Şimdi Ara

DH Nükleer Enerji Destekçileri Derneği [747 Destekçi] (19. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
3.456
Cevap
58
Favori
138.320
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
44 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1718192021
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • 3-Neden Nükleer Santrallara Hayır?-A.Künar
    09-05-2006
    TÜRKİYE’NİN, NÜKLEER ENERJİYE İHTİYACI YOKTUR
    Ülkemizde yaklaşık olarak 39 yıldır, nükleer enerji tercihine göre hazırlanan bütün yatırım planlamaları, enerji senaryoları ihaleleri, iç ve dış birçok nedene bağlı olarak gerçekleştirilememiştir. Nükleer santralları ülkemizde kurdurtmak için, bugüne kadar öne sürülen tüm gerekçeler; hem gerçekçi değildir, hem de bugün artık tamamen geçersizdir. Çünkü:
    » Konjonktür ve dünya değişmiştir, bugün herkes nükleer enerjiden kaçmaktadır. 39 yıl önceki dünya konjonktürüne göre, nükleer santrallar, henüz sorunları bilinmediği ve yaşanmadığı için, tercih edilen ve bütün ülkelerin peşinde koştukları bir enerji kaynağı idi.
    » 1970 ve 1980’lerde resmi kurumlarca yapılan bütün enerji arz/talep senaryoları, en az 2-3 katı hatalı ve abartılı çıkmıştır. Örneğin, TEK’in 1985 yılında yayınladığı bir çalışmaya göre; “Türkiye’deki hidroelektrik kaynakların kapasitesi 100 milyar kW/h, bilinen düşük ısıl değerli linyit kaynakların kapasitesi de 60-70 milyar kW/h tahmin edilmektedir. Oysa 2000 yıllarında toplam elektrik enerjisi tüketiminin 200 milyar kW/h dolaylarında olacağı beklenmektedir. Buna göre, hidroelektrik ve linyit kaynaklarının tümü değerlendirilse bile 2000 yıllarındaki tüketimi karşılayamayacaktır. 30-40 yıldan önce füzyon, güneş ve jeotermal kaynaklardan önemli ölçüde elektrik üretilme olasılığı çok küçüktür. Bu durumda, aradaki açığın nükleer santrallerle kapatılması en geçerli çözüm olmaktadır”(78). Ancak bu tezlere dayanılarak öne sürülen “enerjimiz kalmayacak” ve “karanlıkta kalacağız” iddiaları tutmamış, resmi yanlışlar-yanılgılar ortaya çıkmıştır. Örneğin, 2000 yılında toplam elektrik tüketimimiz; ancak 100 milyar kW/h, yani öngörülenin tam yarısı olmuştur.
    » 1970’lerde mevcut doğal kaynaklarımızın yetmediği tezi üstüne kurulan, nükleer enerjiden başka şansımız yok kandırmacasının bugün artık geçerli olmadığı ve doğal kaynaklarımızın yeni hesaplamalarla söylenenden çok daha fazla ve yeterli olduğu artık “resmi” makamlarca da kabul edilmiştir. EİE Genel Müdür eski Yardımcısı Vural Selcen’e göre; “1975 yılında 72 milyar kwh hesaplanan ekonomik olarak yararlanılabilir hidroelektrik kapasitemiz, 1995’de 124.5 milyar kw/h’a yükseltilmiştir”, “Ülkemizde ekonomik yönden değerlendirilebilir potansiyelin 162 milyar kw/h olacağı varsayılabilir” (79). DSİ yetkilisi Doğan Yemişen ise, Haziran 2003’de DEK’nin düzenlediği “Yenilenebilir Enerji Formu”nda; hedeflerinin 216 milyar kW/h’a ulaşmak olduğunu açıklamıştır. Bugüne kadar en doğru tahminleri yapan EMO’nun talep tahminine göre; 2010’da da en fazla 224 milyar kWh tüketebileceğiz. Yani sadece su kaynaklarımızın tümünü devreye sokarak bile, 2010 yılına kadar enerji sorunu yaşamayacağımız açıkça gözükmektedir. Oysa nükleer enerji yandaşlarının, “çok nükleer santralları” var diye örnek gösterdikleri ABD ve Fransa, ekonomik ve neredeyse tüm teknik su kaynaklarını tamamen değerlendirdikten sonra nükleer santralları devreye sokmuştur. Ayrıca tüm dünyada yoğun olarak kullanılmaya başlanan rüzgar, güneş, jeotermal, küçük su kaynakları, biomas, gel-git gibi kaynaklar; ülkemizde henüz hiç değerlendirilmemiştir. Türkiye’nin ilk rüzgar haritasını hazırlayanlardan ve “nükleer santralların artık çöp santrallar” olduğunu savunan Nükleer Mühendis Doç. Dr. Tanay Sıtkı Uyar, uzun yıllar rüzgar enerjisi üzerinde yaptığı bilimsel çalışmalar sonucunda, şu öngörüde bulunmuştur; “Sadece ülkemiz rüzgar enerjisi teknik potansiyeli bile, ülkemizde tüketilen toplam elektrik enerjisinin iki mislinden fazlasını üretebilecek düzeydedir.”(80).
    » Ülkemizde nükleer santral kurulması planlanan 1960’lı yılların ortalarında, henüz hiçbir kuruluş; rüzgar türbinlerinin, güneş pillerinin, biomas, küçük hidroelektrik santralların, gel-git, doğalgaz santrallarının, enerji verimliliğinin, enerjinin etkin kullanımının, enerji tasarrufunun adını telafuz bile etmemişti. O dönemlerde; büyük baraj, kömür, petrol ve nükleer enerjiden başka bir enerji kaynağı bilinmiyordu. O gün hiç hesapta olmayan, ama bugün neredeyse Türkiye’nin elektriğinin yarısını karşılayacak kadar doğalgaz anlaşmaları yapılmış durumdadır.
    » Ülkemizde nükleer santrallar için yeterli uranyumun bulunduğu, yakıt olarak bir sıkıntımız olmayacağı öne sürülmüştür. Oysa, yaklaşık 9000 ton civarında zengin ve ekonomik olmayan, yurtdışında yakıt için zenginleştirilmesi zorunlu olan bir uranyum rezervimiz vardır. Bu da, 1000 MW’lık bir nükleer santralın, ancak 30 yıllık ihtiyacını karşılamaya yetebilir. Ayrıca, Bakan arada sırada; “Dünyanın en zengin ikinci toryum kaynakları ülkemizdedir, bunları değerlendireceğiz, toryumlu reaktör yapacağız” diyor. Dünyada henüz böyle bir santral yoktur. %80 uranyum, %20 toryum kullanacak hibrid bir reaktör olacağı söylenen prototip bir santral, 2005 yılında İspanya’da üretilecekti. Ancak daha şimdiden, yaşanan başarısızlıklar nedeniyle bu santralın prototipi 2008’e ertelenmiş durumdadır. Dünyanın en zengin toryum yataklarına sahip Kanada bile uranyum kullanıyor. Ayrıca, TAEK’in web sayfasında Serpil Aktürk ve Ayşen Tongul tarafından yayınlanan bir rapora göre; “Bilinen uranyum yataklarının 70 yıl bu ihtiyaca cevap verebileceği” belirtiliyor (81).
    » Dikkate alınmayan önemli bir konu da; elektrik üretim, dağıtım ve iletim sistemimizdeki kayıp ve kaçaklardır. ETKB-APK Kurulu eski Başkanı Emine Aybar’a göre; “Ülkemizdeki şebeke kayıpları oranları, dünya ülkeleri ile karşılaştırıldığında çok yüksek bulunmaktadır. Şebeke kaybı ile iç tüketim oranları 1970 yılında yüzde 16 seviyesinden 1996 yılında yüzde 21.7 seviyesine çıkmıştır. Üretilen elektriğin beşte birinden fazlası kaybedilmektedir’ (82). EPDK eski Üst Kurul üyelerinden Prof. Dr. Osman Sevaioğlu’na göre, Avrupa Birliği kayıp-kaçak ortalaması 2000 yılında 7.3 iken, Türkiye’de 24.2 olmuştur. Bu oran ortalamadan 3 kat fazladır. Sürekli kişi başına düşen elektrik kullanım oranının, AB ve dünya ortalamasının altında olduğuna dikkat çeken nükleer lobiler; bu konulara hiç değinmemektedirler. Oysa iletim ve dağıtım hatlarında yapılacak iyileştirmelerle, trafo ve enerji üretim santrallarımızdaki birtakım teknolojik yeniliklerle, en az ülke toplam üretim kapasitesinin 1/4’ini, yani 6-7 adet nükleer santralının üreteceği elektriği sağlamış olacağız. Bu da bize 30-40 milyar dolar yerine, en fazla 1 nükleer santral maliyetine mal olabilecektir.
    » TÜSİAD’ın 1994 yılında DPT Enerji Uzmanı Vedat Şahin’e hazırlattırdığı “Türkiye’nin Enerji Raporu”na göre; Türkiye, her ürettiği ürün için, aynı ürünü üreten OECD ülkelerinden tam 2.5 kat daha fazla enerji kullanıyor. Ve yine aynı rapora göre Ülkemiz, basit, az maliyetli acil iyileştirmelerle ve bazı eski üretim teknolojilerinin modernizasyonuyla, kullandığı enerjinin %46’sını tasarruf edebilir. Enerji santrallarımızdan elde edilen enerjinin yarısı aslında boşa kullanılıyor (benzetme yaparsak; nükleer lobiler, delik ve kaçağı olan bir havuzu onarmak yerine, musluk satabilmek için, havuzu daha fazla muslukla doldurmayı öneriyorlar). Yine bu hesaplamalara göre, en az 10 adet nükleer santralın üretim gücüne eş değer bir tasarruf potansiyelimiz mevcuttur. Bunun için de harcanacak para, ancak 1-2 adet nükleer santral yatırımı kadardır.
    » Avrupa’da ve ABD’de uygulandığı gibi, şu an evlerimizde, iş yerlerimizde kullandığımız ampulleri, 5 kat daha az enerji tüketerek aynı aydınlatmayı sağlayan, verimli kompak ampullerle değiştirmemiz durumda, en az 1 adet nükleer santral yatırımının sağlayacağı elektriği tasarruf edebileceğiz. Hem de bu ampulleri üretmek için kurulması gereken fabrikanın yatırımı 15-20 milyon dolara mal olurken, 1 adet nükleer santralın maliyeti 4-5 milyar dolara çıkacaktır.
    » 2020 yılında, ihtiyacımız olduğu söylenen ve kurulması planlanan ilave 54000 MW’lık yatırımla birlikte, toplam gücün yalnızca %4’ünü sağlayacak olan 4500 MW’lık 3 adet Nükleer Santral yatırımının, enerji “ihtiyacımızı” nasıl karşılayacağını ve “tek çözüm” olabildiğini, eğer yapılmazsa nasıl “karanlıkta” kalacağımızı anlamak hiç mümkün değildir.
    » Türkiye, Avrupa Birliği sürecinde 2006’dan itibaren UCTE Elektrik Şebekesi’ne bağlanmaya çalışıyor. Bu çerçevede ve “serbest piyasa-rekabet” koşullarında, gerekirse herhangi bir Avrupa ülkesinden, nükleer santraldan elde etmek istediğimiz fiyatın da çok altında elektrik satın alabiliriz.

    YANLIŞ BİR ENERJİ VE SANAYİLEŞME POLİTİKASI İZLENMEKTEDİR
    Maalesef ülkemiz, bir yandan çeşitli hesaplar nedeniyle doğalgaz santralları, otoprodüktörler peşinde koşuyor, bir yandan da yabancı ve yerli firmaların iştahını kabartan termik ve hidroelektrik yatırımlarını “yap-işlet”, “yap-işlet-devret” modeliyle devreye sokuyor, aynı zamanda da ABD ve Avrupa’daki pazarlıklarımız için nükleer lobiyle dans ediyor. Herkese mavi boncuk dağıtılarak, “enerji köprüsü” olmayı hedefleyen ülkemiz, kendi enerji yatırımları ve sanayileşme politikalarını, tamamen dış konjonktürlere bağlı olarak ve gündelik politik hesaplamalarla yapmaya çalışıyor. Hükümet; “uluslararası tahkim” ve “Avrupa Birliği Uyum Yasaları”nı da tartışmadan, sonuçlarını hiç hesaplamadan, uluslararası şirketlerin boyunduruğuna girerek, yeni “kapitülasyonlara” imza atıyor ve ülkeyi geri dönüşü olmayan bir cendereye sokuyor.
    Ülkemiz, 1950’li yıllardan beri gerçekçi olmayan tahminler, enerji ve sanayi politikalarında yapılan yanlışlıklar, plansız yatırımlar, yolsuzluklar nedeniyle hızlı bir çıkmaza girmiştir. Kuşkusuz bu temel yanlışlıklar; sağlıksız bir büyümeye, yaşadığımız ekonomik krizlere neden olmaktadır. Türkiye kendisine, Avrupa’nın “enerji köprüsü”, Ortadoğu’nun “Çin”i olmayı, ”ağır sanayi”, “kirli sanayi”, “enerji yoğun sanayi” yolunu seçmişse, kronik sorunlar yaşaması zaten kaçınılmazdır.
    Örneğin, Fransa kendi ülkesindeki çimento fabrikalarını kapatıp, Türkiye’nin özelleştirdiği 5 çimento fabrikasını satın almıştır. Çimentoları bizden ithal ediyor ve bize de, bu fabrikaların kullandığı enerjileri üretmemiz için nükleer santral satmaya çalışıyor. Böylelikle bize hem nükleer santral pazarlıyor, hem de temiz ve sorunsuz bir şekilde çimento sağlamış oluyor. Biz ise, nükleer santralların hem parasını ödeyeceğiz, hem de bütün riskine katlanacağız. Bu arada da çevreye büyük zarar veren bir üretimi-ürünü, güzel ülkemizi kirletmek pahasına ihraç etmeye devam edeceğiz. Sonuçta pazarlanan yalnızca çimento değil; insanlarımızın sağlığı, çocuklarımızın geleceği, doğamız ve kendi öz kaynaklarımızdır. Benzer şekilde sürekli sanayileşiyoruz diye övündüğümüz, ama üzerinde bu yönleriyle hiç düşünmediğimiz, farkına varmadığımız birçok sektörümüz var. Örneğin; otomotiv, tekstil, kimya, petro-kimya, çimento ve demir-çelik fabrikalarımız, dünyadaki en kirletici ve enerji yoğun eski teknolojilere sahip olma unvanlarıyla hala üretim yapmaya, kapasite kullanım rekorları kırmaya devam ediyorlar.
    Ayrıca ulaştırma politikası olarak deniz ve demiryolu yerine, karayolları taşımacılığını benimse(ttiril)diğimiz için, ithal ettiğimiz enerji kaynaklarımızın yarısını da bu yolla harcıyoruz. Ülkemizdeki toplam kamyon ve otobüs sayısı, bütün Avrupa ülkeleri toplamından daha fazladır.
    Bir iddia da, nükleer teknoloji sayesinde ülkemizin insan ve teknolojik kültürünün, alt yapısının gelişeceği, kalitesinin artacağı ve ülkenin sanayileşmesinin hızlanacağıdır. Nasıl ki bilgisayarların mikro-işlemcisini hazır alarak, bilgisayar yaptığımızı ya da F-16’ların elektronik ve mekanik tüm parçalarını ABD’den alıp, Türkiye’de monte ederek uçak yaptığımızı iddia edemezsek; nükleer santralı anahtar teslimi alınca da, ülkemize yüksek teknolojiyi sokmuş olmayacağız. Eğer gerçekten bu ülkede yüksek teknolojiye sahip olmak istiyorsak; yazılım, telekomünikasyon projeleri, rüzgar, hidrojen, güneş enerjisi, çevre teknolojileri, bilgi-hizmet teknolojileriyle uğraşmak daha akılcı bir tercih olacaktır.
    Enerjide özelleştirmenin miladı olan 1984 yılından başlayarak ve Elektrik Piyasası Kanunu’nun uygulandığı Mart 2001’den itibaren, en başta TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası, Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi eski Başkanı Hüseyin Arabul, Türkiye Elektrik Kurumu eski Genel Müdürleri Gültekin Türkoğlu, Behçet Yücel, EPDK eski üyesi Prof. Dr. Osman Sevaioğlu, TES-İŞ, KESK, DİSK, TOBB, TÜGİAD, THD gibi çok değişik meslek kuruluşu, sendika, STK ve kişilerce farklı yönlerden karşı çıkışlar, uyarılar ve bu serbest piyasa sisteminin ülkemizde çalışmayacağına dair tespitler yapılmıştır. EMO gibi zaten herşeye “karşı” olarak nitelenenlerin başlattığı bu genel tespitlere-eleştirilere, son yıllarda Sayıştay, Devlet ve Başbakan’lık Denetleme Kurulları, Yüksek Planlama Kurulu, Hazine Müsteşarlığı, Enerji Bakanlığı Bürokratları ve Devlet Planlama Teşkilatı gibi kamu kurumları da “resmen” katılmıştır.
    En son Devlet Planlama Teşkilatı-İktisadi Sektörler ve Koordinasyon Genel Müdürlüğü’nce 2004 yılı başında hazırlanan, ancak kamuoyuna sunulmayan “Enerji Sektöründe Yeniden Yapılanma” isimli oldukça kapsamlı ve detaylı bir rapordan, uygulanan enerji politikalarının yanlışlığına, enerji yönetimi sorunlarına, özelleştirme-serbestleştirme yanlışlıklarına, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun ve uygulanan “enerji yol haritasının” yarattığı sorunlara dair genel başlıklar şunlardır;”
    • Elektrik talep artışı ve yeni yatırım ihtiyacı devam etmektedir.
    • Elektrik üretiminde başta doğalgaz olmak üzere ithal kaynakların payı artmaya devam etmektedir.
    • Yerli hidrolik ve linyit potansiyelinden yararlanma düzeyi yeterli değildir.
    • Mevcut hidroelektrik ve linyit santrallerinde işletme sorunları yaşanmaktadır.
    • Elektrik sisteminde garantili projelerin payı aşırı oranda yüksektir.
    • Elektrik tüketiminde ağırlıklı paya sahip özel kesimin, sektörün planlama ve yapılanmasında rolü ve etkisi bulunmamaktadır.
    • Aşırı doğalgaz bağlantıları ciddi sorunlara dönüşmektedir.
    • Doğalgazın enerji ve elektrik tüketimi içindeki payı artmaktadır.
    • Elektrik dağıtımında yüksek kayıp ve kaçak oranları önemli bir sorundur.
    • Mevcut elektrik tarife sistemi sanayici aleyhine çalışmaktadır.
    • Sektörde faaliyet gösteren kurum ve kuruluşlar arasında yaşanan yetki ve sorumluluk kargaşası, sağlıksız bir ortam yaratmaktadır.
    • 4628 sayılı Kanun’la gündeme getirilen sistem, ülke şartlarına uygun bulunmamaktadır.
    • 4628 sayılı Kanun idaresi ve kontrolü zor, karmaşık bir sistem getirmektedir.
    • 4628 sayılı Kanun dönüşü olmayan bir yola sokmaktadır.
    • Kanun, ‘yeterli, sürekli ve düşük maliyetli elektrik’ amacını gerçekleştirmekten uzak bir sistem getirmektedir.
    • Özelleştirme için ortam uygun değildir.
    • Özelleştirme gelirleri elektrik tarifelerine ek maliyet olarak yansıyacaktır.
    • Mevcut şartlarda piyasada, yeni yatırımlar için her yıl istikrarlı olarak 3 milyar USD mertebesinde finasman yaratılması gerçekçi bulunmamaktadır.
    • Rekabete dayalı serbest piyasa yaklaşımıyla yerli kaynakların geliştirilmesi mümkün görülmemektedir.
    • Ülke enerji politikalarının sahibi belli değildir, her şeyin serbest piyasada karara bağlanması beklenmektedir.
    • Serbest piyasa kararları sistem baz ve puant yük ihtiyaçlarına sağlıklı bir şekilde cevap vermeyecektir.
    • Kamu santrallerinin önerildiği gibi az sayıda proje paketi içinde gruplandırılarak özelleştirilmesi, üretimde tekelleşme yaratıp, rekabeti engelleyebilecektir.
    • Elektrik üretim pazarı, mevcut garantili projeler nedeniyle rekabete kapalıdır.
    • Rekabete kapalı böylesi bir piyasaya garantisiz yeni finansman çekmek çok güçtür.
    • Elektrik maliyetleri ve tarifeleri artış gösterecektir.
    • Bölgesel tarife uygulaması önemli sosyal ve toplumsal sorunlara yol açabilecek bir problemdir.
    • Elektrik tarife formülasyonunda, kayıp-kaçak oranlarının değil, dağıtım maliyetlerinin esas alınması gerekmektedir.
    • Kanun irdelenememekte, getirileri yorumlanamamakta ve yönlendirilememektedir.”
    Ne için, kim için, ne kadar ve nasıl bir Türkiye-üretim-sanayileşme-enerji-gelecek politikası izlediğimizin maalesef hiç farkında değiliz. Bu yanlış sanayileşme politikalarını desteklemek ve beslemek için yapılan tüm enerji hesaplarının, planlamalarının ve yatırımlarının da, ne kadar yanlış ve yanıltıcı olduğunu ortadadır. Türkiye, sanayileşme politikalarını ve dolayısıyla sanayileşme tercihlerine göre belirlenen enerji planlamalarını eski teknolojilere, fosil yakıtlara göre değil, daha akılcı, verimli, temiz ve çevreyle uyumlu, daha az enerjili yeni teknolojilere göre tekrar düzenlemelidir. Çünkü yeninin planlaması eskiye göre yapılamaz, “çöp teknolojilere” artık izin verilemez.

    AKKUYU’NUN 30 YIL ÖNCE ALINMIŞ OLAN YER LİSANS ONAYI, TEKRAR GÖZDEN GEÇİRİLMELİDİR
    İlk nükleer santral kurma niyetlerinin 38 sene öncesine dayandığı Ülkemizde, o günkü dünya konjonktürüne göre nükleer santral yapılmasına karar verilip, yerseçimi çalışmalarının yapılması 1972-1976’lı yıllara rastlıyor. 1970’li yıllardaki mevcut mevzuat, teknoloji ve etüt bilgilerine göre yapılmış olan çalışmalarla yeri belirlenen ve yer lisans onayı alan Akkuyu’nun, bugün benzer bir çalışma yapıldığı taktirde, artık yer lisans onayı alamayacağı öne sürülmektedir.
    1976 yılında Akkuyu’ya yer lisansı onayı veren 3 kişiden biri olan Prof. Dr. Tolga Yarman, 16 Ekim 1999 günü, Ankara’da TMMOB tarafından düzenlenen Nükleer Enerji Kongresi’nde yaptığı konuşmada, şu iddialarda bulunmuştur; “Çeyrek yüzyıl önce verilen lisans bugün geçerli addedilemez; çünkü lisans verme kıstasları değişmiş sayılmalıdır ve yeniden vazedilmedir. Çeyrek yüzyıl önce verilen lisans, bir ‘Turizm Etki Değerlendirmesi’ni kapsamamıştır; çünkü santralin o zaman, bugünkü boyutta olmayan, turizme vereceği zarar diye, bir kavram yoktur. Ben bugün TAEK’te olsam, Akkuyu’ya lisans vermem. Lisans verilecek olsa şerh koyarım. Bunu ilan ediyorum. Aynı biçimde, inanıyorum ki, Profesör Yalçın Sanalan da aynı yönde bir tavır alırdı. Lisans başvurusunu TEK adına, Nükleer Santral Dairesi Başkanı Dr. Ahmet Kütükçüoğlu imzalamıştı. Bilerek söylüyorum ki, anlattığım sebeplerden dolayı, Dr. Ahmet Kütükçüoğlu, Akkuyu’ya dönük olarak, Kurumu adına böyle bir başvuruda bulunmaz; başvuruda bulunulacak olsa, başvuru yazısına imzasını koymazdı.”(82).
    Viyana’da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nda görevli olan Dr. Aybars Gürpınar’ın da yer seçimi ile ilgili uyarıları var; “Ancak bir nükleer tesis için (veya herhangi önemli bir yatırım için) yer seçimindeki tek kriter güvenlik de değildir. Ekonomik, sosyal ve politik etkenler yer seçiminde büyük rol oynarlar... Bu aşamada nükleer santrallerin nüfusa ve çevreye verebilecekleri zararlar diğer enerji seçenekleriyle karşılaştırmalı olarak, yansız ve saydam bir şekilde değerlendirilmelidir... Türkiye’de kötü seçilmiş yerlere örnek maalesef çok fazladır. Sanayinin büyük bir bölümü Türkiye’nin en depremsel bölgelerinden birisi olan İstanbul-İzmit-Bursa üçgenindedir. Çevreye zararlı endüstri tesisleri en verimli ovalara kurulabilmektedir. Tesis-çevre optimizasyonu ya hiç yapılmamakta ya da politik kararları izleyen ve onları onaylamaya güdümlü birer rapor niteliği taşımaktadır. Türkiye nükleer enerjiyi geçerli bir seçenek olarak benimsediği takdirde nükleer güvenliğin uluslararası standartlara uymasını sağlamak zorundadır.”(83)
    Akkuyu’da nükleer santral kurma kararı için, o gün savunulan ve altı çizilen gerekçelerin, bugün neden geçersiz olduğunu aktaralım;
    » Askeri, Ulusal Güvenlik Stratejileri Açısından Uygun Bir Bölge: 1970’li yılların konjonktürüne göre, önce Marmara ve Karadeniz Bölgelerinde kurulması düşünülen santral, Milli Güvenlik Konseyi’nden gelen itirazlar üzerine, Sovyetler Birliği tehlikesi nedeniyle Güney’e kaydırılmış ve Akkuyu seçilmiştir. Ancak son gelişmeler nedeniyle, konjonktür artık değişmiş ve “tehdit bölgesi”, “tehlikeli komşular” Akkuyu’ya şimdi daha yakındır.
    » Yer, Zemin ve Deprem Etütlerine Göre En Uygun Bölge: 30 yıl önceki teknolojik olanaklara ve bilgilere göre etütleri yapılarak onaylanan yer lisansının bugün için geçersiz olduğu ortadadır. ODTÜ İnşaat Bölümü’nden Prof. Dr. Polat Gülhan ile Prof. Dr. M. Semih Yücemen tarafından 17 Ağustos depreminden sonra yayınlanan bir makalede şu görüşlere yer verilmiştir; ”Halen yürürlükte olan Deprem Bölgeleri Haritası (en son harita 18 Nisan 1996’da yürürlüğe girdi, Akkuyu için temel alınan ise 1972 yılına ait Deprem Bölgeleri Haritası idi A.K.), Türkiye’nin ne ilk haritasıdır, ne de sonuncusu olacaktır. İleride geliştirilecek teknikler, farklı hesap yöntemleri, ülkemizin tektoniğini, kabuk yapısını, depremlerin kuvvetli yer hareketi özelliklerini daha yaygın şebekeler ile ölçme imkanlarının doğması, dünyada bu konuda geliştirilecek başka yaklaşımlar, yeni fay sistemlerinin varlığının anlaşılması sonucu bunun da yerini daha geliştirilmiş bölgelendirme haritalarının alması, belki de halen ABD’de olduğu gibi kısa ve orta periyottaki spektral ivmelerin haritalanması gündeme gelecektir. Bilimsel gelişmenin kaçınılmaz sonucu budur” (84).
    » Olası Bir Kazada Etkilenecek ve Tahliye Edilecek Nüfus Yoğunluğu Az Bir Bölge: 30 yıl önceki koşullarda, gerçekten yoğunluk azdı. 30 yıl önce, kimse bu bölgenin bir turizm bölgesi olacağını, hem de turizmin ülkemize yılda 18 milyar dolar girdi sağlayacağını öngörememişti. Giderek turizmin Akdeniz’de, Antalya ve Mersin kıyıları arasında artmasıyla, özellikle yazın, nüfus yoğunluğu milyonlarca kişiye ulaşmaktadır. Nükleer bir kaza veya muhtemel bir deprem sonucundaki potansiyel radyasyon yayılımında; yalnızca Antalya, Mersin değil; “Böylesi bir durumda Türkiye, Ortadoğu Ülkelerinin - Kıbrıs, Yunanistan, İsrail, Suriye, Lübnan, İran, Irak, Ürdün, Mısır, Libya gibi - büyük risk altında olduğu” işaret ediliyor (85). Ayrıca daha önce çok iyi hesaplanmamış olan nüfus yoğunluğu konusunun yanı sıra, en ufak “gerçek” bir kazadan veya çıkartılmış bir kaza “söylentisinden”, bölgede giderek artan turizm potansiyeli, narenciyecilik, sebzecilik gibi tarımsal faaliyetler büyük zarar görecektir. Alman tur operatörleri, yaptıkları anketler sonucunda, Alman turistlerin santral yapılırsa Antalya yöresine gelmeyeceklerini ileri sürmektedirler.
    » Santral, Mersin, Adana, Konya, Antalya Gibi Sanayi Kentlerine Elektrik Sağlayacağı için İletim Kayıplarının Az Olacağı Bir Bölge: Bu bölgelerin ihtiyacı olan elektrik zaten, Güneydoğudaki hidroelektrik santrallardan sağlanıyor. Buradaki amaç, Marmara, Bursa, İstanbul civarındaki sanayi bölgelerine, üretilen elektriğin, enterkonnekte hatlarla taşınmasıdır. Akkuyu’dan İstanbul’a bu elektrik taşınırken, önemli bir kısmı hatlarda kaybolacaktır. Kısaca yük merkezlerine de oldukça uzak bir bölgedir. Ayrıca TEAŞ eski danışmanı Prof. Dr. İl Çeto’ya göre; Akkuyu için, iletim kapasitesi yetmeyeceği için, mevcut ulusal enterkonnekte sisteme yeni hatlar (neredeyse 1 nükleer santral maliyetine) yapılması gerekmektedir.
    » Nükleer Santralların İhtiyacı Olan Soğutma Suyu İçin Uygun Bir Bölge: Nükleer santralların deniz kenarında kurulmasının nedeni, soğutma suyuna ihtiyaç duymalarıdır. Fakat Akdeniz’in denizi oldukça sıcaktır. Bu nedenle burada kurulacak santralın “termodinamik verimi” Nükleer Mühendis Prof. Dr. Tolga Yarman’ın da sıkça dile getirdiği gibi düşük olacaktır. Yani teknik açıdan da, %3-4 oranında enerji verimi düşük olacak, uygun olmayan bir bölge seçilmiştir.

    ÇED YÖNETMELİĞİ, NEDEN AKKUYU’YA UYGULANMIYOR?
    1976 yılındaki yer lisansı alınma aşamasından, bugüne kadar geçen 30 yılda, Akkuyu Nükleer Santralı yapılırsa çevreye, denize, bitki örtüsüne, havaya, canlılara verilecek zararlar ve etkileri ile ekonomik sonuçlarının, toplumsal maliyetlerinin, fayda-maliyet alternatiflerinin neler olacağına dair, çok ciddi ve kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır.
    17 Aralık 1996 günkü Resmi Gazete’de “Muhtelif Malzeme Satın Alınacaktır” ilanıyla ihaleye çıkan TEAŞ tarafından, bugüne kadar Çevre Bakanlığı’na başvuruda bulunulup, ÇED süreci resmen başlatılmamıştır. Oysa 07.02.1993 tarih ve 21489 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren yönetmelikte, nükleer santrallar; Ek-I listesi 1-b bendinde bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu tür faaliyetler, ihale öncesinde ÇED Raporu hazırlamakla yükümlü faaliyetler listesinde yer almaktadır.
    Önceki Akkuyu Nükleer Santralı İhalesi için, TEAŞ tarafından, ihaleden, hatta yer lisansından önce ÇED başvurusu yapılması gerektiği halde, yapılmamıştır. TEAŞ ısrarla, ülkemizde taraflı hazırlandığı için tartışılır olan ÇED Mevzuatına uymaya bile gerek duymamıştır. Savunma olarak; ihale sonuçlanıp, kazanan firma belli olunca, ÇED raporunu firma yaptıracak denilmiştir. Oysa, bunca sene Akkuyu’da alt yapıya en az 150 milyon dolar harcayıp, bir de ihaleyi sonuçlandırdıktan sonra (MAI ve Uluslararası tahkime göre, geri dönüşü olamayacak), ÇED onayının alınması, her koşulda önceden zaten garantilenmiş, kabul edilmiş demektir.
    Çevre Bakanlığı’nda görevli ve ÇED konularında uzman olan İrfan Önal, Akkuyu konusunda; “Çevre-Sanayi ilişkilerinin en üst yönetim biçimi olan ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi’, çevreyi doğrudan ya da dolaylı olarak, olumlu ya da olumsuz yönde etkileyen bir faaliyetin, bu etkilerinin, bu faaliyetle ilgili yatırımlara başlamadan önce henüz karar verilme aşamasında iken, irdelenmesi ve bu faaliyetin yaratabileceği olumsuz etkilerinin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alternatif çözümlerin belirlenmesinde kullanılan bir yöntemdir. ÇED çalışmalarında en önemli konulardan birisi raporun hazırlanma zamanıdır. Bu genelde ‘en erken safha’ olarak tanımlanır. Burada en erken safha, proje için kesin uygulama kararı verilmeden ve yatırımlara başlamadan önceki safhadır. Burada önemli olan, projenin çevreye olumsuz etkileri olması durumunda, projenin uygulanmaması ve yapılacak mali giderlerin ve zaman kaybının önlenmesidir”, “ Ancak bugüne kadar Bakanlığımızda söz konusu faaliyetin gerçekleştirilmesi ile ilgili olarak faaliyet sahibi tarafından herhangi bir başvuruda bulunulmamıştır” demektedir (86).
    Ancak kısmi olanaklarla yöreyi inceleyip, bir rapor hazırlayan Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Güngör Uzun’a göre; “Akkuyu santral sahası çevresiyle birlikte Türkiye’nin güney sahilindeki, topografik özelliklerin de elvermesinden kaynaklanan insan etkisinin fazla zarar veremediği nadir yerlerden biridir”, “Küçük körfezlerin biyolojik üretkenliğinin sulak alanlardan bile fazla olduğu gerçeği de göz önüne alındığında Akkuyu Körfezi daha da önem kazanacaktır “, “Bununla birlikte Türkiye’de doğal alanların giderek yok olduğunu da göz önünde bulunarak, Akkuyu’da yapılacak fiziksel gelişmeler için iyi düşünüp, bilimsel veriler ışığında doğru karar vermek zorundayız. Çünkü bizler aynı zamanda kaybettiklerimizin hiçbir zaman geri getirilemeyeceğinin bilincindeyiz. Bugüne kadar Akkuyu ile ilgili çalışmalarda mevcut çevresel özellikleri belirlenme ötesine gidememiştir”(87).
    Ayrıca Akkuyu’da yapılmaya çalışılan nükleer santral projesi, Türkiye’nin çevre konusunda doğrudan taraf olduğu, aşağıdaki ulusal/uluslararası anlaşmalara, protokollere ve deklarasyonlara, örneğin;
    » Avrupa ve Akdeniz Bitki Koruma Teşkilatı Hakkında Sözleşme, Paris 1951
    » Kuşların Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşme, Paris 1959
    » Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme, Paris 1972
    » Avrupa’nın Yaban Hayatı Ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi, Bern 1979
    » Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme, Ramsar 1971
    » Akdeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi, Barselona 1976
    » Akdeniz’in Kara Kökenli Kaynaklardan Kirleticilere Karşı Korunması Hakkında Protokol, Atina 1980
    » Akdeniz’de Özel Olarak Korunan Alanlara İlişkin Protokol, Cenevre 1982
    » Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Rio 1992
    » İnsan Çevresi Deklarasyonu, Stockholm 1972
    » AGİK Helsinki Nihai Senedi, 1975
    » Akdeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi, Cenova Deklarasyonu, 1985
    » BM/AEK Flora, Fauna ve Yaşam Ortamlarının Korunması Deklarasyonu, 1988
    » BM/AEK Çevrenin Korunması ve Doğal Kaynakların Rasyonel Kullanımı için Bölgesel Stratejisi, 1988
    » Avrupa Çevre ve Sağlık Şartı, Frankfurt 1989
    » Akdeniz Bölgesinde, Avrupa Akdeniz Çevre İşbirliği Lefkoşe Şartı, 1990
    » Akdeniz Bölgesinde, Avrupa-Akdeniz Çevre İşbirliği Kahire Deklarasyonu, 1992
    » Gündem 21, 1992’e aykırıdır.

    TÜM TÜRKİYE VE AKKUYU’LU KÖYLÜLER, “ATOM SANTRALINA HAYIR” DİYOR
    Akkuyu Nükleer Santral projesine ilk tepkiler, yörede halkın çok saydığı, o zamanki Köy-Kop Genel Başkanı Aslan Eyice önderliğinde, 1978 yılından itibaren giderek artan bir tempoda gelişti. Bu tepkilere tercüman olan ve köşesinde bu mücadalenin bayraktarlığını üstlenen Milliyet Gazetesi yazarı merhum Örsan Öymen ve yerel basın sayesinde, bu mücadele kamuoyuna taşındı. Yine, 1978 yılında başlayan bu mücadeleye, TMMOB ve Elektrik Mühendisleri Odası destek verdi. Mersin yöresinin tüm beldelerinde ve ilçelerinde toplantılar, paneller yapılarak, halk bu konuda bilgilendirildi.
    1990’lara kadar gündeme gelmeyen bu konu, tekrar kamuoyunun önüne getirilince, tepkiler hem yerel, hem de ulusal/uluslararası boyutta tekrar canlandı. Bu kez tüm dünyada ve dolayısıyla ülkemizde de gelişen yeşil, çevreci ve sivil toplumsal hareketlerle de bütünleşen bu mücadele, çok renkli, geniş çaplı bir “Nükleer Karşıtı Platforma” dönüştü. Bu platform, nükleer santrallara karşı; 1993 yılında kısa bir sürede 170 000 imza toplayarak, o zaman ki TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk’a sundu. Yine aynı yıl ilk “Nükleer Karşıtı Kongre” Ankara’da toplandı. “Nükleer Karşıtı Platform” ve Yöre Belediyeleriyle birlikte, 1993 yılından 2000 yılına kadar düzenli olarak, 5-6 Ağustos tarihlerinde her yıl Akkuyu’da (Büyükeceli) şenlikler yapıldı. Bu şenliklere, ülkemizin dört bir yanından binlerce duyarlı insan ve kuruluş katıldı. Daha önceki yıllarda çeşitli partilere mensup milletvekilleri bu şenliklere katılıp, bu mücadeleyi desteklediklerini kamuoyuna açıkladılar. Özellikle Greenpeace Türkiye Ofisi’nin ve Bergamalı köylülerin yoğun çabaları ve katkılarıyla; hem yörede, hem de Türkiye çapında renkli, ses getiren nükleer karşıtı eylemler gerçekleştirildi.
    Bu arada bir takım bilinen ve bilinemeyen vaatlerle (belediyenin borcunu temizlemek, yeni işçi istihdamlarını Belediye Başkanının yakınlarından sağlamak gibi), malum uygulamalarla, Belediye Başkanları ve yöre halkı üzerinde de çeşitli oyunlar, yoğun baskılar yapılmıştır. Büyükeceli eski Belediye Başkanı Hümmet Büyük, 10 Temmuz 1999 günü, yapılan halk oylaması öncesinde şu açıklamayı yapmıştır; “35 yıldır yılan hikayesine dönen bu nükleer santral projesi yüzünden, yöremiz yaşamsal bazı yatırımlardan, özellikle de turistik tesislerden mahrum bırakıldı. Kıyılarımız Akdeniz’in en güzel ve el değmemiş kıyılarıyla dolu. Yöre belediyeleri olarak, 2 hafta kadar önce Ankara’ya gelerek TEAŞ’a nükleer santrala karşı olduğumuzu bildirdik. Akkuyu körfezini yabancı nükleer şirketlerin çıkarlarına kurban ettirmeyeceğimizi kendilerine duyurduk”. Akkuyu Nükleer Santralı’nın yapılması planlanan Büyükeceli’ye komşu olan Yeşilovacık’ın eski Belediye Başkanı Halil İbrahim Yetkin de, yine 10 Temmuz 1999 günü yaptığı basın açıklamasında, şunları dile getirmiştir; “Göreve geldikten sonra, soyu tükenme tehdidi altında bulunan Akdeniz Foku’nu Belediyemizin simgesi olarak seçtik. Bu sevimli deniz canlılarının resmi koruma altına alınmış bulunan yaşam alanlarına, kirletici reaktörler inşa edilmesine izin vermeyeceğiz. Halkımız buna karşıdır ve bu durumda nükleer santral planı hayata geçirilemez“. 11 Temmuz 1999 tarihinde Yeşilovacık ve Büyükeceli’de yapılan halk oylamasında, katılanların %84’ü, Akkuyu Nükleer Santralı’na hayır demiştir.
    1999 yılında, nükleere karşı olanların yoğun bir katılıma dönüşmesi ve ulusal düzeyde yaygınlaşmasıyla, başta Nükleer Karşıtı Platform olmak üzere, Türk Mimar ve Mühendisler Odaları Birliği, Mülkiyeliler, Barolar, Tabibler, Eczacılar, Veteriner ve Diş Hekimleri Birliği, KESK, DİSK, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği, Türkiye Genç İşadamları Derneği, ADD, ÇYDD, Öğretim Üyeleri Dernekleri, Türk Fizikçiler Derneği, TEMA, ÇEKÜL, DHKD, TÇV, DAÇE ve tüm çevre dernekleri, bazı partiler, yöre belediye başkanları, yerel dernekler, Akkuyu Nükleer Santralı yapımına karşı olduklarını açıklamışlar ve bütün bu kuruluşlar,
    ”Nükleere Karşı Güç Birliği” adı altında buluşmuşlardır.
    Türkiye’de nükleer santral yapılmasına karşı çıkan, ülkemiz için ciddi ve önemli uyarılarda bulunan; Cem Özdemir, Ekin Deligöz, Özcan Mutlu, Mahmut Erdem, Gıyasettin Sayan, Mehmet Kılıçgedik, Fazile Kekik gibi Türk kökenli Almanya Federal ve Eyalet Milletvekilleri ile Avrupa Parlamentosu eski Milletvekili Ozan Ceyhun’un, 14 Ekim 1999 günü imzalayıp Türkiye’ye gönderdikleri mektupta, şu görüşler yer almaktadır; “1970’li yıllarda kurduğu nükleer santrallerden kurtulmaya çalışan Almanya’da federal parlamento, eyalet parlamentolarında ve belediye meclislerinde görevli olan biz Türkiye kökenli insanlar, nükleer enerji santrallerinin Almanya’da neden yenilerinin kurulmadığını ve kurulu olanlardan kurtulmaya çalışmasının nedenlerini sizlerle paylaşmak istiyoruz.
    Dünyayı enerji sıkıntısından kurtaracağı sanılan nükleer santraller, Amerika ve Ukrayna’daki kazalar sonrası güvenli teknoloji olma özelliğini kaybettiler. Çalıştırılmaları için gerekli ek maliyetler, öngörülen çalışma süreleri dolmadan kapatılmalarını ekonomik açıdan cazip hale getirdi.
    Kapatılması planlanan nükleer santrallerin sökülüp, kısa ve uzun vadeli olarak bertaraf edilmesi işleminin santralın yatırım ve işletme maliyetlerinin 5-10 misline eriştiği ortaya çıktı. Kullanılmış nükleer yakıtların uzun vadeli depolanması tesislerinin maliyetlerini halen tüm dünya ülkeleri nasıl karşılayacağını kara kara düşünmektedir. Almanya’da kapatılması düşünülen mevcut nükleer santrallerin kaç yılda kapatılabileceği üzerine değerlendirmeler sürmektedir. Almanya’nın ekonomik gücü ve teknik kapasitesi ile bile bu pislikten ancak 20-25 yılda kurtulabileceği tartışılmaktadır.
    Türkiye’de enerji sektörü yatırımlarını yönlendiren karar vericilere, tüm dünyanın kurtulmaya çalıştığı nükleer santralleri Türkiye’de kurmamalarını ve ülkenin geleceğini karartmamalarını öneriyoruz”.
    Son olarak, Avrupa Parlamentosu-TBMM Karma Parlamento Komisyonu eski Eşbaşkanı Daniel Cohn-Bendit; “AP, deprem bölgesi olan yerlerde nükleer santrallerin yapılmasına karşı. Eğer Türkiye AB’ye uyum sürecinde deprem bölgesinde nükleer santral yapabileceğini öne sürüyorsa yanılıyor” açıklaması yapmıştır (88). Avrupa Parlamentosu, Türkiye’nin üye adaylığının kabul edildiği oturumda, iki rapor daha onayladı. Bunlardan birisi, Türkiye’ye ayrılan bazı fonların serbest bırakılması, diğeri ise, Türkiye’nin 1. derecede deprem kuşağı üzerinde bir ülke olduğuna dikkat çekilerek, nükleer santral projelerinin devreye sokulmaması uyarısında bulunuyordu (89).

    ACİLEN “ULUSAL ENERJİ STRATEJİ PLANI” HAZIRLANMALIDIR
    Nükleer lobi; nükleer santral yapılmadan bile bu ülkeye çok büyük zararlar vermiştir. 39 yıldır nükleer santral macerası peşinde koşarak ve karanlıkta kalacağız tehdidiyle; ülkenin en pahalı, kirli enerji tercihleri olan termik, doğalgaz, kojenarasyon ve mobil santrallarla doldurulmasına vesile olmuştur. Yenilenebilir ve yerli enerji kaynaklarının önünü tıkamıştır. Mevcut enerji altyapısının iyileştirilmesine ve santral modernizasyonuna, bakımlarının yapılmasına engel olmuştur. Sonuç itibariyle, nükleer lobi; bilerek/bilmeyerek, bu ülkenin enerji politikasına-altyapısına ve geleceğine çok büyük zarar vermiştir.
    Enerji çeşitliliği oluşturalım, sera gazı yükümlülüğünden, doğalgaz bağımlılığından kaçalım, petrol ve doğalgaz fiyatlarının artışından kurtulalım, Fransa ve Almanya’ya yaranarak Avrupa Birliği’ne üye olalım derken, nükleer lobinin tuzağına yeniden düşülmektedir. Ayrıca; “2007 yılından sonra oluşması beklenen elektrik açığının kapatılması ve 2020 yılında tamamen dışa bağımlı olunacağı için nükleer santral kurulmasının gündemde tutulduğu” söylemi hiç inandırıcı değildir. Çünkü, hem bu ülkenin insanları acilen nükleer santral yapılmazsa “karanlıkta kalacağız masalını” daha önce çok dinledi, hem de ABD’deki nükleer santral yapımlarının lisans, yapım süresi en az 15-20 yıl, Arjantin, Brezilya’daki nükleer santral yapımları ise 25 yıldan fazla sürmüştür.
    Siz; 39 yıldır 1 tane nükleer santral ihalesini yapamamış, şartnamesini bile kendi hazırlayamayan, ihalesinin kaç kere iptal edildiği bilinmeyen, ekonomik güvensizliklerin-belirsizliklerin-krizlerin hala sürdüğü, enerjiyle ilgili her şeyin özelleştirildiği, belirsizleştiği, yolsuzlukların en üst boyutta olduğu, Beyaz Enerji Serisinin hala devam ettiği, Yüce Divan’daki yargılamaların sürdüğü, finansman, yabancı yatırımcı sıkıntısının çekildiği, hazine garantisinin verilemediği, dış borcu en fazla olan bir ülkede; 6 yıl sonrasına nasıl 3 tane nükleer santral kurabileceksiniz?
    Bu gerçeklerden yola çıkarak, ülkemizin enerji politikasının yeniden şekillendirilmeye çalışıldığı, özellikle enerji sektörümüzün yeniden yapılandırıldığı bu süreçte, önceliklerimizin ve tercihlerimizin; artık nükleer enerji ve fosil enerji kaynaklarından yana değil, yenilenebilir enerji kaynaklarından, enerji verimliliğinden, daha az enerji kullanımlı teknolojik ve üretim tercihlerinden yana olması zaten “kaçınılmazdır”. Ülkemizde yenilenebilir enerji kaynakları ve enerji verimliliği hakkında “eksik” bir yasa hazırlanmış, geçen yıldan beri TBMM’nde bekletilmektedir. Yine her zaman olduğu gibi; TMMOB-EMO, TES-İŞ, Çevre ve Tüketici Dernekleri, Elektrik Üretici Dernekleri, STK’lardan katkı ve görüş alınmadan hazırlanmıştır. Sonuç olarak, Enerji Bakanlığı’ndan gerçekleştirilmesini acilen talep ettiğimiz iki temel husus şunlardır;
    • “Yenilenebilir Enerji Kaynakları Kanunu” ve Enerji Verimliliği” Kanun tasarısının gözden geçirilmesi ve yeniden hazırlanması, EPDK’nın, Enerji Piyasası Kanunu’nun ve sektörün yeniden yapılanması; ilgili tüm kamu-sivil toplum kuruluşlarının, demokratik kitle örgütlerinin, derneklerin, doğrudan katılımıyla oluşturulacak; “Ulusal Enerji Konseyi” ile belirlenmelidir.
    • Nükleer enerji ve fosil enerji kaynakları yerine; “Ulusal Enerji Konseyi”nce hazırlanacak; yeterli, yerli, çevreci, temiz, sürdürülebilir, ucuz, uygun, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının sağlanmasını amaçlayan yeni bir; “Ulusal Enerji Strateji Planı” oluşturulmalıdır.

    davamı var...


    4-Neden Nükleer Santrallara Hayır?(Kaynaklar)
    09-05-2006
    KAYNAKLAR:
    1) “Köleniz Atom”, Henry A. Dunlap ve Hans N. Tuch, Nebioğlu Yay., 1957
    2) “Too Cheap to Meter: An Economic and Philosophic Analysis of the Nuclear Dream”, State Uni. of New York Press, 1997
    3) Nuclear Power Reactors in Operation and under construction at the end of 2003, IAEA Press Release
    4)www.iaea.org Ocak 2006 verileri.
    5) “Türkiye’de Genel Enerji Tüketimi ve Nükleer Enerji”, Prof. Nejat Aybers, EİEİ Genel Direktörlüğü Yay., Ekim 1966, S:139
    6) Nuclear Engineering International, personel comminication, C. Flavin, “Reassessing Nuclear Power: the Fallout from Chernobly”, Worldwatch Paper 75, March 1987.
    7) Nuclear Engineering International, personel comminication, C. Flavin, “Reassessing Nuclear Power: the Fallout from Chernobly”, Worldwatch Paper 75, March 1987.
    8) The World’s Nuclear News Agency, 10 November 1997, News No: 466/7/97/A
    9) “Bütün Gelişmiş Ülkeler Nükleer Enerjiden Vazgeçiyor”, Prof. Dr. Hüseyin Hızıroğlu, Kaynak Elektrik Dergisi, Sayı:184, Eylül 2004
    10) “A Farewell To Nuclear Power”, Greenpeace, 1997
    11) “A Farewell To Nuclear Power”, Greenpeace, 1997
    12) “Avrupa Birliği’nde Nükleer Enerji”, Sedat Severcan, TAEK Teknoloji Dairesi WEB sitesi, Mayıs 2004
    13) BP Dünya Enerji Raporu, 2004
    14) World Nuclear Association, 2003
    15) Hürriyet gazetesi röportajı, Fatih Birol, Şubat 14, 2005
    16) “Nuclear Follies”, FORBES Journel, February 1985
    17) “Fiscal Fission, The Economic Failer of Nuclear Power”, Komanoff Energy Associates, 1992, P:12
    18) Electric Power Annual 1998 Volume II, EIA Reports, Immediate Relase December 8, 1999
    19) “Türkiye’nin Nükleer Enerjiye Geçiş Felsefesinin Temelleri”, Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre ve Prof. Dr. Ahmet Bayülken, Bilim ve Ütopya Dergisi, Ocak 2005, Sayı:127
    20) Modern Power Systems Journal, David Porter July 1992
    21) “Nuclear Power- A Dead Loss”, Peter Bunyard, The Ecologist Journel, Volume 29, No: 7, Nov. 1999, P: 416
    22) “Türkiye nükleer santral için karar vermeden önce, nükleer alandaki yeni gelişmeleri beklemelidir.”, TEK eski Genel Müdürü Behçet Yücel, Dünya Gazetesi, 21 Aralık 1999
    23) Güngör Bozkurt’un İTÜ Yüksek Mühendisler Birliği tarafından, 1998 yılında Ankara’da düzenlenen ‘Nükleer Enerji Paneli’nde yaptığı konuşmasının bant çözüm notları
    24) “Türkiye’nin Nükleer Enerji Gerçeği Hangi Boyutta”, Ateşan Aybers, Yeni Yüzyıl Gazetesi 18 Ağustos 1996
    25) Prof. Dr. Haluk Utku,http://yunus.hacettepe.edu.tr/utku/NukEnerjiPlan.doc
    26) “Enerji Politikası ve Nükleer Santrallar Raporu”, Elektrik Mühendisleri Odası, Haziran 1997
    27) “Türkiye Nükleer Teknoloji’ye Girmelidir”, Prof. Dr. Osman Kadiroğlu, Elektrik Mühendisliği Dergisi, Sayı: 401, 1997
    28) “Küresel Boyutlarıyla Nükleer Enerji”, Prof. Dr. Hayrettin Kılıç, Elektrik Mühendisliği Dergisi, Sayı: 401, 1997
    29) “Nuclear Security Scandal in UK”, TODAY Newspaper, 14 September 1995
    30) “Nükleer Panik”, Sabah Gazetesi, 1 Ekim 1999
    31) “Onlar da Bozuldu”, Radikal Gazetesi, 4 Ekim 1999
    32) “Kore’de de Nükleer Kaza”, Milliyet Gazetesi, 6 Ekim 1999
    33) “Cost of Chernobly Nuclear Disaster Soars in New Study”, Richard L. Hudson, The Wall Street Journel, March 29, 1990
    34) Aktaran Prof. Dr. Hayrettin Kılıç, agy.
    35) “Poisoning in the Name of Progress”, Chris Busby, The Ecologist, Volume 29, No:7, November 1999, P:398
    36) Aktaran Prof. Dr. Hayrettin Kılıç, agy.
    37) British Medical Journel, 17, 1990, P:423
    38) Journel of American Association, Volume 265, No:11, 1991, P: 1397
    39) Peter Bunyard, agy.
    40) “Nükleer Nasıl Bir Seçenek”, Prof. Dr. Vural Altın, Milliyet Gazetesi, 13 Nisan 1998
    41) TAEK web sayfası, Serpil Aktürk ve Ayşe Tongal, Mayıs 2004
    42) “Dünyayı Siz mi Kurtaracaksınız?”, Meclise Gönderilen Greenpeace Broşürü, Eylül 1999, S.16
    43) “Dünyayı Siz mi Kurtaracaksınız?”, Meclise Gönderilen Greenpeace Broşürü, Eylül 1999, S.15
    44) “Teknik İnceleme Raporu”, Çevre Bakanlığı, 24.02.1997
    45) Greenpeace Basın Toplantısı, Prof. Dr. Atilla Uluğ, 9 Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Tekonolojileri Ens. Deniz Jeofiziği Birimi Başkanı, 13 Nisan 1999
    46) “Neotectonic Structural Features in the Alanya-Mersin Shelf Area”, Jeofizik Dergisi, Mart 1991
    47) “Adana’yı Felç Eden Deprem ve Akkuyu Nükleer Santral Projesi”, Prof. Dr. Tolga Yarman
    48) “Türkiye’de Candu Reaktörleri Satışı Deprem Riski Raporu”, Prof. Dr. Karl Buckthought, Yayınlayan: Earthquake Forecast Inc., 10 Kasım 1998
    49) “Cadı kazanında Nükleer Enerji”, Nükleer Mühendis, Prof. Dr. Şarman Gencay, Ağustos 2000
    50) “Nükleerde bekle gör”, Derya Sazak, Milliyet Gazetesi, 31 Temmuz 2004
    51) “Turkey’s Quest For Peaceful Nuclear Power”, Doç. Dr. Mustafa Kibaroğlu, The Nonproliferation Review-Summer 1997
    52) Prof Dr. Enis Öksüz, Akdeniz Postası Haftalık Gazetesi’nde yayınlanan röportaj, 3 Kasım 1997
    53) “Çözüm Nükleer Enerji”, Prof. Dr. Ramazan Mirzaoğlu, Türkeli Gazetesi, 5 Nisan 1996
    54) “MHP Atom Bombası İstiyor”, Yeni Binyıl Gazetesi, 30 Aralık 1999
    55) “Siyasi Partiler Nükleer Enerji Konusunda Ne Düşünüyor?”, RP adına Cevat Ayhan’ın tebliği, Uluslararası Nükleer Teknoloji Kurultayı Kitabı, Yayın No:168, 15 Ekim 1993, S:235
    56) “Türkiye’de Nükleer Bilimler ve Nükleer Teknoloji”, Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, Mühendislik ve Makine Dergisi, Sayı: 404, Eylül 1993, S: 12
    57) “Nükleer silahlar ve uluslararası güvenlik”, Nükleer Mühendis, Dr. Necmi Dayday, Bilim ve Ütopya Dergisi, Ocak 2005, Sayı:127
    58) Dünya Enerji Dergisi, Temmuz 2004
    59) CNN Televizyonu’nda yayınlanan 8 Mayıs 2001 tarihli röportaj
    60) CNN Televizyonu’nda yayınlanan 8 Mayıs 2001 tarihli röportaj
    61) TEÜAŞ’dan Selva Tüzüner, Zuhal Sakaryalı, Selma Sevgör ve Mehmet Güler tarafından hazırlanan ve Eylül 2003’de DEK/TMK 9. Enerji Kongresi’ne sunulan tebliğ
    62) “Devletin Yarattığı Paranoya; İki Yıl Sonra Her Yer Karanlık”, Nokta Dergisi, 11 Haziran 1995
    63) “Resmi Talep Tahminlerine Dayanarak Kurulacak Bir Politika, Yanıltıcı Olacaktır”, Gültekin Türkoğlu, Kaynak Elektrik Dergisi, 1994/4
    64) “Yurdumuzda Elektrik Yönetimi, Yanlışlar, Doğrular”, Dr. Behçet Yücel, Kaynak Elektrik Dergisi, 1993/5
    65) DPT Müsteşarlığı’nın ETKB’na hitaben yazılmış, Müsteşar Orhan Güvenen imzalı 11 Ekim 1999 tarihli yazı
    66) “Doğalgazda Suni Kriz”, ANAP eski Milletvekili ve BOTAŞ eski Genel Müdürü Hayrettin Uzun, Yeni Şafak Gazetesi, 2 Aralık 1999
    67) “Erbakan Kazığı”, Radikal Gazetesi, 6 Ocak 2000
    68) “Türkiye’nin Nükleer Enerjiye Geçiş Felsefesinin Temelleri”, Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre ve Prof. Dr. Ahmet Bayülken, Bilim ve Ütopya Dergisi, Ocak 2005, Sayı:127
    69) Prof. Dr. Haluk Utku,http://yunus.hacettepe.edu.tr/utku/NukEnerjiPlan.doc
    70) TAEK Bilgi Edinme Birimi,12 Ocak 2005
    71) “Türkiye’nin Nükleer Enerjiye Geçiş Felsefesinin Temelleri”, Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre ve Prof. Dr. Ahmet Bayülken, Bilim ve Ütopya Dergisi, Ocak 2005, Sayı:127
    72) Cumhurbaşkanı Sn. Süleyman Demirel’in, 27-29 Mayıs 1999 tarihlerinde Ankara’da düzenlenen ‘Sürdürülebilir Kalkınmada Daha Temiz Enerji Sistemlerinin Rolü’ başlıklı Uluslararası konferanstaki konuşmasının özeti, Kaynak Elektrik Dergisi, Haziran 1999
    73) “Nükleer İçin Erken”, Dr. Erkut Yücaoğlu ile yapılan röportaj, Milliyet Gazetesi, 20 Aralık 1996
    74) “Nükleer Santral İhalesi Bu Kadro İle Olmaz”, Prof. Dr. Osman Kemal Kadiroğlu, Elektrik&Elektronik Dergisi, Sayı: Mart 1999, S:19
    75) “Önce Teknoloji Sonra Santral”, Prof. Dr. Şarman Gencay, Yeni Yüzyıl Gazetesi, 7 Ağustos 1996
    76) “Akkuyu Santrali ve Deprem”, Dr. Behçet Yücel, Kaynak Elektrik Dergisi, 1998/9
    77) Güngör Bozkurt’un İTÜ Yüksek Mühendisler Birliği tarafından 1998 yılında Ankara’da düzenlenen ‘Nükleer Enerji Paneli’ bant çözüm notları
    78) “Nükleer Enerji ve Nükleer Santralar”, Suphi Şahin, TEK Yayını, 1985, S:10-8
    79) “Türkiye’nin Hidroelektrik Potansiyeli”, Vural Selcan, Enerji Dünyası Dergisi, Ekim 1985, S:16-17
    80) TMMOB’un Ankara’da düzenlediği Nükleer Enerji Kongresi’ne Dr. Tanay Sıtkı Uyar’ın, 16 Ekim 1999 tarihinde sunduğu tebliğ
    81) TAEK web sayfası, Serpil Aktürk ve Ayşen Tongül, Mayıs 2004
    82) “Türkiye Elektrikte Bir Krize Doğru mu Gidiyor?”, Emine N. Aybar, Enerji Dünyası Dergisi, Ekim 1997, S:19
    83) “Nükleer Santrallarda Güvenlik”, Dr. Aybars Gürpınar, Teknik İletişim Dergisi, 1996
    84) “Türkiye Deprem Bölgesi Haritası Değişmeli midir?”, Türk Mühendislik Haberleri, 1999/4, S:32
    85) “Türkiye’deki Nükleer Reaktörlerdeki Potansiyel Bir Kazaya ilişkin Riskin Analizi ve Görselleştirilmesi”, John Taylor ve Stuart Ramsden, Avusturalya Ulusal Üniversitesi. Greenpeace için 1998 yılında Kimyasal Taşınım Modeli ANU-CTM kullanılarak hazırlanmış rapor
    86) “Çevresel Etki Değerlendirmesi Açısından Nükleer Santraller İle İlgili Mevzuat”, İrfan Önal, ME.Ü. Mühendislik Fakültesi Derlemeler Dizisi 3, Akkuyu Nükleer Santralı Özel Sayısı
    87) “Nükleer Santral Kurulması Planlanan Akkuyu’nun Doğal Özellikleri”, Prof. Dr. Güngör Uzun, TMMOB 1996 Türkiye Enerji Sempozyumu Bildirisi
    88) “Kızıl Danny’den ince mesajlar”, Radikal Gazetesi, 9 Aralık 1999
    89) “AB’nin nükleer enerji çıkmazı”, Dünya Gazetesi, 7 Aralık 1999

    BASINDAN

    BİZ CAHİLİZ UZMAN AMCA AMA: LÜTFEN NÜKLEER SANTRAL YAPMA!
    Ece Temelkuran-Milliyet-20 Şubat 2005
    Bilgiç uzmanlar ve pervasız efendiler yine nükleer santral dediler. Ama Nükleer Karşıtı Platform da canlandı. Denecek bir şey kalmadı. Eğlenceler başlasın!
    Yeryüzü için iki seçenek giderek daha keskin biçimde belirginleşiyor. Dünya ya hızlı yaşayıp genç ölecek ya da oburluk etmeyecek, açgözlülük yapmayacak ve biraz daha uzun yaşayacak. Bu dünya, kendi içinde yok oluşunu taşıyan her nesne gibi, ölümüne doğru gidiyor her gün. Ama açgözlüler ve insanoğlunun gelmiş geçmiş en önemli, en kıymetli varlık olduğunu sanan kendini beğenmişler, terbiyesizler yüzünden, yeryüzü kendi ölümüne uygun adım değil, koşar adım ilerliyor. Öyle sanıyorum ki insanoğlu, efendice yaşamayı öğrenemeden ders paydos edilecek, yeryüzü kendi tenefüssünü almak için zilleri çalacak. Ondan sonra geçmiş olsun zaten. O zaman vaktiyle bilge taksi şoförlerimden birinin dediği gibi, “Şimdi dinozora bakıyoruz ya kitaptan... O zaman da ‘Bak yavrum bu davşan’ diyecez. Anlıyo musun abla, kitaptan bakıcaz yani artık çiçeğa böceğa...”
    Yerkürenin bu koşar adım gidişini bile yeterince tehlikeli bulmayan “bilginleri” ve “efendileri” var dünyamızın. Şimdi onlar, hep birlikte bağırıyorlar:
    “Nükleer santral yapalım!”
    Cahiliz abi, idare et!
    Dünyayı yok edebilecek binlerce bomba ve silahın üzerinde oturduğumuz yetmiyormuş gibi yenileri için manasız bir ısrar içindeler. Bizim “atomik bilimlerden” yeterince anlamadığımızı, doğruları kendilerinin bildiğini söyleyerek Türkiye’ye santral yapmaya çalışıyorlar. Son zamanlarda en tehlikeli kavramlardan biri “uzman”dır. Çünkü bu, bilgi iktidarının en pis kullanımlarını meşrulaştırır. Şimdi de “nükleer enerji uzmanları” diye bir grup insan, sanıyorum ki ıskartaya çıkıp işsiz kalmamak için, sürekli nükleer santral yaptırmak istiyor. “Hükümet” adlı efendilerimiz de uzmanlarla birleşip oluk oluk para akıtıyor ölümümüzü hızlandıracak bu fikre. Bizim de tabii kendimize göre bildiğimiz şeyler var. Şöyle ki...
    Nur yağdıran nükleer
    Başbakanımız efendimiz Tayyip Erdoğan “2011’e kadar üç santral yapacağız” buyurdular geçenlerde. Bu “büyük atılımlar yapma” psikolojisi ürkütücüdür zaten. Söz konusu nükleer olunca iyice kabuslaşıyor durum. Bu yıl bu “kabusa” bütçeden 5 milyon dolar, yani 7 trilyon lira ayrıldı. Bir santralın yapımı için 5 milyar dolar gerekiyor; dolayısıyla ne öldürecek ne olduracak bu miktar bütçeden niye ayrıldı, bilemiyoruz. Ama zaten 1978’den beri Türkiye bu meseleyle ilgili ne yaptığını pek bilmiyor, kimsenin de bilmesini, anlamasını istemiyor. Eski Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ahmet Yüksel Özemre’nin, 1986’da kendisinden radyasyon rakamlarının açıklanması istendiğinde ettiği cümle bu bakış açısının şahane bir örneğidir:
    “Radyasyonu bilmeyen halkım rakamları ne yapsın?”
    Tabii, halk bilmesin, “uzmanlar” sultasını sürdürsün, sonra halkımız patır patır kanser olsun...
    Üstelik bütün bunlar da Avrupa’da, ABD’de kimsenin almadığı, bazı çok uluslu şirketlerin ürettiği altyapının elden çıkarılması, o şirketlerin kâr etmesi için yapılsın.
    Almanya, İspanya, İsveç, Belçika nükleer santrallarını kapatma kararı almış; Avusturya, İtalya kapatmış; ABD 1973’ten beri sipariş vermiyor. Yoksa işsiz kalmış nükleer enerji firmaları Fransatom (Fransa), Siemens (Alman-Fransız), Areva (Fransa), Westinghouse (ABD) gibi firmalar oralarda kapanan pazardan sonra bizim gibi kara cahil ülkelere mi acilen mal satmaya çalışıyor?

    Yenilenebilir enerji “yendi” mi?
    Uzun süre “yenilebilir” diye duydum bunun adını, aslında ye-ni-le-ne-bi-lir! Yerine yenisi konabilir!
    Ben yanlış duydum ama sanırım TBMM’dekiler daha yanlış bile duymadılar; hiç duymadılar. Zira alternatif enerji üretimini destekleyen Yenilenebilir Enerji Yasa Tasarısı enerji komisyonundan geçti ve epeydir Genel Kurul’da oylama sırası bekliyor. Bu yenilenebilir enerji; su, rüzgar, güneş, bitkiden elde ediliyor. Hatta Türkiye’ye pek uygun olmamakla birlikte gavur, dalga ve gelgit enerjisini bile kullanıyor. Türkiye daha ziyade rüzgar enerjisine uygun. Potansiyel olarak Avrupa’da birinciyiz, misal. Fakat Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, mesela, 18 Ekim’de Dünya gazetesine verdiği demeçte şöyle diyor:
    “BP’ye, Shell’e, Amerikan Enerji Kurumu’na sordum; yenilenebilir enerji gereksiz!”
    Petrol için dünyanın karnını deşen adamlara sorarsan öyle derler tabii!
    Ama iyi haber de var; bizimkiler de boş durmuyor. 5 Şubat’tan itibaren Nükleer Karşıtı Platform içine 100 kuruluşu alarak yeniden canlandı. Hadi bakalım! Eğlenceler başlasın!


    ENERJİ BAKANI HİLMİ GÜLER’E NÜKLEER SORULAR
    Meral Tamer-Milliyet-02 Temmuz 2004
    Türkiye’de iktidara yeni gelen her parti, nükleer santral inşaatına girişmeyi bir kere dener. Ancak uluslararası nükleer lobinin gücü, işi almaya aday firmaların baskısı ve komisyonların cazibesine karşın, bu denemeler son aşamaya kadar yaklaştığı halde, bugüne kadar başarıyla sonuçlanamamıştır.
    Son olarak Ecevit hükümeti döneminde ABD’li Westinghouse, Alman Siemens (şimdi Fromatom) ve Kanadalı AECL’nın yarıştığı ve her birinin 3 koalisyon ortağından biri tarafından sahiplenildiği nükleer santral ihalesi de sona yaklaşmışken, 2000 yılında askıya alınmış, hatta dönemin Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, ihaleye katılan firmalara 30 milyon dolar geri ödeme yapılması gerektiğini bile savunmuştu!

    2 - 3 santral birden
    AKP hükümeti iktidara yeni geldiğinde nükleer santral meselesini ilk telaffuz eden, Sanayi Bakanı Ali Coşkun olmuştu. Bir süredir de Enerji Bakanı Hilmi Güler konuyu gündeme getiriyor. Güler son olarak dün NTV - CNBCe Ankara Haber Müdürü Ümit Sezgin’in canlı yayında sorularını yanıtlarken “Son 30 yılda 3 kez ihaleye çıkılan ve iptal edilen nükleer santral projesini yeniden canlandıracağız. Birden fazla nükleer santral düşünüyoruz. Bunun yararları var. Rakam olarak 2 ya da 3 olacak” dedi.

    Çin bile geri çekildi
    Anlayacağınız nükleer lobi yine devrede. Petrolün varil fiyatının 30 doların üzerinde seyrettiği şu günlerde konjonktür de ne kadar uygun! Fransa hariç Batılı gelişmiş ülkeler nükleer santrallardan köşe bucak kaçarken, enerjiye en fazla gereksinim duyan ülkelerin başında gelen, son yılların büyüme rekortmeni Çin bile 2000 yılından bu yana yeni nükleer santral siparişi vermemişken, biz neden nükleer santral işine yeniden kalkışıyoruz? Anlaşılabilir gibi değil. Nükleer lobi, şimdi de AKP hükümeti nezdinde şansını bir kez daha deniyor herhalde.

    Atom Enerjisi Ajansı
    Dünyanın dört bir yanındaki nükleer santrallara ilişkin tüm kayıtlar, merkezi Viyana’da bulunan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı tarafından tutuluyor. IAEA’nın son verilerinin yer aldığı kitapçığı Viyana’dan getirttim. Bu kitapçıktan aktardığım yandaki grafik, nükleer santralların yıldızının nasıl söndüğünü, gayet net bir biçimde gözler önüne seriyor. Daha pek çok grafik, tablo ve sayısal bilginin yer aldığı IAEA’nın kitapçığını incelemesini, Enerji Bakanı sayın Hilmi Güler’e de hararetle tavsiye ederim. Aynı kitapçıktan derlediğim alttaki veriler de, hayli ilginç ipuçları veriyor:

    Son 15 yılın siparişleri
    » 2003: Hindistan’da 1 adet
    » 2002: Hindistan’da 5, Kore’de 1 adet
    » 2001: Japonya’da 1 adet
    » 2000: Hindistan’da 2, Japonya’da 2, Çin’de 1
    » 1999: Kore’de 2, Çin’de 1
    » 1998: Çin’de 2, Japonya’da 1
    » 1997: Çin’de 3, Kore’de 2
    » 1996: Çin’de 1
    » 1995: ————-
    » 1994: Kore’de 2
    » 1993: Kore’de 2, Japonya’da 1, Pakistan’da 1
    » 1992: Japonya’da 2, Kore’de 1
    » 1991: Fransa’da 1, Japonya’da 1
    » 1990: Hindistan’da 2, Japonya’da 1, Kore’de 1
    » 1989: Japonya’da 3, Hindistan’da 2, Kore’de 1

    Sadece 4 Asya ülkesi!
    Gördüğünüz gibi son 15 yılda ağırlıklı olarak 3 Asya ülkesinde nükleer santral inşa edilmiş: Japonya, Güney Kore ve Hindistan. Üst üste büyüme rekorları kıran Çin bile 1996 - 2000 yılları arasında 8 nükleer santral siparişi verdikten sonra durmayı tercih etmiş. 15 yıl süresince tek bir nükleer santral siparişi veren Pakistan hakkında söylenecek fazla bir şey yok. Enerji ihtiyacının yüzde 78’ini nükleer santrallardan sağlayarak bu alanda dünya rekorunu elinde tutan Fransa bile 1991’den bu yana yeni nükleer santral siparişi vermemiş. Not: Bir nükleer santralın “siparişi” ile “faaliyete geçmesi” arasında en az 7 - 8 yıllık zaman var. (Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Çin’de faaliyete geçecek nükleer santrallar olabilir.) Benim “sipariş tarihlerini” esas alma nedenim, konunun bu yönünün Türkiye’yi ilgilendirmesinden dolayıdır.

    ÇERNOBİL YALANI
    M.Yaşar Durukan-Aksiyon Dergisi-498 Sayı
    Çernobil bulutlarının Trakya ve Doğu Karadeniz”in dışında çok sayıda ilimizi ziyaret ettiği ortaya çıktı. Radyasyondan etkilenmediği söylenen Sinop-Anamur hattının doğusu 18 yıl aradan sonra mercek altında.
    Forsmark Nükleer Santrali”nde 28 Nisan sabahı tesis dışında çalışan personelin iş elbiselerinde anormal düzeyde radyasyon tespit edilince İsveçli yetkililer, santralde sızıntı olduğunu düşünerek harekete geçti. Forsmark ve diğer santrallerde sızıntı olmadığı anlaşılınca meteoroloji raporları incelenmeye başlandı. O günlerde İsveç üzerinde egemen olan hava akımlarının kökeni araştırıldı. Meteoroloji mühendisleri, ülkeye girmiş olan hava parsellerinin takip ettiği yolları belirleyip nükleer serpintinin doğudan bir yerden geldiğini saptadı. Özel teçhizatlı jetlerin ve helikopterlerin Baltık Denizi üzerinde dolaşarak topladığı örnekler sayesinde nükleer serpintinin kaynağı tam olarak belirlendi. Kiev”in 130 kilometre kuzeyinde, Pripiyat ırmağı kıyısında Rusya”nın nükleer füzelerinin başlıkları için gerekli olan plütonyumu üreten Çernobil Nükleer Santrali”nde kaza meydana gelmişti. Rus yetkililer, 40 saat süren suskunluğun ardından kazayı doğruladı. Türkiye ve dünya bu korkunç kazayı İsveç sayesinde öğrendi.
    950 kilometre kadar kuzey-batımızda meydana gelen bir nükleer kazanın Türkiye”yi etkilememesi mümkün değildi. Eğer o günlerin meteorolojik şartları reaktörden açığa çıkan ilk radyasyon bulutunu İskandinav ülkelerine doğru sürüklemişse bu, Türkiye için büyük bir şans olacaktı. O günkü meteoroloji raporlarına göre, 25 Nisan”dan itibaren güney-doğudan kuzey-batıya doğru sürekli esen rüzgarlar Türkiye”yi, Avrupa gibi, berbat bir radyasyon vurgunu yemekten kurtarmıştı. Bu rüzgarlar Çernobil”den çıkan radyasyon yüklü zerrecikleri önlerine katarak Polonya ve Baltık ülkeleri üzerinden İskandinavya”ya doğru sürüklemişti. Ellerinde çay bardaklarıyla ekranlarda beliren yetkililerin açıklamalarına göre, Türkiye bu mucizevi rüzgarlar sayesinde Romanya, Çekoslovakya, Avusturya, Macaristan, İsviçre, Almanya ve Danimarka”nın yaşadıklarını yaşamamıştı.

    “Ucuz” atlattık!
    Yıllar sonra, ABD”nin Irak”a müdahalesi sırasında nükleer silahların kullanılabileceği ihtimali doğunca nükleer tehdit yine karşımıza çıktı. Ankara”da bir devlet bakanıyla, sivil halkı korumak için alınan önlemleri görüşürken söz dönüp dolaşıp Çernobil”e geldi. Çernobil”den tahmin edilenden daha fazla etkilendiğimizi söylediğimizde devlet bakanı bunu kesin bir dille yalanlayarak “Çernobil bulutları gelirken çıkan rüzgar sayesinde korkunç felaketi ucuz atlattık” dedi. Oysa o günlerde Meteoroloji, rüzgarların yönünün değişmekte olduğunu bildiriyordu. Bu veriler göz önünde tutularak yapılan eksrapolasyonlar ve tahminler Türkiye”nin radyasyondan kurtulamayacağını göstermekteydi. Bundan sonraki gelişmeler kamuoyuyla paylaşılmadı. 26 Nisan 1986”da meydana gelen Çernobil kazası, 18 yıl aradan sonra Meclis gündemine gelince, olayın meteorolojik boyutunu merak edip uzmanlara sorduk. Radyasyon bulutları gözden kaç(ırıl)mış olsa bile, dokuz uydu, 3 bin uçak, 7 bin 300 gemi, 100 sabit ve 600 yüzen (buoy), 10 bin kara istasyonu ve 500 radardan oluşan ve 24 saat gözlem yapan meteorolojik ağın gözünden kaçmamış olmalıydı. Meteoroloji uzmanlarını arayıp kritik 12 günün hava raporlarını istedik. Radyasyon bulutları yetkililerin söylediği gibi Türkiye”nin iç kısımlarına girmeden uzaklaşıp gitmiş miydi acaba? Meteorolojik şartlar Türkiye”nin aleyhine olup da radyasyon bulutu hemen ilk günlerde Türkiye”nin tümünü ya da bir bölümünü etkisi altına almış olsaydı, TAEK”in ve Meteoroloji”nin o günlerdeki altyapısıyla, bunun anında tespit edilmesi zaten mümkün değildi.
    O günlerde “Meteorolojik şartların değişmesi halinde radyasyon bulutunun ülkemizin neresini ne süratte etkileyeceğini Çernobil bulutu gelmeden öngörmek mümkün değil” denilirken, Avrupa”da, kazanın meydana geldiği yerden itibaren havaya karışacak olan kirleticileri taşıyan hava parsellerinin, tespit edilecek hızı ve yönlerine göre, ne zaman nereyi etkilenebileceği hava şartlarına göre tahmin edilebiliyordu. Avrupa”da yapılan özel meteorolojik analizlerden bugün öğrendiğimize göre, Çernobil”den atmosfere yayılan radyoaktif parçacıklar, yer seviyesindeki basınç merkezleri tarafından komşu ülkelere yayıldı: Kazadan bir hafta sonra radyoaktif gazlar doğuya doğru hareket eden bir alçak basınç merkezi tarafından güneydoğuya yani Türkiye”ye doğru taşınmaya başlandı. Böylece nükleer radyasyon ile kirlenmiş hava parselleri 3 Mayıs 1986 Cumartesi günü Batı Trakya”ya, 4 ve 5 Mayıs günü Batı Karadeniz”e, 6 Mayıs günü Çankırı üzerinden Sivas civarına, 7-9 Mayıs tarihlerinde Trabzon-Hopa arasına ulaşmıştı. Yetkililer o zaman bulutların geçtiği tüm illeri açıklamak yerine “Sıyırdı geçti, ucuz atlattık” türünden açıklamalarla içimizi rahatlatmaya çalışmışlardı. Fakat Lawrence Ulusal Laboratuvarı”nın hazırladığı harita bizim yetkilileri resmen yalanlıyor. Harita, Çernobil kazasından 10 gün sonra, radyoaktif parçacıkların yukarı seviye rüzgarları tarafından seyrelerek Türkiye”nin her tarafına yayıldığını gösteriyor!

    Bizi bu havalar mahvetti
    1940 yılından bu yana dünyanın hemen her noktasının hava hareketlerinin kayıtlı olduğu ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi”nin Yörünge Modeli”ne girerek bu düşündürücü tabloya biz de şahit olduk. “Bizi bu işe karıştırmadan yazın” diyen meteoroloji uzmanlarıyla birlikte 26 Nisan 1986 tarihini işaretleyerek Çernobil santralinin koordinatlarını girdik. Kaza yerel saate göre 01:23:43”te meydana gelmişti. Model, Greenwich Mean Time (GMT)”a göre çalıştığı için yerel saati dünya zamanına çevirdik. GMT”ye göre kaza 25 Nisan günü saat 22:23:43”te meydana gelmişti. Tesisten yayılan radyasyonun atmosfere karışma süresini de dikkate alarak, kazadan 40 dakika sonra modeli çalıştırdık. Radyasyonun atmosferin çeşitli katmanlarına nüfuz ettiğini varsayarak farklı yüksekliklerde bulunan hava tabakalarını kaza saatinden sonra hareket ettirdik ve 12 günlük yolculuğunu takip ettik. Çernobil santralinin tam üzerinde 287 metredeki hava kütlesi Edirne-İstanbul istikametinden Türkiye”ye girerek Marmara ve Ege”yi boydan boya katetti ve Girit adasının güneyinden Akdeniz”e ulaştı. Aynı zaman diliminde Çernobil”in 340 metre yukarısındaki hava kütlesi Doğu Karadeniz üzerinden geçerek Kafkaslara yöneldi. 830 metredeki bir başka hava kütlesi ise, Batı Karadeniz”den yurda girerek Ankara”yı da içine alarak Mersin üzerinden KKTC”ye kadar ulaştı. Kazadan üç saat sonra hareket eden bir başka hava akımı ise, Doğu Karadeniz”den girip Güneydoğu”da genişçe bir yay çizdikten sonra Ermenistan üzerinden tekrar Kafkaslara yöneldi. Bu hava akımlarının ne kadar radyoaktif madde taşıdığını saptamak meteoroloji mühendislerinin görevi değildi.
    Nükleer güvenliğimizden sorumlu kişileri arayarak, kazanın olduğu günlerde açıklandığının aksine, Çernobil üzerindeki birçok hava akımının Türkiye üzerinden geçtiğini söyledik. Yetkililer, Meteoroloji uzmanlarının ulaştığı bu bilgiyi yalanlamadı ama sessiz kalmayı tercih etti. Bir yetkili, araştırmalarını Sinop-Anamur hattının doğusuna yönlendirdiklerini söyledi. Adı bizde saklı yetkilinin verdiği bu bilgi aslında çok önemli. Radyasyon bulutları Türkiye”yi etkisi altına almaya başladığında gezici radyasyon birimleri Sinop-Anamur hattının batısında üslenmişti. Bir başka ifadeyle öteki bölgelerin radyasyona maruz kalmadığı varsayılmıştı. Yıllar sonra Anadolu”nun farklı bölgelerinde yapılan Çernobil araştırmaları, Avrupa ve Amerikan kaynaklı haritalarla örtüşüyor. Gerçi nükleer felaketi göğüslemeye çalışan Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre başkanlığındaki ekip, o zaman Basra Körfezi üzerinde kararlı bir yüksek basınç sisteminin oluşmuş olduğunu, buradan Anadolu”ya doğru esecek olan rüzgarların Sinop-Anamur hattının doğusunda kalan bölgeyi etki altına alacağını tahmin etmişti. Ancak sonradan yaşanan gelişmeler kamuoyuyla paylaşılmadı. Söz konusu yetkili, Güneydoğu ile sınırlı kalmadıklarını, yurt genelinde yedi üniversiteyle ortaklaşa radyasyon haritası çıkarmaya başladıkları bilgisini de veriyor. Bu harita çıkarıldığında Türkiye”nin ne tür bir felakete maruz kaldığı net olarak görülecek. Çünkü TAEK, Çernobil”den önce uzun ve ciddi bir çalışmayla Türkiye”de 42 ilde doğal radyasyon düzeylerini tespit etmişti. Bu çok büyük bir avantaj. Ölçülen radyasyon değerleriyle bugünküleri karşılaştırmak suretiyle bir yerin radyasyon düzeyinde herhangi bir dış etkiden kaynaklanan artış olup olmadığını görmek mümkün olacak. Bugüne kadar böyle bir çalışmanın yapılmamış olması düşündürücü... Üç yıldan bu yana devam eden çalışmanın ne kadar süreceği belli değil. Yetkili, “Trabzon”da, Rize”de 200 metrelik bir derede bile çok farklı oranlarda radyasyon düzeyleri tespit ediyoruz. Bu iş sanıldığı kadar kolay değil” diyor.

    Nükleer tehdit devam ediyor
    Bugün Türkiye, Doğu Bloku ülkelerinde ömrünü tamamlamış, eski teknoloji ile donatılmış ve birçok teknik yetersizlikler ile üretimini zorunlu olarak sürdüren nükleer santralin bulunması nedeniyle, büyük bir nükleer risk ile karşı karşıya bulunuyor. Üstelik Türkiye, Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliğinden gelen hava sistemlerinin etkisi altında bulunuyor. İstanbul Teknik Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü”nden Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Çernobil benzeri bir facianın meydana gelmesi durumunda Türkiye”nin meteorolojik olarak erken uyarılayacağını söylüyor. Aynı zamanda Afet Yönetim Uzmanı olan Prof. Kadıoğlu, ileri ülkelerdeki uygulamalar hakkında şu bilgileri veriyor: “Birçok sanayi tesisi ve nükleer santralde uzman meteorologlar istihdam edilerek dispersiyon, yörünge vb. modeller ile kirleticilerin olası hareketleri sürekli olarak belirlenmekte. Böylece, sanayi tesislerindeki ve nükleer santrallerdeki bir kaza (veya savaş) anında önlem alınabilmesi için, atmosfere karışacak olan kimyasal ya da nükleer kirleticilerin kısa ve uzun mesafedeki taşınımı belirlenebilmekte ve hava parsellerinin takip edebileceği yörüngeler saptanarak yerleşim bölgeleri ya zamanında tahliye edilmekte ya da halk, yerinde sığınak prosedürünü uygulaması için uyarılmakta. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdür Yardımcısı Nurettin Çam, Kadıoğlu”nun iddialarına katılmıyor. 1986 yılında meydana gelen kaza sırasında Meteoroloji”nin çalıştırdığı bir sayısal model bulunmadığını belirten Çam, “Bugün bildiğimiz kadarıyla Türkiye”de tek olan “high performans computer”de sayısal model”i çalıştırmaktayız. Bugün İzlanda üzerinde gelişen bir hava kütlesinin Türkiye”ye gelene kadar nasıl bir seyir izleyeceğini, bizi ne zaman ve nasıl etkileyeceğini tespit edebiliyorsak, halkımız merak etmesin böyle bir kazanın etkileri konusunda da gerekli ikazı yaparız” diyor.
    Çernobil”in üzerinden bu kadar zaman geçti ama hâlâ nasıl bir felakete maruz kaldığımızı kamuoyuna açıklanan kısımlarıyla biliyoruz. Türkiye ile ilgili gerçekleri zaman geçtikçe uluslararası kaynaklardan öğreniyoruz. Yunanistan, Almanya ve Avusturya”da radyasyon düzeyleriyle ilgili her türlü bilgi halka açıklandı. Bizdeki sır perdesi tam olarak aralanamadı.

    KELEBEĞİN GÜCÜ...
    Zeynep Oral-26 Aralık 1999
    1999 Yılının son pazarı bugün... 90’lı Yılların son pazarı...900’lü yılların son pazarı... Kimilerinin sandığı gibi, ikinci bin yılın son pazarı ya da 20. Yüzyılın son pazarı değil. (Onun için bir yıl daha beklememiz gerek).... Kimileri, sıfırın anlamını elden ve akıldan kaçırıp, önümüzdeki hafta 20. Yüzyılın bitip 21. Yüzyılın başlayacağını sanıyor. Yanlış. Onun için de bir yıl beklemek gerek. Ama bilim adamları bile bu yanılgının psikolojik nedenlerden kaynaklandığını savunuyor. Değişim gereksinimi, değişime duyulan inanç, “yeni”nin sağlayacağı “yeni umutlar”, yeni bir yüzyılda her şey daha güzel olacak insanı bu yanılgıya itiyormuş.
    Benim psikolojik gereksinmelerimi doyuran (yoksa psikolojik yanılgılarımı mı demeliyim?) bir olaya geçen hafta rastladım. Türkiye’deki basına da tek tük yansıdı.
    Amerika Birleşik Devletleri’nin Califormia eyaletinde iki yıldır amansız bir savaş sürüyordu. Savaşın tarafları şöyle. Bir yanda ülkenin en büyük kereste şirketi “ Pacific Lumber”, öte yanda Julia Hill adında 25 yaşında genç bir kadın. Birinin binlerce çalışanı, kolluk güçleri, idare meclisleri, murahhas azaları, kurt avukatları, şubeleri, temsilcileri, milyar dolarlık ticaret hacmi, politik ilişkileri ve çok çok çok çok gücü var; ötekinin ise ağaç sevgisinden başka hiçbir şeyi yok!
    İki yıl önce, iki taraf arasında savaş başladığında durum böyleydi. San Fransisco’nun kuzeyindeki ormanlık bölgede Pasific Lumber kendi malı olan bölgede ağaç kesimine başladığında, Julia Hill, kendine hiç ait olmayan bu bölgeye cebren ve hileyle girip, gözüne kestirdiği bir ağaca tırmandı ve “bu bölgede ağaç kesimleri durdurulmadıkça hiçbir güç beni bu ağaçtan indiremez” dedi. O zaman 23 yaşındaydı. Başlangıçta ağaç sevgisinden başka bir şeyi yoktu ama yavaş yavaş dostları olmaya başladı.
    Bu savaşı çok yakından takip etmeme işte bu dostlardan biri, Joan Baez, neden oldu. Şu son iki yıl içinde ondan aldığım “e-mail”lerin çoğu Julia Hill’le ilgiliydi. “Bugün Julia’ya gidip ona konser verdik”... “Yarın Julia’ya gidiyorum, şu şu müzisyenleri de götürüyorum...”
    Yöre halkı her gün Julia’ya yemek ve içecek taşıdı. Halk,Julia’ya “Butterfly” (Kelebek), üzerinde yaşadığı ağaca da “Luna” (Ay) adını taktı. Halkın, şirkete ait araziye girmesi engellenince, polisle çatışmalar çıktı. California’daki tüm üniversitelerin tüm öğrencileri Julia için seferber oldu. Ona verilen destek büyüdükçe baskılar da büyüdü. Julia aç kaldı, susuz kaldı ağaçtan inmedi. Açlık grevi kötü sonuca gidiyordu ki, şirket, polis gücünü geri çekmek zorunda kaldı. Para teklifleri, şan şöhret vaadleri, geleceğinin garanti altına alınması, kandırma, ikna etme, korkutma yöntemlerinin hiç biri işe yaramadı. Tehditler, işe yaramadı. Her tür hava koşuluna, fırtınalara, El Nino’ya rağmen, Julia ağaçtan inmedi. Yalnızlığın dipsiz kuyularına rağmen, savaşından dönmedi. Beş, on, yirmi, seksen gün değil, yedi yüz küsur gün ve gece direndi.
    Geçen hafta anlaşma imzalandı ve iki yıllık savaş sona erdi: Şirket, “Luna” dahil olmak üzere o bölgede ağaç kesmeyecek ve yöreyi koruma altına alacak. Ayrıca, şirket daha önce kestiği ağaçlara karşılık Humboldt Üniversitesi’ne 50 bin dolar ödeyerek, buranın ağaçlandırılmasına katkıda bulunacak.
    “Kelebek” lakaplı Julia Hill, geçen hafta ağaçtan indi. Basın toplantısı yapmak yerine iki yıldır ayrı kaldığı evine gitmeyi yeğledi.
    İşte sanal dünyalara, teknolojik gelişimlere, paranın gücüne, dolu dizgin ışınlandığımız bu çağda psikolojik gereksinimimi karşılayan yaşanmış bir öykü...
    “Kelebek”lerin gücüne, müthiş gücüne, inancımı pekiştiren bir öykü...
    Belki de Akkuyu nükleer santral kabusunu geri püskürtmek için sarıldığım bir öykü...
    Hepinize mutlu bir yeni yıl diliyorum.

    * * *

    Bu kitabı;en başta sevgili Ayfer ve canım Eylül’e; beni, “böyle” yetiştiren “cefakar” Anneme ve Babama; bu uzun ve “yorucu” yola birlikte çıktığımız,
    ancak “yürekleri, nefesleri, ömürleri” daha fazla dayanamadığı için artık aramızda olamayan gönül dostlarımız Serhat Özyar, Can Yücel, Çoşkan Daş, Saynur Gelendost, Günseli Tamkoç, Celal Ertuğ, Fatma Biyke Şoran, Sinop Tarzanı, Bergama’lı Bayram Çavuş, Akkuyu’lu Mehmet Yılmaz, Hasan Balıkçı, “kadri henüz bilinememiş” ve unutulmuş tüm “gerçek” çevreci ve doğasever Don Kişot'lara ithaf ediyorum.

    Arif KÜNAR
    Neden Nükleer Santrallara Hayır?
    Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Yayını...




  • nükleer = kanser bunu biliyo muydunuz acaba ?
  • Nükleerden daha iyi, verimli bir enerji bulan varsa yazsın; yoksa sussun.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: isviçreli bilim adamı



    Yapılmalı ama güvenlikli yeni teknoloji yapılmalı sadece yapılmalı demekle bitmiyor bu iş.
    quote:

    Zaten bazı grupların bu işe karşı çıkma sebepleri de dış ülkelerden bize eski nükleer teknolojilerinin verileceği ve ekonomik olarak bu yatırımı karşılayamayacak olmamızdır ve bunun da kaza riskini artıracağıdır. 1999 yılında TURK-SAT�ın fırlatma esnasında başarısız olması da bu birileri tarafından bize eski teknolojilerin satıldığı konusunu gündeme getirmiştir.


    quote:

    Türkiye bu alanlarda uzun vadeli yatırımlar yapmak yerine kolaya kaçmakta, eski nükleer
    teknolojileri satın alarak teknolojik bağımlılık yaratmakta, üstelik bir de toryum etrafında
    efsane örerek bunu ülke bağımsızlığı adına atılan bir adım gibi göstermektedir
    .



    Yani bize verilecek sistem artık kullanılmayan eski sistem olacak...Bunu da uzun yıllar yapan ülkeye

    vereceğiz zaman ilerledikçe de teknolojiye bağımlı hale gelip yine onların eskisini ama bizi

    geliştirecek olan eskiyi alacağız...Yani f/p oranı düşük, güvenliği az,yapan ülke onu kullanacak,
    yapan ülkeye geliştirmesi için muhtaç olacağız vb...




    dostum konuyu yanlıs bılıyorsun tayıp erdogan ( kendisini hıc sevmem ) rusya ıle yenı teknoloji üzerinde anlaştı .Vize için rusyay giddigi zaman yapılan bır anlaşmadır avrupa bıze eski teknolojiyi vermeye calıştıgı dogrudur ama tayıp amca ben eski teknolojiyi kabul etmem demişti..İnsallah kabul etmez sinop bence uygun ama manisa sanki biraz uygun degil şöyle doguda bir yer olsa daha ıyı olcagına ınanıyorum




  • amerika bile atıkları yok edemezken böyle konusuyosunuz helal olsun size..!!
  • Hamzanur adlı arkadaşım konudan lütfen uzak dur artık kendinin bile okumadığı nerden aldığın belli olmayan saçma sapan copy paste leri yapıştırıp durma.Sen git abilerin gelsin hadi bu konuda birdaya post atma
  • quote:

    Orijinalden alıntı: DJWORD


    quote:

    Orijinalden alıntı: isviçreli bilim adamı



    Yapılmalı ama güvenlikli yeni teknoloji yapılmalı sadece yapılmalı demekle bitmiyor bu iş.
    quote:

    Zaten bazı grupların bu işe karşı çıkma sebepleri de dış ülkelerden bize eski nükleer teknolojilerinin verileceği ve ekonomik olarak bu yatırımı karşılayamayacak olmamızdır ve bunun da kaza riskini artıracağıdır. 1999 yılında TURK-SAT�ın fırlatma esnasında başarısız olması da bu birileri tarafından bize eski teknolojilerin satıldığı konusunu gündeme getirmiştir.


    quote:

    Türkiye bu alanlarda uzun vadeli yatırımlar yapmak yerine kolaya kaçmakta, eski nükleer
    teknolojileri satın alarak teknolojik bağımlılık yaratmakta, üstelik bir de toryum etrafında
    efsane örerek bunu ülke bağımsızlığı adına atılan bir adım gibi göstermektedir
    .



    Yani bize verilecek sistem artık kullanılmayan eski sistem olacak...Bunu da uzun yıllar yapan ülkeye

    vereceğiz zaman ilerledikçe de teknolojiye bağımlı hale gelip yine onların eskisini ama bizi

    geliştirecek olan eskiyi alacağız...Yani f/p oranı düşük, güvenliği az,yapan ülke onu kullanacak,
    yapan ülkeye geliştirmesi için muhtaç olacağız vb...




    dostum konuyu yanlıs bılıyorsun tayıp erdogan ( kendisini hıc sevmem ) rusya ıle yenı teknoloji üzerinde anlaştı .Vize için rusyay giddigi zaman yapılan bır anlaşmadır avrupa bıze eski teknolojiyi vermeye calıştıgı dogrudur ama tayıp amca ben eski teknolojiyi kabul etmem demişti..İnsallah kabul etmez sinop bence uygun ama manisa sanki biraz uygun degil şöyle doguda bir yer olsa daha ıyı olcagına ınanıyorum



    arkadaşın dediği dogru

    1 kaç kez yazdım ama tekrar yazayım

    TR ye 3. nesil son teknoloji santral kurulacaktır

    kaynaklı olarak sabittir


    http://www.turksam.org/tr/a1560.html




    24 Eylül’de Aktif Yarışmaya Katılan Tek Aktör Vardı

    24 Eylül 2008’e gelindiğinde, 13 firmanın şartname satın aldığı yarışmaya beş firma katılamayacağını belirten teşekkür mektubu verirken, sadece bir tek konsorsiyumdan teklif geliyordu. O da Atomstroyexport (ASE) - Inter Rao - Park Teknik konsorsiyumu idi. Teklif olunan reaktör ise yukarıda sözünü ettiğimiz VVER 1200 Rus reaktörü oluyordu. Konsorsiyum VVER 1200 (veya AES 2006) tasarımı reaktörlerden dört ünite kurulmasını teklif ediyordu. Dünyada halen 18 adet VVER tipi reaktörlerin işletmede olduğu biliniyor. VVER 1000 tipleri şu an yaygın. VVER 1200 tipi VVER 1000’den Finlandiya için tasarlanan, Çin ve Hindistan’da inşa edilen tasarımın geliştirilmesiyle ortaya konulmuş.



    Avrupa’da Rus Nükleer Santralleri ve İtalya – Rusya İşbirliği

    Rusların daha önce inşa ettikleri ve Avrupa’da çalışan santralleri Finlandiya’da, Bulgaristan’da, Çekoslovakya’da, Macaristan’da bulunuyor. Bulgaristan 2006 yılında yeni bir VVER 1000 reaktörünü Belene’de kurmayı kararlaştırdı. Böylece Rus VVER santralleri Avrupa Birliği standartlarında Avrupa’ya da giriyor. VVER 1000 santralleri Çin’de de Ruslar tarafından kuruldu. Üçüncü jenerasyon içinde standartlaştırılmış VVER 1200 reaktörleri Avrupa sertifikalı. Net elektriksel güçleri 1150-1200 MWe arasında olabilen bu santrallerin ömürleri eski VVER’lerden farklı olarak 30 yıldan 50 yıla çıkarılmış durumda. 2011-2015 döneminde Rusya kendi ülkesinde 9 tane VVER 1200 santrali kurmayı planlamış bulunuyor. 2016-2020 yılları arasında Rusya’da kurulacak VVER 1200 santrallerinin 15-20 arasında olması bekleniyor.VVER 1200’lerin verimleri de geliştirilmiş Batı reaktörleri ile aynı düzeyde, hatta bazılarından yüksek. Bu arada yeni geliştirilmekte olan VVER 1500 tipinin olduğunu da kaydedelim.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi CeFurkan -- 14 Mart 2011; 3:01:02 >




  • şikayet edicem abi konuya tonlarca uzun yazı koymayın..Adam gibi link verin veya özet geçin..Spam den başka birşey değil.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: ThunderVolt

    şikayet edicem abi konuya tonlarca uzun yazı koymayın..Adam gibi link verin veya özet geçin..Spam den başka birşey değil.

    Sana yeni oyun geliyor Mehmet. Hadi yine iyisin.

    S.T.A.L.K.E.R: Doom of the Fukuşima





  • quote:

    Orijinalden alıntı: Faramir


    quote:

    Orijinalden alıntı: ThunderVolt

    şikayet edicem abi konuya tonlarca uzun yazı koymayın..Adam gibi link verin veya özet geçin..Spam den başka birşey değil.

    Sana yeni oyun geliyor Mehmet. Hadi yine iyisin.

    S.T.A.L.K.E.R: Doom of the Fukuşima





    içimdeki karanlık taraf olsa diye can atıyor




  • benide ekleyin
  • Nükleer santrale en azından şimdilik karşıyım. Nükleer santralden önce binaları depreme hazır hale getirmemiz gerekiyor. Zaten nükleer santrale amerika izin vermz bikere nükleer santral demek nükleer silah demektir aynı zamanda.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: ThunderVolt

    şikayet edicem abi konuya tonlarca uzun yazı koymayın..Adam gibi link verin veya özet geçin..Spam den başka birşey değil.

    adam kaynak koyuyor bunda bir yanlış yok yanlış olan senin şikayet etmen
  • quote:

    Orijinalden alıntı: ıLGıM

    Nükleer santrale en azından şimdilik karşıyım. Nükleer santralden önce binaları depreme hazır hale getirmemiz gerekiyor. Zaten nükleer santrale amerika izin vermz bikere nükleer santral demek nükleer silah demektir aynı zamanda.

    japonyanın 55 tane nükleer santrali var fakat nükleer bombaları yok.

    yani nükleer santral demek nükleer bomba demek değildir. bunun yzu dzu farkı var %3 zu ile atom bombası yapamazsın
  • quote:

    Orijinalden alıntı: _Corvette_


    quote:

    Orijinalden alıntı: ıLGıM

    Nükleer santrale en azından şimdilik karşıyım. Nükleer santralden önce binaları depreme hazır hale getirmemiz gerekiyor. Zaten nükleer santrale amerika izin vermz bikere nükleer santral demek nükleer silah demektir aynı zamanda.

    japonyanın 55 tane nükleer santrali var fakat nükleer bombaları yok.

    yani nükleer santral demek nükleer bomba demek değildir. bunun yzu dzu farkı var %3 zu ile atom bombası yapamazsın



    Arkadaşın biraz da demek istediği ülkemizde ciddi şekilde deprem olacaktır ama yetkililer hiçbir

    önlem almamıştır, böyle bir sorumsuzlukla böyle bir kafayla sizce biraz tehlikeli olmaz mı demek

    istemiş galiba.Haklı sayılır kurulacaksa önce insanlara eğitim vermek gerekir hatta okullarda dersi de

    olmalı çünkü milletimizi bilirsiniz yanlış bildiği veya bilmediği şeyden dolayı kendini boş yere öldürebilir.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: isviçreli bilim adamı


    quote:

    Orijinalden alıntı: _Corvette_


    quote:

    Orijinalden alıntı: ıLGıM

    Nükleer santrale en azından şimdilik karşıyım. Nükleer santralden önce binaları depreme hazır hale getirmemiz gerekiyor. Zaten nükleer santrale amerika izin vermz bikere nükleer santral demek nükleer silah demektir aynı zamanda.

    japonyanın 55 tane nükleer santrali var fakat nükleer bombaları yok.

    yani nükleer santral demek nükleer bomba demek değildir. bunun yzu dzu farkı var %3 zu ile atom bombası yapamazsın



    Arkadaşın biraz da demek istediği ülkemizde ciddi şekilde deprem olacaktır ama yetkililer hiçbir

    önlem almamıştır, böyle bir sorumsuzlukla böyle bir kafayla sizce biraz tehlikeli olmaz mı demek

    istemiş galiba.Haklı sayılır kurulacaksa önce insanlara eğitim vermek gerekir hatta okullarda dersi de

    olmalı çünkü milletimizi bilirsiniz yanlış bildiği veya bilmediği şeyden dolayı kendini boş yere öldürebilir.

    tamamda santralin yapımında bile rus işçiler çalışacak. richter ölçeğine göre 8.0 depreme dayanıklı , terörist saldırılara karşı dayanıklı , uçak düşmesine karşı bile dayanıklı kauçuk olacak etrafında .




  • [üzülerek] Çevreci arkadaşlar kusura bakmayın ama ben savunuyorum, enerjiye dışa bağımlılıktan kurtulmak için nükleer santrallere ihtiyacımız var bütün gelişmiş ülkelerin nükleer santralleri var bizimde olmalı.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: _Corvette_


    quote:

    Orijinalden alıntı: isviçreli bilim adamı


    quote:

    Orijinalden alıntı: _Corvette_


    quote:

    Orijinalden alıntı: ıLGıM

    Nükleer santrale en azından şimdilik karşıyım. Nükleer santralden önce binaları depreme hazır hale getirmemiz gerekiyor. Zaten nükleer santrale amerika izin vermz bikere nükleer santral demek nükleer silah demektir aynı zamanda.

    japonyanın 55 tane nükleer santrali var fakat nükleer bombaları yok.

    yani nükleer santral demek nükleer bomba demek değildir. bunun yzu dzu farkı var %3 zu ile atom bombası yapamazsın



    Arkadaşın biraz da demek istediği ülkemizde ciddi şekilde deprem olacaktır ama yetkililer hiçbir

    önlem almamıştır, böyle bir sorumsuzlukla böyle bir kafayla sizce biraz tehlikeli olmaz mı demek

    istemiş galiba.Haklı sayılır kurulacaksa önce insanlara eğitim vermek gerekir hatta okullarda dersi de

    olmalı çünkü milletimizi bilirsiniz yanlış bildiği veya bilmediği şeyden dolayı kendini boş yere öldürebilir.

    tamamda santralin yapımında bile rus işçiler çalışacak. richter ölçeğine göre 8.0 depreme dayanıklı , terörist saldırılara karşı dayanıklı , uçak düşmesine karşı bile dayanıklı kauçuk olacak etrafında .



    arkadaşım ben çalışırken güvenirliği hakkında bir şey demiyorum ki azardan onunda salınım yaptığı
    gerçek olası bir kötü durumda radyasyondan koşarak kaçacak insanımız da var bizim bu yüzden
    bizim siyasetçilerin akıllarına bırakmamak lazım onlar kurarlar halkı pek önemsemezler enerji
    ihtiyacından dolayı yurt dışına gitmeyecek paraya bakarlar ama kötü bir durum olsa halkımız
    eğitilmediği için olabilecek en kötü sonuçla karşılaşabiliriz.Yani iş nükleer tesisi kurmakla bitmemeli
    o elbette kendi çapında korunumlu olacak olmazsa zaten kullanılmaz.




  • Normalde bende destekliyorum ama hiçbir düzen ve özen olmayan ülkemizde böyle ciddi bir işin düzgün yapılıcağını sanmıyorum yani 6 ayda bir sızıntı var diyip tahliye ederler milleti başka yerlere.

    Dolayısıyla şöyle söyliyim Türkiye dışında destekliyorum ama Türkiyede karşıyım.
  • Ekle beni destekliyorum
  • 
Sayfa: önceki 1718192021
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.