Şimdi Ara

Dünya Petrol Krizi - Peak Oil (26. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
3.089
Cevap
40
Favori
190.109
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
4 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 2425262728
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • aten amerikada olan bu değil miydi. Bankalar borçlarını geri istediler ama ellerinde para verdikleri mortgage denilen sisteme vermiş oldukları paradan daha azına razı olmaları gerekiyordu. Milyonlarca evin fiyatı anında güm diye düştü banka malı alıp da ne yapacak elinde değeri düşmüş evionarıp satacak hali olmadığı için tüketicilerle başka anlaşma yollarına gitmak için başvurdu banka özemesi yapaıan değer dışında kalan değer için yeni bir fazi ve süre hesabı yaptı çünkü risk artık değişti . Çalışanlar da evlerinin değerinin yükselmesini bekliyorlar yoksa al evimi ben ödemiyorum diyor .banka bizdeki gibi herşeyini alamıyor. ilginç olaylar yaşanıyor oralarda. Bu olaylar bizde daha farklı siz borcunuzu ödeseniz bile faizi almaya banaka devam ediyor ve bu sanki değişmez bir değer olarak hükümet tarafından korunuyor.Halbuki şartlar değişti gel baklalım yenibir anlaşma denmesi lazım. yavaş yavaş kredi kartlarında benzer şeylere başvurmaya başladılar ama çok cılız hareketler bunlar artık bu hükümet için iş işten geçti .geri dönüşü yok maalesef. Ama kimgelirse ciddi bir milli haraket yaratması şart , millet söylem derdinde nasıl olsa cepleri dolu gelecek kaygısı yok. Paristeki aç olanlar pasta yesinler misali bir anlayış oldukça , değişim çok farklı olur. yazmak istemiyorum .editlenebilir.


    quote:

    Orijinalden alıntı: Zizim

    Mühendisler bir araya gelince böyle oluyor demekki tartışmalar

    Peki şöyle olursa: Parayı şu anda yaratan bankalar anapara + faizi geri alıyor. Yani döngü devam ettikçe bankalar teorik olarak herşeyin sahibi olabilir. Böyle birşey olabilir mi sizce?




  • quote:

    Mühendisler bir araya gelince böyle oluyor demekki tartışmalar...

    Peki şöyle olursa: Parayı şu anda yaratan bankalar anapara + faizi geri alıyor. Yani döngü devam ettikçe bankalar teorik olarak herşeyin sahibi olabilir. Böyle birşey olabilir mi sizce?




    Finansın parası giderek artıyor ama sonuçta piramidin orta ve alt tabakalarında da reel değer sahibi olanlar var.. Fakat bu uygulanan sömürü yöntemine bağlı olarak piramidin en üstünde olanların kazandığı değere bağlı.. Çok sömürürlerse çok kazanıyorlar.. Buna da sürdürülebilir borç dinamiği diyoruz.. En üstte olanlar yaratılan katma değerin çoğunu alarak bir uçurum farkı oluşturuluyor.. Burada sömüren tabii finans sermayesi.. Bankalar dediğimizde de aslında bankalara para yatıran herkes demek lazım, sonuçta ben de yatırsam vadeli hesaba 1 milyon dolar, ben de ''sömüren'' oluyorum.. Ama benim yatırdığım mevduatı bir takım işlemlere sokup kaldıraç sistemine göre kredi veren banka da bu faizi kazanıyor.. E herkes böyle yaptığına göre sistem hep işliyor.. Ama teorik olarak bu sistemin sürmesi mümkün değil, çünkü büyüme sonsuza kadar devam etmez, teorik olarak sürseydi bence habire büyüye büyüye sürerdi, bütün dönem 2002-2006 Türkiye dönemi gibi olurdu..

    Bugün ''büyümenin durduğunu'' söylediğim bir insandan çok ilginç bir tepki aldım..

    quote:


    hayatımda hiç bu kadar olumsuz, bu kadar pesimist fikir okumamıştım !

    sadece nüfus artışı ( iç pazar ) ile Türkiye ekonomisi daima büyüme kaydedecektir, yeterki

    küresel ekonomik krizler olmasın.






  • Orijinalden alıntı: hazardousmen

    Tabii ileride paranın değersiz olacağını bilenler de hemen şimdi para dediği değeri reel değerlere tahvil etmeye çalışıyor, han, hamam, arsa, ev, şirket gibi şeylere tahvil ediyor..




    Para değersiz olacaksa,parasını reel değerlere çeviren insanlar,yemek için para ihtiyacı olunca ne yapacaklar.Takas aracı ne olacak sizce.
  • quote:

    Bugün ''büyümenin durduğunu'' söylediğim bir insandan çok ilginç bir tepki aldım..

    quote:


    hayatımda hiç bu kadar olumsuz, bu kadar pesimist fikir okumamıştım !

    sadece nüfus artışı ( iç pazar ) ile Türkiye ekonomisi daima büyüme kaydedecektir, yeterki

    küresel ekonomik krizler olmasın.


    türkiyenin büyüdüğünü söyleyenler borcun büyüdüğünü nedense göz ardı ediyorlar. gerçek anlamda büyümede imalat sonucuda katma değer oluşturan mallarınızın satışından elde ettiğiniz gelir önem arz eder. Bizde büyümenin iddaa edildiği her yılda borç katlanarak artımış .Acaba reel büyüme ne olmuş.

    çok basite indirgersek okuyanların daha net anlaması için bir bireyi ele alalım cebinde parası var yatırım yapıyor ve komşuları 5 yıl sonra bakmış ki adam koca fabrika kurmuş yüzlerce işci ile gece gündüz çalışıyor .Dışarıdan super büyüdü gibi görülebilir.

    Ancak eğer yeni fabrikatörümüz ürettiği mallar için dışarıya borçlanmış ve banklardan büyük miktyarda ve yüksek faizli parayı yatırım için çekti ise , üretitği mallar döndüyü sağlamak için her gün daha fazla adet üretmesi gerekirya bir kısır döngüye girecektir. Borcu katlanacak ve kazandığı para ilk yatırımdaki paraya ve faizlere gidecektir. Borcunu çevirebiliyor olması ile borcun katlanması farklı şeylerdir. banklalar yeni borç verebildikleri sürece işini çevirmeye gayret eder ama borcun tamamı fabrikanın değerini faiz nedeniyle aşmıştır. yani fabrikasını o az müsteri bulup satsa borcunu ödeyemeyecektir. İşte 2001 sonrasındaki imlat sanyini durumu buna çok benzemektedir. Üretilmiştir ancak borç katlanmıştır ve ülkenin borcu da katlanmıştır. Şimdi banka veya hükümet tüm iş yerlerine el koysa aradaki açık borcu ödeyebilecek midir. peki bunca kaynak ve işgücü nereye gitti .İşte hepsi faize ve büyüme hikayesine.

    halbuki meksikalı balıkçı misali (hikayeyi bilirsiniz) hergün kendine yetecek kadar balık tutusa idi hem karnı doyar hemde akşam rahat uyurdu .Şimdi akşam hem aç yatıyor hemde borçalrı nediyle kapıya ne kzaman glecekler endişesiyle rahat uyuyamıyor , durum budur




  • quote:

    Para değersiz olacaksa, parasını reel değerlere çeviren insanlar, yemek için para ihtiyacı olunca ne yapacaklar. Takas aracı ne olacak sizce.


    Aslında burada para değersiz olucak dememdeki amaç bir hiperenflasyon yaşanarak paranın değersizleşmesiydi..

    Yani bugün ortalama bir evi 200.000 dolar ile alırken, önümüzdeki dönemde para değersizleşince yani hiperenflasyon yaşanınca o evin fiyatı 1.000.000 dolar ile alıcağız, basılan paraların etkisini göstermesi ile.. Tabii süreç ne kadar sonra olur onu bilemeyiz, ama uzun vadede böyle olması kesin gibi.. Adamlar durmadan para basıyor ve karşılığı üretim yok.. Bunun sonucu belli.. Bu paralar nereye gidecek?

    Yani böyle olunca da herkes bu kriz döneminde değerini kaybetmeyecek mala yani reel mala yatırım yapıyor, akıllı olanlar..

    Ama tabii bazı yerlerde kriz öyle bir hal alırki mal takas işlemi bile olabilir, yani ezberler bozulabilir, olmayacak diye bir şey yok..




  • quote:

    Ama tabii bazı yerlerde kriz öyle bir hal alırki mal takas işlemi bile olabilir, yani ezberler bozulabilir, olmayacak diye bir şey yok..


    eskiden de zaten takas sistemi geçerli değil miydi. Ülkeler birbirlerini parasını geçerli kabul etmediği için ya altın gibi değerli paraları yada malı , tuzu , buğdayı vb kabul ediyorlar idi.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Zizim

    Mühendisler bir araya gelince böyle oluyor demekki tartışmalar

    Peki şöyle olursa: Parayı şu anda yaratan bankalar anapara + faizi geri alıyor. Yani döngü devam ettikçe bankalar teorik olarak herşeyin sahibi olabilir. Böyle birşey olabilir mi sizce?

    Zaten sistemin sonu budur. Banka bütün dünyanın sahibi olur. 0 yılında 1/10 ons altını %4 ile bankaya koyunca 2000 yılında dünyanın ağırlığının 317 katı kadar altınınız oluyor. Sadece bu hesap faizin açık bir hırsızlık olduğunu ortaya koyuyor. Bunların hep yazmıştım ama, ahh, ah ölmek istiyorum...

    Türkiye'nin büyüdüğü ise yalan. Yalan değil de, aslında büyüme kavramı yalan. Büyüyüp ne yapıyorsunuz? Yeryüzündeki mallarınız artıyor. Binalar, fabrikalar, makinalar... Bir de yiyerek, giyerek, çöpe atarak yok ettiğimiz mallar ve hizmetler var. Dayanıklı ve dayanıksız bu mallar ve hizmetler Türkiye'ye borçla geliyor.Bütün borçları ödemeye kalksanız Türkiye dümdüz olur. Tek bir bina, tek bir makina kalmaz, üstüne bir de toprakları vermek gerekir. Hesap etmedim ama, topraklar bile yetmeyebilir. Ya da şöyle söyleyeyim, gelecekte borç toprakların da yetmeyeceği bir seviyeye ulaşacak. Yani bütün dünyayı atıyorum Rothschild Bey'e vereceksiniz ama hala borçlu olacaksınız. Sistem akla, vicdana, ahlaka, dine(İncil+Kuran), hiç bir şeye sığmıyor.
    ___________________________________
    cokus.wordpress.com




  • quote:

    Orijinalden alıntı: gerçektengerçekgerzek
    sadece nüfus artışı ( iç pazar ) ile Türkiye ekonomisi daima büyüme kaydedecektir, yeterki

    küresel ekonomik krizler olmasın.

    Hehe... Düşünsenize, adam karısıyla korunmadan seks yapıyor, karısı "eve iş getirme" diyor...
  • Bugün Zimbabwe'nin durumunu okudum. Çok ilgimi çekti. Adamlardaki enflasyon düzeyi 2008 yılında 89.7 sextilyon (10 üzeri 21 adet sıfır var) olmuş.

    Bastıkları en büyük para birimi olan 100 milyar Zimbabwe doları basıldığı gün 3 adet yumurta alabiliyormuş. Bu olayın ana sebebi ise dış borçları ödeyebilmek için hükümet bolca para basmış. Parayı basmış ama karşılığında bir üretimn artışı olmadığından ülke bu duruma gelmiş.

    En sonunda hükümet parayı tedavülden kaldırıp ABD doları ve Güney Afrika Randı'nı ülkenin para birimi yapmış. Acı bir hikaye ama bugün okuduğum habere göre Forbes dergisinde yer alan bir makalenin konusu "FED kendi Zimbabwesi ile yüzleşecek"
  • Güzel bir başlık. Aynı konunun tartışıldığı başka forum var mı acaba Türkçe?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi selimtokgoz -- 18 Ağustos 2009; 1:25:04 >
  • Petrol 100$ Türkiye ne kadar hazır? başlığı var.. Oraya da bakabilirsiniz..

    http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?p=646563
  • Para yazısını ikinci defa yazdım. Daha kısa oldu tabi ki.
    http://cokus.wordpress.com/2009/08/17/para/
  • Kardeşim ellerine sağlık çok güzel bir yazı olmuş. İznin olursa benim küçük forumda da alıntı yaptığımı belirterek yayınlamak istiyorum
  • quote:

    Orijinalden alıntı: nlty2000

    Para yazısını ikinci defa yazdım. Daha kısa oldu tabi ki.
    http://cokus.wordpress.com/2009/08/17/para/


    evet güzel bir yazı olmuş ama uzun halini de görmek isteriz.

    aşagıda bahsi geçen konuyu açabilir misiniz . Paranın karşılığı altın gibi bir maden olunca faiz olması durumunda nasıl bir çelişki yaratır. Aynı zamanda çıkarılan altın kadar faiz işeltilse denge neen bozunsun.

    ''Bankalar faiz varsa vardır. Faizsiz banka, bankasız faiz olmaz. Faiz var olduğu sürece paranın altın ya da gümüş karşılığı olması sistemin adaletsiz olmasını engellemez. Paranın karşılıksız olması sadece durumu daha da kötüleştirir.''




  • Yıl sonundaki Kyoto toplantıları ile ilgili haberleri koyayım.. Açıkçası daha önce bu kadar araştırmamıştım, daha doğrusu nasıl olduysa gözden kaçırmışım, sağolsun ülkemizde de gündem konusu haberler magazinel ve ceviz kabuğunu doldurmayacak haberler olduğu için kendi haber gazetemizi kendimiz oluşturuyoruz neredeyse..

    http://www.mimdap.org/w/?p=6886

    quote:

    Ama bu durum, ne yazık ki AKP hükümetinin iklim değişikliğinin ne olduğunu ve Kyoto’nun ne anlama geldiğini hâlâ anlamamış olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bunun en önemli göstergesi hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’in, Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nü çekince koymak için imzaladığını söylemesi. Demek ki hükümet Kyoto’yu iklim değişikliğinin durdurulmasında Türkiye’nin de sorumluluğu olduğunu anladığı için değil, bazı bürokratların “imzalayalım ki, Kyoto sonrası süreçte kaçmamız daha kolay olsun” demesi üzerine imzalamış. Bu vahim durumun bir diğer kanıtı, yine Cemil Çiçek’in “Türkiye, bu protokolü kendine has nedenlerle başlangıçta imzalamamıştır. Ancak imzalanmamış olması, bu görüşmelerin de belli ölçüde dışında kalmasını mümkün kılmaktadır.” demiş olması. Hükümet süreçten uzak kalınmış olmasını bir avantaj olarak yorumluyor. İnanılır gibi değil!

    İşin bir başka tuhaf yanı, Çevre Bakanlığı müsteşarının “Kyoto Protokolü’nü imzalamak hiçbir şey değiştirmeyecek” demiş olduğunu öğrenmemiz. Aynı ‘çevre’ bürokratları, bizim Kyoto kampanyalarımıza cevap olarak “Türkiye Kyoto’yu imzalarsa 20 milyar dolar zarara girer ” diyorlardı. Şimdi, imzalasak da bir şey değişmez dediklerine göre bir yerlerde bir hata , olsa gerek. İkisi de yanlış elbette.Durum yeterince açık görünüyor. Türkiye hükümetleri protokolü imzalamamak için yıllarca hem kendilerini, hem de halkı kandırdılar ve bahane ürettiler. Anlaşılan bundan sonra da imzaladıkları protokolü uygulamamak için benzer bahaneler üretmeye devam edecekler. AKP hükümetinin iklim konusunda izlediği bu politikaya ‘aktif sorumsuzluk politikası’ndan daha başka bir isim bulamıyorum.



    Acaba bu bürokratik faciaya ''ölü durumu'' mu demeli yoksa ''bitkisel hayat mı'' demeli.. ''Koma durumu'' mu demeli?

    29 Ağustos 2009da resmen Kyoto'ya taraf olmuş oluyoruz, kurallar gereği..

    Bu Avrupalılar yıl sonunda Kopenhag'da bizim bu bürokratları resmen maymun ederler bee.. Bunlar ne iş yaparlar normal sürelerde acaba? Hadi arka planda olan asıl gerçek ''peak oil'' den haberdar olamadılar bari ön plandaki ''küresel ısınma'' dan haberdar olabilseler..



    quote:

    Kopenhag zirvesine hazır mıyız?
    Kyoto Protokolü’nün yerini alacak yeni anlaşma yıl sonunda şekillenecek ve ülkelerin hangi oranda seragazı indirimi yapacağı belli olacak. Bu konuda ilk net açıklama Avustralya’dan geldi. Avustralya, seragazı salımlarını 2020 yılında 2000 yılının yüzde 25 altına çekmeyi kabul ediyor.

    Gazete Habertürk/8 Haziran 2009

    Danimarka’nın başkenti Kopenhag, yıl sonunda ya tarihi bir anlaşmaya sahne olacak ya da tarihi bir hayal kırıklığına. Kyoto Protokolü’nün yerini alacak yeni anlaşma, ülkelerin küresel ısınmayı durdurmak için 2012 sonrası neler yapması gerektiğini karar bağlayacak. Ülkelerin sorumluluklarının ne olacağı hakkında tartışmalar süredursun, Avustralya, seragazı salımlarını 2020 yılında 2000 yılının yüzde 25 altına çekmeyi önererek hedef önerisini kamuoyuna duyurdu. İklim değişikliği konusu Avustralya’da sert tartışmalara neden olmuş, bir önceki seçimde merkez sağ hükümetin Kyoto karşıtı tutumu, iktidarı elden kaçırmasının nedenlerinden biri olarak yorumlanmıştı.

    İklim değişikliği bakanı
    Avustralya’nın İklim Değişikliği Bakanı Senator Penny Wong “Avustralya için risk büyük. Gelecekteki refahımız ve eşsiz doğamızın akıbeti uluslararası düzeyde anlaşma yapılmasına bağlı” açıklamasını yapıyor. Çözüm yollarından birinin ormanları korumak olduğunu söyleyen Wong, “Ormanların tahrip edilmesi küresel sera gazı salınımlarının yüzde 18’ini oluşturmakta. Gelişmekte olan ülkelerdeki ormanların yok olmasına yol açan ekonomik zorunluluk yerine, ormanların korunmasını özendirmeliyiz” diyor. Avustralya karbondioksit gazının yakalanıp yeraltına gömülmesine yönelik teknolojilere de önlem paketi içerisinde yer veriyor ve iki milyar Avustralya doları ederinde bir yatırım planlıyor.

    Taslak metin tartışılıyor
    Öte yandan, ülkelerden gelen önerilerin derlenmesiyle oluşan Kyoto’nun yerini alacak metin de şekillenmeye başladı. Taslak metinde, 2020 yılına kadar seragazı emisyonlarını 1990 yılının yüzde 25 ile 45 oranında aşağı çekilmesini isteyen farklı hedefler var. 2050 yılında ise yine 1990 yılına göre seragazı emisyonlarını en az yüzde 75 azaltmayı hedefleyen öneriler var. Protokole taraf olan ülkeler, 7-18 Aralık tarihlerinde Kopenhag’ta yapılacak büyük buluşma öncesinde bir dizi toplantı yaparak bu farklı hedefler üzerinde bir anlaşmaya varmaya çalışacak. Tek tartışma konusu indirim oranının ne olacağı da değil. İndirimin öncelikli olarak hangi ülkeler tarafından yapılacağı, hedeflerden daha çok tartışılıyor. Üye ülkelerin verdiği önerilerle oluşturulan taslak metinde, sorumluluğun Kyoto’da olduğu gibi sadece “kalkınmış ülkeler” tarafından alınıp alınmayacağı henüz belli değil.

    Üzerinde ciddi tartışmaların olacağı bir başka konu da atmosferdeki karbondioksit konsantrasyonunun nerede sınırlandırılacağıyla ilgili. Birçok bilim insanı halihazırda dünyanın ortalama sıcaklığında meydana gelen 0,8 derecelik artışın 2 dereceyi geçmesi halinde geri dönülemez bir noktaya gelineceğini söylüyor. Bunun için de atmosferdeki seragazı konsantrasyonunun 400 ile 450 ppm (CO2 eşdeğeri) arasında sınırlandırılmasını öne sürenler de var. Daha sıkı tedbirler alınmasını isteyen bir başka öneri ise sıcaklığı en fazla 1,5 dereceye kadar arttırmayı, buna bağlı olarak konsantrasyon miktarını da 350 ppm’de sabitlemeyi öneriyor. Yine, Kyoto’dan farklı olarak indirim hedeflerinin, ülkelerin atmosfere bıraktıkları toplam emisyon miktarı yerine kişi başına düşen emisyon miktarından yapılması da öneriler arasında.

    Türkiye’nin önerisi metinde yok
    Üye ülkelerin önerilerinden oluşan taslakta Türkiye’nin kendisini tanımladığı ve gelişmiş ülkelerden farklı bir hedef verilmesini istediği, “İleri Gelişmiş Ülkeler” grubu yer almıyor. Türkiye’nin bu aşamadan sonra nasıl bir strateji izleyeceği ise merak konusu. Bilindiği gibi Türkiye, en son verilere göre 2007 yılı sonunda seragazı emisyon miktarını 372 milyon tona kadar çıkarmış, böylece 1990 ylına göre yüzde 119 oranında bir artışa imza atmıştı.


    Benim tahminimce kucağımızda ''Kota oranları'' nı bulacağız ve sanırım bu vurdumduymaz, umursamaz ve beceriksizlik durumunda çok yüksek oranda uygulanabilecek kotaları bile engelleyemeyeceğiz, biz masada biliyorsunuz beceriksiziz, elimizdekini bile veririz, anında uygulamaya geçiceğiz, bu köy muhtarı cinsinden politikacılarımızla da ''gık'' diye bir ses bile çıkmayacak, çünkü masada zaten silahlar olucak..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hazardousmen -- 18 Ağustos 2009; 16:29:10 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen
    http://www.mimdap.org/w/?p=6886

    quote:

    Ama bu durum, ne yazık ki AKP hükümetinin iklim değişikliğinin ne olduğunu ve Kyoto�nun ne anlama geldiğini hâlâ anlamamış olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bunun en önemli göstergesi hükümet sözcüsü Cemil Çiçek�in, Türkiye�nin Kyoto Protokolü�nü çekince koymak için imzaladığını söylemesi. Demek ki hükümet Kyoto�yu iklim değişikliğinin durdurulmasında Türkiye�nin de sorumluluğu olduğunu anladığı için değil, bazı bürokratların �imzalayalım ki, Kyoto sonrası süreçte kaçmamız daha kolay olsun� demesi üzerine imzalamış. Bu vahim durumun bir diğer kanıtı, yine Cemil Çiçek�in �Türkiye, bu protokolü kendine has nedenlerle başlangıçta imzalamamıştır. Ancak imzalanmamış olması, bu görüşmelerin de belli ölçüde dışında kalmasını mümkün kılmaktadır.� demiş olması. Hükümet süreçten uzak kalınmış olmasını bir avantaj olarak yorumluyor. İnanılır gibi değil!

    İşin bir başka tuhaf yanı, Çevre Bakanlığı müsteşarının �Kyoto Protokolü�nü imzalamak hiçbir şey değiştirmeyecek� demiş olduğunu öğrenmemiz. Aynı �çevre� bürokratları, bizim Kyoto kampanyalarımıza cevap olarak �Türkiye Kyoto�yu imzalarsa 20 milyar dolar zarara girer � diyorlardı. Şimdi, imzalasak da bir şey değişmez dediklerine göre bir yerlerde bir hata , olsa gerek. İkisi de yanlış elbette.Durum yeterince açık görünüyor. Türkiye hükümetleri protokolü imzalamamak için yıllarca hem kendilerini, hem de halkı kandırdılar ve bahane ürettiler. Anlaşılan bundan sonra da imzaladıkları protokolü uygulamamak için benzer bahaneler üretmeye devam edecekler. AKP hükümetinin iklim konusunda izlediği bu politikaya �aktif sorumsuzluk politikası�ndan daha başka bir isim bulamıyorum.


    Dr.Ümit Şahin ne doktorudur bilmiyorum ama umarım yazdığı konunun doktoru değildir. Çünkü olayı anlamamışa benziyor. Kyoto'yu imzalamamış olmak bizim için bir avantajdı. Ama her konuda olduğu gibi bu konuda da Amerika'dan EMİR alan bir hükümetin ulusal çıkarımız için doğru olan şeyi yapmak bir yana, artısını eksisini tartıp doğru hamleye karar vermesi bile imkansız. Tabi imzalamamız yolun sonuna kadar boyunduruğa vurulduğumuz anlamına gelmiyor. Hepimiz tarih okuduk. Anlaşmalar bozulmak içindir. Sonucuna katlanıp bozarsınız, ya da sonraki aşamalarda ayak sürür imza koymazsınız. Görüdüğünüz gibi hükümetin olanca yıkıcılığına karşın Allah'tan ümit kesilmiyor. Zarardan dönme şansı her zaman var. Sen imzalama, ama yine önlemini al, tasarrufu teşvik et, tasarruf yatırımları yap, öyle değil mi? Duble yol yaparsan olmaz bu işler hacı...

    Olayı politik itiş kakışa çevirmek istemiyorum ama, laf açılmışken söyleyeyim, bu adamların zihinsel ve entellektüel seviyesi bu. "Kahveden adam toplasam daha iyi yönetir" derler ya, ondan. Alt kadroları da yakından gözleme şansım oluyor. Bilmeden konuşmuyorum yani.

    Gevezeliği bırakırsam işin özü şu: Politik arenadaki CO2 gündemi kalan fosil yakıtları paylaştırma planlarını meşrulaştırmak için uydurulan bir teranedir.

    quote:

    Orijinalden alıntı: vezir
    evet güzel bir yazı olmuş ama uzun halini de görmek isteriz.

    aşagıda bahsi geçen konuyu açabilir misiniz . Paranın karşılığı altın gibi bir maden olunca faiz olması durumunda nasıl bir çelişki yaratır. Aynı zamanda çıkarılan altın kadar faiz işeltilse denge neen bozunsun.

    ''Bankalar faiz varsa vardır. Faizsiz banka, bankasız faiz olmaz. Faiz var olduğu sürece paranın altın ya da gümüş karşılığı olması sistemin adaletsiz olmasını engellemez. Paranın karşılıksız olması sadece durumu daha da kötüleştirir.''

    Uzun hali verdiğim kaynaklarda var. İngilizceniz vardır umarım. Gerçi E.Griffin'in kitabının tamamı bende de yok.

    Evet altın çıkarmaya devam ederek dolaşımdaki para teorik olarak artırılabilir ama zaten altının da sonu yok mu? Tırnak içinde söylediğim özetle bankalar var oldukça dünyayı soyarlar. Ama öyle, ama böyle. Ha sen yoktan para yaratır, finans piyasası denen ucubenin var olmasına izin verirsen gemi azıya alırlar, sen ne olup bittiğini bile anlamadan ipini çekerler.

    Zizim;
    Gönlünüzce sormadan alıntı yapabilirsiniz. Küçük forum nedir?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi nlty2000 -- 18 Ağustos 2009; 19:21:18 >




  • deneme
  • Yine foruma ne yaptılar ya? Başlık açamıyorum, yazdığım mesajı düzenleyemiyorum... Yine mi cep telefonu davası?
  • quote:

    Gevezeliği bırakırsam işin özü şu: Politik arenadaki CO2 gündemi kalan fosil yakıtları paylaştırma planlarını meşrulaştırmak için uydurulan bir teranedir.


    Tamamen doğru dediğiniz.. Ama bizim zaten imzalamama ya da ''Hayır'' diyebilme lüksümüz hiç yoktur ki.. Biz stratejik nükleer güç de değiliz.. Yarın öbür gün ABD biz Kyoto'yu imzalamasak da imzalasak da bize kotaları dayatacaktı.. Nitekim bu imzalama olayının da biz ABD ile üstü örtülü savaşımız bittikten yani Erdoğan 5 Kasım 2007 görüşmesini yaptıktan sonra olması da manidardır.. Yani bizim sadece bir lüksümüz var.. O da tasarruf yapmak, enerjiyi verimli kullanmak, ''küçülme politikası''nı başarıyla uygulayabilmek..

    Sorun bizim politikacıların kahvehane köşelerindeki adamlardan bir farkı olmaması.. Kahvehane köşesindeki adam ne biliyorsa zirvedeki de onu biliyor.. Böyle şey mi olur..




  • quote:

    Evet altın çıkarmaya devam ederek dolaşımdaki para teorik olarak artırılabilir ama zaten altının da sonu yok mu? Tırnak içinde söylediğim özetle bankalar var oldukça dünyayı soyarlar. Ama öyle, ama böyle. Ha sen yoktan para yaratır, finans piyasası denen ucubenin var olmasına izin verirsen gemi azıya alırlar, sen ne olup bittiğini bile anlamadan ipini çekerler.


    evet altının sonunun olması düyanın büyümesinin sınırını oraya koyacaktır. Altın üretilebilir bir şey olmadığı için alım mal ve alım için altın arasında bir bağıntı olacak ,altın çıkarılmaya devam edildiği sürece faiz ve büyüme sınırlı oranda gerçekleşebilecektir.Altın reservi dünyanın büyümesi arasında bir korelasyon olabilecektir.

    peki bütün altın çıkarılınca ne olcak gibi birşey düşünülebilir. Bu durumda mal değeri ve altın lira arasında tersinir bir çapraz kur olabişlir.

    yani evinizin değeri 1000 altın lira iken ,50 yıl sonra benzer bir ev 850 altın olacaktır. Tabiiki kazançlar da benzer şekilde olması gerekir.




  • 
Sayfa: önceki 2425262728
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.