Şimdi Ara

Dünya Petrol Krizi - Peak Oil (69. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
3.089
Cevap
40
Favori
190.307
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
4 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 6768697071
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Atatürk AM kurumundan araştırdığıma göre, 1923 1929 arasında liberal bir politika izlenmiş, tabii o zamanlar Türk değerleri bugünkünden çok daha üstünde olduğu için Türk üretimine önem de verilmiş.. Dünyada ise aynı politika mevcut olduğundan Türkiye de bu konjonktüre eklemenmeye çalışmış, 1929 krizinden sonra ise tüm dünyada olduğu gibi bizde de devletçilik politikası uygulanmaya başlanmış, korumacılık gelmiş.. 29'dan 46ya kadar öyle gidilmiş, bu dönemde de epey iyi atılım yapılmış, ama sonra çökmüş, yabancı sermayeye ardına kadar açılmış kapılarımız..



    yabancı sermayaden yararlanma fikri zaten birinci iktisat kongresinde Atatürk tarafından açıklanmıştı. Cumhuriyet kurulur kurulmaz hemn fabrikaların yapılmasını beklemek zaten çok büyük bir hata olabilirdi. ilk önce ilkeler ve neler yapılacağı planlanmış ki zaten büyük önderimize yakışan ve bizlerin halen tam kavrayamadığı nokta bir fikir uygulamaya geçmeden PLANIN çok deetaylı şekilde yapılması ve bunu uyygulayacak ve denetleyecek kurumların oluşturulması gereksinini de ortaya çıkarmaktır. lilk adımlardan birisi milli bir banka kurmak idi ki zaten bu İşbankası olarak yapılmıştır. Banka kurulur kurulmaz sermaye bulacak değil ya , birikim zaman alan ve finasn açısından borçlanmagerektiren bir mevzudur . Ülke yeni savaştan çıkmış her yer bitap darmadağın sanırım ilk 3-5 sene sadece toparlanma ve devletçilik dahil bir çok adımın atılması için bir geçiş dönemi idi. Şimdiki hükemetin dğnyanın bilmem kaçıncı ekonomik gücüyle 6 yılda yaptığına bir bakalım aldığı borca bakalım sonra kalkınma jhızını bu dönemle kıyaslamak doğru değilse bile yan yana koyalım. yapılan işin büyüklüğü anlaşılacaktır.

    1929 kadar yapılanlar es geçilmesin tüm ciddi işlerin PLAnı ve kanunların yürürlüğe konması bu aralığa çoğu ziplenmiştir. böylesine kısa zamanda böylesine büyük adımları atan ne devlet adamı ne de hükümet çıkmıştır bir daha.

    Türkiye İş Bankası - 1924

    Aşar Vergisinin kaldırılması - 1925

    Sanayi ve Maadin Bankası – 1925

    Reji İdaresinin tasfiyesi - 1925

    Emlak ve Eytam Bankası – 1926

    Kabotaj Kanununun kabulü - 1926

    Kayseri Uçak Fabrikası - 1926

    Alpullu ve Uşak Şeker Fabrikaları – 1926

    İstatistik Umum Müdürlüğü – 1926

    Nüfus, Sanayi, Tarım Sayımı - 1927

    Devlet Demiryolları ve Limanları İdaresi - 1927

    Sanayi Teşvik Kanunu – 1927

    Osmanlı Borçlarının Tasfiyesi Antlaşmasının Kabulü - 1928

    Lozan’da dayatılan 1916 gümrük tarifelerinin düzeltilmesi – 1929




  • quote:


    1929 kadar yapılanlar es geçilmesin tüm ciddi işlerin PLAnı ve kanunların yürürlüğe konması bu aralığa çoğu ziplenmiştir. böylesine kısa zamanda böylesine büyük adımları atan ne devlet adamı ne de hükümet çıkmıştır bir daha.


    Bunun sebebi, bu kurucu kadroların Osmanlının son dönemde yetiştirmiş olduğu devlet adamları olmalarıdır, mükemmel değildirler, hataları olabilir ama bugünkülerle kıyaslarsak kat be kat iyidirler..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hazardousmen -- 25 Mart 2010; 20:17:33 >
  • Sn. hazardousmen maalesef Atatürk'ün Türkiye'nin yüzünü batıya döndürdüğü, Batıcı olduğu söylenir ve de kabul görür. Halbuki ben Metin Aydoğan'dan okurken tam tersine Türkiye'yi Batı'nın boyunduruğundan kurtarmayı hedefleyen, askeri-ekonomik-siyasi-kültürel olarak tam bağımsız modern bir ulus devlet kurmayı hedefleyen, bunu içeride ve dışarıda neredeyse herkese rağmen sadece halka dayanarak başaran, müthiş bir üçüncü dünya devrimcisi ile tanıştım. ( Ülkeye Adanmış Bir Yaşam I ve II ) Benim görüdüğüm bugün yaşadıklarımız gerçekten 100 yıl önce yaşadıklarımıza çok benziyor, dert benzer ise derman da benzer olmalı...

    Gelelim konumuza, ben önümüzdeki dönemde ne paranın ne silahların hatta petrol sahalarına hakim olmanın güçlü olmak için önemli olmayacağını düşünüyorum, bence gelecekte güçlü olacaklar Sürdürülebilir Bağlantılı Sistemleri kurmuş olanlar olacak ( açıklayacağım )

    Önümüzdeki dönemde önce petrol sonrasında fosil yakıtlar kıt olacak. Ben önümüzdeki dönemde yapılabilecek hiç bir şeyin buna engel olamayacağını düşünüyorum ( daha büyük bir alternatif depolanmış enerji bulmak hariç, örneğin soğuk füzyon ). Bana göre işin doğasında bu var, yani insanlar fosil yakıtlar kıtlaşana kadar daha fazla tüketecek, bu aslında stok enerjiden beslenen her türlü sistemde beklenen bir sonuç; örneğin sütün içindeki bakteri tüm sütü kaplayana ve tüketene kadar artar çoğalır, sonrasında çoğalma durur ve bir süre sonra büyük kısmı ölür.

    Aslında Olduvai teorisi tam da bunu söylüyor, insanlık kalan enerjiyle azalan ölümcül bir düşüşe girecek diyor; ancak ben bunu da doğru bulmuyorum; Yenilenebilir Enerji'nin denklemi değiştireceğini düşünüyorum. Burada Yenilenebilir Enerji'nin şu anda fosil yakıtlardan elde ettiğimiz enerjinin yerine tutacağını söylemiyorum, yani hiç bir zaman mevcut santrallerinin tümünü güneş-rüzgara çevirip 1,5 tonluk arabalarımızı sürecek enerjiyi bulamayacağız. Ancak yenilenebilir bir miktar enerji sağlayacak, bu enerjiyi tek seferde harcamak yerine (örneğin arabanızla dolaşarak), daha uzun ardışık süreçte kullanarak verimini arttıracağız. ( örneğin kesilmiş saman -depolanmış güneş enerjisi- önce inekleri besleyecek, sonra çıkan gübreden biyogaz elde edilecek, biyogazdan elektrik elde edilecek, elektrik elde edilirken artık ısı mekan ısıtmada kullanılacak ). Benzer bir süreci hammaddeler için yapacağız, tek seferlik kullanımdan sonra atmak yerine geri dönüştüreceğiz. Burada ardışık süreçlerde mümkün olduğunca yenilenebilir enerji/doğal hammadde katılması durumunda 1 enerjiden veya 1 birim hammaddeden elde edeceğimiz sonuç hızla artacak. %50 geri dönüşüm için 2 katına, %80 geri dönüşüm için 5 katına, %95 geri dönüşüm için 20 katı çıktı elde edebileceğiz.

    Burada kritik bir konu ortaya çıkıyor, birbiriyle bağlantılı -enerji ve hammadde olarak - süreçler; üstelik bu süreçlerin merkezi olmasına imkan yok yerel olmak zorunda, enerjiyi ve hammadeyi ( unutmayın bunlar yenilenebilir, elektrik yerine belki biyokütle, belki güneş ısısı ) taşımak daha fazla enerji demek... Yerel, içinde yenilenebilir enerji-hammadde olan birbiriyle bağlantılı ardışık hammadde-enerji süreçleri. İşte benim Sürdürülebilir Bağlantılı Sistemler dediğim bu. Bugün tüm sistemlerimiz kolay taşınabilir petrole ve kolay elde edilebilir suni hammaddeye göre yani bununla alakası yok, hepsini buna çevirmek gerekecek.

    Burada ardışıklık arttıkça sistem verimi ve elde edilen çıktılar artıyor. Aslında bu durum da bir akıştan beslenen doğal sistemler için geçerli, bu doğal sistemlerde gittikçe daha uzun enerji-hammadde süreçleri oluşuyor; bir doğal sistem geliştikçe enerjiyi ve hammaddeyi daha verimli kullanıyor.

    Onun için şimdiden enerjiyi ve hammaddeyi ardışık kullanan süreçler oluşturmak için çalışmak lazım...

    Buradaki bir çok fikrin kaynağı olan site:www.holon.se




  • quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen

    Bunun sebebi, bu kurucu kadroların Osmanlının son dönemde yetiştirmiş olduğu devlet adamları olmalarıdır, mükemmel değildirler, hataları olabilir ama bugünkülerle kıyaslarsak kat be kat iyidirler..


    Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda büyük rol oynayan isimlerin (Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar... vs) Rumeli asıllı olmaları ve atalarından gelen bir bağımsızlık duygusu ile yetişmiş olduklarından bahsetti derste hoca. Daha doğrusu ezilmişliğe karşı bir tepkiydi bu ve ülke yönetimindeki davranışlarında tezahür buldu. Bağımsızlık için attıkları adımların bir nedenini de böyle açıklamıştı kendisi. En azından bu da bir bakış açısıydı. Ben bu açıdan bakmamıştım.

    Bir de şu var; sosyo-ekonomik alanda atılan adımların yanında sosyo-kültürel adımlar da vardı. Jakobenizm dediğimiz bir tepeden inmeci çerçeve içerisinde atıldı bu adımlar ve bu kadar kısa sürede yapılmalarının sıkıntısını ülke hala çekiyor ve ne kadar süre daha çekeceği belli değil. Keşke sadece vezir hocamın saydığı şeylerle sınırlı kalabilseydi bazı şeyler. Öyle olmadı ve halk bir dönem kabul etmiş gibi göründüğü şeyleri gerçekte kabul edip etmediğini zaman içerisinde belli etti.

    Ulus-devlet diyoruz sürekli lakin bugünün gerçek ulus devletleri olarak İtalya ya da Japonya gibi birkaç ülke olarak gösteriliyor. Kalanlar çokuluslu devletler. Özellikle de ABD ve Türkiye gibi ülkeler. Zamanında yapılan inkılapların gebe olacakları sonuçların çeşitliliği de bizim gibi ülkelerde nispeten fazla.




  • quote:

    Sn. hazardousmen maalesef Atatürk'ün Türkiye'nin yüzünü batıya döndürdüğü, Batıcı olduğu söylenir ve de kabul görür. Halbuki ben Metin Aydoğan'dan okurken tam tersine Türkiye'yi Batı'nın boyunduruğundan kurtarmayı hedefleyen, askeri-ekonomik-siyasi-kültürel olarak tam bağımsız modern bir ulus devlet kurmayı hedefleyen, bunu içeride ve dışarıda neredeyse herkese rağmen sadece halka dayanarak başaran, müthiş bir üçüncü dünya devrimcisi ile tanıştım. ( Ülkeye Adanmış Bir Yaşam I ve II ) Benim görüdüğüm bugün yaşadıklarımız gerçekten 100 yıl önce yaşadıklarımıza çok benziyor, dert benzer ise derman da benzer olmalı...


    Bana kalırsa bizimkilerin yaptığı çağdaşlaşma modeli epey mi epey yanlıştı, çünkü 100 yıl geçtikten sonra bunun tutmadığını görüyoruz.. Sürekli bir tartışma durumu, yıkma isteği mevcut..

    Nasıl bir mobilyanın görünümünü güzelleştirmek için onu önce iyice zımparalarsınız, üstüne tekniklerini uygulayarak boya sürersiniz, eğer bunları yapmadan boyayı sürerseniz, üstteki boya bir süre sonra atar, alttaki boyayla üstteki boya bir süre sonra karışır, alaca bulaca olur, karman çorman bir şey olur..

    Bugün de Türkiye'nin durumu budur, o devrimlerin yapıldığı yıllardaki sosyo kültürel durum ile bugünkü sosyokültürel durum arasında çok çok farklılık vardır, 1900lerin kültürel durumu arasında ise çok çok farklılık vardır.. Yapılan hamlelere bakarsak, tamamen dış görünümü, yaşantıyı, sosyo kültürel durumu değiştirmeye yöneliktir..

    Çağdaşlaşma bana göre, iyi insan, nitelikli insan yetiştirerek ulusun yükselmesini sağlamaktır, bu ne yazıkki başarılamamıştır, tabii bunun hem modelde yanlışlığı vardır, hem de bizim insanımızın kendi kimyası bunu engellemiştir.. Öte yandan bu çağdaşlaşma modeli müthiş bir kültürel dezenformasyonu da beraberinde getirmiştir..

    Aslında Japonya örneğini incelemek lazım, aynı sürede yola çıktık, bugün biz ne haldeyiz, Japonya ne halde..




  • sayın jay jay ,

    Bu söylemiş olduklarınız DEVRİM doğal bir sürecidir. Cumhuriyete geçişimiz devrim ile olmuştur dolayısı ile sıkıştırılmış ve önceden PLAN lanmış (ancak büyük bir birikim bunu başarabilir )temel taşlar uygulamaya geçirilmeden zaten başarılamazdı. Bugunun sıkıntıları devrim kanunlarını anlayamamış behbat zihinlerin kendi kurgularını ve çıkar çevrelerini devamlı olarak öne sürmelerinden kaynaklanmıştır. Ancak cesareti olmayan bu zihinlerin devrim cesareti gösteren yüreklere yaptığı saldırılar ancak granit kayaya elleriyle aşındırmak için vurmalarından başka bir şey ifade etmeyecek ancak bol bol ses çıkaracaktır.Bu sesleri duyanlar ise bazı şeylerin yerine oturmadığını sanma hatasına düşebilirler. Graniti granit yapan onun ilkeleri ve sağlamlığının mevcudiyeti ise yaşayan halkın bunu içlerinde benimsemesidir. ne zamn ki halk artık yüreklerini bir kenara koyar paranın , çıkarın , dünyasal zevklerin esiri olur ,işte o an kaya artık granit değil pomza taşına dönüşür .isteyen istediği kadar oyar içine yerleşir.

    şimdi eğer dünyada yapılmış devrimler inclenirse benzer süreçlerin olduğu görülecektir. ilk yıllar çok disiplinli veacılı geçişler yaşamıştr. Ancak halk kendi için yapıldığını anlamadığı andan devrimin gücü zayıflar çünkü halk desteği bu sürecin ön önemli halkalarından birisidir.


    edit
    quote:

    Bir de şu var; sosyo-ekonomik alanda atılan adımların yanında sosyo-kültürel adımlar da vardı. Jakobenizm dediğimiz bir tepeden inmeci çerçeve içerisinde atıldı bu adımlar ve bu kadar kısa sürede yapılmalarının sıkıntısını ülke hala çekiyor ve ne kadar süre daha çekeceği belli değil. Keşke sadece vezir hocamın saydığı şeylerle sınırlı kalabilseydi bazı şeyler. Öyle olmadı ve halk bir dönem kabul etmiş gibi göründüğü şeyleri gerçekte kabul edip etmediğini zaman içerisinde belli etti.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi vezir -- 26 Mart 2010; 14:24:16 >




  • yıkma isteği cumhuriyetin ilk yıllarında ne ise bugun de daha farklı bir konumda değildir. bizleri yanıltan basın ve iletişimin artması ile halkın durumunu sosyal kültürel yapısını kuşbakışı görüşümüz değişmiştir. Asında öyle sanılmaktadır bu bir yanılsamadır aynen şimdi eskiden daha refah içinde yaşadığımızı düşündüğümüz gibi bir yanılsama ve bakış açısıdır. toplumlarında bakış açıları vardır ve zaman içinde bunlar değişebilir bunu sağlayan iletişimin gücüdür .yoksa ne okur yazarlığımız arttı ne de cahil halkın oranı değişti. Cahilliğimizin ne kadar kötü bir şey olduğunu en iyi vurgulayan kişilerden birisi Atatürk'dür. Cahilliğimiz mutlak olarak azalırsa bilim teknik ,araştırma , PLAn ve öngörü mekanizmalarımız ne kadar gelişirse ilerlerme olur. Yoksa ne evinizdeki LCd telvizyon ne otomatik çamaşır makinesi sayısı cahillik seviyesini değiştirmeyecektir. Bunu zengin petrol ülkelerini inceleyenler daha net kavrayacaktır.herşeyi para ile satınalabilirsiniz ve kültürel açıdan değişim yaşayabilirsiniz ancak bağımsızlığınızı sağlayacak olan cahilliğin azaltılmasının bir amaç ve hedef olark korunmasıdır esas olan.

    japonya örneği gerçekten incelenmesi gereken önemli mihenk taşlarından biridir , Almanya örneği de benzerdir. Bilim ve bilim adamlarını desteklemyen milli duruşunu yozlaştırmayan her ülke başarıyı yakalayacaktır. Para geçici değeri olan bir kağıt parçasıdır önemli olan doğruyu bulmaktaki inanç ve istektir.
    quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen

    quote:

    Sn. hazardousmen maalesef Atatürk'ün Türkiye'nin yüzünü batıya döndürdüğü, Batıcı olduğu söylenir ve de kabul görür. Halbuki ben Metin Aydoğan'dan okurken tam tersine Türkiye'yi Batı'nın boyunduruğundan kurtarmayı hedefleyen, askeri-ekonomik-siyasi-kültürel olarak tam bağımsız modern bir ulus devlet kurmayı hedefleyen, bunu içeride ve dışarıda neredeyse herkese rağmen sadece halka dayanarak başaran, müthiş bir üçüncü dünya devrimcisi ile tanıştım. ( Ülkeye Adanmış Bir Yaşam I ve II ) Benim görüdüğüm bugün yaşadıklarımız gerçekten 100 yıl önce yaşadıklarımıza çok benziyor, dert benzer ise derman da benzer olmalı...


    Bana kalırsa bizimkilerin yaptığı çağdaşlaşma modeli epey mi epey yanlıştı, çünkü 100 yıl geçtikten sonra bunun tutmadığını görüyoruz.. Sürekli bir tartışma durumu, yıkma isteği mevcut..

    Nasıl bir mobilyanın görünümünü güzelleştirmek için onu önce iyice zımparalarsınız, üstüne tekniklerini uygulayarak boya sürersiniz, eğer bunları yapmadan boyayı sürerseniz, üstteki boya bir süre sonra atar, alttaki boyayla üstteki boya bir süre sonra karışır, alaca bulaca olur, karman çorman bir şey olur..

    Bugün de Türkiye'nin durumu budur, o devrimlerin yapıldığı yıllardaki sosyo kültürel durum ile bugünkü sosyokültürel durum arasında çok çok farklılık vardır, 1900lerin kültürel durumu arasında ise çok çok farklılık vardır.. Yapılan hamlelere bakarsak, tamamen dış görünümü, yaşantıyı, sosyo kültürel durumu değiştirmeye yöneliktir..

    Çağdaşlaşma bana göre, iyi insan, nitelikli insan yetiştirerek ulusun yükselmesini sağlamaktır, bu ne yazıkki başarılamamıştır, tabii bunun hem modelde yanlışlığı vardır, hem de bizim insanımızın kendi kimyası bunu engellemiştir.. Öte yandan bu çağdaşlaşma modeli müthiş bir kültürel dezenformasyonu da beraberinde getirmiştir..

    Aslında Japonya örneğini incelemek lazım, aynı sürede yola çıktık, bugün biz ne haldeyiz, Japonya ne halde..




  • quote:

    Aslında Olduvai teorisi tam da bunu söylüyor, insanlık kalan enerjiyle azalan ölümcül bir düşüşe girecek diyor; ancak ben bunu da doğru bulmuyorum; Yenilenebilir Enerji'nin denklemi değiştireceğini düşünüyorum. Burada Yenilenebilir Enerji'nin şu anda fosil yakıtlardan elde ettiğimiz enerjinin yerine tutacağını söylemiyorum, yani hiç bir zaman mevcut santrallerinin tümünü güneş-rüzgara çevirip 1,5 tonluk arabalarımızı sürecek enerjiyi bulamayacağız. Ancak yenilenebilir bir miktar enerji sağlayacak, bu enerjiyi tek seferde harcamak yerine (örneğin arabanızla dolaşarak), daha uzun ardışık süreçte kullanarak verimini arttıracağız. ( örneğin kesilmiş saman -depolanmış güneş enerjisi- önce inekleri besleyecek, sonra çıkan gübreden biyogaz elde edilecek, biyogazdan elektrik elde edilecek, elektrik elde edilirken artık ısı mekan ısıtmada kullanılacak ). Benzer bir süreci hammaddeler için yapacağız, tek seferlik kullanımdan sonra atmak yerine geri dönüştüreceğiz. Burada ardışık süreçlerde mümkün olduğunca yenilenebilir enerji/doğal hammadde katılması durumunda 1 enerjiden veya 1 birim hammaddeden elde edeceğimiz sonuç hızla artacak. %50 geri dönüşüm için 2 katına, %80 geri dönüşüm için 5 katına, %95 geri dönüşüm için 20 katı çıktı elde edebileceğiz.


    güzel tespitler zaten değişim de bu aşamada başlayacaktır. Artık 1.5 tonluk araçla bir kişi götürmek verimli olmayacağı eneerjinin pahalı olmasından dolayı şekil değiştirecektir. belki farklı geri dönüşümü yapılan malzemeden 300 kilo olarak, eksoz gazı çıkarmayan hidrojenli yakıt pilleri devreye girmesi zorunlu olacaktır. Eğer petrol arap ülkelerindeki gibi olursa kim benzinli dört zamnlı aracını değiştirmek isterki binde birkaç idealist insan ancak olur .yakılarak bir enerjinin güce dönüştürülmesi yerine farklı kimyasal süreçlerden yararlanarak verim artırılacaktır.

    elektrik üreten devasa kömür santralleri ve doğalgaz yakan santalleri göz önüne getirelim. Direk yanma hem oksijen tüketen hem atık yaratn hemde ısı enerjisini saklayamayacağınız bir çevirimdir. Bu çevirimde atık ısı her zaman bir kayıptır .atık ısıyı kontrol etmeyi başardığımızda belki bu kadar nufus için değil ancak daha az nufus için sürdürülebilir enerjiyi bulmuş olacağız.

    işte bu aşamda hidrojen en basit element olarak her zman ihtiyacımız olcak geleceğin enerji biçimi olarak saklanacak ve depolanacak , çevirime sokulacak bir şekle dönüşecektir.

    Prof dr. Nejat veziroğlu hocamızın öngörülerine göre 2075 te tüm dünya bu sisteme geçecek ama eğer hızlı davranabilirsek 2040 -2050 arasına dünyanın bu ara enerji şekli olan hidrojeni kullanan lider dünya ülkeleri arasında yer alamabilem şansımız varıdr ama hemn davranabilirsek yoksa ne oluyor bir bakalım adımlarını beklersek öküz tren misali 2100 yılında bile bu internet forumlarında torunlarımız bizleri neden geçiş olamadığı konusunda ciddi eleştirecekler ve dövüneceklerdir.




  • quote:

    Graniti granit yapan onun ilkeleri ve sağlamlığının mevcudiyeti ise yaşayan halkın bunu içlerinde benimsemesidir. ne zamn ki halk artık yüreklerini bir kenara koyar paranın , çıkarın , dünyasal zevklerin esiri olur ,işte o an kaya artık granit değil pmza taşına dönüşür .isteyen istediği kadar oyar içine yerleşir.


    Bir ekleme yapmak istiyorum, graniti çok güzel tarif etmişsiniz, ama biz işte o graniti hiç oluşturamadık, kendi kültüründen destek alarak bu değerleri yıkmaya çabalayanları geçtim, savunan kesime bakarsak da ortada temellenmiş bir kültür üzerinden yükselen bir yapı göremiyoruz, yani bu hareketler temelsiz, ve ancak bir iki nesil dayanabilecek inkılaplar olarak kalmıştır..

    Bizim ülkenin elit, okumuş kesimine bakarsak onların da Türkiye ve Türklük değerleri üzerinde pek alakadar olmadıkları görülür, zati çocuklarını Alman okullarına, İtalyan okullarına, Fransız okullarına yollayıp, sonra da yurtdışına gönderip orada güzel bir hayatı yaşamasını düşünen kesimden de aidiyet beklenmez.. Bugün elitist kesimin takıldığı yerlere bakılırsa, İngiliz elitistleri diyesim geliyor, dilleri bile neredeyse o tarafa benzemektedir çünkü..

    Tabii kesin genelleme yapmıyorum, ama 1940larda olanları okuduğum kadarıyla, yeni nesil öğretmenler, bilim adamları, fikir adamları yetiştikten sonra Anadolu'nun kalkınması için oraya giderken, bugün o coğrafyamıza sürgün yeri gözüyle bakılıyor, herkes batıya gitme telaşında..

    Aidiyet ve sorumluluk hisseden kesim varsa bile oranı çok az olmalı...

    Temelsiz olan herşey bir zaman sonra ciddi sarsıntıda çöker..

    quote:


    Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda büyük rol oynayan isimlerin (Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar... vs) Rumeli asıllı olmaları ve atalarından gelen bir bağımsızlık duygusu ile yetişmiş olduklarından bahsetti derste hoca. Daha doğrusu ezilmişliğe karşı bir tepkiydi bu ve ülke yönetimindeki davranışlarında tezahür buldu. Bağımsızlık için attıkları adımların bir nedenini de böyle açıklamıştı kendisi. En azından bu da bir bakış açısıydı. Ben bu açıdan bakmamıştım.


    Çok doğru söylemiş bence, etki her zaman tepkiyi yaratıyor..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hazardousmen -- 26 Mart 2010; 12:37:46 >




  • quote:

    Temelsiz olan herşey bir zaman sonra ciddi sarsıntıda çöker..


    cumhuriyet temelsiz değildir ki çöksün , temeli ve harcı da Türk ulusudur. Bugün kesin tarihler ile tarif edeceğimiz ve ölçmeye cüret edebileceğimiz o dönemler büyük bir çöküşün ve kültürel yapıya kaynaştığını sandığımız uzun bir dönemin sonucudur. yani uzun lafın kısası eğer osmanlı imparatorluğu para ve toprak kaybı yaşamasaydı ,zaten bir devrim için gerekli şartlar asla oluşmazdı. tarihi iyi bildiğinize emin olduğum için yazmaya gerek duymuyorum ama ihtihat ve terakki geçmişi belirli şartlar altında olmuştur ve temel için gerekli fkirler yeşermeye cüret bulmuştur.

    Önemli olan temelin sağlamlığını ölçmek için ,deneme yapıp yapmamaktır. Bu denemeyi dış ülkeler uzun vadeli stratejik planları ile yapmakta ve içteki düşmanlar vasıtasıyla uygulamaya koymaktadırlar. NUTUK tekrar okunursa nereden sızacakları ve temeli nasıl zayıflayacakları adım adım anlatılmıştır, bu durumda gençliğe düşen görevler ve nereden medet ummamız gerektiği çok açık ne net olarak yazılmıştır. Şimdi uyarı var ,yöntem var ,sıkıntıya düşüldüğünde başvurulacak söylemler ve uygulamalar var iken ,bu hantallık nedendir diye düşünen kişilere sesleniyorum

    hantallık geçmişimizde değil cahilliğimizin farkfında olmamızdan ve bilgi mutlak olarak sunanları baz almadan kendi değer yargıları ile değerlendirmeye yapmaya çalışan sığ akıllı yönetici ve taraftarlarından kaynaklanmaktadır. Bu kişilerin yönetime geçişleri ise halkın seçimi gibi gösterilmesi ancak cahil olan halkımızın kandırılmasından başka birşey değildir.Yönetim kadrosu dış destekli olarak bir plan dahilinde sunulmaktadır hangi noktaların güçlü hangi noktaların zayıf olduğu kendi halkımızdan daha net olarak bilinmektedir. PLANI yapan plandaki hedeflerden asla vazgeçmemektedir, bugun yaşadıklarımız bu kötü amaçlı (kendi bakış açılarından doğru) planların bir sonucudur .

    Yöneticileri cahil olan bir ulus nasıl olur da kalkınır ve binayı sağlamlaştıracak tuğla koyabilir. koydukları sandıkları her tuğla binanın dengesini bozmakta ve taşıyabileceği ağırlık merkezini değiştirerek sarsıntılarda maksimum sarsıntı hissetmemize neden olmaktadır.

    Ben şahsi olarak bugüne kadar yönetime gelmiş, tüm ana kadronun niyetini kötü olarak görmüyorum ancak cahillik olunca zararı en fazla çekecek olan yine bu yönetimlerin alacağı kararların sonuçlarını gögüsleyecek halktır.

    Merhum Özal bir orta direk söylemi ile arkasında onca desteği olmasına rağmen direği bir türlü doğru yere oturtamamıştır. şimdi ise o zamanlarda atılan rant gelirlerinin sonuçlarında, gelir dağılımı iyice bozulmuş ve ortalama gelir elde eden herkesin , binanın yanlış yerleştirilmiş tuğlalarının gerçekliğini görmeden , her gün ayrı bir sarsıntı ile şaşırıp kalmaktadır.

    Temel sağlamdır ancak konulan tuğlalar her şeyi berbat etmiştir mesele budur sayın hazard



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi vezir -- 26 Mart 2010; 14:21:44 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen
    ...
    Ki normali de budur, gemileri İstanbula demirleyip 3 yıl kalıp, coğrafyamızı şekillendirdikten sonra gitmişlerdir.. Bahsedilmemesi ise işlerine gelmektedir, çünkü bahsedilmesi demek kontrolün zorlaşması demektir, aksine tepki doğurur, Türkiye'de 1923ten beri gerçekleşen bütün önemli yapısal dinamiklerde Türklerden çok arka planda İngiliz ipleri vardır, ki Atatürk döneminde bile böyle.. Tabii bunları söylemek çok çok önemli tabuları yıkmaktır Türkiye'de, bağımsızlık altında yaptığımız bütün yapısal değişikliklerde İngiliz parmağı olduğunu öğrenmek travma yaratır, ne yalan söyleyeyim, zamanı mıdır, değil midir bilemiyorum, belki de zamanı gelmiştir, kısacası inandığım gerçek budur.. Tabii bunun karşılığında bu coğrafyada yaşama hakkını elde etmişizdir, burası da bir gerçek.. Yani başka çaremizin olmadığını da belirtmek isterim..
    ...
    İngilizler giderken bir takım fay hatları bırakmışlardır, oluşturmuşlardır, zati 50 senedir bizim halk söyler, önce sağcı solcu ayrılır, sonra ırk ayrışması olur, sonra laik dinci ayrışması yaşanır, bu fay hatlarını kim kaşır, kim oluşturur, bir türlü ismini söyleyemez..
    quote:

    Çok yanlış tespitler. Malesef hiç bir kısmına katılamayacağım. Dikkat edin, bu savlar hep kendi içinde çelişir.


    Şu Yahudi meselesine de değinmek istiyorum, bizim ülkede analizler yapılırken bazı kesimler bütün olayların arkasına yahudileri koyar, bütün dünyayı yahudiler yönetir derler, hatta o kadar ileri giderler ki Almanların yahudi kırımını bile yahudiler yaptırmıştır, yahudilerin etkisi 1900lerde yoktu bile, bugün ise ancak bölgesel bir güç haline gelebilmiştir, etkisi de ancak bölgeseldir, yani o kadar gözümüzde büyütmememiz lazım..

    Her işin altından yahudiyi çıkarmak, birilerinin iş çevirirken bilinçli olarak ''Aaa leyleğe bak'' dezenformasyonundan başka bir şey değil..

    Bütün finans patronları yahudi derler, onun sebebi de yahudilerde ''faiz'' serbesttir, ondan olmasın acaba? Hristiyanlara ve müslümanlara ise haramdır.. Tabii bu işle başlayan herkes de din değiştirmiştir haliyle..

    Bu İngiliz etkisi doğru olabilir, ama bu etkinin hakimiyet boyutuna ulaştığını sanmıyorum. Banker bir devletin Türkiye'nin bütün borçlarını ödeyip kurtulması, uzun yıllar boyunca denk bütçe ve açıksız dış ticaretle yaşamasına izin vermesi mümkün mü? Demek ki ulusal irade diye bir şey varmış o zamanlar, ve ülkenin politikasını ciddi ciddi bu ulusal irade belirliyormuş. Evet gemiler İstanbul'a demirliydi, Ankara'ya değil.

    Tabuların yıkılmasına cephe almıyorum. Bilakis, bir çok doğruya "hayır, yanlış" dediğim bir sayfa yazıyorum. Ancak tabuların yıkılması hayırlıdır gibi bir kabullenmeye de sahip değilim. Hangi tabu diye tanımladığınız kurumu yıktığınız önemli. Tabu yıkıyoruz, ezber bozuyoruz, konuşulmayanı konuşuyoruz diye piyasaya çıkan demokrat müsveddelerinin çoğunun söyleminin bir alt metni var. Bu alt metni, ya da daha açık tabirle ard niyeti anlamadan bu söylemlerin peşinden gidemeyiz. Sizin burada alıntıladığınız bir çok yazar politik olarak bir cepheye göbeğinden bağlı insanlar. Önyargılı oluyorum belki ama, kişinin geçmişini ya da bağlı olduğu çıkar gruplarını bilerek okuyunca okurun aklına bazı sorular gelir. Bu soruları yanıtlayabiliyorsanız bir alt metinin var olup olmadığını anlayabilirsiniz.

    Sağ-sol, laik-dinci gibi ayrışmalar var, ama bu ayrışmaların kışkırtanından başka birer nedeni de var. Her ayrışmayı "ülkeyi bölmek ya da zayıflatmak isteyenler kışkırtıyor, alet olmayın, kardeş kardeş geçinin, cephe almayın" demek aynı zamanda "mevcut düzen neyse ona uyun, sizi düzene sesinizi çıkarmayın" da demek. Bu çatışmaların gerçek boyutu olduğu unutulmamalı. Bunlar içi boş çekişmeler değil.

    ***

    Uzaylılar yok, ama Yahudiler var. Kimin Yahudi olduğu, neye inandıkları da belli. Tabi ki herşeyi onlar kontrol etmiyor. Ben böyle bir şey söylemedim. Her, hep, asla, bütün gibi kelimeler biraz tehlikeli, kullanmamaya çalışıyorum.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi nlty2000 -- 26 Mart 2010; 13:50:33 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen

    Bana kalırsa bizimkilerin yaptığı çağdaşlaşma modeli epey mi epey yanlıştı, çünkü 100 yıl geçtikten sonra bunun tutmadığını görüyoruz.. Sürekli bir tartışma durumu, yıkma isteği mevcut..

    Nasıl bir mobilyanın görünümünü güzelleştirmek için onu önce iyice zımparalarsınız, üstüne tekniklerini uygulayarak boya sürersiniz, eğer bunları yapmadan boyayı sürerseniz, üstteki boya bir süre sonra atar, alttaki boyayla üstteki boya bir süre sonra karışır, alaca bulaca olur, karman çorman bir şey olur..

    Bugün de Türkiye'nin durumu budur, o devrimlerin yapıldığı yıllardaki sosyo kültürel durum ile bugünkü sosyokültürel durum arasında çok çok farklılık vardır, 1900lerin kültürel durumu arasında ise çok çok farklılık vardır.. Yapılan hamlelere bakarsak, tamamen dış görünümü, yaşantıyı, sosyo kültürel durumu değiştirmeye yöneliktir..

    Çağdaşlaşma bana göre, iyi insan, nitelikli insan yetiştirerek ulusun yükselmesini sağlamaktır, bu ne yazıkki başarılamamıştır, tabii bunun hem modelde yanlışlığı vardır, hem de bizim insanımızın kendi kimyası bunu engellemiştir.. Öte yandan bu çağdaşlaşma modeli müthiş bir kültürel dezenformasyonu da beraberinde getirmiştir..

    Aslında Japonya örneğini incelemek lazım, aynı sürede yola çıktık, bugün biz ne haldeyiz, Japonya ne halde..

    Çağdaşlaşma dediğiniz şey, ya da devrimler, bir problemin çözümüydü. Ana problem bağımlılıktı. Bağımlı toplumlar sonsuza kadar bağımlı kalamaz. Ya bağımsızlığını kazanır, ya da öyle ya da böyle yok olur. Atatürk ve kadrosunun çözüm önerisiydi yapılanlar. Siz bu çözüme yanlış diyorsanız, kafanızda problemin doğru bir çözümü olmalı. Var mı, nedir? Yok ise -ki bir çok "statüko düşmanı" cep demokratının yok- bunlar yanlıştı demenin manası yok.

    Probleme dönersek... devrimler zamanın kaynaklarını en iyi şekilde kullanıp faydayı maksimize etmeyi, yani bağımsızlığı giderek artan bir oranda başarmayı ve bağımsız kalabilme potansiyelini yükseltmeyi başarmıştır. Sizin tezinizi '40'lardan beri, özellikle yoğun şekilde '80'den beri temcit pilavı gibi önümüze süren çıkar gruplarının savunduğu politikalara bir bakalım. Küreselleşme, AB, IMF, açık piyasa ekonomisi, DTÖ, uluslararası mahkemeler vb. Önceliğin bağımsızlık olmadığı açık. Şimdi bağımlılığı savunan bir akımın, bağımsızlığı sağlamanın herhangi bir yöntemini "yanlıştı" diye eleştirmesinin ne anlamı var?

    Şu anlamı var: Milletin entellektüel boşluğunu(sizi tenzih ediyorum) böyle kolaycı reçetelerle doldurayım, destek alayım, muhalefetiyok edeyim, istediğimi alayım. Statükonun ne olduğunu bile bilmeyen kitleler piyasaya sürdüğüm her kavrama sazan gibi atlasınlar. Ben gemimi yüzdüreyim, onlar cehennemin dibine gitsinler. Bu hem Türk devletinin temel ilkelerinin(pek nadir kullanılan tabiriyle VARLIK SEBEBİNİN) , hem de insanların zihinlerinin yıkılması demek. İnsanların düşünme biçimi bile değişti, bilmem farkında mısınız.

    O yıllarda İngiltere ve benzeri güçlere rağmen pek çok şeyin başarılması size "inanılmayacak kadar güzel" gelebilir. Bir önceki mesajımda değinmiştim, Türklerin bir dik duruşu vardı, delilik boyutuna varan bir kendine güveni vardı. Göçebeliğin bitmesinden midir nedir, artık yok. Gerçekten olmuş bir şeye inanmakta zorlanmamızla bunun bir ilgisi olabilir mi dersiniz?

    Siz tarafsız olarak bu tespitleri yapıyor olabilirsiniz. Ancak bugünlerde aynı şeyleri bilinen çevrelerin giderek yükselen bir ses tonuyla tekrarlaması tesadüf olamaz.


    quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen

    Çağdaşlaşma bana göre, iyi insan, nitelikli insan yetiştirerek ulusun yükselmesini sağlamaktır, bu ne yazıkki başarılamamıştır, tabii bunun hem modelde yanlışlığı vardır, hem de bizim insanımızın kendi kimyası bunu engellemiştir.. Öte yandan bu çağdaşlaşma modeli müthiş bir kültürel dezenformasyonu da beraberinde getirmiştir..

    Aslında Japonya örneğini incelemek lazım, aynı sürede yola çıktık, bugün biz ne haldeyiz, Japonya ne halde..

    Bu biraz içine virüs giren bir makinayı çalışmıyor diye değiştirmeye ya da suçu Windows'a atmaya benziyor. Ya da daha iyi bir misal: Büyük zorluklarla ağır bedeller ödenerek kurulan KİT'ler devletçi sisteme inanmayan iktidarlar tarafından, özellikle ANAP iktidarı tarafından kasıtlı olarak kötü yönetilmiş, verimsizleştirilmiş. Zararı artan (ama kamuya sağladığı fayda görmezden gelinen) KİT'ler de "devlet ayakkabı mı üretir yahu" gibi lümpen söylemlerle kapatılmış ya da isteyene BEDAVA verilmiş. Bu şirketlerin o sefil hale gelmesine neden olan KİT'i kuran irade değildi ki onu suçlayasınız. Bu noktada fikrimiz vezir'le benzeşiyor sanırım.

    Tutun ki bir dezenformasyon oldu. Bunun bir "geri al" tuşu var mıdır? Yok ise mezardaki insanlarla hesaplaşmaya çlışmanın bir anlamı yok, kaldığınız yerden devam edersiniz. Var ise bunun yolu bilime, akla sırtını dönmek midir, faşist dikta mıdır? Elbete değildir.

    Ülkeleri eşit kefelere koyamayız. Bazı ülkelerde sürekli bir tartışma durumu ve yıkma isteği olmayabilir. Bazı ülkeler ise buna mahkumdur, kurtulamazlar. Aynı şekilde 2.D Savaşı'ndan beri kendini savunmak zorunda olmamanın, himayeyle yönetilmenin avantajlarını doyasıya kullanan bir Japonya ile yüzyıllardır askeri olarak sıkışık durumda olan bir Türkiye'yi kıyaslamanız doğru olmaz. Kıyaslarken varılan sonucu değil, usulleri, sistemleri, anlayışları kıyaslamak gerekir diye düşünüyorum. Japonya'da hala ülkeme nasıl faydalı olurum diye düşünen bürokratlar, öğrenciler var. Buralarda kaldı mı? Makinaya giren virüsler sağolsun.




  • Japonlar bağımsızlıklarını kaybettikten sonra tekrar küllerinden dirilen bir millet, imrenmemek, kıskanmamak elde değil. Lakin dünyanın öbür ucunda, jeopolitiğin görmezden gelebileceği bir coğrafyada olması da yeniden dirilişi konusunda büyük rol oynamıştır bence. Çok güçlü bir hanedan ve aidiyet duygusunun -ya da örfünün diyelim- kuşattığı japonlar için bu hal, geleneğin baskısı gibi görülüyordu ancak onlar bu baskıyı inanılmaz bir kıvraklıkla dinamizme çevirmişler. Sülale hiyerarşisindeki saygı ve bağlılık mekanizmasını şirketlere yöneltebilmişlerdir. Bu husus gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir husustur.

    Çok daha iyi şartlarda çalışma ortamı, çok daha fazla ücretlere rağmen çalışanlar ilk girdikleri şirketi terketmemiş, sürekli bir bağlılık göstermişlerdir.
    Bu durum japon halkının sağlam bir temelde sağlam bir duruş gösterdiğini çok iyi izah ediyor. Bu başlığın müdavimleri kesinlikle okumuşlardır diye düşünüyorum SONY'nin Hikayesi bir yerde Japonya'nın hikayesidir...

    Ne yazık ki Türk toplumunda böylesine bir aidiyet ve bağlılık yok! İstediğiniz noktadan kolayca çözebilir ve istediğiniz istikamete kolayca yönlendirebilirsiniz!

    Propaganda ve propagandacının maharetine kalmış!




  • quote:

    Yöneticileri cahil olan bir ulus nasıl olur da kalkınır ve binayı sağlamlaştıracak tuğla koyabilir. koydukları sandıkları her tuğla binanın dengesini bozmakta ve taşıyabileceği ağırlık merkezini değiştirerek sarsıntılarda maksimum sarsıntı hissetmemize neden olmaktadır.

    Ben şahsi olarak bugüne kadar yönetime gelmiş, tüm ana kadronun niyetini kötü olarak görmüyorum ancak cahillik olunca zararı en fazla çekecek olan yine bu yönetimlerin alacağı kararların sonuçlarını gögüsleyecek halktır.

    Merhum Özal bir orta direk söylemi ile arkasında onca desteği olmasına rağmen direği bir türlü doğru yere oturtamamıştır. şimdi ise o zamanlarda atılan rant gelirlerinin sonuçlarında, gelir dağılımı iyice bozulmuş ve ortalama gelir elde eden herkesin , binanın yanlış yerleştirilmiş tuğlalarının gerçekliğini görmeden , her gün ayrı bir sarsıntı ile şaşırıp kalmaktadır.

    Temel sağlamdır ancak konulan tuğlalar her şeyi berbat etmiştir mesele budur sayın hazard


    Ben temel derken cumhuriyeti kastetmiyorum, sorun yönetim biçiminde değil bana kalırsa, cumhuriyet de tuğlalardan biri, asıl kastettiğim bu topraklarda aidiyet, sahiplenme duygusu hisseden kitlenin oluşamamasını kastediyorum, yani kültürünü, örfünü ve adetini de alarak, ya da değiştirerek, modernleştirerek, geliştirerek çağdaş model yaratılamadığından bahsediyorum, aslında bu cumhuriyetin ilk yıllarında çok çok az başarılmış ama sonra hüsranla sonuçlanmıştır, tabii bunda insanların sosyal yapısının da etkisi var

    quote:

    Ülkeleri eşit kefelere koyamayız. Bazı ülkelerde sürekli bir tartışma durumu ve yıkma isteği olmayabilir. Bazı ülkeler ise buna mahkumdur, kurtulamazlar. Aynı şekilde 2.D Savaşı'ndan beri kendini savunmak zorunda olmamanın, himayeyle yönetilmenin avantajlarını doyasıya kullanan bir Japonya ile yüzyıllardır askeri olarak sıkışık durumda olan bir Türkiye'yi kıyaslamanız doğru olmaz. Kıyaslarken varılan sonucu değil, usulleri, sistemleri, anlayışları kıyaslamak gerekir diye düşünüyorum. Japonya'da hala ülkeme nasıl faydalı olurum diye düşünen bürokratlar, öğrenciler var. Buralarda kaldı mı? Makinaya giren virüsler sağolsun.


    Bu doğru olabilir aslında, Akdeniz coğrafyası kaderimizi tayin etmiş, ama aleyhimize maalesef..

    quote:

    Çağdaşlaşma dediğiniz şey, ya da devrimler, bir problemin çözümüydü. Ana problem bağımlılıktı. Bağımlı toplumlar sonsuza kadar bağımlı kalamaz. Ya bağımsızlığını kazanır, ya da öyle ya da böyle yok olur. Atatürk ve kadrosunun çözüm önerisiydi yapılanlar. Siz bu çözüme yanlış diyorsanız, kafanızda problemin doğru bir çözümü olmalı. Var mı, nedir? Yok ise -ki bir çok "statüko düşmanı" cep demokratının yok- bunlar yanlıştı demenin manası yok.


    Çözüm önerisinde bulunmak öyle kolay değil ama 30lardaki reçete tam anlamıyla tutmamışsa o da eksik kalmış denilebilir, ben halkın geçmişle bağlarının biraz daha gözetilerek bu çağdaşlaşma modelinin yapılmasını isterdim, çünkü asıl sorunun sahiplenmeme duygusu olduğunu düşünüyorum.. '40ların fotoğraflarına bakıyoruz, herkes fötr şapkayla dolaşıyor, çok şık, ama sonra bu bıçak gibi kesilmiş neredeyse.. Atmışlar.. Burada kimi suçlayabiliriz? Opera çağdaşlıktır diyoruz, ama adam dinlerken sıkılıyor, mayası tutmuyor, bunun gibi bir sürü örnek verilebilir..

    Soyumuz göçebelikten geliyor ondan mı acaba? Bir türlü yaşadığımız yere aidiyet hissedip orada kültürü yaşatamıyoruz, yeni değerler üretemiyoruz.. Mayamız da bozuk, az daha ''Türkiye'nin yeteneği diye ''görme engelli bir darbukacı'' yı çıkarıyorduk..

    quote:

    Çok güçlü bir hanedan ve aidiyet duygusunun -ya da örfünün diyelim- kuşattığı japonlar için bu hal, geleneğin baskısı gibi görülüyordu ancak onlar bu baskıyı inanılmaz bir kıvraklıkla dinamizme çevirmişler. Sülale hiyerarşisindeki saygı ve bağlılık mekanizmasını şirketlere yöneltebilmişlerdir. Bu husus gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir husustur.


    Japonya'da tek hanedan mı vardır? Tam ayrıntılı biçimde yazmıyor da hiç bir yerde.. İmparatorluk nasıl el değiştirmektedir? Bizdeki Osmanlı gibi babadan oğula geçiş mi söz konusu acaba?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hazardousmen -- 26 Mart 2010; 15:21:37 >




  • quote:

    Soyumuz göçebelikten geliyor ondan mı acaba? Bir türlü yaşadığımız yere aidiyet hissedip orada kültürü yaşatamıyoruz, yeni değerler üretemiyoruz.. Mayamız da bozuk, az daha ''Türkiye'nin yeteneği diye ''görme engelli bir darbukacı'' yı çıkarıyorduk..


    evet yanıtı kendiniz vermişsiniz doğru bir tespit

    quote:

    modernleştirerek, geliştirerek çağdaş model yaratılamadığından bahsediyorum, aslında bu cumhuriyetin ilk yıllarında çok çok az başarılmış ama sonra hüsranla sonuçlanmıştır, tabii bunda insanların sosyal yapısının da etkisi var


    model yaratamadık demek de doğru değil cumhuriyet bizim son modelimizdir. Ama bir işi başlatmak ve ilkeleri koymak yetmiyor gençliğin bunu hasiplenmesi ilerletmesi gerekiyor. Asıl darbeyi burada yiyiyoruz.

    göçebe kültürden belki çok uzun yıllar öncesinden gelmişiz ama son osmanlı imp asıl maksadı ve idare merkezinin para kaynağı olarak fetihleri görmesi bunu desteklemiyor mu ?

    Avrupa barbar ve çokgeri kalmış durumunu nasıl bugunlere getirdi. İnsanların sosyal yapısı nasıl değişti. incelemek lazım ancak bilim ve teknolojiyi benimsememiş satınalmış gavur icadı diyen bir millet 200 sonra da bu ürünleri ancak satınn alan ve tüketen hale gelmeyecekde nereye gidecek , size zengin arapları örnek verdim bu göçebe toplulukların son aşamasıdır , demek ki zenginlikler sadece tüketildiği ve yarın endişesi bugun olmadıkça ilerleme sadece görünüşte olmaktadır.


    ne sapka giymek ne de kıyafet bunun göstergesidir. herkes fes giyse ne olacka şapka giyse ne olacak buradaki felsefe düşünüşdeki farklılaşmanın dış görünüşe yansımasının temsilidir.

    Atatürk büyük bir önder idi, yapabilceği sadece bu idi. Sonrasını halk benimserse olur , içi değişmeyen halk dışını değiştirse ne olacak . Tekrar söylüyorum CAHİLLİK tir ana problem , bunun aşılması için sadece okul açmak yetmez insanların kendisine verilenle yetinmemesi ve kendi kabuğunu kırması ile alakalı bir durumdur. Kılık kıyafet bir kabuk değiştirmedir o kadar. Bu nedenle ne başörtüsü ne başka şeyler bu kabuk değiştirmeye bir dirençtir . İnsanlar topluluklar daha büyük ölçekte kabuklarından memnun iseler ne gelişme olur ne de ilerleme .Konulan tuğlalar doğru yere konulmadıkça temelin sağlamlığıda üst katta oturanı ilgilendirmemeye başlar. Tuğladan sızan havaya bakar o kadar.

    basit bir örnek vereyim daha net anlaşılsın,
    Belki 50 yıldır şu alfalt şehir içlerinde işini tam anlamı ile oturtamadık. Acaba neden ?

    -rantiyeci belediyeler nedeniyle mi
    -malzeme kıtlığı nedeniyle mi
    -alfalt teknolojisini bilmediğimiz için mi
    -parasal problemler yüzünden finasn kaynağı eksik kaldığı için mi
    -Halkın istekleri bu kadar bize yeter diye düşündüğü için mi
    -Bundan iyisi yapılamaz yeterli olarak görüldüğü için mi
    -elemen yetersiz li olduğu için mi
    -Eğitim almış mühendislerimizin olmaması yüzünden mi
    -Çok dirayetli ve sabırlı bir millet olduğumuz için mi
    -cahil olduğumuz için mi




  • quote:

    Avrupa barbar ve çokgeri kalmış durumunu nasıl bugunlere getirdi. İnsanların sosyal yapısı nasıl değişti. incelemek lazım ancak bilim ve teknolojiyi benimsememiş satınalmış gavur icadı diyen bir millet 200 sonra da bu ürünleri ancak satınn alan ve tüketen hale gelmeyecekde nereye gidecek , size zengin arapları örnek verdim bu göçebe toplulukların son aşamasıdır , demek ki zenginlikler sadece tüketildiği ve yarın endişesi bugun olmadıkça ilerleme sadece görünüşte olmaktadır.


    Avrupa aristokrasi sınıfını çok mükemmel şekilde yaratmayı başardı, sonra da burjuva sınıfını yaşatmayı, zaten kültürel değerlere bağlılık, aidiyet konusunda liderliği kimseye kaptırmazlar bu bir gerçek..

    Benim en üzüldüğüm an, II. Mahmut'un, Kavalalı Mehmet Ali Paşa, hanedanlığı ele geçirip Osmanlı'yı hanedanlıktan düşürüp kendi hanedanlığını tahsis etmesine ramak kala, padişah'ın İngilizleri ve Fransızları devreye sokmasıdır, bu resmen İngiltere'de Hanover Hanedan'ının, tam Windsorlar başa gelicekken, dışarıdan destek çağırmak gibi bir saçmalık... Belki o an tarih farklı yazılsaydı, bugün çok farklı olurduk.. Tabii bunu Kavalalıların diğer hanedanlara da yaşama hakkı tanımasını varsayarak, bir aristokrasi sınıfı oluşturabilme şansını yarattığını varsayarak yazıyorum, çünkü öyle yapmazsa yine bugünkü durumda olurduk..

    Bugün G-8e baktığımızda dahil olan bütün ülkelerin köklü burjuva sınıfı tarihi var..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hazardousmen -- 26 Mart 2010; 16:11:25 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen
    Çözüm önerisinde bulunmak öyle kolay değil ama 30lardaki reçete tam anlamıyla tutmamışsa o da eksik kalmış denilebilir, ben halkın geçmişle bağlarının biraz daha gözetilerek bu çağdaşlaşma modelinin yapılmasını isterdim, çünkü asıl sorunun sahiplenmeme duygusu olduğunu düşünüyorum.. '40ların fotoğraflarına bakıyoruz, herkes fötr şapkayla dolaşıyor, çok şık, ama sonra bu bıçak gibi kesilmiş neredeyse.. Atmışlar.. Burada kimi suçlayabiliriz? Opera çağdaşlıktır diyoruz, ama adam dinlerken sıkılıyor, mayası tutmuyor, bunun gibi bir sürü örnek verilebilir..


    Devrimlerin eksik kaldığı konusunda hemfikir olabiliriz. Bunun nedeni devrimci kadronun devamının gelmemesi, devrimin evrime dönüşememesi olabilir. Menderes her mahallede bir zengin yaratacağız(alt metin: kapitalizmin iğrenç kolları sarsın bizi) dediğinde buna oturaklı bir cevap gelmiş miydi acaba? Evrim için vakit yoktu belki de. Her şey çok sıkışık. İşgalden güç bela kurtulmuşuz. Lozan güç bela imzalanabilmiş. Maliye Bakanı'ının arkasında ayı bağırıyor. Hiç bir şey için vakit yok. Köklü değişimleri sindire sindire, yaya yaya yapacak vakit yoktu belki de. Yapılmaya çalışılan da zor bir şeydi, hakkını yemeyelim.

    quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen
    Soyumuz göçebelikten geliyor ondan mı acaba? Bir türlü yaşadığımız yere aidiyet hissedip orada kültürü yaşatamıyoruz, yeni değerler üretemiyoruz.. Mayamız da bozuk, az daha ''Türkiye'nin yeteneği diye ''görme engelli bir darbukacı'' yı çıkarıyorduk..


    Yeni değer üretmek bir mesele, değeri kalıcılaştırmak, yani dağa taşa yazmak ayrı bir mesele. Çocukluktan beri dikkatimi çeker, biz yazmıyoruz. Yazmayı her anlamıyla kullanıyorum. Taşa, tuğlaya, şehire yazarsanız bu mimari olur. Bizde mimari de yok mesela. Şöyle düşünün: Bizden daha iyi durumda olan bir ulusun mütavazi bir ferdinin evi yansa evden yükte hafif şeyleri kurtaracak vakti olsa neler alır? Fotoğraf albümü, dede-nine yadigari küçük eşyalar, anı defterleri, özel günlerin vidyo kayıtları gibi aslında çok da kısa olmayan bir liste yazabiliriz. Peki ortalama bir Türk'ün evi yansa? Bir kere Türk o eve bağlanmamıştır bile. S*b*tan bir beton yığınına dünyanın parasını vermiştir, ona yanar. İngilizce'de home ile house arasındaki farklılığın bizim algı dünyamızda karşılığı yok.

    Şapka ve opera çok klasikleşmiş, simgeleşmiş örnekler. Bu örnekleri de malum ideoloji garibanları kandırmak için yıllardır kullandığı için haklılık payı olsa da duymaktan/okumaktan pek de hoşnut olamıyorum. Kimse devrimin yapamadığı, belki de hiç bir devrimle yapılamayacak bir değişimin gerekliliğinden bahsetmez: İşin ehline verilmesi kültürü. Zannımca doğu ile batıyı ayıran en önemli özelliklerden birisidir. Bizim bu konudaki fukaralığımız (mı diyeyim, sakarlığımız mı, yetersizliğimiz mi ne ise artık) hala teşhis edilebilmiş değildir. Bu da sözü o darbukacıya getirir, evet. Hahaha, çok güldüm ona...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen
    Bugün G-8e baktığımızda dahil olan bütün ülkelerin köklü burjuva sınıfı tarihi var..

    Ben bunda özenilecek bir şey göremiyorum. Hanedan varsa özgürlük yoktur. Özgür olmayanlara neden imreneyim ki? Burjuva dediğiniz sanayi devrinin yaratığıdır. Sömürüde bir basamaktır. Fosil yakıt bitince yok olacaktır. Şurada
    />

    gördüğünüz ikinci basamaktır. Ben en altta doğdum, en altta öleceğim. Sırtımda taşıdıklarımla gurur duyacak halim yok.
    ümit1'den fazlasıyla etkileniyorsunuz sanırım.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi nlty2000 -- 26 Mart 2010; 17:09:27 >




  • quote:

    Ben bunda özenilecek bir şey göremiyorum. Hanedan varsa özgürlük yoktur. Özgür olmayanlara neden imreneyim ki? Burjuva dediğiniz sanayi devrinin yaratığıdır.


    Ama tarihsel bir gerçek bunu gösteriyor, İngiltere'de, Fransa'da, Rusya'da, Japonya'da Almanya'da hanedanlık olmuş, köklerine bağlı burjuva sınıfı yaratılmış ve bu ülkeler ise günümüzün en gelişmiş ülkeleri arasında sayılıyor.. Fransızlar, İngilizler, Almanlar ya da diğerleri özgür değiller mi bugün?

    En iyi model olarak bu gözüküyor, varolan en iyi gelişmiş ülkeler sistemi bu şekilde olmuş..

    Bu ülkelerle başetmenin, bunların kademesine çıkmanın yolu aynı olsa gerek, hepsi de aynı modeli değişik varyasyonlarla uygulamışlar..

    Bu piramidi yıkmak nasıl mümkün olur bilmiyorum, Marx denedi ama realitede mümkün olmadı, fosil yakıtlar azalmaya başlayınca bu sefer her piramit kendi etrafında daha piramidi bile oluşturamamış dağınık insanlara yöneliyor, vahşi doğa mı diyelim, ne dersek diyelim vaziyet bu.. Bence fosil yakıtlar biter de çok uzun süreli bir yeni enerjiye geçiş dönemi yaşanırsa elbet sarsılır ama ben yüzyıllarca sürede oluşmuş bu yapılanma modelinin zarar göreceğini düşünmüyorum, kaldığı yerden başlar bence.. 2000 yıl öncesinin Roması da tıpatıp aynıydı.. Finans sömürüsü değil de aynı din-tarım dönemlerinde olduğu gibi, durgun ekonomik sistem kurulur ki buna da yine kapitalizm mantığı denilebilir, yani yine aynı piramidi görürüz, tabii bunda tepeye para geçmez, başka bir şey geçer..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hazardousmen -- 26 Mart 2010; 18:02:08 >




  • Zizim başlığı görse keyfi yerine gelirdi eminim. Çok hoş gidiyor arkadaşlar, aklınıza, fikrinize sağlık.
  • 
Sayfa: önceki 6768697071
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.