Şimdi Ara

Kinik Okul

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir (1 Mobil) - 1 Masaüstü1 Mobil
5 sn
15
Cevap
1
Favori
1.983
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Kinik Okul


    Gerek Megara ve gerekse Elis-Eretria okulunun Sokratik düşüncenin ruhunu yansıtma potansiyeli ya da güçlerine rağmen, Sokratik geleneğin antik Yunan'daki en etkili ve en özgün dalını Kiniklerin oluşturduğu tartışmasız kabul edilir. Bunun bir nedeni Kiniklerin, başkaca şeyler yanında Sokratik teori-pratik birliğini, savunulan felsefi ilkeleri yaşayış biçimiyle somutlaştırma idealini olabilecek en yoğun, hatta abartılı bir biçimde hayata geçirmiş olmalarıysa eğer, ikinci bir nedeni onların Sokratik felsefenin ruhunu, Helenistik dönemin önemli düşünce okullarından olan Stoacı okulun formasyonuna veya onun Roma İmparatorluğu'nda popüler bir felsefe olarak oynadığı role yaptığı doğrudan etki yoluyla Helenistik dünyaya aktarmış olmalarıdır. Üyelerinin Sokrates'in felsefesinin pratik yanını, bu felsefenin politik ve moral boyutlarını başka herkesten daha iyi anladığı üzerinde ittifak edilen okulun, ''köpek'', ''köpeksi'', ''köpeğe benzer'' anlamına gelen Grekçe kunikos adını neden ya da nasıl aldığıyla ilgili olarak üç ayrı muhtemel açıklama ortaya konmuştur. Bunlardan birincisine göre, okulun adı kurucusu Antisthenes'in ders yaptığı yerden, ''beyaz köpek'', ''hızlı köpek'', hatta ''köpek maması'' anlamına gelen Grekçe Kynosarges adlı jimnasyumdan, Herakles'in hamisi olduğu tapınaktan gelmektedir. Kynosarges köle doğmuş oldukları veya Yunanlı olmadıkları ya da anne babası Atina yurttaşı olmuş olsa bile, hukuken tanınan bir evlilik yapmamış oldukları için Atina yurttaşlığından mahrum olanların, nothoi'un devam ettiği bir tapınaktı.

    Annesinin Trakyalı bir köle olması dolayısıyla bir nothos olan Antisthenes, derslerini bu tapınakta verdiği için, okula Kinik Okul adı verilmişti.

    İkinci açıklamaya göre, Kinik sıfatı, Sokrates'in ölümünde yanında bulunup, onun en sadık öğrencilerinden biri olan Antisthenes'in ''saf ve hâlis'' bir köpek anlamına Haplaukon şeklindeki lakabı ya da takma adından gelmektedir. Üçüncü açıklamaya göre ise, kunikos sıfatı okula ve dolayısıyla, okulun üyelerine, görünümlerinin kabalığı ve ilkelliğinden, onların bütün uzlaşımlara, örf ve âdetlere aykırı hayat tarzlarından ve hatta Antisthenes'in Atinalılara, yaşam biçimlerini ve uzlaşımlarını küçümsemek, toplumun budalalıklarına ve haksızlıklarına karşı çıkmak amacıyla bir tepeden ''uluyarak'' hitap etmesi nedeniyle verilmiştir.

    Bu açıklamalardan hangisi doğru olursa olsun, Kiniklerle bir hayvan türü olarak köpek arasnda, ya bizzat onların kendileri ya da onları eleştirenler tarafından bağ kurulmuş olması olgusu, insan varlığının hayvani doğasının, Yunan uygarlığının dördüncü yüzyılda ulaşmış olduğu koşullarda, radikal bir tarzda yeni baştan incelenmesi veya ele alması olgusuna yapılan vurgu açısından önem taşır. Kiniklerin bilinçli bir tavırla ''köpek gibi davranmaları'' veya ''köpeği oynamaları'', insan geleneksel olarak hayvan - insan - tanrı diye, hem doğal hiyerarşideki ve hem de uygarlık hiyerarşisindeki yeriyle tanımlanmış olduğu için, moral söylemin baştan aşağı değiştirilmesiyle sonuçlanmıştır. Gerçekten de Kiniklerin bu türden geleneksel hiyerarşileri sorgulamak suretiyle, insanın doğadaki yerini ve uygarlığın insan hayatındaki rolünü yeni baştan değerlendirme imkanı buldukları söylenebilir. Buna göre, Kinikler, ''mevcudu geçersizleştirmeyi'', ''zamanın hâkim ideolojilerini geçersizleştirmeyi'' amaçlayan hicivci ve aforizmatik bir söylem içerisinde, bir yandan bütün yerleşik toplumsal tabulara meydan okurken, diğer yandan da insanın ihtiyaçlarını, kısmen fiziki alıştırma ve talim (askesis) yoluyla erişilecek bir kendine yetme (autarkeia) idealinin bir parçası olarak en aza indirgemeye, buna mukabil sözünü hiçbir şekilde sakınmama anlamında konuşma hürriyetini (parrhesia) ve eylem özgürlüğünü (eleutheria) olabildiğince arttırmaya dayanan bir ahlak anlayışı ve varolan yönetimleri insan doğasına karşı işlenmiş bir suç ve hıyanet; gelenek kültürü de mutluluğun önündeki engel olarak gören bir politika karşıtlığı önermişlerdir. Kiniklerin etik görüşleriyle politika felsefeleri arasında nasıl bir bağ kurulursa kurulsun, onların savundukları düşüncelerin en iyi karşı çıktıkları şeyler, yani Yunan uygarlığının miras alınmış bütün inanç ve pratikleri yoluyla anlaşılabileceğini söylemek doğru olacaktır.

    Ahmet Cevizci - Sokrates

    Devam edecek...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi *Bozkır* -- 10 Kasım 2008; 0:30:09 >







  • Kinik Okulun, Krates benzeri diğer üyeleri bir kenara bırakılacak olursa, düşünce tarihinde, tıpkı Sokrates gibi, hem fikirleri ve hem de yaşayış biçimleriyle oldukça etkili olmuş olan iki üyesi vardır. Bunlardan biri okulun kurucusu Atinalı Antisthenes, diğeri ise Sinoplu Diogenes'tir. Oldukça zengin biri olan, fakat savunduğu felsefe olgunlaşınca, sahip olduğu her şeyi bir şekilde elden çıkartarak elde ettiği geliri başka insanlara, özellikle de ihtiyaç sahiplerine dağıtan Antisthenes, doğal olmayan, doğaya uygun düşmeyen, sonradan kazanılmış her şeyi küçümsemekle ün kazanmıştır. O, millattan önce 445 yılında Atina'da doğmuş olmakla birlikte, annesinin Trakyalı bir köle olması nedeniyle hiçbir zaman bir Yunan yurttaşı olarak görülmemiştir. Daha çocukluğundan başlayarak, toplumsal hayattaki çelişki ve adaletsizliklerin kesin bir gözlemcisi olan Antisthenes, gençliğinde askere gitmiş, özellikle Tanagra savaşında gösterdiği cesaret ve kahramanlıkla ün salmıştır. Sonradan kendini tamamen felsefeye verince de, önce Sofistlere gitmiş ve Gorgias'tan retorik öğrenmiştir. Bununla birlikte, o çok kısa bir süre sonra Sofistlik ikliminden rahatsız olmaya başlamış, bu felsefenin boşluğunu derinden hissedince, kendisine daha derinlikli bir bilgelik kazandıracak bir felsefe arayışı içine girmiştir. Başka bir değişle, Atina'daki mevcut sosyal düzenin sert bir eleştirmeni olan Antisthenes, bu düzenin bir şekilde temsilciliğini yapan Sofistlerin felsefesinden uzaklaşarak, arızi ve rastlantısal olduğuna inandığı dışsal koşullardan tamamen bağımsız olacak bir insani udaimonia arayışı içinde olmuş ve bu bağlamda aradığı ipuçlarını Sokrates'in felsefesinde ve kişiliğinde bulmuştur. Sokrates'in en çok karakter bağımsızlığından etkilenen Antisthenes için hayatın nihai amacı olan mutluluğa, ancak bağımsız ve erdemli bir hayat ile erişmek mümkün olur.

    Onun çağdaşlarıyla olan ilişkilerinde Sokrates dışında, hiçbir çağdaşına en küçük bir saygı göstermediği söylenir. Sofistlerden, Gorgias'la olan kısa bir beraberliğinden sonra, bilerek ve isteyerek hep uzak durmuştur. Bununla birlikte, teorik bilginin sadece yarasızlığını değil, fakat gerçersizliğini de göstermek amacıyla, Gorgias'ın iki yanlı argümanlarını kullanmış ve bu arada Hippias'la Euripides'in ''doğaya dönüş'' düşüncesinden etkilenmiştir. O, en fazla da kendisiyle zaman zaman ''geç öğrenen ihtiyar'' diye alay eden Platon'la kavga etmiştir. Kavgasının temelinde ise, elbette felsefe anlayışının temel ilkesi olarak metafizik spekülasyonun boşluğu ve yararsızlığı düşüncesi bulunur. Buna göre, Platon'a sadece, Sokrates'in yeryüzüne indirmiş olduğu felsefeyi yeniden gökyüzüne çıkarmak suretiyle hocasının ruhuna ihanet ettiğine inandığı için değil, fakat matıksal ve metafiziksel nedenlerle benimsediği nominalizm dolayısıyla karşı çıkmıştı. O, gerçekten var olanın yalnızca, beş duyu yoluyla algılanan bireysel varlıklar olduğunu söylerken, doğallıkla Platon'un Sokratik tanımlardan hareketle geliştirmiş olduğu İdealar kuramına ''bir atı, şu atı görüyor, fakat atlığı ya da atın kendisini göremiyorum'' diyerek muhalefet etmekteydi.

    Onun İdeaların dışsal bir karşılıkları olmayan, salt ağızdan çıkan sesler veya zihindeki kavramlar oldukları görüşüyle, herhalde nominalizmin ilk ve en önemli temsilcisi olarak göstermek yanlış olmaz. Antisthenes bununla da kalmayıp, nominalizmini mantıksal sonucuna kadar taşımıştı; İdealar zihin dışında kendilerine karşılık gelen birtakım gerçekliklerin olmadığı kavramlar, salt zihinsel kendiliklerine karşılık gelen birtakım gerçekliklerin olmadığı kavramlar, salt zihinsel kendilikler iseler, o zaman bütün İdealar aynı ölçüde geçerli ve haklılandırılabilir olup, çekişkiye ve doğruyla yanlış ayırımına yer kalmaz. Bu yüzden; o, ''söylediğimiz her ne ise, doğrudur, çünkü konuştuğumuz taktirde, bir şey söyleriz, bir şey söylediğimiz zaman, var olanı söyleriz ve var olanı söylediğimiz taktirde, doğruyu söylemiş oluruz'' demiştir.

    Ahmet Cevizci - Sokrates

    Devam edecek...




  • Antisthenes'in on cildi bulan bir külliyatın sahibi olduğu söylenir. Günümüze hiçbiri erişmemiş bu eserler arasında en önemlileri, onun Kinik yaşam idealini, özdenetim ve fiziki dayanıklılığı, meşakkat ve disiplini anlatıp yücelttiği Herakles; bir tür hümanizmin savunuculuğunun yapıldığı eğitim amaçlı bir roman olarak Kyrus; egoizmi ve bencilce tutkuyu yerden yere vurduğu bir diyalog olan Alkibiades; tiranlığa saldırdığı bir eser olan Arkhelaos, demokrasiye karşı çıkışının gerekçelerini ortaya koyduğu Politikos ve nihayet, Platon'la olan polemiğinde, onun Euthydemos'una bir cevap niteliğindeki, kavga yazılarından oluşan Saton'dur. Yine, Antisthenes'in ''felsefeye çağrı'' veya ''teşvik'' amacıyla yazılmış eserlerin genel formunu ve üslubunu bulan ya da kullanan ilk kişi olduğu kabul edilir.

    Felsefe telakkisi açısından, onun felsefeden sadece pratik felsefeyi, yani düzgün ve iyi yönetilen bir toplumda, insanların nasıl mutlu olacakları konusunu ana problemi yapan bir etiko-politik felsefeyi anladığı söylenebilir; başka bir deyişle, o da, tıpkı Sokrates gibi, felsefeyi, theoriayı veya teorik felsefeyi hemen tamamen bir kenara bırakarak, pratik felsefeye eşitlemiştir. O, bilgiye ve bilimsel araştırmaya, gündelik yaşamla bir ilişkisi olmadığı sürece, en küçük bir değer vermemişti; çünkü ona göre, ahlaklılık meselesi bir eylem meselesi olup, bilgiye ve spekülasyona hiç ihtiyaç duymaz; ''erdemin Sokrates'in gücü dışında hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.'' Sanat ve öğrenmeyi, matematik ve doğa bilimini küçümseyen Antisthenes, varlık açısından önce, gerçekten varolanların maddi ve duyumsal şeyler olduklarını öne sürmüştür. Söz konusu bireysel varlıklardan meydana gelen dünyada, tam bir düzen ve hatta her şeyi birbirine bağlayan bir amaçlılık vardır. Antisthenes bu düzenin yaratıcısı ve sorumlusunun, yeryüzündeki hiçbir şeye benzemeyen, bu yüzden dünyadaki herhangi bir şeyle kurulacak analoji yoluyla bilinemeyen bir Tanrı olduğunu savunmuştu. Physis-nomos karşıtlığındaki genel tavrını teolojik bir düzenleme de taşıyıp, mitolojiye alegorik bir açıklama getiren Antisthenes, Tanrıların çokluğu inancından sadece uzlaşımı, âdeti sorumlu tutmaktaydı. Tpınakları, kurbanları, duaları, yeminleri ve kehanetleri mahkûm ederken, Homerosçu efsaneleri ahlaki açıdan yorumlayıp, ölümsüzlük inancına karşı çıkmıştı.

    Antisthenes, ontolojisinin artık aksiyolojik boyutunda, önce toplumun şu ya da bu amaca bağlı veya uzlaşımsal olarak iyi ya da kötü dediği şeylerin, gerçekte iyi ya da kötü olmadıklarını söylemekteydi. Sözgelimi, talih, şöhret, sağlık ve hayatın bizatihi kendisi gerçekten iyi; sefalet, utanç, hastalık ve ölüm de kendi başına kötü değildir. Hepsinden daha önemlisi, meşakkat, disiplin ve çalışma kötü şeyler olarak görülmemektedir. O, bundan sonra da, varlıkları ve iyileri, içsel ve dışsal, pysis ve nomos'a ait olan ya da özsel ve arızi şeyler olarak ikiye ayırmaktaydı. Dışsal şeyler ya da iyiler talih, şöhret, lüks, kişisel mülkiyet veya duyumsal haz türünden unsurlardır. Buna karşın, ruh dinginliği, tinsel hakikat, karakter bağımsızlığı türünden şeyler gerçekten iyi olan, insanın özünün ayrılmaz bir parçasını oluşturan şeylerdir. Bunlardan birinciler, değişken, gelip geçici ve göreli oldukları için, insanın özünün ayrılmaz bir parçasını oluşturan şeylerdir. Bunlardan birinciler, değişken, gelip geçici ve göreli oldukları için, insani iyi ve mutluluğa katkı yapmadıkları gibi, onu bozarlar. Buna karşın, ikinciler gerçek, ahlaki insan için özsel olduğunu savunan Antisthenes, etik görüşüne damgasını vuran ikili hareketin bir örneğini burada da gündeme getirerek, insanın tüm gücünü ikinciler üzerinde toplayıp, kendisine bağlı olanları değiştirmek ve geliştirmek için var gücüyle çalışması gerektiğini söylerken, birincilerden sakınmasını ya da en azından onlara kayıtsız kalmasını istemiştir.

    Onun insanın söz konusu ikili hareketine, uzlaşımın eseri olan dışsal şeylere karşı pasif; hakikat, erdem, dinginlik bnzeri dahili şeyler karşısında aktif olması gerektiğine dair açıklamasında özcü ve mutlakçı Sokratik değer anlayışının, Gorgias'tan aldığı Eleacı diyaletiğin ve Hippias'la Euripidis'in ''doğaya dönüş'' tezinin izlerikolayca tespit edilebilir. O, işte bu temel üzerinde ve teleojik bir etik anlayışı çerçevesinde, insan hayatının nihai hedefinin eudaimonia veya mutlak bir hoşnutluk hali olduğunu savunmuştur. Bir en yüksek iyi ya da nihai hedef olarak mutluluk haline bununla birlikte, çağdaşı Aristippos ve diğer Kirenelilerin söyledikleri gibi, dış dünyaya, harici ya da arızi iyilere yönelip, hayattan olabildiğince haz elde etmek suretiye erişilemez. Antisthenes, sadece hazzın iyi olduğunu reddetmekle kalmayıp, bir yandan da onu en büyük kötülük olarak değerlendirmekteydi. ''Haz duymaktansa deli olmayı'', ''arzunun kölesi olmaktansa deliliğin kurbanı olmayı'' tercih edeceğini söyleyen Antisthenes, bunun nedeni olarak hazzın insanı köleleştirmesini göstermiştir.

    Mutluluğu, şu halde boş kuruntulardan kurtulmak suretiyle kazanılan bir hoşnutluk veya neşeli bir ruh dinginliğinde bulan Antisthenes, eudaimonia'ya götüren tek yolun erdem olduğunu iddia etmekteydi. Erdem, insana yaraşan, onun için uygun olan ve dünyada olup biten bütün değişmelerden bağımsız kalan biricik şey olduğundan, sadece en yüksek değil, fakat biricik değerdir, mutluluğa götürecek yeğane yoldur. Erdemden başka iyi, erdemsizlikten başka bir kötü olmadığına göre, insanın bu ikisinden biri ya da diğeri ile ilintili olmayan her şeye kayıtsız kalması gerekir.

    İyi, insan doğasının bir parçası olan, onun özünde bulunan, onu gerçekten insan yapan şey olduğuna ve insan da sadece düşüncesiyle ve ruhsal yönden insan olabildiğine göre, bunu, yani insanın en azından tinsel ve akli müktesebatını temin eden şey, erdemdir. Antisthenes erdemi her şeyden önce değerlenmesine ve esas itibariyle de, insanların çoğunluğunun kopamadığı sözde iyilerin yanlış değerlendirilmesinden kurtulmaya eşitlenmişti. Erdem, insanın kendisini zenginlik, ün, şan, şeref gibi birer kuruntudan başka hiçbir şey olmayan bu sözde iyilerden kurtarmasıdır ki, bu da insanı özgürleştirmeye yarar. Dışsal şeylerin hiçbirine ve dış dünyanın taleplerine boyun eğmeyen erdemli insan, özgür bir insan olup, o kendi kendine yetebilmek için, başka her şeyi hor görmeyi öğrenmiş olan kişidir.

    Ahmet Cevizci - Sokrates

    Devam edecek...




  • Harika bir konu daha , değerli konularınız için teşekkür ederim .

    Kinik okulun adına dair 3 tahmin yürütülmüş belkide, insanın eğitime sadakatı ile köpek sıfatı ilintilenmiş olabilir. Ama ilginç olan şu bundan asırlar evvel bile sergiledikleri eğitim merakını günümüzde zerre yaşayamıyoruz.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: s£stavina

    Harika bir konu daha , değerli konularınız için teşekkür ederim .

    Kinik okulun adına dair 3 tahmin yürütülmüş belkide, insanın eğitime sadakatı ile köpek sıfatı ilintilenmiş olabilir. Ama ilginç olan şu bundan asırlar evvel bile sergiledikleri eğitim merakını günümüzde zerre yaşayamıyoruz.


    Doğru bir tespit. İnsanların bilgiye olan merakı imkanları geliştikçe azalıyor sanki.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi *Bozkır* -- 7 Kasım 2008; 21:06:39 >
  • Antisthenes, bundan sonra da tıpkı Sokrates gibi, erdemin birliğini savunurken, onu özde bilgeliğe (phronesis) eşitlemişti. Bu bilgelik de elbette bir tür öz bilinç ve sonra da hayatın anlamına dair bilgeliktir ve sadece ahlaki talim ve alıştırmalarla kazanılır. Her tür entelektüel eğitimi, teorik araştırmayı reddeden Antisthenes'e göre, ''insan bilge ise, okumayı öğrenmesi dahi gerekmez.'' O, ''hayatta hiçbir şey zahmetsiz, alıştırmasız başarılamaz, talim ile her şeyin üstesinden gelinebilir'' derken, kişinin doğru bir yaşayış bilgeliğine ve dolayısıyla da önce arzu, ihtiyaç ve tutkudan bağımsızlıkla belirlenen gerçek bir özgürlük haline ve en sonunda da nihai hoşnutluk/mutluluk haline erişebilmesi için, kendisini maddi ve tinsel bakımdan zorlaması, sıkıntıya sokması gerektiğini söylüyordu. Kişi, ona göre, düşmanlarının yaptığı kötülüğe bile boyun eğmelidir, zira düşmanın kötülükleri insanın kendi tanımasına hizmet eder.

    Erdemin kendine yeter olduğunu, bilge kişinin her tür bağlılık karşısında özgür kalabilmesi için, başkalarıyla hiçbir bağ kurmaması gerektiğini, hiç kimseye bağlanmamak için, başkalarıyla hiçbir bağ kurmaması gerektiğini, hiç kimseye bağlanmamak için de, kendi tinsel ihtiyaçları bakımından kendine yeter olması gerektiğini savunan Antisthenes'e göre, kişinin kendi mutluluğuna, kendi gücünün dışında hiçbir şey etki yapmamalıdır. O, burada bütün toplumsal norm ve uzlaşımlara saldırır, insan soyunun üremesini gerekli gördüğü için evliliği kaldırmak istemese de, aile hayatının gereksiz, hatta kimi durumlarda zararlı olduğunu söyler. Bilge kişi için, aile kadar, yurttaşlık da kayıtsız kalınacak bir şeydir. Bilgenin, görünüşte köle olsa bile, başkalarının doğal efendisi olduğunu iddia eden Antisthenes'in bakış açısından, insanlar arasındaki bütün ayırımlar anlamsız ve de gereksizdir.

    Antisthenes bundan dolayı politika felsefesinde, kozmopolitanizmi benimsemiş, sadece tiranlığa ve aristograsiye değil, fakat demokrasiye de şiddetle karşı çıkmıştı. Yaşayışını, yapıp etmelerini erdem kurallarına göre düzenleyen bilgeyi hiçbir yasanın, hiçbir geleneğin, hiçbir politik düzenin bağlayamayacağını öne süren Antisthenes, kendisini yurtsuz biri olarak düşünmüş, belli bir devletin yurttaşı olmaktan ziyade, dünya vatandaşı olmak istemişti. Ona göre, bütün insanların bir arada yaşamaları, bir milletin birtakım yapay sınırlarla diğerlerinden koparılmaması veya ayrılmaması gerekir. Bu açıdan bakıdığında, Sokrates'in demokrasiyi, demokrasinin kimi kurumlarını eleştirdiği yerde Antisthenes'in, bütün derece, hiyerarşi ve kurumlarıyla toplumun ve politik düzenin kendisine karşı çıktığı söylenebilir. Bir bütün olarak Yunan uygarlığına, dolayısıyla aileye, mülkiyete, kent devletine ve bu arada derece, öncelik, konum ya da imtiyaz içeren her şeye karşı düşmanca bir tavır takınan Antisthenes, her insanın başka her insan kadar iyi, bir yerin başka herhangi bir yer kadar hoş ve güzel olduğunu savunamaktaydı. Bu yüzden kendisine ''Neden Atika toprağına ait olmakla övüneyim?'' diye sorarak ve kendisini ''evsiz, kentsiz ve ülkesizin isyan ruhuyla'' milliyetsizleştirerek, sadece erdemin, kişiye gerçekten ait olan yegane içsel şey olarak önem taşıdığını savundu. Harici şeyler, onun gözünde, erdeme yardımcı olacak şeyler değildi; tam tersine, onlar erdem, erdemli hayat için bir engel teşkil etmek durumundaydı. Bu yüzden, insan, her şeyi bir tarafa bırakarak, erdemin yoluna girmeliydi; bir tek erdemin yolundan giden insanın özgür olabileceğini savunan Antisthenes'te kendine yeten bilge insan, en büyük ideal olmuştur. Gerçek bir Kinik, kendine yeten ve kendisinin dışındaki her şeyden bağımsız olan biriydi.

    Ahmet Cevizci - Sokrates

    Devam edecek...




  • Bilge insanın her şeye karşı mutlak bir kayıtsızlık içinde olduğunu öne süren Antisthenes için, devlet de anlamsız bir şeydi. Dolayısıyla, yurttaşlık düşüncesi de, onun için pek anlamlı değildi; illa da bir yurttaşlık olacaksa, bu dünya yurttaşlığı olabilirdi. Bu açıdan bakıldığında, İskender'in kurduğu dünya imparatorluğuyla, Antisthenes'in kinik idealini en azından politik boyutuyla hayata geçirdiği söylenebilir. Buna göre, her insanın politik konumu her ne olursa olsun, başka her insan kadar iyi olduğu iddiası ve kendine yeten, dünya yuttaşlığıyla yetinen biri olarak bilge insan telakkisiyle sadece kent devletinin temellerini sarsmakla kalmayıp, Yunan düşüncesinin ''hayatın, insanlar gerçek insanlıklarına ancak böyle bir cemaat düzeninde ve onun verdiği eğitim sayesinde erişebilecekleri için, uygar toplumun hiyerarşik yapısı içinde yaşaması gerektiği'' kabulünü de yıkan Antisthenes, dünyaya önemli ölçüde bu dönemde giren iki temel düşüncenin, doğaları itibarıyla ''bütün insanların eşit olduğu'' fikriyle ''insanların özleri gereği tek bir insan cemaati içinde kardeş oldukları'' düşüncesinin ilk ve en önemli savunucusu oldu. Kiniklerden Stoacılığa, ordan da Hristiyanlığa erişerek uzun bir hattın tam başında olan, fakat kozmopolitanizmiyle, yani bireysel ruhun bağımsızlığı düşüncesine eşlik eden bütün ''ruhların dünya birliği'' düşüncesiyle sonradan alınacak yolu önemli ölçüde kat eden Antisthenes bilge insabın bir devlette, yürürlükteki yasalara, onun sonradan konmuş yasalarına göre değil de, erdemin evrensel olan yasasına göre yaşamak durumunda olduğunu söylemekteydi.

    Onun kozopolitanizminin temelinde, şu halde, bir taraftan insanların özellikle de iyilik ve kötülük bakımından eşitliğine duyulan inanç, fakat diğer taraftan da güçlü bir bireycilik bulunur. Devlet, toplum ve tarih gibi birey üstü yapı ve kurumlara karşı olumsuz bir tavır takınan Antisthenes'e göre, insan sosyal hayattan elden geldiği kadar uzak durduktan başka, politik düzene de yabancı kalmalıdır. İnsan gerçekten mutlu olmak istiyorsa, kendisini başka insanlara bağımlı olmaktan kurtarabilmeyi bilmelidir. İşte bu bireyci tavrı, onun kinizminin yıkıcı boyutunu, uygarlığı tahrip eden yönünü gözler önüne serer. Antisthenes insanda doğal bir duygu olarak varolan utanma duygusunu da inkâr eder.

    Ahmet Cevizci - Sokrates

    Devam edecek...




  • Kinik Okulun ikinci önemli ismi, Kinik felsefeyi gerek teorik olrak, gerekse söz konusu felsefenin cisimleşmesi olarak yaşam biçimiyle çok daha ileri bir noktaya taşıyan Diogenes'tir. Platon'un bile ''Sokrates'in delirmiş hali'' diyerek, Sokrates'e ve felsefesine olan yakınlığını teslim ettiği Diogenes muhtemelen 410 yılında Sinop'ta doğmuştu. Köken olarak bir Karadeniz İon'u olan Diogenes'in de hayatı ve fikriyatı birbirinden ayrılmaz; fazladan onun hayatını, insanlar arasında neredeyse yüzlerce yıldan beri anlatılan bir biyografik anekdotlar geleneğinden öğreniriz. Diogenes Laertios'un aktardığı yüzlerce anekdottan oluşan bu geleneğin önemli bir bölümünün otantik olduğu ve dolayısıyla, onların Diogenes'i sunuş tarzının Diogenes'le ilgili olarak sahip olduğumuz en değerli malzemeyi oluşturduğu, bugün hemen bütün antik felsefe uzmanları tarafından kabul edilmektedir. İçinde her daim bir söz oyunu, bir mecaz ya da cinasın bulunduğu, Diogenes'in ''her seferinde taşı gediğine koyduğu'' bu anekdotlarda Diogenes'in takdim ediliş şeklinin iki temel özelliği vardır: Diogenes'i tahrik edici ya da en azından meydan okuyucu bir soru ya da duruma tepki verirken anlatan bu anektotlarda; o, hem alaycı bir provokatör hem de aykırı bir ahlakçı olarak sunulur. Teori-pratik birliğini temin eden; filozofun yaşayışını, aynen Sokrates'te olduğu gibi, düşüncesinin cisimleşmesi haline getiren bu hicivci provakör ve aykırı ahlakçı birlikteliği, onu anlamak açısından büyük önem taşır. Metaforlar, anekdotlar ve sloganların Diogenes'in öğretisinin özünü meydana getirdiği doğruysa eğer, onun felsefesinin doğduğu yer olan Sinop'ta başladığı söylenebilir. Çünkü o Sinop'tan sürüldüğünü yüzüne vuran birine, ''Ama bu sayede filozof oldum alçak!'' demiştir. Gerçekten de, Sinop'ta devlet bankasından sorumlu banker olan babası Hikesios, Perslere ödenecek devlet vergisini sahte para basmak suretiyle gasp edince veya babası değil, fakat esas Diogenes'in kendisi salt açgözlülüğü nedeniyle, kalpazanlık yapınca, ya kentten kaçmak zornda kalmış ya da sürgüne gönderilmişti. Yurdundan ayrıldıktan sonra Delphoi'a giden, buradan da Atina'ya geçtikten sonra, Yunanistan'da en azından sürgün bir metek olarak ömrünü sürdüren Diogenes'in hak ve özgürlükleri kısıtlı olduğu gibi, herhangi bir geliri de yoktu. Oturacak bir ev dahi bulamadığından, o Atina'da bir fıçıya yerleşmişti. Kısmen de içinde bulunduğu şartların çağresizliği nedeniyle veya o dönemlerde Karadeniz'den Yunanistan'a felsefe eğitimi almak üzere gitmiş pek çok öğrencinin etkisiyle, felsefeye yöneldi ve kendisini Antisthenes'e öğrenci olarak kabul ettirmeyi başardı. Kinik hayat tarzına uygun bir biçimde yaşayabilmek için, kendisini ağır doğa koşullarına dayanıklılık göstermeye adayan, kızgın kumların üzerinde yürüyen, karda mermerlere sarılan Diogenes'in gerçekten de kendisine felsefenin ne yararını gördüğü sorulduğu zaman, ''her şey bir yana talihin cilvelerine karşı hazırlıklı olmayı öğrendiğini'' söylediği anlatılır. Gerçekten de, elde avuçta hiçbir şey olmadan, aç bilaç felsefe öğrenmeye başlayan Diogenes'in felsefesinin çıkış noktasını, aslında onun kendisini ''evsiz, kentsiz, anavatanından uzak, bohçasında sadece bir günlük kuru ekmek bulunan bir dilenci'' diye tanımlaması oluşturur: Bu felsefe, başkaca şeyler yanında özde, insan varlıklarının doğaları itibarıyla, gerekli eğitim ya da çalışma yapıldığı ve ihtiyaç duyulan dirayet gösterildiği taktirde, en olumsuz koşullarda dahi mutluluğa erişebilecek şekilde yaratılmış olduklarını gösterme yönünde bir teşebbüs olmak durumundadır. Gerçekten de, zorla sürgüne gönderilmeye bağlı olarak yaşadığı dışlanmayı bilinçli bir direniş eylemine dönüştürmeyi başaran Diogenes, derinleştirdiği Kinik felsefeyle mutluluğun topluma ya da olumsal birtakım koşullara ya da talihe değil, fakat sadece kişinin özerk benliğine, gerekli özdenetimi kazanmış ruhunun gerçek özgürlüğüne bağlı olduğunu açıkça göstermiştir.

    Ahmet Cevizci - Sokrates

    Devam edecek...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi *Bozkır* -- 9 Kasım 2008; 23:30:13 >




  • Okul kelimesi hem okul hem de "ekol" anlamında kullanılıyor zannedersem. (zaten ikisi de aynı kelime aslında)
  • Gerçekten de, ilk kez Antisthenes'in ortaya koyduğu Kinik ettiği, Kinizmin insan doğası anlayışını geliştirmek suretiyle, özellikle phusis-nomos ayırımı ve özerkliğe ek olarak, sözünü sakınmama anlamında konuşma hürriyetine dayalı yeni bir özgürlük telakkisi ekseninde derinleştiren Diogenes, erdemi ve ahlaki hayatı doğaya uygun yaşanmış bir hayat diye tanımlamıştır. Doğanın akıl, kendine yetme ve özgürlüğün belirlediği iyi hayatın nasıl yaşanacağıyla ilgili olarak sağlam ipuçları verdiğini, oysa, sosyal uzlaşımların, örf ve adetlerin özgürlüğü sınırlamak, akla ve doğaya aykırı kurallar ve davranış kodları geliştirmek suretiyle iyi ve ahlaki hayat için en azından bir engel oluşturabildiğini öne süren Diogenes, doğallıkla bir yandan doğaya uygun yaşamayı temel moral hedef haline getirirken, bir yandan da uzlaşıma karşı çıkmıştır. O, toplumdaki yapaylıklara ve uzlaşımsal değerlere meydan okumuş ve her tür yerleşik kuralın insanın doğallığına aykırı düştüğüne inandığı için, toplumun tüm yerleşik kurallarına karşı çıkmayı, uzlaşımsal ölçü ve inanışların çoğunun boş olduğunu göstermeyi ve insanları yalın ve doğal bir yaşam biçimine çağırmayı amaçlamıştır. Diogenes'in bu bağlamda ilk yaptığı şey, Atina'nın sosyal, dini ve politik adet ve geleneklerinin keyfilik ve raslantısallıklarını gösterirken, dini ve politik liderlerin otoritesiyle alay etmek olduğu söylenebilir. Nitekim, Platon'un bir defasında onu ''köpek!'' diye çağırması üzerine, ''doğru, çünkü beni satanlara geri dönüyorum'' cevabını verdiği, yemekte birinin köpekmiş gibi önüne kemik atması üzerine, gidip kemiğin üzerine işediği anlatılır. Diogenes'in Atina'da gündüz vakti elinde fenerle düzgün adam bulmak için dolaştığını anlatan Diogenes Laertios'un belirttiğine göre, ''Yunanistan'ın neresinde iyi insanlar gördüğü'' sorulduğunda, ''hiçbir yerde'' demişti. Onun bir gün ciddi bir konudan söz ederken, kimse dinlemek için yanaşmayınca, kuş gibi ötmeye başlatığı anlatılır. İnsanlar çevresine toplanınca da, Diogenes, ''maskaralık oldu mu güzelce gelirsiniz, ama ciddi konular söz konusu olduğunda, umursamazca ağırdan alırsınız'' diye herkesi kınamıştır. İnsanların hendek kazmak ve takme atmak için yarıştıklarını, ama düzgün adam olmak, ahlaki bir hayat sürmek için kimsenin kılını bile kıpırdatmadığını söylüyordu.

    Onun utancı, utanılması gereken şeyleri yeniden tanımlamaya kalkışması da, işte bu bağlamda olmuştur. Nitekim, o, iyinin süs ve dış görünüşle özdeşleştirilmesine karşı çıkarken, Atinalıların özel dünyalarında, mahrem hayatlarında yaptığı şeyleri açıkta yapmmış, sözgelimi sokağa işerken, agorada mastürbasyon yakarken görülmüştür. Diogenes'in bakış açısından utanılması gereken şeyler, bunlar değildir; kişinin özüne aykırı düşmesi, ruhunu unutup sözde ya da uzlaşımsal değerlere uygun yaşamasıdır. Nitekim, yaşamanın felaket olduğunu söyleyen birine, ''yaşamanın değil, fakat kötü yaşamanın felaket olduğunu'' söyleyen Diogenes, arpını akort ederken gördüğü birine '' hayatını ruhunla uyumlu hale getiremezken, bu tahtaya ahenkli sesler vermeye utanmıyor musun?'' diye sormuştur. Diogenes Laertios yine aynı eserinde, onun ''kendisinin felsefe için uygun biri olmadığını'' söyleyen bir gence, ''güzel yaşamak unurunda değilse, ne demeye yaşıyorsun?'' diye karşılık verdiği anlatılır.

    Diogenes'in utancı yeni baştan tanımlamaya kalkışması, hiç kuşku yok ki onun bir rölavist olmadığını gösterir. Gerçek yargı ve ahlaklılık standardı olarak, uzlaşımın yerine doğayı geçiren Diogenes, insanın gerçek ahlaklılığa ters düşen sosyal normlar yoluyla değilde, doğaya uygun bir tarzda yaşayarak iyi ve ahlaklı olabileceğini savunmuştur. Başka bir değişle, Diogenes'in toplumsal normlara utanmasız kayıtsızlığının, ona, doğal ve özgür yaşamak, yani temel ihtiyaçlarını kültürün sınırlama ve yasaklarını hiç dikkate almadan karşılamak adına, utanca dayalı geleneksel ahlakı reddetme imkanı verdiği söylenebilir. Doğaya uygun bir hayat arayışı içine giren Diogenes, başta cinsel tabular olmak üzere bütün tabuların, sınırlamaya dayalı tüm sosyal geleneklerin rasyonel temelini sorgularken, zenginlik, şan, şöhret benzeri iyi olduğuna inanılan şeylerin peşinden gitmenin hatalı olduğunu savunmaktaydı. Bu çerçeve içinde, o, sadece klasik ahlakı değil, fakat bildik özgürlüğe imtiyazlı bir yer veren Diogenes, onu negatif bir özgürlük olarak sadece kişisel bir anlamda ele almadı. Özgürlüğü daha ziyade hürriyet (eleutheria), kendine yetme (autarkeia) ve sözünü sakınmama (parrhesia) ilişkili anlamlarıyla benimseyen Diogenes, elbette aklın duygular ve tutkular üzerindeki hakimiyeti ve bununla ilintili pek çok şeyi hocası Antisthenes ve aynı Sokratik etik geleneği içinde konumlanan pek çok kişiyle paylaşmaktaydı. Bu yüzden kaydettiği yenilik, getirdiği farklılık esas parrhesia çerçevesinde oldu.

    Ahmet Cevizci - Sokrates

    Devam edecek...




  • Her koşul altında doğruyu söyleme, sözünü hiçbir koşul altında hiç kimseden sakınmama anlamında parrhesianın en önemli unsuru, Yunan dünyasının değişken politik koşullarında, sözünü sakınmamaktan, doğruyu her durumda söylemekten ayrılmaz olan, Sokrates'in başına gelenlerden aşina olduğumuz tehlikedir. Diogenes Laertios'un eserinde bununla ilişkili olarak verdiği üç örnek; Diogenes ile Büyük İskender arasında geçen konuşmalara gönderme yapar. Bunlardan birincisinde, Diogenes Laertios onun, Kraneion'da güneşlenirken, başına dikilen İskender'in ''Dile benden ne dilersen!'' diye sorması üzerine, ''güneşimi engelleme yeter'' dediği anlatılır. Muhtemelen ilk karşılaşmalarında, İskender'in onunla karşılaştığı zaman ''Ben büyük kral İskender'' demesi üzerine, o karşılık olarak ''Ben de köpek Diogenes'' demiştir. İskender ne yaptığı için köpek diye nitelendiğini sorunca da, Diogenes ona ''Bana bir şey verene kuyruk sallıyorum, vermeyene havlıyorum, kötüleri ise ısırıyorum da ondan'' diye karşılık vermiştir. Başka bir seferinde ise, İskender onun yanına gelip ''Benden korkmuyor musun?'' diye sormuş, ''iyilik'' karşılığını alınca, bu kez ''kim korkar iyilikten?'' diye yanıtlamıştır. En azından her şeye gücü yeten ve hırs içindeki bir tiran ya da imparatorla her şeyden elini ayağını çekmiş, hırs ve tutkulardan arınmış bir kinik filozof arasında görülmek istenen edebi bir kurgulamaya işaret eden bu anetdotlar, Diogenes'in kinik yaşam tarzına özgü hicivciliğini, sözünü hiçbir şeyden sakınmamayla belirlenen cesaretini, hazır cevaplığını göstermeye ek olarak, onun nüktedanlık ve politik otorite karşısındaki mutlak bağımsızlığını yansıtır. Gerçekten de, başta Dionysos'un sarayını birkaç kez ziyaret eden Platon ve Aristippos, Makedonya İmparatoruna sadece öğretmenlik yapmakla kalmayıp, neredeyse politik danışmanlık hizmeti veren Aristoteles olmak üzere, zamanın bütün filozoflarının hükümdarlarla temas içinde olmaya özen gösterdikleri bir çağda, Sokrates'in ruhuna bu yönden de sadık kalan Diogenes, bu tür politik ilişkilerden sakınmaya özen göstermiştir.

    Her bakımdan kendine yeten güçlü biri haline gelmeye çalışan, ama bu erdemleri politika alanına girdiği zaman korumanın imkansız olduğunu iyi bilen Diogenes, filozofun yoksul, ama kendine yeter ve erdemli hayatını saray filozofunun zengin, fakat eğilmiş hayatına kesinlikle tercih edilmesi gerektiğini savunmuştur. Nitekim, Diogenes Laertios, bu konuda onunla Platon arasında geçen, otantisitesi muhtemelen kuşkulu, şu konuşmayı aktarır:

    Platon bir gün onu yeşillik yıkarken görünce, yanına yaklaşıp usulca ''Dionysos'un hizmetinde olsaydın, şimdi yeşillik yıkamazdın'' dedi; o da aynı biçimde usulca ''sen de yeşillik yıkasaydın, Dionysos'a hizmet etmezdin'' diye karşılık verdi.

    Böyle bir görüşme çerçevesi içinde, açıktır ki, iki tür özgürlük, biri Platon'a izafe edilen kişinin ya da filozofun hükümdarın ya da tiranın hizmetine girmek suretiyle yoksulluktan kurtulması olarak özgürlük ile Kiniğin kendisini yoksulluk içinde yaşamak suretiyle tirana hizmet etmekten kurtarması olarak özgürlük arasındaki farklılığın ortaya konması amaçlanır. Diogenes'in hem autarkeiayı, yani kendine yeter olmayı, hem de parrhesiayı, yani sınırsız bir konuşma hürriyetine sahip olmayı ihtiva eden özgürlük anlayışı, bunlardan ikincisi olup, tiranın hizmetinde olan birinin böyle bir özgürlüğe sahip olamayacağını, onun doğru olduğuna inandığı şeyleri söylemeyeceğini dile getiren Diogenes için ''dünyada en güzel şeyin konuşma hürriyeti olması'' anlaşılır bir şeydir.

    Tüm evreni kapsayan doğal bir yasa ve işleyişin tek doğru yönetim biçimi olduğunu düşünen Diogenes, kişinin kinik hayat tarzını gerçekleştirebilmesi için, böylesi bir özgürlüğün gerektirdiği sıkı bir fiziki eğitime, bedensel alıştırmaya (askhesis) ihtiyaç olduğunu düşünmekteydi. O, yasanın yurttaş topluluğuyla aynı anlama geldiğini söylerken, sınıfsal ayrımlara tamamen karşı çıktı. Kölelerin de doğuştan efendi olabileceklerini, kadınların da yasaya ortak olmaları gerektiğini ifade etti. Evrensel insanlık idaresine uygun olarak dünya yurttaşlığı düşncesini benimseyen, önemli olanın kişinin nereye, hangi topluma, hangi kültüre ait olmasından ziyade, bizzat insan olarak kendisinin ne olduğunu söyleyen Diogenes, nereli olduğu sorulduğunda ''dünya vatandaşıyım'' diyordu.

    Ahmet Cevizci - Sokrates

    Bitti.




  • Üstteki Diogenes 'in fikri cesaretteki benzerliğine dip not olarak düşelim ;


    Sokrates M.Ö. 469-399 yılları arasında yaşamış olan ünlü Yunanlı düşünür, filozof. Pla­ton'un hocası olan Sokrates, görüşleri, tar­tışmaları yeni iktidarın temsilcileri tarafın­dan beğenilmediği için, yeni tanrılar icad ettiği, görüş ve tartışmalarıyla, gençleri baş­tan çıkardığı gerekçesiyle ölüme mahkum edilmiştir.
  •  Kinik Okul


    Antisthenes




     Kinik Okul


     Kinik Okul


     Kinik Okul


     Kinik Okul


    Diogenes



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi *Bozkır* -- 11 Kasım 2008; 18:46:53 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: s£stavina

    Üstteki Diogenes 'in fikri cesaretteki benzerliğine dip not olarak düşelim ;


    Sokrates M.Ö. 469-399 yılları arasında yaşamış olan ünlü Yunanlı düşünür, filozof. Pla­ton'un hocası olan Sokrates, görüşleri, tar­tışmaları yeni iktidarın temsilcileri tarafın­dan beğenilmediği için, yeni tanrılar icad ettiği, görüş ve tartışmalarıyla, gençleri baş­tan çıkardığı gerekçesiyle ölüme mahkum edilmiştir.


    Kinik Okulun kurucusu olan Antisthenes, önce sofist Gorgias'ın sonra da Sokrates'in öğrencisi olmuştur. Yani Sokrates, Diogenes'in hocasının hocasıdır.

    Sofist Gorgias demişken aklıma onun sözleri geldi;

    Hiç bir şey yoktur,
    Olsa bile bilinemez,
    Bilinse bile aktarılamaz.

    Gorgias'a göre bilgiyi bir başkasına aktaramama nedenimiz. Herkesin kavramlara farklı anlamlar yüklemesidir.




  • Mümkün, mesela görüntü örneği . Gördüğümüz cisimleri aslında gözle değil beyine gelen sinyallerin algılanması ile görüyoruz. Ve kişilerin bireysel farklılıkları , prensipleri , beğenileri , inançları , bakış açıları... gibi unsurlar bu algı esnasında etken olabilir görüntünün algılanmasında değişikliklere yol açabilir mi diye merak ediyorum .

    Eğer bu oluyorsa ki ispatı çok zor.


    Aynı durum renk örneğinde de geçerli açıklarken bile zor oluyor ama deneyim en azından ;

    Renkleri ayırt edecek yaşa geldik diyelim , ve öğrendik ki portakal turuncu.

    Aynı mantıktan yola çıktık güneşle portakalın aynı tonlara sahip olduğunu öğrendik. ve hayatımız boyunca aynı mantıkla devam edip hiç bir aksaklık yaşamayacağız.

    Ama sorun şu ya sizin yada benim gördüğümüz "turuncu" ya tekabül eden renk aynı değilse bunun ispatı ne mümkün ?




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.