Herkese merhaba, Bildiğiniz gibi medeniyet, nesillerin birbirine devrettiği değerler ve öğretilerin tümünü kapsamaktadır. Bu medeniyet, ferdin gelişimi sırasında, zihni hayatın gıdalandığı sanat ve hikmetlerin, davranış ve ahlaki inanışların birikimi, bir hazinesidir. 12 yaşını geçmiş her ferdin bu temel bilgi ve birikimden istifade ettiği ön kabullerini yaparak hayatıma devam etmekteydim. 17 Ekim 2022 tarihli bir iş görüşmem vardı. Şirketin yurt dışı bağlantılı olması ve dolar kurundan maaş teklifi aklımı iyice çelmiş olacak ki görüşmenin lokasyonuna bakmamışım bile. Sabah uyandım ve ilk iş olarak starbucks’tan aldığım 3 kez kavrulup yakılmış, tüm alt notalarını kaybetmiş filtre kahveyi bir haltmışçasına demlemeye başladım. Bu sırada hızlıca maillere göz attım, illegal bahis sitesi spamlarının arasında kaybolmak üzereyken takvim reminder’ımın acı çınlamasıyla yüzleştim. Bugünkü görüşmem çok utanarak söylüyorum ki Y•ldız Teknik Üniversitesi Teknopark’ta idi. Soğuk soğuk terlemeye başlamıştım. A2 ingilizce ile hazırlık geçilen, Beşiktaş’taki güzelim kampüsünden kovulup eski Davutpaşa Kışlasına mahkum edilen, ortasında millet bahçesi bulunan Y•ldız Teknik Üniversitesi… davutpaşa köfte yerken de hep bunları düşünürüm. Neyse, bu iş teklifini kendime hakaret adledip gitmemeyi düşünsem de öncesinde söz verdiğim için gitmemeyi etiken ve ahlaken doğru bulmadım. Hemen ilgili şirketin Linked-in linkine girip kendimi rahatlatmaya çalıştım. Şirkette maalesef 2 Boğaziçili 1 tane de Bilkentli vardı. Bu kadar az top tier ünili çalışma ortamı anksiyetemi iyice azdırmıştı. Titreyen ellerimle yudumladığım filtre kahvem kan basıncımı daha da yükseltiyor, her yudum utanç ve sinirden hali hazırda kıpkırmızı olan suratımı bir ton daha kırmızıya boyuyordu. saat 09:30 gibi görüşmeye gittim. Tahmin ettiğim üzere vizyonuma ve kariyerime bayılmışlardı. Ben de dolar bazlı maaşın yüzü suyu hürmetine bir süre vasata sabreder, küçük denizdeki büyük balık rolümü oynarım diye düşünmüştüm. Görüşmeden çıktığımda, kışladan bozma, hiçliğin ortasındaki kampüste taksi bulamadım. Bu benim için sonun başlangıcıydı. Ben de metroya yürüme kararı aldım. Daha önce hiç görmediğim absürdlükte bir üst geçit mimarisi beni karşılamıştı.işin en kötü yanı üst geçidin üstünde yüzlerce y*ülü oldukça saygısız, görgü ve nezaket kurallarından yoksun şekilde; adeta bedava künefe kuyruğundaki malum partililer gibi birbirlerini eze eze ilerliyorlardı. Gördüğüm bu manzara karşısında inanın ben, insanlığımdan utandım. Utana sıkıla teknik ünililerle dolu üst geçide girdim. magna carta’dan beri görgü kuralıdır: çift yönlü akan bir yaya trafiği varsa herkes kendi sağından ilerler. Bu üst geçitte ise adeta uzay zaman bükülmüştü. Eski taş’a geri dönmüştük. Bana doğru yürümekte olan topluluğun arasından rahatça seçebildiğim 1-2 neandartel bunu kanıtlar nitelikteydi. Seri adımlarla yolun sağına kendimi atmaya çalıştıkça y*ülülerin arasında kalıyordum. İnanamıyordum gerçekten, ne ara insanlık bu kadar yitmişti? Yolun sağına kendimi tam atacağım derken en kötüsü oldu: kızın teki solundaki bariyerleri tutarak önüme geçti. Bir dakika, geçeyim! diye de ekledi. Artık dayanamıyordum bu zihinsel işkenceye. Ne kadar primat bir insan olduğunu açıklamaya bile erindim. Ağlamamak için dişlerimi sıkarak: pardon! dedim… pardon… insanlığımı y*ü’nün üst geçidinde bırakarak hayatıma bambaşka bir ben olarak devam etmeye başladım… < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi bounlukizaraniyor -- 17 Ekim 2022; 12:34:56 > < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > |
Bildirim