DEĞERLİ paşalarım... Muvazzaflık bitip, emeklilik başa gelince... Önce kendi kendinize "Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini / Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini " dizelerini okuyorsunuz... Sonra da... Şiirde sorulan soruya bütün gücünüzle "Var! " diye haykırarak yanıt veriyorsunuz... Sevr'i hortlatmak isteyenlere... Lozan'ın intikamını almak için çırpınanlara... Dahili ve harici bedhahlara... Satılık ve kiralık aydınlara... Holding medyasına... Amerika'ya... Avrupa Birliği'ne... Yani bütün "Düşman kuvvetler"e karşı, "İman dolu göğüslerinizi siper ederek " büyük bir savaşım başlatıyorsunuz... Mücadeleniz için platform bulma sıkıntısı da çekmiyorsunuz... "Fedakar bir Türk çocuğu" olan ulusalcı Sinan Aygün evladımız ne güne duruyor? Atıyorsunuz kendinizi ATO'nun geniş salonlarına... Başlıyorsunuz saydırmaya: "Kiralık aydınlar! Satılık gazeteciler! Vatan hainleri! " * * * Sayın paşalarım... Heyecanınızı anlıyorum, özverinizi takdirle karşılıyorum. Ancak... Eğer bu memleket, "Yandı / Bitti / Kül oldu " durumunda ise... Siz çok daha iyi bilirsiniz ki, memleketimizin güçlü, çok güçlü bir ordusu vardır... Her daim uyanık olan şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri, bu vatanın bağrına dayanan hançeri söküp atabilecek kudrette değil midir? Yani... Sizin emekli olmanız, ordumuzdaki duyarlılığın rafa kalktığı anlamına gelmeyeceğine göre... Bu güvensizlik duygusu da neyin nesidir? Yani telaşa mahal yok sayın paşalarım, lütfen biraz rahatlayın! Ayrıca... Unutmayın ki: Bu ülkede aydınlar, ne kadar satılırlarsa satılsınlar, pek de para etmiyorlar... Satılarak lüks ve refaha kavuşmuş tek bir aydın bile gösteremezsiniz... En "liboş" aydınlar bile üç kuruş maaşa talim ediyorlar, daha ne olsun? Yani bu "satış edebiyatı"nı da fazla abartmamakta büyük yarar var... Ve yine unutmayın ki: Amerika'yı "Büyük şeytan" ilan etmenizin de, maalesef pek tutarlı bir tarafı yok... Kendi kendinize lütfen şu soruları sorun: Eğer Amerika, "Büyük şeytan" ise... Türk Ordusu'nun en başındaki komutan, "Büyük şeytan"ın ordusunun başındaki mevkidaşlarıyla neden işbirliği zemini arıyor? Şeytanla işbirliği mi olurmuş? * * * Sayın paşalarım... Demem o ki: Biraz rahatlayın lütfen... Şu emeklilik günlerinizde Sinan kardeşimiz gibilerin gazına gelerek kendinizi perişan etmeyin... Gidip bir kıyı kasabasına yerleşin... Resim yapın... Sinemaya gidip, sevgili Apo kardeşin Zülfü Livaneli'nin romanından çektiği " Mutluluk" filmini görün... Bir öğle vakti, paşaların paşası Evren Paşamız gibi, Papermoon'a uğrayıp bir ziyafet çekin kendinize... Sergi gezin, konserlere takılın... Torun gezdirin... Unutmayın: 1950'de, 1960'ta, 1970'te, 1980'de, 1990'da... Yani her daim... Bu memleketin bağrında hançer olduğu varsayımı hep geçerli olmuştur... Bu nedenle yeni bir durumla karşı karşıya değiliz... Siz en iyisi "Vardır kurtaracak bahtı kara maderini " deyin ve emekliliğin keyfini çıkarın...
Rahatlayan bir emekli generalden… Sayın Ahmet Hakan, gerek TV programlarınızda gerekse gazete köşenizde değindiğiniz konular, topluma sunduğunuz yararlı ve insanın düşünce yapısını geliştiren değerlendirmeleriniz gerçekten ilgi çekici. Bu arada zaman içindeki değişim ve gelişimlerinizi görmek de bir o kadar enteresan ve birçoğuna örnek olacak nitelikte. Bu özelliklerinizle size hayranlık duymamak mümkün değil. Bir türlü tamamlanamayan "aydınlanma" sürecimize olan katkılarınız eminim büyük takdir toplamaktadır. Özellikle, bildiğim kadarıyla esas altyapınız din ve İslam üzerine olduğu için bu konularda getirdiğiniz yorumlar, yaklaşımlar ve kendinize has düşünce tarzınız her türlü takdirin üstünde. Bu özelliklerinizle yüce meclisimizin bu yılki üstün hizmet ödüllüleri listesinde yer almamış olmanız benim için bir hayal kırıklığı oldu doğrusu. Değerli düşüncelerinizden birisini de birkaç gün önceki köşenizde "emekli generallere rahatlama kılavuzu" başlığı altında açıklamışsınız. Ben özellikle bu değerlendirmelerinize teşekkür etmek için size yazmayı uygun buldum. Emekli bir general olarak gerçekten de bu yazınızı okuduktan sonra kendimi daha rahat hissetmeye başladım. Bugüne değin ne kadar gereksiz konularla uğraşmış, ne kadar gereksiz emek harcamışım. Askeri ortaokuldan başlayan, 38 yılı üniforma içinde 33 yılı fiilen hizmette geçen meslek hayatımı ne boş hayallerle harcamışım, ne gereksiz idealler için kendimi yıpratmışım, doğrusu hayretler içinde kaldım. Keşke daha önce örneğin en azından emekli olduğum 1999 yılında böyle bir yazı yazsaydınız, en azından son 8 yılımı kurtarmış olurdunuz diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Vatan kurtarmak, ülke gerçeklerine duyarlı olmak, ettiğimiz yemine sahip çıkmak için çaba harcamak benim neyimeydi anlamadım doğrusu. Üstelik bu gibi konularla uğraşacak birçok aydın, medya kuruluşu, holding çalışanı varken ve onların üniformasız siviller olarak gerçek görev ve sorumlulukları bu iken, benim neyimeydi bu gibi konularla uğraşmak. Onlara güvenip, vatan, millet ve cumhuriyet tehlikeye düşse bile onlar tarafından gereken kurtarıcı işlemin yapılacağından emin olarak ben sadece kendi asli görevimi yapmalıydım. Sizinde vurguladığınız gibi nasıl olsa "bulunurdu kurtaracak bahtı kara maderini". Belki de resim, müzik gibi konulara ilgim olmadığı için, özel ve pahalı lokantalar yerine kendi evimi ve en fazla orduma ait bir evi tercih ettiğim için, gezdirecek bir torunum da henüz olmadığı için bu yollara düştüm, bilemiyorum. Belki de TSK'ni yanlış değerlendirdim. Sizin de vurguladığınızın aksine, ben emekli olduktan sonra onların benim değer verdiklerime sahip çıkamayacakları gibi bir hisse kapıldım. TSK'nin görevdekiyle ve emeklisiyle hatta ona gönül veren sivilleriyle bir bütün olduğu, bu bütünün ilkelerinde , şartlar ne olursa olsun bazı çevrelerce beklendiği ve arzu edildiği gibi "vatan ve millet çıkarlarına aykırı düşünce ve eylemlerin" olamayacağı düşüncesine olan güvenim sarsıldı !!! Oysa hem sizin önerdiğiniz tarzda bir yaşam sürebilir, hem de değerli dış dostlarımızın ve ülkemdeki bazı kesimlerin arzu ettiği gibi başka çıkarlara hizmet edebilirdim. Yapmadım ve yapamadım işte. Ne Atamın emanetine ihanet edebildim, ne tehlike olarak gördüğüm gelişmelere duyarsız kalabildim ve böylece koca bir hayatı kendime zehir ettim !!! Siz yazınızda vurguladığınız şiirin sonunda hep bir ağızdan "var "diye bağırmamızı örnek göstermişsiniz, bizim bir de her 13 Martta "içimizde " şeklinde ve bekli de daha yüksek sesle haykırmamız var. İnanır mısınız ben onun da bazı kesimleri rahatsız edebileceğini düşünmeden o bağırışlara da katıldım. Ben ülkesini seven her Türk vatandaşı gibi çaresiz kaldığım durumlarda Anıtkabir ziyaretleri de yaptım. Hiçbir işe yaramayacağını düşünmeden bazı sempozyum, seminer, miting gibi sosyal faaliyetlere katılıp boş yere duygusallaştım, bazı şehit cenaze törenlerine katılıp ağladım. Ben neler yapmışım, meğer ne boş şeylerle ömrümü harcamışım !!! Tüm geçmişimle bu hesaplaşmayı yapabilme fırsatını bana verdiğiniz için, benim bunca yıl sonra da olsa gerçekleri görmeme yardımcı olduğunuz için, beni "gerçek ülke gerçeklerine" yaklaştırdığınız için size ne kadar teşekkür etsem azdır. Ancak bu arada bazı şeyleri de merak etmiyor değilim. Örneğin siz hayatınızda hangi kutsal değerler için yemin ettiniz, sizin hiç asker dostunuz oldu mu, onların paylaştığı ortamlarda bulunabildiniz mi, mutlaka yapmış olduğunuz askerlik hizmetiniz sırasında sizin de benim bugün ve sayenizde yaptığım muhasebe ve değerlendirmeyi yapmaya ayırdığınız zamanınız oldu mu, boşuna telaşlandığımı vurguladığınız ve her şeye rağmen hala güvenilirlikteki yerini koruyan bu kitlenin duygu ve düşüncelerini, hassasiyet nedenlerini anlamaya çalıştınız mı hiç… Eminim bunları yapabilseydiniz eğer, geçmişte bazı dönemlerde olduğu gibi bugün de benim duyduğum endişeleri siz de duyardınız ve tarzınızı tekrar değiştirirdiniz. Daha da önemlisi "vatan" denilen toprağın endişelenecek ve gerekirse "uğrunda ölünecek" bir değer olduğunu ve bu değerin, sizin yazınızda" bize göre düşman kuvvetler" olarak alaycı bir ifadeyle sıraladığınız, benim ise "var" olduğuna inandığım; Sevr'i hortlatmak isteyenlere, Lozan'ın intikamını almak için çırpınanlara, dahili ve harici bedhahlara, satılık ve kiralık aydınlara, holding medyasına, Amerika'ya ve Avrupa Birliği'ne emanet edilemeyecek kadar hayati önemde olduğunu belki öğrenirdiniz. Yine de geç kalmış sayılmazsınız, çünkü ve maalesef ülkemizde bu endişeleri duymamız için uygun ortam ilgili ve yetkililerce her zaman oluşturulabiliyor. Bir gün mutlaka lazım olur. Önemli olan "TEHLİKENİN FARKINDA OLMAK" …
Celal GÜRKAN Emekli General
Ahmet Hakan'dan klasik bir yazı. Emekli bir generalden klasik bir cevap. Yeni bir şey yok. Bu böyle sürüp gider.
'Karşı taraf' ın duyarlılığı yükseldiği zamanlarda, onları daha önce olduğu gibi şimdi de küçümsemeye devam eden alaycı yorumlar. Yoksa Cumhuriyet e ve laikliğe sahip çıkma duygusu suç mu oluyor bu memlekette?
Ahmet Hakanın yazısıda güzel ve kendi çapında mantıklı olabilir. Ama generalin cevabı daha mantıklı ve daha güzel. Anlamadığım şey, insanlar birini eleştirdiği zaman hiç kendine sormazmı "yahu ben bu adamı bu noktada eleştiriyorum ama ben bu mevzuda doğrumuyum?" Ahmet Hakan'ın yazısı güzel gözüksede baştan sona tutarsızlıklarla dolu. Ben bu yazının adını "Geçmişini bilmeyen yazarın tutanığı" olarak değiştiriyorum..
quote:
Orjinalden alıntı: .TaneR.
Ahmet Hakan'dan klasik bir yazı. Emekli bir generalden klasik bir cevap. Yeni bir şey yok. Bu böyle sürüp gider.