The Truth konusuna da bekleriz arkadaşlar orda da acaip şeyler dönüyor
hocam o konunun lınkını verebılırmısın
Dikkat : Assasin's Creed oynamadıysan çok ağır spoiler içerir ona göre linke tıkla. Bu arada oyunu bilmeyenler için: olayların gerçeklerle en azından bilinen gerçeklerle bir alakası yoktur, tamamiyle oyunun hikayesi üzerine benim ortaya attığım bir teoriyle başlayan ve birkaç arkadaşın çok değerli yorumlarıyla gelişen ve bambaşka harika bir olaya dönüşen bir konudur.
The Truth konusuna da bekleriz arkadaşlar orda da acaip şeyler dönüyor
hocam o konunun lınkını verebılırmısın
Dikkat : Assasin's Creed oynamadıysan çok ağır spoiler içerir ona göre linke tıkla. Bu arada oyunu bilmeyenler için: olayların gerçeklerle en azından bilinen gerçeklerle bir alakası yoktur, tamamiyle oyunun hikayesi üzerine benim ortaya attığım bir teoriyle başlayan ve birkaç arkadaşın çok değerli yorumlarıyla gelişen ve bambaşka harika bir olaya dönüşen bir konudur.
Bilinen gerçek diyorum güzel kardeşim, ayrıca everything is permitted
garip
BABİL'DEN BU YANA YILBAŞI KUTLAMALARI...
Yeni yılı kutlamak amacıyla dünyanın tüm ülkelerinde çeşitli törenler düzenlenir, gösteri ve eğlenceler birbirini izler. Bazı toplumlarda yeni yıl kutlamalarında dinsellik, bazılarında ise eğlence ağırlık kazanır.
Hz. İsa’nın doğumunu simgeleyen yılbaşının geçmişi çok eski yıllara kadar inmektedir. Bu konuda yapılan araştırmalar ilk yılbaşı kutlamalarının Babil’de, baharın başlangıcını kutlamak amacıyla yapıldığını ortaya koymuştur. Asurlular bunu Eylül ayının ortasına alarak sonbaharın gelişiyle birlikte kutlamışlardır. Eski Mısırlılar, Fenikeliler, Persler de 21 Eylül’ü yeni yılın başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. M.Ö. V. yüzyılda eski Yunanlılar kışın başlangıcı olan 21 Aralık’ta yeni yıl kutlamaları düzenlemişlerdir.
Roma İmparatorluğu’nun Cumhuriyet Döneminde 1 Mart yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilmiş ve bu durum Jülyen Takviminde de sürmüştür. Yahudilerin dinsel takviminde, Tışrı ayının (6 Eylül–5 Ekim) ilk gününe yılbaşı denilmiştir. Yahudilerin bu geleneği bugün de sürmektedir. Orta Çağın başlangıcında Hıristiyan toplumu Hz. İsa’nın doğacağının Hz. Meryem’e müjdelendiği 25 Mart yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
Bazı İngiliz ansiklopedileri Noel anlamına gelen “Chrıstmas” sözcüğünün Orta Çağda, “ Mesih’in Mıssası” anlamında “Christes Masse” den türediğini ileri sürmüşlerdir. İngiltere’ de yeni yıl 25 Aralık’ta kutlanırken Anglosaksonlar I. Wilhelm’in emri doğrultusunda kutlamaları 1 Ocak’ ta başlatmışlardır. Sonraki yıllarda İngiltere, diğer Hıristiyan ülkelerine katılarak yeni yılın başlangıcını 25 Mart olarak kabul etmişlerdir. Batı ülkelerinde, dünyanın güneşe doğru hareketine dayanarak düzenleyen, Papa XIII. Gregorius’un 1852’de onayladığı Gregoryan Takvimi uygulanmaya başlanmasıyla 1 Ocak yeni yılın başlangıcı olmuştur.
Avrupa Ülkelerinde yeni yılın başlangıcını birbirlerinden farklı tarihlerde kabul etmişlerdir. Örneğin; İskoçya 1660’da, Almanya ile Danimarka 1700’de, İngiltere 1752’de, İsveç 1753’de ve en geç olarak da Rusya 1918’de 1 Ocak tarihi üzerinde birleşmişlerdir.
Yılbaşı kutlamaları Güney Amerika ve Asya ülkelerinde Avrupa’dan daha farklı algılanmıştır. Latin Amerika’da Hz. İsa’nın doğumuyla ilgili inancın yanı sıra farklı geleneklere de yer verilmiştir.. Bazılarına göre yapılan kutlamalar bir bakıma Aztekler’in törenlerine benzemektedir. Mexico’da yayınlanan El Üniversal isimli bir gazetede yer alan bir yazı oldukça ilginçtir. Buna göre oradaki farklı dinsel toplumlarda rahipler Aztek tören takviminin Katolik ayin takvimiyle aynı olmasından yararlanarak, rahipler verdikleri vaazlarda misyonerlik işlevlerini desteklemişlerdir. Böylece İspanyollardan önceki tanrısal güçleri anma törenlerinin yerine, Hıristiyanların inandığı tanrısal güçler için yapılan kutlamalara yer verildiği ileri sürülmüştür. Bunun sonucu olarak da Avrupa’nın kutlama ve etkinlikleri tanıtılırken, Aztek törenlerinden de yararlanılma olanağı bulunmuştur.
Meksika'da durum biraz daha farklı olup, yılbaşı kutlamaları 16 Aralık’ta Posades zamanı ile başlamaktadır. Posades zamanı, Noel’in başlangıcından önce, dokuz büyüleyici gün olarak isimlendirilmiştir. Bu günler Yusuf ve Hz. Meryem’in, Beytlehem şehrinde yalnız başlarına dolaştıkları ve sonrada iyilik ve barınak buldukları dönemdir. Posades de aileler ve yakın dostlar her gece bir araya gelip Hz. İsa’nın doğumundan önceki günleri hatırlar ve hep onu konuşurlar. Yılbaşında Meksika geleneğine göre Hz. Meryem ile Yusuf’un heykellerinin taşınması, ilahiler söylenmesi ve posada istenmesi gelenekselleşmişti. Taşıdıkları heykellerle, ilahiler söyleyerek herhangi bir evin önüne gelenleri içeriye alınmadan önce ilahilerle yanıt verilirdi. Bunu, yemek, içki, müzik ve danslar izlerdi. Meksika’da 16–23 Aralık tarihleri arasında sekiz Posades şenliği yapılır, 23 Aralık’taki Noel öncesinde aileler özel bir yemekte bir araya gelirlerdi. Son derece görkemli biçimde kutlanan, Hz. İsa’nın ön plâna çıkarıldığı törenlerin sonuna doğru 5 Ocak akşamı üç bilge adamın çocuklara oyuncak getirdiğine inanılırdı. Encyclopedia Americana’nın da bu konuda ilginç bir yorumu vardır:
“Günümüzde Noel’le bağlantılı âdetlerin çoğu aslında Noel âdeti değil, Hıristiyanlık öncesine dayanan ve Hıristiyanlıktan kaynaklanmayıp kilise tarafından benimsenmiş alan âdetlerdir. Aralık ortasında kutlanan Saturnalia şenliği, Noel’in birçok şenlik âdetine örnek olmuştur. Örneğin bu kutlamada ayrıntılı şenlikler, hediye verme ve mum yakma adetleri türemiştir.”
Yılbaşı törenleri, birbirinden farklı ülkelerde değişik biçimlerde kullanılırsa da yine de hepsinin birleştiği nokta dinsel yönünün ağırlık kazanmasıdır.
Hindistan’ın güneyindeki Tahmil’de kışın başlangıcı “Pongal Şenliği” ile kutlanır. Bu tören süresince üç gün pirinç kaynatılır ve ibadet ağırlık kazanır. Bu arada çevrelerinde varlığına inandıkları hayaletleri kovarlar, keşişler insanlara ve Hindu tanrılarına çeşitli hediyeler dağıtırlar.
Çin’de Ocak ayı boyunca yeni yıl şenliklerle kutlanır. Yeni yılın ilk aylarında karşılaştıkları iyi veya kötü olayların bütün bir yıl boyunca süreceğine inanırlar. Bu günlerde evler özenle temizlenir, kapılarına kötü ruhların içeriye girmelerini engellemek amacıyla “Şimenava” denilen, pirinç saplarından yapılmış ipler asılarak üzerleri turunç, eğreltiotu ve ıstakozlarla süslenir. Bu arada aile büyükleri, yakın dostları, komşular ziyaret edilerek sebzeli “Moçi çorbası (zoni)”, pirinç unu pastası (moçi) başta olmak üzere çeşitli yiyecekler ikram edilir. Ayrıca Buda dinine bağlı olanlar, Budist mabetlerini, koruyucu Şinto tanrılarının kutsal yerlerini ziyaret ederler.
İran’da Mitra’nın 25 Aralık’ta doğduğuna inanıldığından aynı tarihte diğer ülkelerle farklı amaçta kullanıldığı da dikkati çekmektedir.
Kısaca değinmeye çalıştığım, dünyanın değişik toplumlarında, yeni yıl kutlamalarının Hıristiyan inancına dayanmadığı, putperest inançlardan kaynaklandığı da açıkça görülmektedir.
Hz. İsa’nın doğumuna dayanılarak 25 Aralık’ ta başlatılan Hıristiyan yortusunun Roma Almanakları dikkate alınacak olursa, M.S. 336’da kutlandığının yazılı oluşu da başka bir görüşü ortaya koymaktadır. Kudüs’ün dışında kalan doğu ülkelerinde, 6 Ocak’la kutlanan “Epifanyat” yortusunda İsa’nın doğumu ile vaftizi birlikte kullanılmaktadır. M.S. IV. yüzyılda Doğu kiliselerinin büyük çoğunluğu Hz. İsa’nın doğumunu 25 Aralık’ta kutlarken Kudüs buna uzun süre karşı koymuş, sonunda bu tarihi benimsemek zorunda kalmıştır. Buna karşılık Ortodoks kiliseleri 25 Aralık’ı hiç bir zaman kabul etmeyerek 6 Ocak’taki kutlamalarını sürdürmüşlerdir.
Noel kutlamalarının simgesi olan Noel Baba ise Santa Claus ismiyle tanınan Aziz Nicholas’dır. Anadolu’da Myra antik kenti yakınında dünyaya gelen Aziz Nicholas buğday ticareti ile geçimini sağlayan varlıklı bir ailenin çocuğudur. Mucizeleri ile gemicilerin, tüccarların, düşkünlerin ve çocukların koruyucusu olarak tanınmış, ileriki yıllarda Myra Başpiskoposluğu’na seçilmiştir. Yaşamını birçok mythos süslemiş, ölümünden sonra mezarının üzerine ismini taşıyan bir kilise yapılmıştır. Hıristiyan kiliselerinde kutlanan 6 Aralık’ta Noel Baba olarak isminin geçmesi ilk kez Almanya’da gerçekleşmiş, ardından da dinde reform yapan diğer kiliselere de yayılmıştır. Yılbaşı kutlamalarında ışık ve süslerle bezenen Noel Ağacı inancının kökeninin putperestlerce benimsenen ağaca tapınma düşüncesinden kaynaklandığı da ileri sürülmüştür. Özellikle İskandinav ülkelerinde şeytanı korkutup kaçırmak veya kuşlara bir ağaç sağlama isteğinin de bunda payı olduğu düşünülmelidir. Bu inancın kaçınılmaz bir sonucu olarak tanımlanan Noel Ağacı ile süslenmesi gelenekselleşmiştir. Başlangıçta Noel Ağacına hamursuz ekmekler, çörekler asılmış, sonra da bunun yerini çeşitli süsler, ışıklar, mumlar ve aile bireylerine verilecek hediyelerin konulması izlenmiştir.
İslâm düşüncesi yeni yılı hicri takvimine göre 1 Muharremde başlatmıştır. Gregoryen takviminden farklı olarak hicri takvim bir yılı 354 gün olarak hesap etmiştir. Bundan ötürüde her yılın başı birbirlerinde farklı mevsimlere gelmektedir. XIX. yüzyıldan sonra Osmanlılar Rumî takvimi kullanmaya başlayınca da yeni yılın başlangıcı olarak 1 Mart kabul edilmiştir.
İslam inancında yeni yılı kutlama geleneği olmamasına karşılık, devletin önde gelenlerin padişahı kutlaması da gelenekselleşmişti. Padişah da yeni yılını kutlayanlara ” Muharremiye” ismi altında para veya armağanlar verilmesi adet olmuştur. Bunun yanı sıra memurlarda yöneticilerini ziyaret ederek kutlama geleneğini sürdürür, karşılığında hediyeler alırlardı. Bu arada devrin şairleri yeni yıl nedeniyle “Muharremiye” denilen kasideler yazarak başta padişah olmak üzere devletin önde gelenlerine sunarlardı. Karşılığında da şairlere çeşitli hediyeler, keseler içerisinde bahşişler verilirdi. Halk arasında yaygın bir inanca göre, “ganimet” olarak isimlendirilen bu bahşişin yıl boyunca bereket getireceğine inanılırdı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra çıkarılan 2739 sayılı yasa ile 31 Aralık günü öğleden sonra başlayarak 1,5 gün resmi tatil olarak ilân edilmiştir. Türkiye’de yılbaşı kutlamaları zaman zaman aydınlarla bağnazlar arasında sert tartışmalara yol açmış, çoğu kez dar kalıplar içerisindeki bazı basın organları da bunu körüklemiştir. Yılbaşının kökeni, ne olduğu konusunda bilinçsizlik ve kültür eksikliğinin de bu tartışmalarda büyük payı olmuştur. Yılbaşı birbirinden farklı toplumlarda değişik biçimlerde algılanmıştır. Bazılarına göre nefsin körletilmesi, bazılarına göre de canlandırmayı veya insanı yenilemeyi tanımlamaktadır. Bu arada insanın veya toplumların yeniden güçlendirilmesi gibi bir amaç güttüğü iddiası ise ayrı bir tartışma konusudur. Hıristiyanlık öncesi ve sonrasında yapılan kış şenliklerinin ayrılmaz bir parçası olan ateş ile ışıktan esinlenerek yapılan törenlerin sıcaklığın, sürekli yaşamın simgesi olduğu da bilinmektedir. Ayrıca ölüme meydan okumasıyla tanınan ve bu yüzden yapraklarını dökmeyen çam ağacının da yılbaşı kutlamalarında yer alması hiç de boşuna değildir...
beyler inanmayın babama sordum yokmuş öyle birşey
İyi faydalı bilgiler yazmışsınız hocam.Fakat konumuzun yılbaşıyla ne gibi bir alakası var?
mesajım bulunsun.
bır kehanette de ben bulunayım 2012 de ısraıl mescıdı aksanın altında kazı yaparken mescıt yıkılacak ısraıl sucu fılıstınlılerın actıgı tunellere yıkmaya calısacak tum dunya muslumanları bu olay karsısında ayaklanacak Israıl muslumanları nukleer guc ıle tehdıt edecek. Sonunu bende bılmıyorum!!!!!
quote:
Orijinalden alıntı: QuickPlay
kıçına don bulamayan millet mi dünyanın sonunu bulabiliyor ha? dağılın beyler..
yarısını okudum diğer yarısına gece bakacağım. güzel kaynak olmuş
Güzel bilgiler var.Yavaş yavaş okuyorum.
quote:
Orijinalden alıntı: KingofEvil
İyi faydalı bilgiler yazmışsınız hocam.Fakat konumuzun yılbaşıyla ne gibi bir alakası var?
ilk uygarlıklardan bahsediliyor...
İlk insanlar vahşi miydi?
Sual: İlk insanlar işaretle mi anlaşıyorlardı? Taş-tunç devrinin aslı var mıdır?
CEVAP: Taş devri, tunç devrinin aslı yoktur. İnsanların maymundan gelmesi, uzay insanları, Ufo yalanları gibi bu da hayal mahsulüdür. Bir karıncayı, bir hücreyi bile yaratmaktan aciz olan dinsizler, bütün kâinatı yoktan yaratan Allahü teâlâyı inkâr maksadıyla böyle şeyler uyduruyorlar. Her şeye gücü yeten Cenab-ı Hak, ilk insan ve ilk Peygamber olan Hazret-i Âdem'e her ilmi öğretti. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Âdem'e bütün isimleri öğretti.) [Bekara 31]
Bu husustaki hadis-i şeriflerden ikisi de şöyle: (Âdem, Cennetten dünyaya inince, Hak teâlâ, ona her sanatı, her ilmi öğretti.) [Taberani]
(Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem’e bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki: Evlat ve zürriyetin, bir sanatla rızkını talep etsin! Dini geçim vasıtası yapmasın!) [Hakim]
İlk insanların işaretle anlaştıkları da yalandır. Hıristiyan ve yahudiler de, Hazret-i Âdem’in Cennette meleklerle konuştuğunu kabul ederler. Hadis-i şerifte, (Âdem, Allahü teâlâ ile konuşan bir Peygamberdir) buyuruldu. (Beyheki)
Hazret-i Âdem’in çocukları, kafilelerle başka başka ülkelere gittiler. Ayrı dil ile konuştular. Böylece babalarının bildiği dilleri unuttular. (Mirat-i Kâinat)
Hazret-i Âdem’in çocukları Hazret-i Âdem’in çocukları da, ilimsiz, fensiz, görgüsüz değildi. Hazret-i Âdem ve ona iman eden torunları şehirlerde yaşarlardı. Okumak, yazmak bilirlerdi. Demircilik, iplik yapmak, kumaş dokumak, çiftçilik gibi sanatları vardı. Yazı, ilk insan Hazret-i Âdemle birlikte dünyaya yayılmıştır. Bugün, Asya, Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında vahşiler yaşadığı gibi, Hazret-i Âdem’den sonra da bilgisiz, basit yaşayanlar vardı. Fakat, bundan dolayı ne bugünkü, ne de ilk çağdakilerin hepsi için, vahşi denilemez. Allahü teâlânın, Hazret-i Âdem'e gönderdiği kitaplarda, iman edilecek hususlar, çeşitli dillerde lügatler, namaz, oruç, gusül, birçok sanatlar, tıb, ilaçlar, aritmetik, geometri gibi şeyler bildirilmişti. Altın para basılmıştı.
Hazret-i Âdem’den sonra medeniyette gerileyen kavimler olmuştur. Buna rağmen Hazret-i Nuh zamanında da maden ocakları işletilip, çeşitli aletler, makineler yapılmıştı. Hazret-i Nuh’un gemisinin, kazanı kaynayarak hareket ettiği, yani buharlı gemi olduğu Kur'an-ı kerimde bildiriliyor. (Hud 40)
Kazılarda medeniyetlere rastlanması, eski insanların vahşi olmadıklarını göstermektedir. Kazılarda ilkel toplumlara da rastlanması, medeniyetlerin, zirveye çıktığını, sonra çeşitli sebeplerle yıkıldığını göstermektedir. Her medeniyet yok olunca, yenisini kurmak için sıfırdan başlamak gerekir.
Medeniyet grafiği inip çıkmıştır. Medeniyetlerin zirvedeki durumlarını görüp, eski insanların hepsine medeni demek nasıl mümkün değilse, medeniyetler yıkılınca yeni kurulan medeniyet seviyesi çok düşük olanlara da bakıp hepsi vahşi idi denilemez.
Putlara tapınılan bir toplum bulununca, ilk insanların çok tanrıya taptığı da söylenemez. Yani ilk insanlar çok tanrıya tapardı, sonra tek tanrıya taptılar görüşü çok yanlıştır. İlk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Âdem aleyhisselam, Allahü teâlâya ibadet ederdi. Asırlar sonra puta tapanlar çıkmıştır. Şimdi bile yeryüzünde çeşitli dinler mevcuttur. Ateşe, ineğe tapanlar vardır. Herhangi bir sebeple bugünkü medeniyet yıkılsa, Hindistan’da bir kazı yapılsa, bütün dünya ineğe tapıyordu mu denir?
Bu vesikalar gösteriyor ki, ilk insanlar vahşi değildi. Taş, tunç devri gibi devirlerin yalan olduğu pek açıktır, ilimle alakası yoktur. Evrimcilerin ve devrimcilerin uydurmasıdır. Onlar, kendi nazariyelerine bilim derler. Evrim tenkit edilse, siz bilime karşı çıkıyorsunuz diye Müslümanları kötülemeye çalışırlar. Dinimiz kesinlikle ilme karşı değildir. Zaten din ayrı ilim ayrı değildir. Fen ilmi İslami ilimlerin bir koludur. Din, ilme aykırı demek, evrimci ve devrimcilerin bir iftirasıdır.
Dillerin meydana çıkışı Dinsizler, hiçbir vesikaya dayanmadan, sırf dinleri inkâr için, ilk insanın konuşma bilmediğini, işaretle anlaştığını söylüyorlar ise de hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Âdem aleyhisselam, Allahü teâlâ ile konuşan bir peygamberdir.) [Hakim]
(Âdem aleyhisselam Cennetten dünyaya inince, Allahü teâlâ, ona her şeyin sanatını, ilmini öğretti.) [Taberani]
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselama, şu anda dünyada mevcut bütün dilleri öğretti. Âdem aleyhisselam da, Arapça, Süryanice, İbranice ve diğer bütün dillerde kitaplar yazıp her dil ile konuşmuştur. Bu husustaki delillerden biri Bekara suresinin, (Allahü teâlâ, Âdem'e bütün isimleri öğretti) mealindeki âyet-i kerimesidir.
Hazret-i Âdem, Hak teâlâdan öğrendiği için, varlıkların adlarını, bütün dil ve lügatları biliyordu. Çocukları bütün dilleri konuşuyordu. Hazret-i Âdem vefat edince, çocukları kafileler halinde başka başka ülkelere gittiler. Her kafile, ayrı bir dil ile konuşuyordu. Böylece çocukları babalarının konuştuğu diğer dilleri unutmuşlardı. O anda konuştukları dil ile kaldılar. (Mirat-ı Kâinat)
Irkların meydana gelişi Bütün insanlar, Hazret-i Âdem’in neslinden geldiğine göre, zenciler ve diğer ırklar nasıl meydana çıktığı merak edilen konular arasındadır.
Biyolojide modifikasyon denilen görünüş değişikliği yanında, mutasyon denilen genlerde değişiklik olayı vardır. Beyaz insandan siyah, esmer veya sarı insanların türemesi mümkündür. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı yeryüzünün her tarafından alınan topraktan yarattı. Bu sebeple neslinden, siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bu renkler arasında bulunanlar da oldu. Bazısı yumuşak, bazısı sert, bazısı da halis ve temiz oldu.) [Ebu Davud]
hayal mahsulü dediğiniz şeyler deneyle ispatlanmış, kanıtlı belgeli bilim adamlarının çoğunun kabul ettiği şeyler. sizin ortaya attıklarınızı kaç bilim adamı destekliyor? destekleyen bilimadamları diplomalarını almak için hangi ülkeye kaç para yatırmış? o öyle oturduğun yerden "ara form nerde yeeaaa", "proteini açıkla bakiyimmm" demekle olmuyor.
Tarihte iki çeşit medeniyet görülmüştür.
Bunlardan biri ilahi dinlere inananların ortaya koyduğu medeniyetler, diğeri de inançsızların uygarlığıdır. Eski Hind, Asur, Mısır, Yunan ve Roma uygarlıkları, putperest toplumların dünya hayat anlayışlarını göstermektedir. Onların ilah kabul ettikleri putların bazı insanlara, bilhassa krallara (Firavun, Promethe, Afrodit gibi) hulul ettikleri, yani vücutlarına girip yerleştiği, böylece bu kralların yarı tanrılaştıkları kabul edilirdi. Buna göre şekillenen günlük hayatta insanlar, asiller, aristokratlar, plepler, köylüler, köleler ve daha çeşitli isimler altında sınıflandırılır, hakim olan sınıflar diğerlerini dini, ekonomik ve beşeri bakımdan sömürür ve onlara zulmederlerdi. Atina’daki hipodromlarda insanları çıplak olarak spor müsabakalarına sokmak, çeşitli adlar altında tertipledikleri eğlencelerde şarap içerek her türlü çılgınlığı yapmak ve Roma’da köle yaptıkları ve gladyatör dedikleri insanları birbirleriyle ölümüne dövüştürmek ve aç bırakılmış aslanlara parçalattırmak vahşeti, zevkleri idi.
Batı’nın ortaya koyduğu uygarlık, Hıristiyan olan milletlerin eski inanç, örf ve âdetleri ile karışarak yarı putperest bir medeniyet olmuştur. Hazret-i İsa’dan sonra bozulmaya başlayan Hıristiyanlık, felsefecilerin, papaların ve krallarının müdahaleleriyle daha çok bozulmuştur. Böylece Orta Çağ Avrupa’sı, puthaneye döndürülmüş kiliseler ile zalim derebeyi ve kralların şatoları etrafında binbir çeşit hurafe ile doldurulmuş kafalar, adalet ve merhametten mahrum kalbler ve cehaletin kararttığı daracık ufukları içinde kaba, görgüsüz ve yarı vahşi insanlarla doldu. Hastalıklar çaresiz, hastalar bakımsız, fakirler ve köylüler hor ve zelil, ilim adamları, düşünürler tehlikeli, kadınlar her türlü hakaret ve zilletin hedefi idi.
James Churchward in yazdigi 2 kitabi okudum gercekten muthis
Bir batılının itirafı
Aşağıda konuşmasını aldığımız bayan Carly Fiorina, dünyanın en büyük şirketlerinden HP'nin yönetim kurulu başkanı. Bu şirket, Microsoft gibi, Linux gibi dünya devlerinden birisi olup esas iştigal alanı Bilişim Teknolojileri. Geçen Mayıs ayında Compaq Bilgisayar firması ile birleşmişler. Bayan Fiorina Temmuz 1999'dan beri bu şirkette. Bundan önce 20 yıl ABD'nin telefon şirketi AT&T 'de üst düzey görevlerde bulunmuş ve AT&T ile ilgili bir firmada başkan olarak çalışmış. Stanford Üniversitesi'nin "Ortaçağ tarihi ve felsefesi" bölümünü bitirmiş ve çeşitli dallarda master yapmış.
Minneapolis, Minnesota'da 26 Eylül 2001 "Teknoloji, piyasalar ve hayat tarzımız: Gelecekte neler olacak?" konulu bir konferansa, Carly Fiorina, ana konuşmacı olarak davet edildi. Konuşmasının son dakikalarında tarihten örnekler vererek değerlendirmeler yaptı. Aşağıda belirtilen adresteki konuşmanın son kısımlarına ait tercüme şöyle:
"Konuşmamı tarihten bir örnek ile bitirmek istiyorum:
Bir zamanlar tarihte öyle bir medeniyet vardı ki, o dönemin en büyük medeniyeti idi. Bu medeniyet birçok kıtalara yayılmış, sınırları okyanustan okyanusa, kuzey iklimlerinden tropik iklimlere ve çöllere kadar uzanmıştı. O medeniyetin tebaası olarak, farklı ırklardan, farklı dillerden, farklı kültürlerden yüz milyonlarca insan yaşamıştı.
Bu medeniyette konuşulan dillerden bir dil, dünyada çok konuşulan bir dil haline gelmiş ve farklı kıtalardan insanlar arasında köprü olmuştu. Bu medeniyetin ordusundaki farklı milletlerden olan askerler, dünyanın belki de hiçbir zaman görmediği bir barış sundu, tebaasına ve dünyaya. Bu medeniyetin tacirleri, Latin Amerika'dan Çin'e ve arada kalan bütün ülkelere ulaşmışlardı.
Yeni buluşlar bu medeniyetin temel taşlarından biri olmuştu. Bu medeniyetin mimarları, yerçekimi hesaplarına dayanan binalar yapmışlar, matematik bilginleri, bilgisayarın temel logaritması olan algebrayı (cebiri) bulmuşlar ve kodlamayı keşfetmişlerdi. Doktorları, hastalıklara yeni ilaçlar bulmuşlar, uzay bilginleri gökyüzündeki yıldızları incelemişler ve onları isimlendirerek, bugünkü uzay çalışmalarının temellerini atmışlardı. Edipleri, binlerce romantik ve sihirli hikayeler yazmışlar ve şairleri kendilerinden öncekilerin yazmadığı şekilde sevgi üstüne şiirler yazmışlardı.
Öteki medeniyetler yeni fikirlerden korkarken ve sansür uygularken, bu medeniyet devamlı yeni fikirlere açık olmuş ve bilgiyi, kültürü devamlı canlı tutmuştu.
Günümüz Batı medeniyeti de bu özelliklerin bir çoğuna sahip, fakat benim sözünü ettiğim medeniyet, 800'den 1600 yılına kadar uzanan ve Osmanlı İmparatorluğu'nu da içine alan, Kanuni Sultan Süleyman'lar gibi hükümdarlar yetiştiren İslam medeniyetidir.
Bu medeniyetin bize sunduğu miras, bugünkü Batı medeniyetinin temelini oluşturmaktadır. Bugünkü teknoloji İslam matematikçilerinin sayesinde vardır. Sufî yazar Mevlana gibi yazarlardan çok şeyler aldık. Kanuni Sultan Süleyman gibi hükümdarlardan tolerans göstermeyi ve liderliği öğrendik.
Bu medeniyetten dersler çıkarmalıyız. Bu medeniyetin sunduğu liderlik mirasa değil, yeniliklere dayanmış, Hıristiyanlık, Müslümanlık ve Yahudilik gibi farklı farklı din ve kültürler mozaiğini esas almıştı. Zaten bu şekilde de 800 yıl ayakta kaldı.
Şu anki gibi kritik zamanlarda, biz de tarihteki bu medeniyetten ders almalı ve onun gibi sosyal yapı ve liderler yetiştirmeliyiz. Özetle, bu konuya, liderlik mevzuundaki tartışmaya ve fikir teatisine dikkatlerinizi çekmek istiyorum. "
* 22 Aralık 2012 tarihi konusunda hiç şüphe yok mu? Mayalar'ın yakın geleceğimize ilişkin kehanetleri tüm ezoterik bilgilerle örtüşmektedir. Bu nedenleFİLM GERÇEK Mİ OLACAK? Felaketi anlatan The Day After Tomorrow (Yarından Sonra) filmi gösterime girdiği günden beri çok konuşuluyor. Son zamanlardaki belirtiler de �acaba mı� dedirtiyor.verilen tarihin önemi çok büyüktür. Ancak bu tarihlemede iki yıllık bir hata payı bulunabileceği de gözardı edilmemelidir. Bunun sebebi Maya Takvimi'nin bizim kullandığımız Gregoryen Takvimi'ne çevrilişinde MÖ 1'den MS 1'e geçilmiş olmasıdır. Aradaki 0 atlanmıştır. Yaptığı araştırmada Astrofizikçi Cotterel de bu konuya dikkatleri çekmiştir.
geçen günlerde bişi olmadı...ama acaba mayalar bunuda hesaba katmış olamalar mı? yani halen 2012 21 Aralık gecesi yani yılın en uzun gecesine tekabul eden geceden sonra mı başlayacak değişimler ? Birde foton ışınlarının dünyaya giriş zamanına denk geliyor...
Cahillige bakya fotonlar zaten surekli dunyaya giriyor zaten. Gunes isinlari yani gunesten gelen fotonlar dunyaya girmeseydi gunduz diye bir sey olmazdi. Azicik fizik okuyup sonra sallayin. Foton isinin temel parcacigidir. Fotonlar enerji paketcikleridir isinlarin olmasini bunlar saglar. Fotonlar olmazsa isik olmaz. 21 aralıktan sonra fotonlar giriyormus. Hade lan.