Şimdi Ara

Dünya Petrol Krizi - Peak Oil (67. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
3.089
Cevap
40
Favori
190.306
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
4 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 6566676869
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: nlty2000

    ihg; ben çok oluyorum ama, imlayı ve hataları düzeltip bunu bloga koyabilir miyim? :)

    Alıntı:
    "benim siyasi-dini-ekonomik inanaçlarım en doğrusudur, bu yüzden dünyadaki tüm yaşayanlar bu çizgiye gelmeli, benim inançlarım doğrultusunda yaşamalı, bunu sağlayabilmek için de en güçlü devlet ben olmalıyım, en güçlü ben olmak için de sürekli büyümeliyim"
    Hükümran sınıfların ya da ulusların böyle bir güdülenmelerinin olduğunu sanmıyorum. Mesele karşıdakinin yaşam tarzını filanca ideolojiye uydurmak değil, şu veya bu şekilde kendine hizmet eder hale getirmek. Apartman komşum benim nasıl yaşadığıma karışır, çünkü olaya ahlak ya da din penceresinden bakar. Beni doğrudan sömürmeye niyeti yoktur. Ama devletler için doğru ve yanlış kavramları ya da ahlak kavramı yok. Bu da devletlerin güçlendikçe toplumun ahlaksızlaşmasını açıklar mı? Dur dur, çok farklı bir noktaya geldim şimdi


    Hükümran sınıfların ideolojilerinin insancıl temelli olduğunu kim söyledi ?
    Adamların inançları, kendi seçilmiş elitleri dışında geri kalan herkesi köleleştirmek ve kendine hizmet ettirmek ise bu da "diğerlerini kendi inançları doğrultusunda yaşamaya zorlamak" kapsamına girer. Faşist dikta altında köle düzeni de bir siyasi inançtır/tercihtir. Bu inanç uğruna bütün gücü elinde toplama gayreti olacaktır.

    Devlet oluşumlarının tek bir amacı vardır. Devlet sınırları içinde yaşayan herkesi yönetici kesimin istediği kalıp/sınırlar içinde yaşamaya zorlamaktır. Bunun motivasyonu "yöneticinin/yönetici düşüncenin" ahlakından da gelebilir başka amaçlarından da. Yeterince güçlenen (ya da güçlendiğine inanan) devlet, kendi iç işini büyük oranda tamamladıktan sonra ilk iş olarak diğer devletlere doğru yönelir. Sıra onları kalıba sokmaktır. İster eriterek ister çekiçleyerek!




  • quote:

    Orijinalden alıntı: vezir

    ihg ,

    çok güzel bir yazı ama atlanan bir nokta var ki zaten çözüm onun içinde bu da depolanmış en büyük enerji olan MAGMA enerjisidir. Fosil yakıtların toplam enerjisinin yüzbinlerce katı enerji saklı olarak çok yavaş olarak salınmaktadır .Belki teoride bu enerjiinn kullnılması beklenmeyen sonuçlara neden olabileceği düşünülebilir ve haklı olabilir. Aynı şekilde jeothermal enerjinin de en büyük işletme zararlarından birisi harcanması gereken su miktarının çoklundan kaynaklanmaktadır.

    Kuturuş diye birşey yok peak oil işe bir çöküş yaşanacak ama bir diriliş de var o da elimizdeki magma enerjisini kullnarak gelecek 1000 altın yıla girmek .

    şimdi magmada kısır döngü veya thermodinamik kuralları kötü manada işlemez. Çünkü ha magma ha petrol aynı şeydir. ikiside saklı enerjidir.Ayrıca derin kuyu ısı pompaları ile birçok bölgede neredeyse bedavaya ısınma ve soğutma yapılması mümkündür kibugunun teknolojisidir. Problem bütün herkesin aynı enerji türüne yüklenip kısa sürede gelişme istemesinden kaynaklanmaktadır. Enerji pahalanıkça uzun vadede nufus kontrol altında kalacaktır ve bu zaten gelişimin de bir sınırı olduğunu göstermektedir.

    İnsanoğlunun problemi önüne çıkan sorunları hemen çözmek için aceleci davranması ve genelde enerji açısından en kötü çözümle geçiştirmesinden kaynaklanmaktadır. Eğer tarihe göz atarsak odundan teknoloji üretmek için sınırın olduğunu kavramaları binlerce yıl almıştır ve taki kiingiltere ve avrupanın ormanları bitene kadar bu yıkım sürmüştür. Orta çağda ingilteredeki göçlerin ve savaşların temel sabebi orman yani odun kaynaklarına olan uzaklıkların artmasıdır .çünkü kesilen ağaç 100 yılda yerine konamıyor. Neyse bu konuları siz zaten çok iyi biliyorsunuz ben genel olarak herkesin bir çıkış olduğunu bilmesi için yazıyorum. Çıkış vardır ama çıkış için önce çöküş gereklidir. Bugune kadr hep böyle oldu yine böyle olacak ama çıkış için kaç yıl veya yüzyıl ! beklenecek bilemiyorum.


    Vezir hocam, çok doğru söylüyorsunuz.
    Benim vurgulamak istediğim nokta şu:
    Değil sadece Mağma/jeotermal enerjiyi yaygın olarak kullanıma açmak, rüzgar/photovoltaic panel kombinasyonu bile 1-2 milyar insanı hem besleyip hem de refah içinde yaşatacak potansiyele sahip.

    Sorun şu andaki mevuct siyaysi-ekonomik-yaşam tarzı/toplum yapılanmasında. Bu yapılanma, ne türlü enerji bulursa bulsun kısa sürede tüketip sınıra gelecektir. Farzedelim ki Ay'ın içi komple fosil yakıt dolu ve ordan buraya boru hattı çekip oluk oluk petrol akıttık. Bu enerji potansiyeli bile kısa sürede tüketilmeye ve çöküşe mahkumdur.

    Sürüdürelebilir bir denge tutturmak için ihtiyacımız olan şey bol-sınırsız enerji değil.
    Asıl ihtiyacımız olan şey enerjiyi nasıl kullanacağımıza dair zihniyet.

    Sen kalkıp tüm ekonomik/toplum yapını sürekli artan nüfus/büyüme, bunun sağlanması için de sürekli sömürülmesi/tüketilmesi gereken doğa parçası arayışı üzerine kurarsan duvara çakılma kaçınılmaz.

    Mağmaya doğru sondaj yapılıp yüksek enerji elde etmenin yolu bir açılırsa, bu zihniyet ve bu ekonomik yapıyla dünyanın her tarafına milyonlarca sondaj yapıp 10 yıl içinde dünyanın içini buz gibi soğuturuz inan




  • quote:

    Mağmaya doğru sondaj yapılıp yüksek enerji elde etmenin yolu bir açılırsa, bu zihniyet ve bu ekonomik yapıyla dünyanın her tarafına milyonlarca sondaj yapıp 10 yıl içinde dünyanın içini buz gibi soğuturuz inan


    evet söylediklerinin hepsine katılıyorum zihniyet değişimi için önce hepimiz çöküşü bekliyoruz ki yeni dünyada belki bir şans , belki daha kötü de olabilir ,çıkış yolu bulunsun.

    Ancak enerji kaynakları içinde magmanın enerjisinin büyüklüğünü de göz ardı etmemek gerekir. Bu çok çok çok çok büyük hapsadilmiş enerjidir ve soğuması bizim lehimizedir. Dünyada patlayacak bir super volkan tüm birikimimizi sonsuza kadar olmasada artık insanoğlu diye birşey kalamayacak noktaya getirmesi mümkündür ve dünya tarihinde yaşanmış olaylar kanıtları ile birlikte durmaktadır. Belki diyorum ama kendi görüşüm olarak kesinlik diyorum ,bizler sanıldığın aksine 10000 yıl öncesinde taş aletlerle yaşayan bir ırk değildik. Bu dünya üzerinde iz ve kültürlerini bırakan nice uygarlık var oldu ve yok oldu veya birtakım kutsal kitaplara göre yok edildi. Burada sonuç kısmına odaklanırsak yok olan ırkların veya önceki atalarımızın ortak noktası kaygısızca dünya kaynaklarını sömürmeleri idi. Sömürme ne için yapılır kendi fikrini ve düzenini sürdürebilmek için bir baskı olarak uygulanır.

    işte bu noktaları iyi bilirsek bundan sonra olacakları tahmin ederiz ama sonu asla bilemeyiz. Buna rağmen eimizdeki kaynaklardan MAGMAyı da es geçemeyiz , çünkü çok uzun bir süre 6-7- milyar insanın enerji gereksinimi götürebileek bir kaynaktır. kesin sayı veremem ama rüzgarın toplam enerjisi 1000 üsünden 10-15 yaparsa petrol 150-200 yaparsa magma 800-900 birim yapar çok verimli kullnılmasa bile.

    Bunu hissedelmek için patlamalı motorların çıkardıkları ısıyı tahayyül edelim bunun ısısının çok daha büyük kısmının kmlerce kalınlıkta olduğunu hayal edersek bir anlamı olacaktır.

    enerjde verimlik kavramı maalesef bu yüzyıl başına kadar hep göz ardı edilen bir konudur doğadaki verimliliğin yüzde birinde bile bir enerjiyi kulanamazken yetmiyor demek delik boruyla bir yeri sulamak isteyen çiftçinin su yetmeyecek fikrine dayanıyıor.

    Dünyanın gelişimi için ihtiyacı olan şey ISIDIR bunun dönüştürülmüş halleri termo kanununa göre entropi nedeniyle kayıp olarak dünyaya salınmaktadır. Halbuki magma sadece ısıdır (ağır metalleri ve eriyikleri kasdetmiyorum9 ergiyik halde duran core hariç dış katmanında sayılarla anlatması çok zor olacak bir ısı saklıdır bu ısı hem dünyanın tüm elektrik ihritacının nkarşılanması hem de iletimi açısından çok büyük bir nimettir. Nükleerdeki gibi enerjinin kontrolü için üretilen enerji kadar da yatırım yapılması gerekmemektedir. Isı kontrollü olarak kullnılabilir ihtiyaç olması ahlinde alınabilir veya vazgeçilebilir. Bunları aklımızda tutalım gelecek yer altındaki magma enerjisinin ve alt dalların olacaktır.

    neyse ben çok özet bilgi verebilirim detayı için tıklayın ve gerçeği görün

    http://www.osti.gov/bridge/servlets/purl/6588943-ekUGNv/native/6588943.pdf



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi vezir -- 5 Mart 2010; 12:13:53 >




  • 21.yy uçan arabaların, süper bilgisayaların, androitlerin, akıllı binaların, 100 milyonluk ultra-modern şehirlerin değil, açlığın yüzyılı olacak. Daha önce konuşulan konu ama, yazıda 20.yy'dan bazı örnekler verilmiş, hatırlamakta fayda var.
    http://culturechange.org/cms/index.php?option=com_content&task=view&id=610&Itemid=1
    Boş vaktimde Türkçe özetini çıkaracağım.
  • Vezir hocam,

    Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyorum. Lnkteki PDF dosyasını indirip biraz inceledim. İngilizce bilmediğim malumunuz, konunun ne olduğunu bildiğimden çizilen şekillere baktığımda magmanın ısı enerjisinin yeryüzüne transferinin borularla yapılacağını kestirebildim. Ancak akışkan konusunda bir fikir edinemedim. Sanıyorum ısı transferinden sonra yine su kullanılacak, buhar türbinleri vasıtasıyla elektrik enerjisi üretilecek, ya da daha farklı metodlardan bahsediliyor.

    Konuya vakıf olmanızdan dolayı müsait bir zamanınızda sizden, bir veya iki A4 sayfasını geçmeyecek şekilde magmadan ısı transferinin nasıl yapılacağına dair metodların neler olduğu, bu ısının elektrik enerjisine nasıl dönüştürüleceği ve yatırım maliyeti ile sürekliliği konusunda linkini verdiğiniz pdf dosyasının bir özetini ingilizce bilmeyenler adına rica ediyorum.
  • Büyük çöküşün başladığını artık kendileri de görüyorlar.
    Amerikan rüyasının sonu geldi..
    Tarih boyunca defalarca tekraralanan bir olgu yine tekraralanıyor: İmparatorluklar doğar , büyür ve sonra çöker!

    Bu gerçeğin farkına vardırlar ve artık yüksek sesle ana medya kanallarında daha sık dile getiriyorlar.
    İşte iki sıcak örnek:

    Los Angeles Times'tan bir yazı:
    America, the fragile empire
    (Amerika, kırılgan imparatorluk)

    http://www.latimes.com/news/opinion/commentary/la-oe-ferguson28-2010feb28,0,7706980.story

    ***


    Diğeri Amrika'nın en meşhur işadamı ve yatırımcısı Warren Buffett'ın çok uzun süreli iş ortağı Charlie Munger'tan:

    "It's over!" (Herşey bitti!)

    http://www.slate.com/id/2245328/pagenum/all/#p2




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Erzurum lu

    Vezir hocam,

    Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyorum. Lnkteki PDF dosyasını indirip biraz inceledim. İngilizce bilmediğim malumunuz, konunun ne olduğunu bildiğimden çizilen şekillere baktığımda magmanın ısı enerjisinin yeryüzüne transferinin borularla yapılacağını kestirebildim. Ancak akışkan konusunda bir fikir edinemedim. Sanıyorum ısı transferinden sonra yine su kullanılacak, buhar türbinleri vasıtasıyla elektrik enerjisi üretilecek, ya da daha farklı metodlardan bahsediliyor.

    Konuya vakıf olmanızdan dolayı müsait bir zamanınızda sizden, bir veya iki A4 sayfasını geçmeyecek şekilde magmadan ısı transferinin nasıl yapılacağına dair metodların neler olduğu, bu ısının elektrik enerjisine nasıl dönüştürüleceği ve yatırım maliyeti ile sürekliliği konusunda linkini verdiğiniz pdf dosyasının bir özetini ingilizce bilmeyenler adına rica ediyorum.



    giriş kısmı konunun bir özeti aslında ,
    yazı aldukça eski belki 20 yıllık ama fikirler önemlidir. enerji açısından kıyas ve nasıl yapılacağı özetlenmiş belki farklı bir metod da çıkabilir ama enerji olarak 20 yıl önceki amerikanın toplam enerji ihitiyacına 75 quad demiş. magmadaki ısının enerji karşılığı olarak (core yani çekirdek değil dış kabuktan bahsediliyor) 50000 ile 500.000 quad bir enrerji karşılığı olduğu anlatılıyor gerisi hikaye ama miktarı algılamamız önemli benim tabirlerim basit kalıyor o yüzden kıyas olarak kafamızda şekillenmesi gereken şey örnekte verildiği gibi 700 ile 7000 yıllık enerji karşılığındna bahsedilmiş. Şimdi bunu petrol ile kıyaslarsak petrolün neden bu kadar kısıtlı olduğu en fazla 50 -100 yıl ki bu süreler bile aşırı fazla ,bu forumun takipçileri iyi bilmekteler.
    yani petrol hiç kullnılmasa bile 150 yıl bile zor dayanabilecek iken karşımızdaki enerji çok kaba hesaplarla kullanılmaya hazır en az on katı belki yüz veya beşyüz katı petrol karşılığı enerjiden bahsediyoruz ki zaten bilim adamlarının aradıkları budur .

    Bunun için 10 kilometrelik bir delik açılarak ki burada çapılan çalışmalarda tükenmiş petrol kuyuları da delme maliyetini azaltmak için kullnılabilecektir. geçenlerde izlediğim bir belgeselde yeni bir buluş ile mekanik kafalı delgeç ile değil tamemen yeni bir yöntemle sık aşınan matkap ucu yerine basınçlı bir su ile değmeden on katı hızlı delme teknolojisinden bahsediliyordu . halen laoratuar aşamasında ama her şey böyle başlar. Zaten anlamsız 150 sene önceki istemle kuyu kazmakta diretmek maliyetlerin artmasının temel sebebidir.

    magmanın tepesindeki erimiş kayalara kadar delme techizatı ile delme işleminin yapılarak 1100 dereceye varan sıcaklıktaki kayaların ısısının su basarak veya alternatif sıvılar da olabilir , alınarak jeotermal enerji gibi elektrik üretilmesi mümkün. ısı olduktan sonra bir sürü üretim tekniği var burada 2 metod denmiş ama ben en az 20 tane biliyorum. Bunlardan h2 üretimi en kolay olanlardan neredeyse bedavaya h2 üretip depolamak (depolama maliyetleri için de bazı metal hidrür yöntemleri var her şey için ısı gerekli .ısı neredeyse sınırsız ve kontrollü oldukça 8burası önemlidir mesela patlamalı sistemlerde kontrol zordur kayıp fazladır)biokütle gibi birçok yöntem mümkün .Kritik eşit 1000 celcius cevarıdır bu ısı oldukatan sonra yapamayacağınız hiçbir şey olamaz. önce elektrik üretir sonra hidrojen üretir kalanı sıcak su olarak tüm şehri ıstıtır kalan suyu da geri yollar döngü sağlarsınız. Çok komplike işler ama mühendislik olarak çözülemeyecek sorunlar değildir. her şeyin eksi yanı da vardır buradaki en kritik soru alımızdaki ısı yı uzun vadede çekince soğuyan kaya depremleri etkiler mi , soğuyan kabuk öngöremeyeceğimiz kıta hareketleri veya doğa olaylarına neden olabilir mi gibi uç noktalara varabilir. haklı sorulardır ama bilim ve teknoloji de bu sorunları çözmek için var. çevreye etkisini konrol edemediğimiz şeyler bize geri dönüşü hep çok fazla oluyor.CO2 dönüşü maalesef dünyamızı uzun süreli bir ısınma sorununa sürükledi ki en az 300-400 yıl etkisi sürecektir. Bu kadar çok karbondioksiti sünyanın kaldırması imkansız ve sonuçta buz çağına girmemizi tetikleyecek . Görünürde yer altında yaşam ve magma enerjisine geçiş şart görünüyor bu bir bilim kurgu olayı değil doğal bir gereksinim olacaktır. Toprak altında ısı sabittir ve ne ısıtmaya ne de soğutmaya ihtiyacınız olur , sadece ışık için çaba sarfedeceksiniz o kadar .uzun konular

    The DOE-funded, 7-yr research project conducted by Sandia National Laboratories
    to assess the scientific feasibility of extracting energy directly from buried magma
    sources in the upper 10 km of the earth's crust has been completed successfully.
    Scientific feasibility (the demonstration, by means of theoretical calculations and
    supporting laboratory and field measurements, that there are no known insurmountable
    theoretical or physical barriers which invalidate a concept or process) was
    demonstrated for the concept of magma energy extraction. The US magma resource is
    estimated at 50 000 to 500 000 quads of energy - a 700- to 7000-yr supply at the current
    US total energy use rate of 75 quads per year. Existing geophysical exploration
    systems are believed capable of locating and defining magma bodies and were demonstrated
    over a known shallow buried molten-rock body. Drilling rigs that can drill to
    the depths required to tap magma are currently available and experimental boreholes
    were drilled well into buried molten rock at temperatures up to llOO°C. Engineering
    materials compatible with the buried magma environment are available and their
    performances were demonstrated in analog laboratory experiments. Studies show that
    energy can be extracted at attractive rates from magma resources in all petrologic
    compositions and physical configurations. Downhole heat extraction equipment was
    designed, built, and demonstrated successfully in buried molten rock and in the very
    hot margins surrounding it. Two methods of generating gaseous fuels in the hightemperature
    magmatic environment - generation of H2 by the interaction of water
    with the ferrous iron and Hz, CH,, and CO generation by the conversion of waterbiomass
    mixtures - have been investigated and show promise.




  • katmanlar için 7 katman öngürülmüş bunların kalınlıkları altındaki ısı farklılaşmalarını anlatmak için özetlenmiş

    1-A dry, resistive surface layer from the
    surface to approximately 5 m.

    Kuru ve dirençli yüzey toprak yaklaşık 5 metre

    2-A warm, wet layer at 100°C, containing
    appreciable water and/or steam from 5
    m to a depth of 33 m.

    5 ile 33 metre arasında farkedilebilir sıcak su ve/veya buhar ve ıslak katmanda 100 derece

    3-A transition layer (from 33 to 45 m) over
    which temperatures increase from 100"
    to 1070°C. The top of this layer will
    appear resistive as water is flashed as
    superheated steam; the bottom will appear
    conductive as temperatures become
    sufficiently high to activate appreciable
    conduction in the rock itself.
    A thin zone (up to 5 m thick), representing
    a plexus of molten sills in solid
    layers.

    33 ile 45 metre arasında 100m dereceden 1070 dereceye varan sıcaklık .katmanın üstünde superısınmış buhar elde edilebilir. ince katmanda 5 metrede erimiş volkan kaya tabakası kaynaşöık veya örülü olarak bulunmaktadır

    5-A layer with the highest temperature,
    lowest viscosity, and lowest density of
    olivine phenocrysts (from 49 k 2 m to
    -70 m) (modified from Smith et al,
    1977).

    en yüksek scıaklık ve en düşük viskosite aynı zamanda en düşük yoğunluğu olan yağlı fenokristal 49 metreden 70 metreye kadar

    6-A smooth transition zone, from a low
    viscosity melt at about 70 m to a crystaline
    mush, then into a cooler melt with a
    lower density of olivine phenocrysts.
    The uncertainty in the depth to the bottom
    of this layer (87 k 7 m) is shown by
    the error bar.

    yumuşak geçiş zonu, düşük viskositeli ergiyik 70 metreden kristal çamura kadar


    7- Solid basalt with a temperature which,
    analogous to the calculation of Shaw et
    a1 (1977), gradually decreases from
    1070°C at the top of the layer (80 to 95
    m) to 700" or 75OOC at the bottom of the
    layer (115 to 120 m).

    katı bazalt katman mr shaw benzeşen hesaplamaları ile (1977) kademeli düşüş 1070 dereceden (80 -95 metre)700 -750 dereceye (115 -120 metre)




  • Dubai Krizi'nin bitimine kadar olan yeri de çevirdim. Konular biraz daha ağırlaşıyor ve çevirmek zorlaşıyor. Anlam bozuklukları varsa mazur görün arkadaşlar.

    "Yeni" Bir Ekonomi İnşa Etmek

    Gelişmekte olan ülkeler, Batı'nın neoliberal hegemonyasının kılıcı karşısında boyun eğerlerken, Batılı endüstrileşmiş toplumlar, ekonomilerinde hızlı bir gelişme sürecine tanık oluyorlardı. Batılı bankalar ve çokuluslu şirketler; Afrika, Latin Amerika ve Asya'yla birlikte, 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Doğu Avrupa ve Orta Asya'ya yayıldılar.

    Rusya Batı'ya açıldı ve IMF ile Dünya Bankası'nın, neoliberal inşa sürecini başlatmasına, dolayısıyla da Rusya ekonomisinin çökmesine ve "dolaylı küreselleşmeciler" olarak adlandırılabilecek, tamamen Batı'nın çıkarlarına hizmet eden bir grup oligarkın zenginleşmesine sebep oldu.

    Batı'nın finans ve ticaret sektörleri, dünyanın kaynaklarının ve üretici endüstrilerinin büyük bir çoğunluğunu kontrol altına aldıkça, inanılmaz karlar elde etmeye devam ettiler ve yeni yatırım araçlarına ihtiyaçları oldu. Paradan para elde etmeleri gerekiyordu ve bu noktada Amerikan Merkez Bankası işin içine girdi.

    1990'larda Fed, paranın dolaşımını sağlamak için faiz oranlarını gittikçe düşürmeye başladı. Bu, "Yeni Dünya Düzeni"nin ilanlarının duyulmaya başladığı "Küreselleşme" çağıydı. Dünyadaki ekonomik ve politik yapılar, ulusallıktan, uluslarüstü yapılara dönmeye başladıkça, bölgesel ticaret birlikleri ve "serbest ticaret" anlaşmaları hızla yayılmaya başladılar. Reagan'ın da belirttiği gibi, Kuzey Amerika'nın ekonomik anayasasının bir parçası olarak, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) uygulamaya konuldu.

    Avrupa Birliği'nin başını çektiği bölgeselcilik, "Yeni Dünya Düzeni"nin sıradaki aşaması olarak yerini aldı. Dünya ekonomisi "küreseldi" ve bunu da bölgesel ve küresel düzeyde politik küreselleşme takip edecekti. Ticaret için neoliberal anayasanın genişletilmesi adına Dünya Ticaret Örgütü (WTO) kuruldu. Tüm bu süre zarfında, gerçek bir egemen sınıf, Çokuluslu Kapitalist Sınıf (TCC) ya da küresel elit sınıfı ortaya çıktı ve bu sınıf tek başına bir uluslararası sınıfı oluşturdu.

    Bununla birlikte elitlerin varlıkları ve güçleri büyüdükçe, kalan herkes zarar görmeye başladı. Orta sınıf, tasfiyeye maruz bırakıldı. Batılı gelişmiş uluslarda, sanayiler ve fabrikalar kapatıldılar ve Üçüncü Dünya ülkelerindeki ucuz iş gücünden faydalanmak ve de üretilen malları ucuza Batı'da satmak adına oralara taşındılar. Batı'da hayat standartlarımız düştü ve mallar ucuza temin edilebildiği için kimse şikayet etmedi. Tüketmeye devam ettik. Bunun için de kredi kartı ve borç kullandık. Orta sınıf sadece teoriden ibaretti ve dikkatleri içinde bulundukları borç boyunduruğuna çekilmişti.

    1990'lar boyunca Clinton yönetimi "Küreselleşme"yi büyük bir strateji olarak, üretici sermayenin (yani mal ve hizmetlerin üretimine harcanan sermayenin) reddi ve finans kapitalin (paradan para elde etmenin) yükselişi için kullandı. Böylece finansal spekülasyon, ekonomik büyümenin kilit araçlarından biri haline geldi. Buna ekonomide "finansallaştırma" adı veriliyordu. Buna izin vermek adına, Clinton yönetimi bankacılık sektöründeki kısıtlamaları kaldırmak için aktif biçimde çalıştı. Glass-Steagle Act adı verilen, ticari banakaların, yatırım bankalarıyla birleşerek spekülasyonlara müdahil olmasını engelleyen (ki bu, Büyük Depresyon'un da başlıca sebeplerindendi) bir yasa, Amerika'nın büyük bankaları, Merkez Bankası ve Hazine Departmanı'nın çabalarıyla uygulamaya konulmuştur.

    Böylece, büyük bankaların küçük bankaları yuttukları, şirketlerin birleştikleri ve bankalar ile şirketlerin Amerikan ya da Avrupalı olmayı bırakıp, tamamen küresel bir nitelik kazandıkları büyük bir dayanışma dalgası oluştu. Glass-Steagle'ın kabul ettirilmesinde etkin rol oynayan isimler olan, Merkez Bankası'ndan Alan Greenspan ve Hazine Departmanı'ndan Robert Rubin ile Lawrence Summers şu anda Obama'nın ekonomi kadrosunun parçaları.

    Bu dönemde, "ara ürünler" diye tabir edilen birtakım "karmaşık finansal araçlar", kısa vadede sigorta tedbirleri olarak rol aldılar. Bunlar; mal ve mülk değerlerinin artıp-azalacağı hususunda bahisler ve spekülasyonlar, hisselerin ya da fiyatların artıp-azalacağına bakarak paradan para elde etme gibi şeylerdi. Tabii ki buna "sigorta" denmiyordu çünkü "sigorta" düzenlenmelidir. Dolayısıyla bunun adı yan ürünler ticaretiydi ve bu ticareti düzenlemek adına örgütlerin Hedge Funds dedikleri şeyler sahneye çıkıyorlardı.

    Vadeli kazançlar üzerindeki spekülasyonlar, hisseleri sürekli yükselttikçe, hisse piyasası da artacaktı ve "sanal ekonomi" adı verilen devasa balonu da patlatacaktı. Merkez Bankası da bunu, daha önce Büyük Depresyon'a giden yolda yaptığı gibi, faiz oranlarını suni olarak düşük tutarak ve kolay dolaşan paranın finansal sektöre girişini sağlayarak destekledi. Böylece Merkez Bankası teknoloji sektörünün "nokta-com" balonunu şişirdi. Bu balon patladığında, Alan Greenspan'in başında bulunduğu Merkez Bankası, "emlak balonu"nu yarattı.

    Merkez Bankası faiz oranlarını düşük tutmaya devam etti ve paranın emlak sektörüne akışını cesaretlendirip destekledi. Bankalar, borçlarını hiçbir zaman geri ödeyemeyecek olan yüksek riskli müşterilere borç vermeleri adına cesaretlendirildi. Bir kez daha orta sınıf, "serbest piyasa" mitinden ibaret kaldı.

    Aynı dönemde, 1990'larda ve 2000'lerin başına doğru, finansal bir araç olarak "spekülasyon" iyice belirgin olmaya başladı. Neoliberal küresel ekonomi dahilinde, para kolay bir şekilde ülkelere girip çıkmaya başladı. Böylece, herhangi bir ulusun ekonomisine olan güven azaldığında, "sermaye kaçışı" adı verilen, yabancı yatırımcıların varlıklarını, o ülkenin para birimi üzerinden satarak ve sermayalerini çekerek gerçekleştirdikleri bir durum söz konusu oldu. Bu da ekonominin önlenemez çöküşü anlamına gelmektedir.

    Bunun bir örneği 1994'te Meksika'da yaşandı. Yabancı yatırımcılar Meksika Pezo'su üzerine spekülasyonda bulundular ve Pezo'nun çökeceğini iddia ettiler. Pezolarını dolar karışılığında çekip, pezonun devalüasyonuna sebep oldular ve Meksika ekonomisini çökerttiler. 1997'de bunu, Batılı sermayenin, gayrimenkul ve hisse piyasalarında spekülasyonda bulunarak Doğu Asya ekonomilerini etkiledikleri Doğu Asya krizi takip etti. Bununla birlikte reel ekonomi (üretim, manifaturacılık), spekülatif sermaye ile yarışamadı ve sonuç aşırı yatırım oldu. Sonuçta Batılı sermaye bir krizin patlak vermesinden korktu ve Doğu Asya ekonomilerinin para birimleri üzerinde spekülasyonda bulunmaya başladı. Bu da sermayenin Batılı bankalara uçmasıyla sonuçlanan bir paniğin tetiklenmesine yol açtı. Ekonomiler çöktü ve IMF de bu ekonomileri "yeniden inşa etmek" için harekete koyuldu. Aynı strateji 1998'de Rusya için ve 2001'de de Arjantin için uygulandı.

    [Bkz:http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=14712]

    2000'ler boyunca, emlak balonu ölçüsüz bir şekilde şişirildi ve dönemin ortalarına doğru göstergeler bir krizi işaret ettiklerinde, ticari gayrimenkul balonu devreye sokuldu ve bu balon da patlayacak.

    2007-2008 Finansal Krizi

    2007'de, Bank of International Settlements (BIS), dünyadaki merkez bankalarının merkez bankası olarak, "yeni kredi araçlarının kullanılmaya başlanması, aşırı yükselen ev halkı borçları, yatırımcılar tarafından riske duyulan aşırı iştah ve dünya döviz sistemindeki kökleşmiş dengesizliklere" atıfta bulunarak, dünyanın yeni bir "Büyük Depresyon"un eşiğinde olduğuna dair uyarıda bulundu.[11]

    Emlak balonu tehlike sinyalleri vermeye başladıkça, mal balonu şişirildi ve paralar spekülasyon yoluyla borsaya aktı ve de mal fiyatları fırladı. 2007 ve 2008'de petrol fiyatındaki büyük artışlar buna örnek teşkil etmektedirler. 2007'de, İngiltere'nin orta büyüklükteki bankalarından ve düşük kredi notuna sahip mortgageların iştirakçilerinden biri olan Northern Rock'ın durumu kötüye gitmeye başladı ve Bank of England'dan yardım istedi. Bu da bankadan kaçışa ve paniğe neden oldu. Şubat 2008'de Bank of England, Northern Rock'ı satın aldı ve millileştirdi.

    Mart 2008'de, gayrimenkul mortgagelarının büyük müşterilerinden biri olan Bear Stearns krize girdi. 14 Mart 2008'de, New York Merkez Bankası ve J. P. Morgan Chase (CEO'su aynı zamanda NY Merkez Bankası'nın üyesi olan bir banka) birlikte çalışıp yardım amacıyla Bear Stearns'a borç sağladılar. Fakat sonradan hızlı bir şekilde karar değiştirdiler ve J. P. Morgan CEO'su, New York Fed Başkanı Timothy Geithner ve Hazine Sekreteri Henry Paulson (şu andaki Goldman Sachs CEO'su) bir araya gelerek Bear Stearns'ın kendisini J. P. Morgan Chase'e hissesi 2 dolar karşılığında satması için baskıda bulundular. Hisselerin önceki bedelleri Ocak 2007'de 172 dolardı. Aradaki fark New York Fed tarafından ödendi ve faturası da Birleşik Devletler'deki vergi mükelleflerine kesildi.

    Haziran 2008'de, BIS, yaklaşan Büyük Depresyon konusunda bir kez daha uyardı.[12]

    Eylül 2008'de, Birleşik Devletler hükümeti, Fannie Mae ve Freddie Mac adındaki iki büyük emlak mortgage şirketini satın aldı. Aynı ayda, küresel bir banka olan Lehman Borthers, kimsenin güvende olmadığını ve ekonominin topyekün krizin eşiğinde olduğunu belirtircesine iflasını açıkladı. Lehman, Birleşik Devletler Hazine Güvenceleri piyasasındaki büyük oyunculardan biriydi ve emlak mortgagelarında çok büyük yatırımlara sahipti. 15 Eylül 2008'deki iflasıyla Lehman, Birleşik Devletler tarihindeki en büyük iflası gerçekleştirmiş oldu. Birleşik Devletler'de ve uluslararası arenada büyük bir banka dayanışması dalgası oluştu. Büyük bankalar daha büyük bankalara dönüştüler. Bunun en bilinen örnekleri ise Bank of America'nın Merrill Lynch'i, J. P. Morgan'ın Washington Mutual'ı ve Wells Fargo'nun da Wachovia'yı satın almalarıydı.

    Kasım 2008'de, Birleşik Devletler hükümeti, dünyanın en büyük sigorta şirketi olan AIG'i kurtardı. Timothy Geithner'ın başında bulunduğu New York Merkez Bankası:

    "30 milyar dolara alınan sigorta sözleşmeleri, zehirli atık borç güvenceleri komisyonlu olarak (?), Goldman Sachs Group Inc., Merrill Lynch & Co., Societe Generale and Deutsche Bank AG ve diğer bankalar arasında paylaştırıldı. Eleştirmenlere göre bu karar, AIG'in izin verdiğinden çok daha büyük bir miktar olan 100 centlik meblağ ile, bankalara gizli bir yardıma dönüştü."

    Bloomberg'in rapor ettiği gibi, New York Merkez Bankası bir yarı-devlet kurumu fakat kendisine tam yetki verilmiş ve hükümete karşı sorumlu değil. Ayrıca kadrosu da kendisini yöneten diğer bankaların kadrolarından oluşuyor (J. P. Morgan Chase gibi). "New York Merkez Bankası, bir ulusun merkez bankası olmak için fazla karanlık görünüyor."[13]

    Kurtarma

    2008 sonbaharında, Bush yönetimi, Amerikan ekonomisini düzlüğe çıkarmak adına bir kurtarma paketi hazırladı. Ülke liderleri toplumda kuduz tellallığına başladılar. Başkan uyardı:

    "Sizlerin de çalıştığı, daha fazla banka batabilir. Hisse piyasası, emekli ikramiyelerinizin değerini düşürecek kadar düşebilir. Evlerinizin değerleri dibe vurabilir. İcralar artabilir."

    Hem Merkez Bankası Kurulu'nun başındaki Ben Bernanke, hem de Hazine Sekreteri Paulson, eylülün sonlarına doğru "eğer Bush yönetimi 700 milyar dolarlık kurtarma paketini kabul etmezse; resesyon, zorunlu izinler ve vatandaşların evlerini kaybetmeleri hususunda uyarıda bulundular."[14] 7 ay önce, Şubat 2008'de aynı ikili "ulusun resesyona sürüklenmekten kurtulacağını" söylemişlerdi.[15] Eylül 2008'de ise Paulson "insanlar endişe etmeliler" diyordu.

    Kurtarma paketi büyük bir oyuna dönüştü ve Birleşik Devletler'i daha önce görülmemiş bir borç batağına sokmakla kalmadı, inanılmaz miktarlardaki parayı da küresel bankaların kasalarına akıttı.

    Halka paketin büyüklüğünün 700 milyar dolar olduğu söylendi. Fakat bu doğru değildi. İyi bir analizle daha fazlasını görmek mümkündü: 700 milyar dolar "tek bir seferde harcanabilecek" miktardı. Chris Mantenson'ın yazdığı gibi:

    "700 milyar dolar bu tehlikeli yasanın tutarı değildir, tek seferde harcanabilecek olan akıl almaz miktardır. Diyelim ki 100 milyar dolarlık batık mortgage ödendi, bir 100 milyar dolar daha satın alınabilir. Kısaca, bu kurtarma paketinin belirli bir limiti YOK. Yani bu miktar azami miktar değil, sürekli dönen miktar."[17]

    "Bu durumda, anlaşılmaz bir lisanınız ve sınırsız maddi kaynağınız var ne olur? Sahtekarlık ve çıkarcılık. Sözlerime dikkat edin; bu, Birleşik Devletler tarihindeki en büyük talan operasyonudur ve burada, bu son derece sadeleştirilmiş belgede belirtilmiştir. Şimdi de ürkek bir Kongre aracılığıyla yasalaştırılmak üzeredir."

    Dahası, teklif edilen bu yasa ülkenin toplam borcunu "10.615 trilyon dolardan, 11.315 trilyon dolara" çıkaraktı ve bir gereklilik olarak ulusal mahkemeler bu yasayı inceleme hakkına sahip değillerdi. Yasa "mahkemeleri, inceleme işlemlerinden alıkoyma otoritesine sahipti."

    Şu anda, Pepper Hamilton LLP Washington, Securities and Exchange Commission'da hukuk danışmanlığı yapmakta olan Frank Razzano, Bush yönetiminin "krizi çözmek için, üçüncü bir hükümet organı, mahkemeler, tarafından denetlenemeyecek türden bir diktatörlük hegemonyası" aradığını söyledi. 'Büyük bir inanç sıçraması gerçekleştiriyoruz.'"[18]

    Huffington Post'ta yazan Larisa Alexandrovna, kurtarma paketinin şu kısmının, Amerika'daki, finansal faşistler kılığındaki faşist darbenin tabutu için çakılan son çivi olduğunu belirtti:

    "Eğer mali faşistler, Kongresel güçlerin Yönetim Organı'na tümüyle (birkaçı hala duruyor) transferlerini ve kamu fonlarının tüzel kişilere tümüyle transferlerini (hükümet aracılığıyla) sağlayarak yollarını bulurlarsa, üretilen krizin çaresi bulunmuş demektir."

    "[...] Hazine Sekreteri, geniş miktarda tanımlanmış varlık satın alabilir, istediği herkesi işe alabilir ve bu kişileri Birleşik Devletler'in finansal vekilleri olarak istediği özel sektör şirketinin başına getirebilir. Ve de istediği her düzenlemeyi oluşturabilir."

    "Bu yasanın otoritesine uygun olarak, Sekreter tarafından alınan kararlar gözden geçirilemezler ve teşekkül ihtiyadına tabidirler. Hiçbir mahkeme ya da idari kurum tarafından da incelenemezler."

    Aynı zamanda, Birleşik Devletler Merkez Bankası, yüz milyarlarca dolar değerindeki, "dolara ihtiyaçları olan, Amerika'nın tıkanmış kredi pazarına ulaşamayan" yabancı bankaları da "Japonya, Euro Bölgesi, İsviçre, Kanada ve Birleşik Krallık'taki merkez bankalarının yardımıyla" kurtarmaya devam ediyordu.[20] Hareketler; Basel, İsviçre'de bulunan BIS'in yardımıyla koordine edileceklerdi. Politico'nun rapor ettiği gibi, "yabancı tabanlı bankalar, Birleşik Devletler'in büyük operasyonlarıyla, Hazine Departmanı'nın "mortgage kurtarması"ndan nasiplenebileceklerdi." Hazine Departmanı tarafından yayınlanan bir Hazine Özeti'nde şu sözlere yer verildi:

    "Sekreter ile Merkez Bankası Başkanı arasındaki istişareden, seçilebilirliğin, finans piyasalarını daha stabil bir konuma getireceği hususunda bir karar çıkmazsa, katılımda bulunan finansal kurumlar, Birleşik Devletler'de belirgin operasyonlar yapmakla yükümlüdürler."[21]

    Eğer Hazine Sekreteri gerek görürse, özel ya da kamu bankası olmasına bakılmaksızın, kurtarma paketi tüm bankaları kurtarabilecekti ve Sekreter'in hiçbir kararı herhangi bir yargı ya da kurum denetimine tabi tutulamayacaktı. Bu da Sekreter'in elinde boş bir çek olması ve sadece üzerine tek seferde 700 milyar dolardan fazla yazamayacak olması demekti. Kısaca bu kurtarma, bankaların, devlet üzerindeki coup d'etat'ı idi.

    Kongredekilere, eğer yasayı geçiremezlerse, sıkıyönetim kanununa göre yargılanacakları tehdidinde bulunuldu.[22] Tabii ki Kongre yasayı geçirdi ve finansal darbe büyük bir zafere dönüşmüş oldu.
    Pek tabii sonra, 2009'un başlarında, Kongre üyelerinden biri bankaların "Capitol Hill'deki en güçlü lobi olduklarını söyledi. Açık bir şekilde oranın sahipleri olduğunu belirtti."[23] Bir başka Kongre üyesi ise "bankaların patronlar olduklarını" söyledi ve şu sözleri sarfetti: "Size problemin ne olduğunu söyleyeyim; kendilerine en yakın gruptan 3 kat daha fazla para getiriyorlar. Bu politika için çok büyük bir rakam."[24]

    İzlanda'nın Batışı

    9 Ekim 2008'de, İzlanda hükümeti, ülkenin en büyük bankasını millileştirdi ve İzlanda Borsası'ndaki faaliyetlerini durdurdu. Bir hafta içerisinde, "İzlanda'daki bankacılık sektörünün büyük çoğunluğu millileştirdi." Ekim'in başında şöyle denmişti:

    "Bir jenerasyon içerisinde, kendini Avrupa'nın en fakir devletlerinden biri olarak, en zengin devletlerden biri haline getiren İzlanda, iflasla yüzleşebilir. Bir televizyon konuşmasında halka seslenen Başbakan Geir Haarde açıkladı: "İzlanda ekonomisinin girdaba doğru sürüklendiği, ulusal iflasla sonuçlanabilecek çok büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız yurttaşlarım."

    BusinessWeek'teki bir makale açıklıyordu:

    "Her şey nasıl bu kadar hızlı ve kötü gelişti? Sorumlu, büyük oranda dış finansa bağımlı olan İzlanda bankacılık sistemidir. 2000'de tamamlanan, bankacılık sektörünün özelleştirilmesiyle, İzlanda bankaları yerel mortgage piyasasına girişlerini, kıymetli fonların alım satımıyla finanse ettiler ve özellikle İskandinavya ve İngiltere'de yabancı finans firmalarını satın aldılar. Bankalar çoğunlukla, eczacılıktan gıda perakendeciliğine kadar tüm sanayilerde küresel imparatorlukları taklit eden İzlanda müteşebbislerinin izinden gittiler. 2006'nın sonunda ülkedeki üç büyük bankanın toplam varlıkları, ülke GSMH'sinin sekiz katı olan 150 milyar dolara ulaşmıştı."

    "Sadece beş yılda, bankalar, yerel sarraflar olmaktan çıkıp, büyük uluslararası finansal aracılar olmaya başladılar. London Business School'da ekonomi profesörü olan Richard Portes, 2000 yılında, bankaların kaynaklarının üçte ikisinin yerel ekonomiden, üçte birinin de dışarıdan sağlandığını söylüyordu. Son zamanlarda (krizden hemen öncesine kadar) ise bu oranlar yer değiştirdi. Fakat toptan fon alım-satım piyasaları büyüdükçe, İzlanda bankaları dış borç yükü altında batmaya başladılar."[25]

    Bu da hükümetin, küresel ekonomik kriz zamanında karşılaştığı eziyet verici bir durumdu. Sebepler ise İzlanda kökenli değil, uluslararası kökenliydi. İzlanda "denizaşırı bölgelerden 60 milyar dolar getirmişti ve bu da kendisinin yıllık üretim miktarının toplam değerinden altı kat fazlaydı." London School of Economics'ten bir profesörün belirttiği gibi: "Hiçbir Batılı ülke, barış zamanında, bu kadar hızlı ve kötü bir biçimde çökmedi."[26]

    Yanlış giden neydi?

    İzlanda neoliberalizmin yolundan gitti; bankaları ve finans sektörlerini düzensizleştirerek uluslararası sermayenin dağılmasına ve dolaşımına yardım etti. Observer'ın raporunda belirttiği gibi, işler zorlaştığında İzlanda krize girdi:

    "İzlanda çöküşün eşiğinde. Enflasyon ve faiz oranları tırmanıyor. İzlanda Kronu serbest düşüşte ve değeri de Zimbabve ve Türkmenistan gibi ülkelerin hemen üzerinde."

    "[...] Saygınlığını yitiren hükümet ve merkez bankasından yetkililer, üç gündür kapalı kapılar ardındalar ve henüz bir plan emaresi yok. Uluslararası bankalar artık para göndermeyecekler ve yabancı döviz kaynakları tükeniyor."

    2007'de Birleşmiş Milletler, İzlanda'yı "en yaşanılası yer" olarak ödüllendirmişti:

    "Ülkenin fakirlikten zenginliğe doğru giden hikayesi 90'lardaki serbest piyasa reformları olan, balık kotası parası ve stabil emekli fonları tabanlı bir hisse piyasası, İzlandalı müteşebbislere, dışarı çıkıp uluslararası kredileri toplamaları için fırsat tanıdı. İngiltere ve Danimarka favori alışveriş mekanlarıydılar. 2004'te sadece İzlandılar, İngiliz şirketlerinden 894 milyon sterlinlik alışveriş yaptılar. Sadece beş yılda, ortalama bir İzlanda ailesi, gelirinde %45'lik bir artışa şahit oldu."[28]

    İzlanda'nın üçüncü büyük bankasının da başı belaya girince, ilk iki büyük gibi, o da hükümet tarafından satın alındı. Birleşik Krallık ise buna cevaben, İzlanda'nın İngiltere'deki tüm varlıklarını dondurma kararı aldı. Ekimden önce henüz ayakta olan Kaupthing'in, Birleşik Krallık'ta birçok varlığı mevcuttu.

    7 Ekim'de İzlanda Merkez Bankası yönetimi basına şunları söyledi: "Sorumsuz borçluların yükümlülüklerini üstlenmeyeceğiz ve... sorumsuzca davranan bankaların borçlarını da ödemeyeceğiz." Sonraki gün, Birleşik Krallık Hazine Müsteşarı Alistair Darling "İnanın ya da inanmayın, İzlanda hükümeti dün bana, yükümlülüklerini yerine getirmekten herhangi bir memnuniyet duymayacaklarını belirtti" dedi. Buna karşın İzlanda Maliye Bakanı Arni Mathiesen "Bu telefon konuşmasındaki hiçbir şey, İzlanda'nın, yükümlülüklerini yerine getirmekten memnun olmayacağına dair bir kanıt içermemektedir." dedi.[29]

    10 Ekim 2008'de İngiltere Başbakanı Gordon Brown, "Mümkün olan her yerde, İzlandalı şirketlere ait varlıkları donduruyoruz. Parayı kurtarmamızı gerektiren her yerde de İzlanda otoritelerine karşı gerekli yaptırımları uygulayacağız." dedi. Böylece:

    "İngiltere'de faaliyet gösteren İzlandalı tüm şirketler, tamamen alakasız endüstrilerde, hükümet tarafından varlıklarının dondurulmasıyla karşılaştılar. Tıpkı İngiliz iş dünyasının ve medyasının intikamı gibi görünen diğer tepkilerde olduğu gibi."

    "Kaupthing'in batışının ani etkisi ise İzlanda finans sisteminin yerle bir olması ve döviz piyasasının kapanması oldu. Perakendeciler, gıda ithalatı ve ilaç için dövizi kapışıyorlardı. Yardım için IMF çağrılıyordu."[30]

    İngiltere'nin İzlanda bankalarında 840 milyon sterlinden fazla yatırımı vardı ve hepsi koruma amaçlı sermaye kaçışı adı altında ülkeye geri getiriliyordu.[31] Bu da çöküşü hızlandırmaktan başka bir şeye yaramadı.

    24 Ekim 2008'de İzlanda ile IMF arasında bir anlaşma imzalandı. Kasım'ın sonunda IMF, İzlanda'ya 2,1 milyar dolarlık yardımı ve ek olarak Danimarka, Finlandiya, Norveç, İsveç, Rusya ve Polonya'dan 3 milyar dolarlık bir yardımı onayladı.[32] Anlaşmanın gerçekleşmesi uzun sürdü çünkü İngiltere, İzlanda'nın batık bankalarından biri olan Icesave'den alacaklarıyla ilgili bir sorunun çözümü için IMF'ye baskı yapıyordu."[33]

    Ocak 2009'da, İzlanda hükümeti, Başbakan ve tüm kabinesinin istifasıyla dağıldı ve resmen feshedildi. Bu da rakip tarafı geçici olarak iktidara taşıdı.[34] Geçici hükümet Temmuz 2009'da, Avrupa Birliği üyeliği için başvuruda bulundu, fakat "İzlandalılar, geleneksel olarak Avrupa Birliği'ne üyeliğe şüpheyle yaklaşıyorlardı çünkü büyük bir politik yapının içinde küçük bir ülke olarak bağımsızlıklarının kısmen de olsa kaybedeceklerinden korkuyorlardı."[35]

    Ağustos 2009'da, İzlanda hükümeti, "İngiltere ve Hollanda'ya, İzlanda döviz tevdiat hesabında kaybolan 5 milyar dolardan fazla parayı geri ödemek adına bir yasayı meclisten geçirdi.":

    "Zaten ekonomik krizin parasız bıraktığı İzlandılar, diğer hükümetlerin gözetimi altında, özel bankaların yaptıkları yanlışların bedellerini ödemekle yükümlü kılındılar."

    "Oklar, bir çeşit anti-terörizm yasası kullanarak, geçen seneki kriz boyunca İzlanda'nın varlıklarını zimmetine geçiren İngiltere'ye çevrilmişti ki bu insanlar tarafından yarayı deşmek olarak tanımlanmıştı."

    "Hükümet, çok kısıtlı seçenekler arasından doğru olanı yapıp, yardımın devamını garantiye aldığını savundu. Yardımın reddinin, İngiltere ve Hollanda'nın IMF'den gelen yardımı engellemelerine sebebiyet verebileceğini söyledi."[36]

    İzlanda şu anda IMF'nin ve alacaklılarının hizmetinde. Uzun zamandır güçlü bir ekonomi ve güçlü bir bağımsızlık duygusuyla övünen bu küçük bağımsız ülke, dizlerinin üstüne çöktürüldü.

    2010'un Ocak ortasında, IMF ve İsveç; İzlanda'nın, batık bankası Icesave için İngiltere ve Hollanda'ya ödemesi gereken 2,3 milyar dolarlık tazminatı ödeyememesi yüzünden, İzlanda'ya borç verme işini durdurdular. "İsveç, İngiltere ve IMF, alacaklarına karşılık olarak İzlanda'nın, İngiltere'deki varlıklarını koruması için şantaj yapıyorlar."[37]

    Şubat 2010'da, Avrupa Birliği'nin, İzlanda'nın 2012'de birliğe tam üyeliğini sağlamak için müzakerelere başlayacağı belirtildi. Bununla birlikte İzlanda'nın hayalleri "batan bir bankanın hesaplarından çıkan ve İngiltere ile Hollanda'ya ödenmesi gereken 5 milyar dolarlık borca bağlı."[38]

    İzlanda adeta geleceğin habercisi gibi. Egemen borç krizi, İzlanda'yı dizlerinin üzerine çöktürdü ve yeni hedeflerine doğru yol alıyor.

    Finansal Fırtınaya Yakalanan Dubai

    Birleşik Arap Emirlikleri'nin oluşturan altı emirlikten biri olan Dubai için, Şubat 2009'da The Guardian şöyle diyordu: "Kum tepelerini parlayan bir metropole çeviren, dünyanın en yüksek gökdelenine ve en büyük alışveriş merkezine ev sahipliği yapan hatta bazılarına göre azgın kapitalizme büyüme alanı olan 6 yıllık hızlı bir gelişme, şimdilerde durmaya doğru yaklaşıyor." Dahası, Dubai'yi, ödünç alınan nakit paraların ve spekülatif yatırımın sırtında çılgın bir büyümeye doğru iten emlak balonu patladı."[39]

    Aylar sonra, Kasım 2009'da, Dubai resesyon ve bir sonraki finansal kriz dalgasının korkusuyla birlikte bir borç krizine saplandı. The Guardian:

    "Hükümetler faiz oranlarını kestiler, küresel finans sisteminin çöküşünden hemen sonra büyümeyi hızlandırabilmek adına yeni elektronik para oluşturdular ve bütçe açıklarının rekor düzeylere ulaşmasına izin verdiler. [...] Petrole sahip olmalarına rağmen, sorun hala bu ülkelerin birçoğunda kredi büyümesinin çok yüksek düzeyde olmasıdır. Açık bir şekilde, 2010'da vitrinde yeni sorunlar görebileceksiniz."

    Komşu petrol zengini emirlik Abu-Dabi, 10 milyar dolarlık bir kurtarma paketiyle Dubai'nin yardımına geldi ve BAE Dışişleri Bakanı'nın, Dubai'deki krizin bittiğine dair bir açıklamada bulunmasına neden oldu.[41]

    2010'un Şubat ortasında, Dubai'nin yenilenen borç krizi korkusu yeniden yayılmaya başladı. Morgan Stanley, "bir Dubai temerrüdüne karşı uygulanacak olan sigortanın maliyeti, Kasım'da doruk noktasına ulaşan borç krizindekiyle eşdeğer" dedi.[42] Korkular ise şu şekilde yayıldı:

    "Piyasaların korkulara; bir devlet işletmesi olan Dubai World'ün, bir yeniden yapılanma planı dahilinde, alacaklılara alacaklarının sadece %60'ını vereceğini söylemesi şeklinde tepkisi üzerine yatırımcılar dikkatlerini Körfez'e çevirdiler."[43]

    Bir kez daha, hükümetlerin, kriz patlak verdiğinde amaçları, uluslarını çöken bir ekonomiden ve şişirilen dövizden kurtarmak değil, büyük bankaların ve şirketlerin çıkarlarını gözetmek oldu.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi jay jay justified -- 6 Mart 2010; 6:03:24 >




  • Abd'de Sağcı Milisler Üçe Katlandı

    WASHINGTON (A.A) - 05.03.2010 - ABD'de, geçen yıl tarihin ilk siyahi başkanının göreve gelmesinin ve ekonomik krizin patlak vermesinin ardından aşırı uçlardaki hareketlerle sağcı milislerin sayısının neredeyse üçe katlandığı belirtildi.
    Bu hareketleri izleyen Southern Poverty Law Center adlı derneğin yıllık çalışmasının yayımlanan sonuçlarında, geçen yıl 512 grubun aktif hale geldiği, 2008'de ise bu sayının 149 olduğu belirtildi.

    Raporda, göçmenlere karşı çıkan grupların sayısının 173'ten 309'a yükseldiğine dikkat çekilirken, derneğin başındaki Mark Potok, "bu tür grup ve hareketlerde patlama olduğunu saptamış bulunuyoruz" ifadesini kullandı.

    Potok, aşırı sağcı ve ırkçı grupların sayısının artışını, Barack Obama'nın başkan seçilmesinin yanı sıra borçlanma ve işsizliğin artmasına yol açan ekonomik krize de bağladı.

    Kaynak : Anadolu Ajansı


    Toplama kampları bomboş, ziyaretçilerini bekliyor..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hazardousmen -- 6 Mart 2010; 19:47:14 >




  • İran'a akaryakıt ambargosu
    İngiliz Financial Times gazetesi, dünyanın en büyük petrol şirketlerinin İran'a akaryakıt satmaktan vazgeçtiğini yazdı

    Financial Times, dışarıdan günde 130 bin varil yakıt alan Tahran'a bu miktarın yaklaşık yarısını sağlayan Vitol, Glencore ve Trafigura adlı üç enerji şirketinin akarşyakıt satışını durdurduğunu belirtirken, ''bunun yaptırım tehditlerinin ve Washington'un perde arkasında yürüttüğü çabaların bir sonucu olduğu'' yorumunu yaptı.

    İran'ın dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri olmasına rağmen, rafinelerin kötü durumda olması ve cömertçe sübvanse edilen benzine aşırı talep nedeniyle dışarıdan günde 130 bin varil yakıt aldığına dikkati çeken FT, üç enerji şirketinin ''siyasi risk'' nedeniyle satışı durduğunu kaydetti.

    FT, İran'ın bunun üzerine Dubai ve Çin'deki küçük şirketlere yöneldiğini belirterek, ''Amerikan olmayan şirketlerin İran'a benzin satışı yasal. Ancak Amerikan yönetimi, İran'ın nükleer silah peşinde olduğu gerekçesiyle bunu da yaptırımlar kapsamına almak istiyor. Petrol şirketleri ise konuyla ilgili yorum yapmak istemiyor'' ifadesine yer verdi.

    ----

    Bir işler çeviriyorlar, bakalım hadi hayırlısı..

    Açıkçası İran'ın nükleer güç olmasının sadece '' uydurma hikaye '' ( bu ''cover story'' teriminin Türkçe'si nedir acaba?) olduğunu düşünüyorum..

    Bu bahaneyle Çin'den gelebilecek saldırılar için Türkiye'ye füze kalkanı kurabiliyorlar... Çin'e petrol akışını kesebilecek Hürmüz boğazını kapatmayı düşünebiliyorlar.. İran'a petrol akışını kesebiliyorlar.. Çok işe yarar bir hikaye..,

    Ayrıca haberde ''cömertçe sübvanse edilen'' denilmiş, ama İran'da benzin karne ile satılıyor şu anda, sanırım binek arabaya aylık 100 lt tanınıyordu, 6 ay önce onları da yarı yarıya azalttılar, aylık 50 lt veriyorlar, yanlış bilmiyorsam..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hazardousmen -- 9 Mart 2010; 12:50:37 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen
    Açıkçası İran'ın nükleer güç olmasının sadece '' uydurma hikaye '' ( bu ''cover story'' teriminin Türkçe'si nedir acaba?) olduğunu düşünüyorum..

    Bana da öyle geliyor ama İran'ın "projelerimize devam edeceğiz" şeklindeki açıklamaları ABD'nin ekmeğine yağ sürmüyor mu? Onu anlamıyorum. Hani nükleer elektrik santrali yapmasa ne kaybeder İran?
  • Şaka bir yana İrana biz benzin satalım. İç piyasada yeterli tüketimimiz olmadığından benzini 45 Kuruşa ihraç ettiğimizi okumuştum bir yerde. Nakit olmasa da ham petrol ile takas yapabiliriz ve bu sayede hükümet de biraz insaflı davranırsa motorinin fiyatı da düşer gibi... İyi bir hayal değil mi? Tabii Amerika'ya "One Minute" demek şartıyla.
  • quote:

    Bana da öyle geliyor ama İran'ın "projelerimize devam edeceğiz" şeklindeki açıklamaları ABD'nin ekmeğine yağ sürmüyor mu? Onu anlamıyorum. Hani nükleer elektrik santrali yapmasa ne kaybeder İran?


    Herkes ABD ve İran'ı düşman olarak zannediyor ama şu hikayeyi bilirsiniz..

    Yolda yanlız başınıza giderken iki tane kavga eden genç görürsünüz, ayırmaya çalışırsınız, sonra bir bakarsınız cüzdan gitmiş, o iki genç de elele kolkola arka sokakta paraları bölüşüyor..

    Tabii bilinçli mi yapıyorlar bilinçsiz mi onu bilemiyorum, ama gelişmeler ABD'nin lehine gelişiyor ne hikmetse..
  • Arkadaşlar şu sıralarda epeyce yoğun günler geçiriyorum. Taşınma telaşındayım. Başlığa bakamayacağım. İyi forumlar.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi jay jay justified -- 10 Mart 2010; 19:34:21 >
  • burası sessiz olunca daha çok korkuyorum. dayanamadım bir mesaj atmak istedim.
    oralardasınız değil mi?
  • Buradayız. Ben hapse girersem burada okursunuz merak etmeyin.
  • Petrol zirvesi, enerji kaynaklarının tükenmesi gibi çok önemli parametreler kaçırılınca köşe yazarları, yahut analizciler bilgileri alıp harmanlayamıyorlar.. Ya da sürekli bir kanadı eksik harmanlıyorlar.. Koyduğum yazı da da siyah kısımlar, gerekli bilgilerdir bana göre..

    http://www.odatv.com/n.php?n=iste-abdnin-yeni-isgal-plani-2601101200

    ABD Küba, Irak, İran, Afganistan'da savaşla ve bir çok ülkede askeri darbelerle başaramadığını anlamış olacak ki, şimdi de yoksul ülkeleri işgal etmek için daha farklı yollara başvuruyor.

    Yoksul ülkeler ve metropolleri icin uygulanmak istenen senaryo aslında Haiti'nin deprem nedeniyle yaşadağı büyük yıkımdan sonra sürekli gündemde. Haiti'nin işgal edilip yönetimin sömürgecilerin eline geçirilmesi. Ama artık alan genişletiliyor.

    Sömürgeci aktörler Ekonomi Nobel’ine yıllardır aday gösterilen bir ABD’li iktisatçıyı yeni oyunun senaristi olarak cepheye yolluyor.

    Paul Romer.

    1990 yılından itibaren ekonomi camiasında büyük ilgi gören neoklasik "Yeni Büyüme Kuramın'nın" fikir babası.

    Romer şimdilerde yoksulluğa karşı savaş açma ve dünyanın aşırı derecede artan nüfusunun önüne geçme bahanesiyle gelişmekte olan ülkeleri ve metropollerini işgal etmeyi öneriyor. Romer'in senaryosunun ismi "Charter Cities" (www.chartercities.org).

    "Kiralık Kentler".

    Peki, senaryo nasıl gerçekleştirilecek?

    Gelişmekte olan ülke boş bir arazi tahsis ediyor. Bir (örneğin Almanya) veya birkaç sanayileşmiş ülke (örneğin İngiltere, Fransa ve ABD) kuruluş anlaşmasını hazırlıyor. Bu anlaşmayla boş arazi üzerinde kurulacak şehir icin koşullar belirleniyor. Yani toprak yoksul ülkelerden kanunlar ise zengin ülkelerden. Bir ülkenin geleceği yasal, siyasal ve iktisadi koşullara bağlı olduğuna göre, bundan sonra bu ülke yeni yöneticilerin desteğiyle kendiliğinden gelişecektir, diyor Romer.

    Romer'in Nobel Ödülü’ne layık görülen Büyüme Modeli'nin içeriği çok basit: Sermayeyi bilgiyle birleştirip büyüme hızını arttırmak.

    Ama ya sermaye yoksa? Ya bilgi yoksa?

    İşte tam o zaman "Charter Cities" modeli giriyor işin içine. Sermayesi ve bilgisi olmayan ülkelerin imdadına ikisinden de fazlasıyla olan zengin ülkeler koşuyor. Ve yoksulluk ve ümitsizlik içinde tam da batmaya hazır olan ülke kiralanarak kurtarılıyor.

    Hong Kong kiralık şehir icin örnek gösteriliyor. Hong Kong adası İngilizler tarafından 1841'de işgal edilmiş, 1997 tarihinde tekrar Çin Halk Cumhuriyet’ine devredilimişti. Paul Romer’e göre sömürgecilik olmasaydı Hong Kong asla bu denli gelişemez, geçmişin kapalı ekonomisi Çin Halk Cumhuriyeti Piyasa Ekonomosi'ne geçemezdi.

    Romer'in gözardı ettiği üc noktaya da biz değinelim:

    Birincisi: Yoksul ve gelişmekte olan ülkeleri kurtarmak icin ille de toprak kiralamak gerekmiyor. Silah satmayın. Asker göndermeyin. Ülkelerin kaynaklarından elinizi çekin. şimdiye dek sömürerek kaçırdığınız paraları bu ülkelere iade edin. Etnik grupları birbirine kışkırtmayın. Siyasetçilere komplo düzenlemeyin. Anlayacağınız, gölge etmeyin yeter.

    İkincisi: Honk Kong’u sömürgecilik kurtardı diyelim. Ya bir türlü durulmayan Afrika ülkelerine ne diyeceksiniz? Oranın toprakları zaten büyük petrol şirketlerinizin elinde, pırlanta, elmas ve altın sayesinde elde edilen paralar doğrudan sizin cebinize akıyor, bu kıtanın ülkelerine yerleştirdiğiniz diktatörleri zaten istediğiniz gibi kullanıyorsunuz.

    Üçüncüsü: İnsan faktörü. Savaş ve farklı yayılmacı oyunlara rağmen işgal edilemeyen ülkelerin insanları, ülkelerinin satılmasına büyük bir ihtimalle yine göz yummayacaktır. Çaresiz de kalsa, ümitsiz de olsa.

    Paul Romer’e buradan önerimiz. Gidin "Kiralık Kent" senaryosundan Holywood’da hoş bir bilim kurgu filmi çıkarın.



    -------------------

    Günümüzde enerji ihtiyacının en çok olduğu yerler, mega kentler dediğimiz kentler.. Enerji tüketiminin düşürülmesi ise bu kentlerin nüfusunun azaltılmasından geçer.. Gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelere ''enerji ihtiyacını azalt'' demesinin bir yolu olarak kullanılabilir.. Kopenhag anlaşması sökmedi, bakalım bu yol söker mi, çare çok nasıl olsa da, son çareler kötü çareler oluyor ama..




  • Nihayet eve taşınabildim arkadaşlar. Düzenimi kurar kurmaz bir şeyler yazmaya devam edeceğim :)
  • quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen

    Hong Kong kiralık şehir icin örnek gösteriliyor. Hong Kong adası İngilizler tarafından 1841'de işgal edilmiş, 1997 tarihinde tekrar Çin Halk Cumhuriyet’ine devredilimişti. Paul Romer’e göre sömürgecilik olmasaydı Hong Kong asla bu denli gelişemez, geçmişin kapalı ekonomisi Çin Halk Cumhuriyeti Piyasa Ekonomosi'ne geçemezdi.


    İşte mala, paraya, cisimlere, sanayi ürünlerine, yani modern uygarlığa taparsanız "biri bizi işgal etsin de gelişelim, kalkınalım" sonucuna varırsınız. Olabilir, işgal, manda, himaye, dolaylı sömürü sizi kalkındırabilir, size elektrik, su, ilaç, aslaft, otomobil, televizyon, bilgisayar, internet sağlayabilir ama hayat bu mudur? Hayat sanayidir, üretimdir diyorsanız geçenlerde bir arap kızının televizyonda dediği gibi "keşke İngiltere sömürgesi olsaydık, o zaman gelişmiş bir ülke olurduk" diye sayıklarsınız. Sömürü kalkınmayı getirir diyene bir antitez sunmayacağım. Sunamadığımdan değil, bence olayın özü başka. Olayın özü şu: Hayatın kalitesi kullanılan sanayi ürünleriyle ya da tüketilen doğanın miktarıyla mı doğru orantılıdır? Yoksa başka bir şeyle mi?




  • 
Sayfa: önceki 6566676869
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.