Şimdi Ara

!!!!!! YALANLAR-GERÇEKLER-HAFIZAMIZ !!!!!!

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
1
Cevap
0
Favori
395
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Kanaltürk anasayfadan alıntıdır.....AYARLI MEDYANIN NELERE GÜCÜNÜN YETTİĞİNİ ANLAMAK İÇİN OKUMAMIZ LAZIM.Yugoslavya daha düne kadar barış ve kardeşliğin hüküm sürdüğü bir ilkeydi........

    Miloseviç; yalanlar ve gerçekler!
    Yugoslavya'nın son Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç'in Hollanda'nın Lahey kentinde Birleşmiş Milletler (BM) tarafından kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'ne (USSM) ait bir hücrede ölü bulunması, büyük bir skandaldır.

    Ne var ki gazeteler, haberi verirken, "Sırp Kasabı öldü" diye başlıklar attılar. Bu başlıklarda bir hayıflanma vardı; hakkındaki hüküm kesinleşmeden ölmüştü. Batılı televizyonlara ve haber ajanslarına göre o zalim bir diktatördü ve cezayı çoktan hak etmişti. Gerçekten de Miloseviç, "savaş suçu işlemek ve etnik temizlik yapmak" iddialarıyla yargılanıyordu. İnsanlığa karşı suç işlediği belirtiliyordu.

    Peki durum gerçekten de böyle miydi? Yoksa, Yugoslavya'yı on yıl içinde altı parçaya bölen Batılı ülkelerin haber ajansları mı böyle bir koşullanma yaratmıştı? Tek suçlu, Miloseviç ve onu izleyen Sırplar mıydı? Belki..

    Bu nedenle söz konusu skandal, bize Yugoslavya'da neler olduğunu, bu ülkenin nasıl etnik bir boğazlaşmanın içine itildiğini sorgulamak için yeni bir fırsat yaratıyor. Çünkü, Yugoslavya'nın başına gelenlerden Türkiye için çıkarılacak önemli dersler var.

    Önce skandal!..

    Miloseviç'in ölümünden sonra öğreniyoruz ki, Yugoslav lider merkezi sinir sisteminde tahribata yol açabilecek ve öldürücü etktileri olan kalp, damar ve yüksek kan basıncı hastalıklarına sahip. Yine öğreniyoruz ki, Miloseviç, daha önce mahkemeye başvurarak, geri dönüş şartıyla Rusya'da tedavi olmak için izin istemiş, ancak bu izin kendisine verilmemiş. Üstelik Rusya tarafından da resmi olarak geri dönüş grantisi verildiği halde.

    Ve yine öğreniyoruz ki, Miloseviç, ölümünden bir gün önce Hollanda'daki Büyükelçilik aracılığıyla Rusya Dışişleri Bakanına yazdığı mektupta, kendisine yanlış ilaçlar verildiğini ve zehirlenmekten kuşku duyduğunu belirterek yardım istemiş.

    Bunları ne zaman öğreniyoruz? Miloseviç hücresinde ölü bulunduktan sonra.. Neden? Çünkü, daha önce dünya (ve Türk) basınında bu konuda hiç haber çıkmadı da ondan..

    Doğal ölüm mü cinayet mi?

    Mahkemeden yapılan ilk açıklamada, 64 yaşındaki Miloseviç'in hücresinde yaşamını yitirdiği ve ölümüyle ilgili soruşturma emrinin verildiği belirtiliyordu. Bir gün sonra yapılan açıklamada ise ön otopsi raporuna dayanılarak, Miloseviç'in kalp krizinden öldüğü ilan ediliyordu.

    Oysa, Miloseviç'in kardeşi Borislav Miloseviç, kardeşinin öldürüldüğünden kuşku duyduklarını belirtiyor ve bu ölümden Lahey Mahkemesini sorumlu tutuyor. Miloseviç'in eşi Miryana Markoviç ise, 11 Mart Cumartesi günü ölen eşinin bir gün önce kendisini telefonla arayarak (günde bir kez telefon etme hakkı vardı), "Rahat uyu sevgilim, sabah uyanır uyanmaz seni arayacağım" dediğini aktarıyor ve "Kocamı USMM öldürdü, çünkü ne mahkum etmek için dayanakları vardı ne de serbest bırakabiliyorlardı" diyor.

    Sırp liderin avukatı Tomanoviç de Miloseviç'in zehirlenmiş olabileceğinden ciddi şekilde şüphelendiğini belirterek, ölmeden bir gün önce yazdığı 6 sayfalık mektubu gazetecilere gösteriyordu. Miloseviç'in mekbutunda, "bir sağlık raporunun kan dolaşımında yoğun ilaç bulunduğunu gösterdiğini ve zehirlendiğinden şüphelendiğini" yazdığı görülüyordu.

    Slobodan Miloseviç'in 10 Mart 2006 tarihli, yani ölmeden bir gün önce Rusya Dışişleri Bakanlığı'na iletilmek üzere Rusya'nın Hollanda Büyükelçiliği'ne yazdığı bu önemli mektubunda, geçen Ocak ayında yapılan tetkiklerde, kanında sadece cüzzam ya da verem hastalıkları için kullanılan ve yüksek tansiyon ilacının etkisini gideren çok güçlü bir ilacın izlerine rastlandığını belirtiyor.

    Mahkemenin korkusu!

    Avukat Tomanoviç, "Miloseviç mektupta, tedavi için Moskova'ya gitmesine izin verilmemesinin başlıca nedeninin, yapılacak muayenelerde sağlığının sistematik şekilde harap edildiğinin ortaya çıkacağı korkusu olduğunu vurguluyordu" diyor.

    Miloseviç, Rusya Dışişleri Bakanı'na gönderdiği mektubunda, "Beni zehirlemek istiyorlar. Çok kaygılıyım. BM'nin adı altında etkinlik gösteren bu kurumda işlenen suçlardan beni korumanızı rica ediyorum." diye yazıyor.

    Düşünebiliyor musunuz; BM tarafından kurulan özel bir savaş mahkemesinde yargılanan eski bir devlet başkanı, "beni burada zehirliyorlar" diye yardım istiyor ve bu istek dikkate alınmıyor. Moskova'da tedavi olmak için mahkemeye başvuruyor (çünkü haklı ya da haksız Lahey'deki doktorlara güvenmiyor) ama bu başvuru reddediliyor.

    İntihar mı?

    Daha da ilginci, Başsavcı Del Ponte, şüpheli ölümü araştırmak yerine, garip bir karşı iddia ortaya atıyor ve Miloseviç'in kendini öldürmüş olabileceğini söylüyor. İtalyan La Repubblica gazetesine verdiği demeçte Savcı Del Ponte, "Miloseviç, mahkemeye son bir itaatsizlik eylemi olarak bunu yapmış olabilir" diyor. İyi mi?..

    Batılı liderler, tıpkı mahkeme yetkilileri gibi Miloseviç'in ölümünden sonra yaptıkları açıklamalarda, aşağı yukarı ortak bir yaklaşımı öne çıkardılar. Söyledikleri özetle şöyle; "Ne yazık ki Miloseviç, insanlığa karşı işlediği suçlardan mahkum olamadan öldü."

    Bu açıklamayı duyan, NATO'nun ve Mahkemenin Miloseviç'in yaşatılması için elinden herşeyi yaptığını sanır. Ama asıl önemlisi, bu açıklamalardan, daha yargılama bitmeden hüküm verildiği anlaşılıyor.

    Bu arada, Rusya Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada ise, Miloseviç'in Moskova'ya tedvi amacıyla gelmesi halinde geri dönüşünü devlet olarak garanti ettiklerini tekrarlayarak, "Rus doktorları ona el uzatmaya hazırdı" deniliyor.

    Olasılıklar, sonuçlar

    Şimdi bütün olguları alt alta koyarak olasılıkları değerlendirelim.

    1- Miloseviç'in ölümü gerçekten de doğal nedenlerle, yani bir kalp krizi sonucu gerçekleşmiş olabilir. (Nitekim, geçen Cuma günü yapılan açıklamada Miloseviç'in kanında "zehir" izine rastlanmadığı belirtildi.) Ancak, onun kalp, damar ve yüksek kan basıncı hastalıkları olduğu biliniyor. Neden tedavi edilmedi?

    2- Savcının iddia ettiği gibi Miloseviç kendini öldürmek isteseydi, niçin Rusya Dışişleri Bakanından yardım istedi?

    3- Eğer miloseviç ölmeye karar verdiyse, neden geçen Ocak ayında mahkemeye başvurarak, hasta olduğunu ve tedavi edilmek istediğini iletti?

    4- Miloseviç, mahkeme boyunca kararlı, uzlaşmaz ve dik duran bir tavır sergiledi. Dökülen kanlardan emperyalist ülkeleri sorumlu tuttu ve Mahkemeyi tanımadığını ilan etti. Cezaevinde yazmaya başladığı ''Savunma; Tarih ve Gelecek İçin Konuşuyor'' isimli kitabını ölmeden hemen önce tamamladı. Geleceğe yönelik bir mücadeleye hazırlandığı anlaşılıyordu. Tam bu sırada ölmesi kuşku yaratmıyor mu?

    Bu sorular uzatılabilir.. Ama, ne olup bittiğini daha iyi anlayabilmek için önce biraz geriye giderek Avrupa'nın bu önemli ülkesinde neler olduğuna kısaca göz atalım.

    Yugoslavya'da neler oldu?

    Yuoslavya, İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi işgal ordularına karşı Avrupa'da en şiddetli direnişin ve gerilla mücadelesinin verildiği insanların yaşadığı bir ülkedir. Ve bu savaş sonunda kazanılan zaferle kurulan bir ülkenin adıdır Yugoslavya. Alman işgal ordularına karşı Sırpıyla, Hırvatıyla, Boşnağıyla, Arnavutuyla omuz omuza bir mücadele verildi. Bu nedenle güçlü bir anti-emperyalist ve anti-faşist kültüre sahip insanlar yaşar o topraklarda.

    Bu mücadelenin ve bağımsızlık savaşının lideri J.Boriz Tito'ydu. Tito, Yugoslavya sosyalist hareketinin de önderiydi. Sosyalist Yugosyavya'da Sırplar, Boşnaklar, Hırvatlar, Arnavutlar ve Türkler, 50 yıl barış içinde ve kardeşçe yaşadı. Çoğunlukla Slav kökenli halkların yaşadığı bu ülkenin çok büyük bölümünde, lehçe ve diyalekt farklarının bulunduğu ortak bir dil konuşulurdu. Bu ülkeyi oluşturan (Sırpların dışındaki) bütün halklar da her türlü kültürel ve ulusal haklarına sahipti.

    Farklı bir sosyalizm modeli uyguladılar; merkeziyetçi değil "özyönetimci" bir modeldi bu. Sonuçta, Avrupa'da çevrenin ve tarihi dokunun en iyi korunduğu, yeşil, güçlü, birleşik, sanayileşmiş, refah düzeyi yüksek bir ülke yarattılar.

    Yugoslavya ve Tito bir efsaneydi; bağlantısızlar hareketinin önde gelen liderlerinden biriydi. Avrupa'da Doğu Bloku'na katılmayan (Varşova Paktı'na üye olmayan) tek sosyalist ülkeydi.

    Yağmurdan önce!

    Peki, ne oldu da 50 yıldır barış çinde yaşamış böyle bir ülke, 1990'ın başlarında birden bire kanlı bir etnik boğazlaşmanın içine itildi? Ne oldu da, bu güçlü ülke 10 yıl içinde 6 parçaya bölündü?

    İşte asıl sorulması gereken sorular bunlardır..

    Şimdi yanıtlara geçebiliriz:

    1- Yugoslavya, Sosyetler Birliği ve Doğu Bloku'nun çözüldüğü tarihsel dönemeçte, Avrupa'da küreselleşmeye, neo-liberal politikalara, özelleştirmelere, mali sermayenin serbest dolaşımına direnen tek ülkeydi. Birleşik Avrupa Projesinin, yani sistemin önündeki tek engeldi.

    2- Bu nedenle, başta ABD ve AB olmak üzere (AB içinde özellikle Almanya) Yugoslavya'da etnik bölünmeyi kışkırttı. Hırvatistan'a verilen AB üyelik sözü, yangını tutuşturan ilk kıvılcım oldu.

    3- Bir kez bölünme sürecine girince, toplumun bütün kesimlerinde etnik milliyetçilik yükselmeye başladı. Elbette bu kesimlerden biri de Yugoslavya'da çoğunluğu oluşturan Sırplar'dı. Sırplar, hakim ulus şövenizminin bataklığına saplandılar.

    4- Emperyalistlerin halkını bölüp, birbirine kırdırmasına direnen ve ülkesinin bağımsızlığını savunan Yugosyavya Sosyalist Partisi'nin liderliğine, milliyetçi söylemi öne çıkaran Miloseviç seçildi. Halkın büyük kesiminin oylarını alan Miloseviç devlet başkanı oldu. Toplum, etnik milliyetçilik tarafından teslim alınmaya başlamıştı.

    5- Miloseviç'in devlet başkanı olmasından sonra iç savaş büyüdü, yayıldı ve bütün ülkeyi sardı. Emperyalist plana karşı direniş, şiddetli bir iç savaşa yol açarak rotasından saptı. ABD ve Avrupa sürekli olarak bölünmeyi destekledi.

    6- Batı, kışkırttığı etnik boğazlaşmayı sonuna kadar izledi. Müdahale etmedi ve halkların arasına geri dönüşü imkansız hale getirecek kadar kan girmesini bekledi.

    On yıl içinde altı parça olan ülke..

    Sonuçta, 1991'de başlayan iç savaşa ancak 2000 yılına girilirken, yani neredeyse on yıl sonra, ABD'nin öncülüğünde NATO tarafından müdahale edilmesine karar verildi.

    Bu arada, daha önce IMF tuzağına düşürülen Yugoslavya'da Sırplar arasında da batıcı bir lobi yaratılmıştı. Bu lobi müdahaleyi destekledi.

    NATO Yugoslavya'ya karşı yoğun bir hava harekatı başlattı. Şiddetli bir savaş yaşandı. Miloseviç yönetimi bu saldırıya karşı da kararlı bir direniş gösteriyordu.

    Yoğun bombardıman altında kalan ve harap olan Yugoslavya'da muhalefetin de baskısıyla seçimlere gidildi. Miloseviç ve Sosyalist Parti iktidardan çekildi. Yönetime gelen ABD ve AB yanlısı liberaller NATO ile anlaştı ve Yugoslavya'nın parçalanmasını onayladı.

    Bütün hikaye 10 yıl içinde olup bitti. Artık Yugoslavya yoktu, yerine tam 6 devlet kuruldu. Geriye, bütün parçalarıyla harap olmuş bir ülke kaldı.
    NATO birlikleri, daha önce birliğin parçası olan ülkelere girerek bunların güvenliğini aldı. Sırbistan'a girmediler.

    Miloseviç tutuklanıp kaçırıldı

    Yaklaşık bir yıl sonra Miloseviç'in evine yeni hükümet tarafından bir baskın düzenlenerek eski devlet başkanı tutuklandı. Miloseviç "savaş suçlusu" ilan edildi.

    Çünkü, AB ve ABD ile IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar, savaş suçlusu ilan ettikleri kişiler teslim edilmeden ekonomik yardım yapmayacaklarını bildirmşlerdi. Miloseviç, ülkesinden kaçırılarak Hollanda'nın Lahey kentinde Yugoslavya iç savaşı için kurulan Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi'ne teslim edildi. Bu operasyon Belgrad'da büyük protesto eylemleriyle kınandı.

    Kasap!..

    Gazete başlıklarına bakılırsa, Yugoslav iç savaşının "kasabı" Slobodan Miloseviç'dir. Oysa, emperyalist ülkeler tarafından Lahey'de kurulan mahkemede, "etnik temizlik ve savaş suçu işlemekle" yargılanan sadece Miloseviç ve Sırplar değildi.

    Bu mahkemede tam üç Boşnak general ile bir Hırvat general ve çeşitli rütbelerde (Sırp olmayan) çok sayıda asker de aynı suçlamayla yargılanıyordu. Yani "etnik temizlik" yapan sadece Miloseviç ve Sırplar değildi. Hırvatlar ve Boşnaklar da Sırpları topluca katletmişler, savaş suçu işlemişlerdi. İşte biz bunu da çok sonra öğrendik.

    Hatırlayacaksınız, Hırvatistan'ın AB ile üyelik müzakereleri geçen Aralık ayında askıya alındı. Nedeni ise, etnik temizlik ve toplu katliam yapmak suçlarından aranan bir Hırvat generali teslim etmemekti.. Bu habere de hiç dikkat etmedik.

    Etnik boğazlaşma başlayınca..

    Bir kez etnik ve milliyetçi boğazlaşma başladığı zaman bunun nerede duracağını kestirmek mümkün değildir. Çünkü, bu suç ancak insanların en ilkel güdüleri harekete geçirildiğinde işlenebilir. O nedenle, daha düne kadar barış içinde yaşayan insanlar Yugosyavya'da komşularına saldırdılar, tecavüz ettiler, yağma yaptılar, kendilerinden olmayanları öldürdüler..

    Evet, başta Srabenitsa'da olmak üzere, Miloseviç yönetimindeki Sırp orduları ve milisleri Bosna'da, Hırvatistan'da, Kosova'da acımasız katliamlar yaptılar. En azından eldeki bilgiler bunun böyle olduğunu söylüyor. Ama öğreniyoruz ki, aynı şeyi Boşnaklar, Hırvatlar, Makedonlar ve Arnavutlar'da yapmış. Bosna'da savaşmak için Afganistan'dan, Suudi Arabistan'dan gelen Vahhabi "cihatçılar", esir aldıkları Sırpların kaflarını kesmişler.

    On yıl içinde altı parçaya bölünen bir ülkede etnik milliyetçiliğin nasıl çığırından çıkacağını kestirmek zor değildir.

    Yani, eğer ortada bir "kasap" varsa, bu sadece Miloseviç'le sınırlı değildi.

    Hiç mi suçu yok!

    Miloseiç'in cenzesi, ülkesinde Sosyalist Parti yöneticileri ve yüz binlerce insan tarafından karşılandı. Yugoslavya Sosyalist Partisi dev bir cenze töreni düzenledi. İnsanlar onun bir "kahraman" olduğunu söylüyordu. Oysa, Batı basını ve onun güdümündeki egemen Türk basını tarafından bize, halkın Miloseviç'ten nefret ettiği bildirilmişti.

    Cenaze törenine katılanların "aşırı milliyetçi" olduğu söylendi. Oysa, katılanların elindeki bayraklar tam tersini söylüyordu.

    Miloseviç belki bir "kahraman" değildi. Belki de diğerlerinden daha çok suçluydu. Ama, Yugoslavya'yı parçalayan emperyalistlerin hiç mi suçu yoktu?

    Benim anlatmak istediğim şey sadece budur..

    merdanyanardag@kanalturk.com.tr







  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.