğini söylerler. Onlara göre, Enver'in ütopik planları olmasaydı İngilizler ve Ruslar, Mustafa Kemal'in 'gerçekçi' planına razı olmayabilirlerdi.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sailor64 -- 5 Ekim 2020; 15:4:15 >




  • Sunulan kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla Kızıl Elma Hıristiyan bir güç olarak ilkin Bizans'la yüzleşen Osmanlı'nın ortaçağ aleminde, yalnızca Allah yolunda ve Allah aşkına gaza edilen kafir Hıristiyan dünyasını - darü'l harbını (Hıristiyan hükümdarların ve kiliselerin Bizans'tan bu yana altın küreyi kullanmasından mütevellit) temsil ederken (Ebu Hayr'er Rumi'nin Saltuknamesi, II.Beyazıd'a yazılan anonim layiha, genel olarak Osmanlı'nın fetih ve asker literatürü, Evliya Çelebi'nin Kızıl Elmalar diye hep Hıristiyan memleketleri ve kentleri sayması buna işaret ediyor) daha geç dönemlerde gelişen romantik ve milliyetçi tradisyonla beraber genel olarak idealistik cihangirlik ve pan-Türkçülüğe doğru büyük bir anlam kayması ve enflasyonuna uğramışa benziyor. Ziya Gökalp, Enver Paşa, Ömer Seyfettin, Şevket Süreyya, esasında genel olarak İttihatçılar ve Türkçüler tarihsel kızıl elma teriminin milliyetçi ve haliyle de bilim olan tarih açısından anakronistik anlam çarpılmasını - kaymasını temsil ediyor. Bu mesajlardaki yazıları aldığın yerin kaynağını da paylaşırsan makbule geçer Sailor hocam.




  • Radikal internet gazetesi yazılarında Ayşe Hür'den alıntıladım.

    Kaynakçalarını da vermiş..

    Temel Kaynakça: Stefanos Yerasimos, “Ağaçtan Elmaya: Apokaliptik Bir

    Temanın Soyağacı”, Cogito, S. 17, Kış 1999, Yapı Kredi Yayınları, Orhan Şaik

    Gökyay, “Kızıl Elma Üzerine I-II-III-IV”, Tarih ve Toplum, 1986, S.24, s. 9-14,

    S. 26, s. 20-24, S. 27, s. 9-13, S. 28, s. 9-13, Abdullah Harmancı, “Yeni Türk

    Edebiyatı’nda ‘Kızılelma’”

  • Türklerin asırlardır peşinden koştuğu kızıl elma esasen politik mahiyete sahip ve zaman içinde değişime uğramış bir kavramdır. Bugün orta asya Türk Kağanlığına(Göktürk Devleti) baktığımızda göreceğimiz şey şudur ki, insanlar hayatta kalmaya çalışıyorlar. Hep Çine şu kadar akın yaptık, bu kadar kazandık diye anlatılır ancak işin geri planı vardır. Çin çok köklü bir medeniyete sahip olduğu ve yüzyıllar belki de binyıllardır aynı bölgeyi tuttuğu gerçeğini kabul etmek zorunda olduğumuz bir uygarlıktır. Çin bu sayede, insanlık tarihinin yaşam için en önemli ilk devrimini kendi toplumunda gerçekleştirebilmiş ve bu sayede şehirleşebilmiş bir halk olarak yaşamını devam ettirebilmiştir. Tabi ki üzerinde oturduğu coğrafyanın nimetlerini kullanmayı da öğrenmiştir. Ancak Türkler ve Proto-Türkler(Hunlar) gibi kavimler konar-göçer özelliklere sahip ve hayvancılık ile geçimlerini sağlamaktadırlar ancak hayvancılık bir medeniyet kurulabilmesi adına ve yerleşik hayata geçilebilmesi adına tarım gibi bir rol oynayamaz. Göktürkler, 50 senelik fetret devrinin ardından yerleşik hayata geçmenin önemini anlamışlardır ve devleti kurtaran kağan olan Kutluk kağanın kardeşi ve 2.göktürk devletinin 2. kağanı olan Kapgan kağan dönemi politikalarında bunun izini görebilmekteyiz. Kapgan kağan bir anlaşma için Çinlilerden hem onlarda esir olan Kırgızları ve Sogdları ister(ki Sogdlar Türk olmayan bir kavim olmasına rağmen hatta hint-avrupa kökenlli bir kavim olmasına rağmen Göktürk devleti kurulduğundan beri içinde yaşamış ve uyumlu bir halk olmuştur, bu durum esasen Türklerin geçmişten beri farklı halklarla birlikte uyum içinde yaşadığını gösterir) ayrıca buğday ve demir ister, buğday istemesi önemli çünkü Çin, Göktürklerle ham madde ticareti yapmıyor ki hatta bu anlaşmada bile buğdayı ekmeye uygun değil de pişirilmiş ya da haşlanmış olarak verir. Bu durumdan Kapgan kağan'ın niyetinin, tarım yapmak ve "şehirleşmek" olduğu söylenebilir. Keza, kendisinden kısa süre sonra Kağan olan Bilge Kağan aslında yerleşik hayata geçmek, şehirleşmek hatta ve hatta "budist" olmak ister ancak Tonyukuk, gençliğinde Çin'de esir kalmış ve bir çok şeyi görmüş bir kişi olarak buna engel olur, en temel sebebi ise Türklerin savunma savaşı yapmayı bilmemesidir, çünkü Türkler, atlı ve okçudurlar genel itibarıyla. Bu Atlı ve okçu olmak ayrıca yerleşik hata geçememek, onlara müthiş bir hareket kabiliyeti sağlamasına rağmen, işler kötü gitti durumlarda da devletin hemen tehlikeye girmesine yol açmıştır. Bu yüzdendir ki, kurulduktan sonra 3 sene içerisinde bütün Orta-Asyayı hükmü altına alan bir Kağanllık olan Göktürklerin yıkılışı da çok hızlı olmuştur. Türklerin, İslamı kabul etmelerinin arkasında yatan ana neden esasen budur, çünkü İslam hem bir yerleşik kültüre sahiptir hem de Gaza gibi ideolojiye sahip olduğu için Türklerin savaşçı özelliğini kullanabileceği bir alandır. Yani bir bakıma, Göktürklerin arzu ettiği şey İslam yoluyla gerçekleşecektir. Ancak şimdi müslüman olan Türkler için yeni bir Kızıl Elma vardır: Gaza ve İslamı dünyaya yaymak. İşte Kızıl Elmanın bir dünya hakimiyeti anlayışını alması da bu şekilde olacaktır. Ve Osmanlı dahil kurulan bütün Türk islam devletleri, Gaza'yı bir ideoloji haline getirerek varlıklarını sürdürmüşlerdir. Ancak gelişen batı medeniyeti, Türk-İslam ideolojisinin zirvesi olan Osmanlı İmparatorluğuna galip gelmiştir. Türkler ise Mustafa Kemal önderliğinde bir kurtuluş savaşı vermişlerdir, bu savaş en büyük özelliği bir savunma savaşı olmasıdır ve bütün Türk tarihi düşünüldüğünde kazanılmış en muhteşem savunma savaşı olmasıdır. Ve bugün içinde yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti'de bir Kızıl Elma'ya sahiptir, bu Kızıl Elmayı ise Atatürk "Muassır medeniyetler seviyesine ulaşmak" olarak tarif etmiştir. Ben Türk tarihinden hareketle, Kızıl Elma'yı bu şekilde yorumluyorum.



    Not: Hunlara, Proto-Türk dememe takılacak arkadaşlar olabilir, René Grousset ve Jean-Paul Roux gibi tarihciler bu şekilde yazdıkları için böyle dedim, keza bence Türklerin ataları oldukları büyük oranda doğrudur.





  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.