Şimdi Ara

Dünya Petrol Krizi - Peak Oil (68. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
4 Misafir - 4 Masaüstü
5 sn
3.089
Cevap
40
Favori
190.307
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
4 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 6667686970
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: nlty2000

    quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen

    Hong Kong kiralık şehir icin örnek gösteriliyor. Hong Kong adası İngilizler tarafından 1841'de işgal edilmiş, 1997 tarihinde tekrar Çin Halk Cumhuriyet’ine devredilimişti. Paul Romer’e göre sömürgecilik olmasaydı Hong Kong asla bu denli gelişemez, geçmişin kapalı ekonomisi Çin Halk Cumhuriyeti Piyasa Ekonomosi'ne geçemezdi.


    İşte mala, paraya, cisimlere, sanayi ürünlerine, yani modern uygarlığa taparsanız "biri bizi işgal etsin de gelişelim, kalkınalım" sonucuna varırsınız. Olabilir, işgal, manda, himaye, dolaylı sömürü sizi kalkındırabilir, size elektrik, su, ilaç, aslaft, otomobil, televizyon, bilgisayar, internet sağlayabilir ama hayat bu mudur? Hayat sanayidir, üretimdir diyorsanız geçenlerde bir arap kızının televizyonda dediği gibi "keşke İngiltere sömürgesi olsaydık, o zaman gelişmiş bir ülke olurduk" diye sayıklarsınız. Sömürü kalkınmayı getirir diyene bir antitez sunmayacağım. Sunamadığımdan değil, bence olayın özü başka. Olayın özü şu: Hayatın kalitesi kullanılan sanayi ürünleriyle ya da tüketilen doğanın miktarıyla mı doğru orantılıdır? Yoksa başka bir şeyle mi?

    Alıntıları Göster
    quote:

    Sömürü kalkınmayı getirir diyene bir antitez sunmayacağım. Sunamadığımdan değil, bence olayın özü başka. Olayın özü şu: Hayatın kalitesi kullanılan sanayi ürünleriyle ya da tüketilen doğanın miktarıyla mı doğru orantılıdır? Yoksa başka bir şeyle mi?


    Çok doğru.. 1950lerde kişi başına düşen sağlık hizmeti, yol hizmeti, yeşil alan miktarları ne kadardı acaba? Bunun gibi bir sürü ölçüt var aslında..

    Geçen gün anneannemde eski resimleri karıştırırken 1920lerin Mecidiyeköy ve İstanbul resimlerini buldum, dedim ne kadar da çok gelişmişiz(!) O zaman ortalama bir yaşam standardını yakalayabilmek için, şimdi milyon tl leri gözden çıkarmak lazım..

    1994ten beri cep telefonlarına 27.5 milyar dolar harcamışız, ülke olarak, yaptığı iş ne, iletişim, müzik ve fotoğraf.. Şu üç işlev için 27,5 milyar dolar...

    Yeni nesil putlarımız..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hazardousmen -- 17 Mart 2010; 12:00:43 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen

    quote:

    Sömürü kalkınmayı getirir diyene bir antitez sunmayacağım. Sunamadığımdan değil, bence olayın özü başka. Olayın özü şu: Hayatın kalitesi kullanılan sanayi ürünleriyle ya da tüketilen doğanın miktarıyla mı doğru orantılıdır? Yoksa başka bir şeyle mi?


    Çok doğru.. 1950lerde kişi başına düşen sağlık hizmeti, yol hizmeti, yeşil alan miktarları ne kadardı acaba? Bunun gibi bir sürü ölçüt var aslında..

    Geçen gün anneannemde eski resimleri karıştırırken 1920lerin Mecidiyeköy ve İstanbul resimlerini buldum, dedim ne kadar da çok gelişmişiz(!) O zaman ortalama bir yaşam standardını yakalayabilmek için, şimdi milyon tl leri gözden çıkarmak lazım..

    1994ten beri cep telefonlarına 27.5 milyar dolar harcamışız, ülke olarak, yaptığı iş ne, iletişim, müzik ve fotoğraf.. Şu üç işlev için 27,5 milyar dolar...

    Yeni nesil putlarımız..

    Alıntıları Göster
    hazardousmen, oradaki "iletişim" fazla olmuş. Kullanım amaçlarına göre o milyar dolarları parçalara ayırsak, iletişime çok gülünç bir pay düşecektir. Hatta işlevden ziyade gösteriş demek daha doğru olacak. İşlevi için telefon alan kaç kişi kaldı ki?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: jay jay justified

    hazardousmen, oradaki "iletişim" fazla olmuş. Kullanım amaçlarına göre o milyar dolarları parçalara ayırsak, iletişime çok gülünç bir pay düşecektir. Hatta işlevden ziyade gösteriş demek daha doğru olacak. İşlevi için telefon alan kaç kişi kaldı ki?

    Alıntıları Göster
    sanki iletişim kuruyoruz da ne oluyor bol bol luzumsuz laklak yapıp sağlık eğitime ayırt edilecek paraları ziyan ediyoruz o kadar. Gerçekten luzumlu olduğu zamanlar hariç yüzde 95 kullnım , luks veya gereksiz konuşmalar için harcanıyor. Eğer gerçekten gerekli ise tamam ama sadece gerekli olduğu zamanlar kullnılsa zaten gelecek faturalar ve cihaz verimliliği artacaktır. Bu konu neden önemli , çünkü sadece para kısmı değil gererksiz mikrodalga yayılımının sonuçlarını bilmiyoruz . 1950 lerdeki amerikan et tüketimi gibi gereksiz refah düzeyi palavralarını gögüsleyen halk , gördü ki fazla et tüketmek sadece kilo alımı ve kalp hastalığı yapıyor. Buradan hareketle gereksiz iletişim de hem enerji sarfıyatı hem geri dönüşemeyen çöp hem de fazla lak lak ile insanların tansiyon hastası olmalarına neden olacaktır. Bu telefonu ilk alanlardan biriyimdir o zamanlar sadece gerekli olduğunda kullnılıyordu ama şimdi tamamen fuzili oldu , normal telefonların kullnımı azaldı ki buna yıllarca milyarlarca dolar yatırım yaptık yazık değil mi?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: vezir

    sanki iletişim kuruyoruz da ne oluyor bol bol luzumsuz laklak yapıp sağlık eğitime ayırt edilecek paraları ziyan ediyoruz o kadar. Gerçekten luzumlu olduğu zamanlar hariç yüzde 95 kullnım , luks veya gereksiz konuşmalar için harcanıyor. Eğer gerçekten gerekli ise tamam ama sadece gerekli olduğu zamanlar kullnılsa zaten gelecek faturalar ve cihaz verimliliği artacaktır. Bu konu neden önemli , çünkü sadece para kısmı değil gererksiz mikrodalga yayılımının sonuçlarını bilmiyoruz . 1950 lerdeki amerikan et tüketimi gibi gereksiz refah düzeyi palavralarını gögüsleyen halk , gördü ki fazla et tüketmek sadece kilo alımı ve kalp hastalığı yapıyor. Buradan hareketle gereksiz iletişim de hem enerji sarfıyatı hem geri dönüşemeyen çöp hem de fazla lak lak ile insanların tansiyon hastası olmalarına neden olacaktır. Bu telefonu ilk alanlardan biriyimdir o zamanlar sadece gerekli olduğunda kullnılıyordu ama şimdi tamamen fuzili oldu , normal telefonların kullnımı azaldı ki buna yıllarca milyarlarca dolar yatırım yaptık yazık değil mi?

    Alıntıları Göster
    Hah benim konum açılmış

    Bırakın konuşsunlar kardeşim, ekmeğimizle oynamayın




  • quote:

    Orijinalden alıntı: ihg70

    Hah benim konum açılmış

    Bırakın konuşsunlar kardeşim, ekmeğimizle oynamayın

    Alıntıları Göster
    Bu böyle bir döngü işte.
    Kitlelerin varlığı bu gereksiz ürün ve hizmetlerin satışı ile zenginlere transfer edilir bir,
    Bu gereksiz ürün ve hizmetler aynı zamanda insanların sağlığını bozar, tedavi için yine zenginlerin ürün ve hizmetlerine başvurulur, biraz daha varlık transferi yapılır, iki,
    Aslında bunları alacak para yoktur, hepsi borç para ile alınır. Borç ödeme vakti geldiğinde ödenemediği anlaşılır, devletler iflas eder. Alacaklılar politikacılarla kan kardeşidir, dolayısıyla borç mutlaka ödenecektir. Borca karşılık devletlerin varlıklarına el konur. Ne yazar, faiz işlemeye devam etmektedir ve borcu ödemeye yetecek kadar varlık yoktur. Halk alacaklının kölesi yapılır ve borç kapatılır. İşte o zibilyon megapikselli cep telefonunuz, 40 hava yastıklı otomobiliniz bu şekilde sizin, çocuklarınızın ve torunlarınızın köleliği ile sonuçlanır. Bu da üç.
    Hikaye gibi geliyor değil mi? Bir kısmı gerçekleşti bile. Biraz daha seyredelim, tamamına ereceğiz elhamdülillah.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: nlty2000

    Bu böyle bir döngü işte.
    Kitlelerin varlığı bu gereksiz ürün ve hizmetlerin satışı ile zenginlere transfer edilir bir,
    Bu gereksiz ürün ve hizmetler aynı zamanda insanların sağlığını bozar, tedavi için yine zenginlerin ürün ve hizmetlerine başvurulur, biraz daha varlık transferi yapılır, iki,
    Aslında bunları alacak para yoktur, hepsi borç para ile alınır. Borç ödeme vakti geldiğinde ödenemediği anlaşılır, devletler iflas eder. Alacaklılar politikacılarla kan kardeşidir, dolayısıyla borç mutlaka ödenecektir. Borca karşılık devletlerin varlıklarına el konur. Ne yazar, faiz işlemeye devam etmektedir ve borcu ödemeye yetecek kadar varlık yoktur. Halk alacaklının kölesi yapılır ve borç kapatılır. İşte o zibilyon megapikselli cep telefonunuz, 40 hava yastıklı otomobiliniz bu şekilde sizin, çocuklarınızın ve torunlarınızın köleliği ile sonuçlanır. Bu da üç.
    Hikaye gibi geliyor değil mi? Bir kısmı gerçekleşti bile. Biraz daha seyredelim, tamamına ereceğiz elhamdülillah.

    Alıntıları Göster
    Son 10 yılda bir öğretmen maaşıyla alınabilecek şeylerin türünde ve miktarında epeyce bir artış oldu. nlty2000 hocam yazınca dayanamadım, söyleyeyim istedim. Sokaktaki vatandaş bunu "alım gücündeki artış" olarak görüyor ve gözlerini kapatıp, uykusuna devam ediyor.

    "Alım gücündeki artış değildir bu, daha çok borçlanmadır" deyince küfür yiyorsunuz irili ufaklı. Muhalefet oluyorsunuz ve başarısızlığınız da Deniz Baykal'la falan karşılaştırılıyor, özdeşleştiriliyor. Çok komik değil mi?

    Evrendeki en embesil canlı türü olarak görüyorum insanoğlunu. En ücra köşede bile bu kadarı zor çıkar bence. Bu kadar kötü, bu kadar aptalca bir sistem için yapmayacağı şey yok gördüğümüz gibi.

    Bir de son zamanlarda yeni bir söylem çıkmış "Zeitgeist izleyip, sokağa fırlayan bebeler" şeklinde... Burada Zeitgeist'in eleştirisi yapıldı, okuyanlar bilir. Belki hatalı noktalar vardı filmde. Belki bizim düşüncelerimiz bazı yerlerde örtüşmedi yapımcılarla. Fakat ben kendisini, bir kıvılcım arayan herhangi bir kişi için bir numaralı kaynak olarak görmeye devam ediyorum. Anlatılmak istenen şey çok ama çok basitti. Onu aldıktan sonra geriye tartışılacak pek de bir şey kalmıyor. Detaylar o kadar mühim değil.

    Umarım yakında bu tür şeylere ilgi duyanlar açık bir biçimde kara listelere alınmaz. Çünkü bizim telkinlerimizin dışında hareket eden, bu eserleri kendi başlarına bulmak zorunda kalan yığınla insan var. Baştan kopmasın filmin bir kısmı.

    Son olarak da, Discovery kanallarından birinde (Science ya da World olabilir) bir program var. Dün rastladım. Olası bir insanlararası anarşi ortamında nasıl bir yaşam biçimine dönülebileceğine dair bir canlandırma diyebilirim. Etrafta çeteler, haydutlar... vs dolu ve kendilerine bir yaşam bölgesi bulmuş bir grup insan var. Bu grupta mühendis, doktor... vb insanlar mevcut. Bir nevi sıfırdan başlıyorlar hayata.

    İlk dikkatimi çeken nokta ise böyle bir durumda sistemin "takas" üzerinden başlaması. Yani bugünkü finans kapital yöntemleri falan yok. Tıpkı binlerce yıl önceki gib her şey. Ne güzel değil mi? Tarihten çıkarılacak en büyük derslerden biri bu olsa gerek. İzleme fırsatı olanlar varsa tavsiye ederim. D-Smart 17. ya da 18. kanalda olmalı.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: jay jay justified

    Son 10 yılda bir öğretmen maaşıyla alınabilecek şeylerin türünde ve miktarında epeyce bir artış oldu. nlty2000 hocam yazınca dayanamadım, söyleyeyim istedim. Sokaktaki vatandaş bunu "alım gücündeki artış" olarak görüyor ve gözlerini kapatıp, uykusuna devam ediyor.

    "Alım gücündeki artış değildir bu, daha çok borçlanmadır" deyince küfür yiyorsunuz irili ufaklı. Muhalefet oluyorsunuz ve başarısızlığınız da Deniz Baykal'la falan karşılaştırılıyor, özdeşleştiriliyor. Çok komik değil mi?

    Evrendeki en embesil canlı türü olarak görüyorum insanoğlunu. En ücra köşede bile bu kadarı zor çıkar bence. Bu kadar kötü, bu kadar aptalca bir sistem için yapmayacağı şey yok gördüğümüz gibi.

    Bir de son zamanlarda yeni bir söylem çıkmış "Zeitgeist izleyip, sokağa fırlayan bebeler" şeklinde... Burada Zeitgeist'in eleştirisi yapıldı, okuyanlar bilir. Belki hatalı noktalar vardı filmde. Belki bizim düşüncelerimiz bazı yerlerde örtüşmedi yapımcılarla. Fakat ben kendisini, bir kıvılcım arayan herhangi bir kişi için bir numaralı kaynak olarak görmeye devam ediyorum. Anlatılmak istenen şey çok ama çok basitti. Onu aldıktan sonra geriye tartışılacak pek de bir şey kalmıyor. Detaylar o kadar mühim değil.

    Umarım yakında bu tür şeylere ilgi duyanlar açık bir biçimde kara listelere alınmaz. Çünkü bizim telkinlerimizin dışında hareket eden, bu eserleri kendi başlarına bulmak zorunda kalan yığınla insan var. Baştan kopmasın filmin bir kısmı.

    Son olarak da, Discovery kanallarından birinde (Science ya da World olabilir) bir program var. Dün rastladım. Olası bir insanlararası anarşi ortamında nasıl bir yaşam biçimine dönülebileceğine dair bir canlandırma diyebilirim. Etrafta çeteler, haydutlar... vs dolu ve kendilerine bir yaşam bölgesi bulmuş bir grup insan var. Bu grupta mühendis, doktor... vb insanlar mevcut. Bir nevi sıfırdan başlıyorlar hayata.

    İlk dikkatimi çeken nokta ise böyle bir durumda sistemin "takas" üzerinden başlaması. Yani bugünkü finans kapital yöntemleri falan yok. Tıpkı binlerce yıl önceki gib her şey. Ne güzel değil mi? Tarihten çıkarılacak en büyük derslerden biri bu olsa gerek. İzleme fırsatı olanlar varsa tavsiye ederim. D-Smart 17. ya da 18. kanalda olmalı.

    Alıntıları Göster
    sanırım daha önce vermediğim ama kaçınılmaz olarak karşımızda duran enerji ihtiyacı ve bunu karşılamak için kıtaların yönetimi işi var. Konu uzun ama sizlere en azından yavaş yavaş da olsa günümüzdeki siyasi ve büyük enerji firmalarının küçük haber aralıklarına sıkışan başlıklarıyla gözlerden kaçan yeni global strateji planlarından bahsetden çok ufak bir pasaj veriyorum

    Developing countries to topple energy trends

    It is expected that over 70% of the increase in world primary energy demand between 2004-2030 will come from developing countries. By 2030:


    --China will have become the world’s largest energy importer;


    ---Countries in South and East Asia will not be able to increase their net energy import balance by 2030 in view of increasing energy demand and will need to become either self-sufficient or face an energy crisis;
    Latin America will reduce its energy exports and will focus on the intercontinental energy market (self-sufficiency with fossil and renewable energies);


    ---Africa could become a major and important exporter of energy (mainly gas, coal, uranium, renewables);
    Transition Economies will catch up on the Middle East as major exporters of fossil fuels.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: jay jay justified

    Son 10 yılda bir öğretmen maaşıyla alınabilecek şeylerin türünde ve miktarında epeyce bir artış oldu. nlty2000 hocam yazınca dayanamadım, söyleyeyim istedim. Sokaktaki vatandaş bunu "alım gücündeki artış" olarak görüyor ve gözlerini kapatıp, uykusuna devam ediyor.

    Aslında alım gücünde artış da var. Ne siyah, ne beyaz, griler de var. Şöyle var:
    Gıda dışı* ürünlerin üretim maliyeti özellikle 90'lardan itibaren farkedilir ölçüde düştü. 1990'da dört ö. maaşı ile bir çamaşır makinesi alınıyordu, şimdi 1/2 maaş ile alınıyor. Ancak yanılmamak lazım. Bu kesinlikle, ama kesinlikle Türkiye'ye özgü bir şey değil. Dünyanın tamamı için geçerli bu. Tıpkı ABD'nin artan borcu ile doğru orantılı olarak dünya merkez bankalarının dolar rezervinin artması gibi. Şimdi TCMB'nin kasası dolar dolu oh ne güzel diyorlar ya, hükmü yok, çünkü bütün merkez bankaları üç aşağı beş yukarı aynı durumda.

    *Gıdada durum nedir işte orası biraz karışık. Modern tarım denen illet Türkiye'de 60'lardan sonra yaygınlaşmaya başlayınca gıdanın "piyasası" oluştu. Şimdi çamaşır makinesinde olduğu gibi tarım ürünlerinde de bir ucuzlama görünürde var. Ama bu ucuzluk aldatıcı olabilir. Birincisi, gıdayı üretenler modern tarıma geçildikten sonra sürekli fakirleştiler. Yani gıdanın ucuzlaması onu üretenin, diğer bir deyişle halkın büyük kesiminin daha az para kazanması anlamına geliyor. İkincisi, 1960'taki diyete bugün erişmenin imkanı yok, onu için elmalarla armutları kıyaslamış oluyoruz. Modern tarıma geçmeden önce bütün ürünler mecburen organikti. Bugünkü organik ürün fiyatlarına bakarsanız, alım gücünün bilakis düştüğü sonucuna bile varabilirsiniz. Ben hesabını yapmadım. Yapan varsa bize de söylesin. Tekrarlamakta fayda var, ürün domates de olsa, ipod da olsa, ucuzluğun arkasında kısmen borç var. Hemen bugün herkes kredileri geri ödeyecek olsa, devlet de bütün tahvilleri geri satın alsa dağ, taş dümdüz olur. Elde avuçta hiç bir şey kalmaz. Elinde avucunda hiç bir şey olmayan insana köle diyoruz.

    ***

    Çin başbakanı Çin ekonomisinin çökebileceği uyarısında bulundu...
    http://smarteconomy.typepad.com/smart_economy/2010/03/when-will-the-recession-end-part-60-chinese-premier-wen-jiabao-warns-that-the-chinese-economy-is-uns.html




  • quote:

    Orijinalden alıntı: nlty2000

    quote:

    Orijinalden alıntı: jay jay justified

    Son 10 yılda bir öğretmen maaşıyla alınabilecek şeylerin türünde ve miktarında epeyce bir artış oldu. nlty2000 hocam yazınca dayanamadım, söyleyeyim istedim. Sokaktaki vatandaş bunu "alım gücündeki artış" olarak görüyor ve gözlerini kapatıp, uykusuna devam ediyor.

    Aslında alım gücünde artış da var. Ne siyah, ne beyaz, griler de var. Şöyle var:
    Gıda dışı* ürünlerin üretim maliyeti özellikle 90'lardan itibaren farkedilir ölçüde düştü. 1990'da dört ö. maaşı ile bir çamaşır makinesi alınıyordu, şimdi 1/2 maaş ile alınıyor. Ancak yanılmamak lazım. Bu kesinlikle, ama kesinlikle Türkiye'ye özgü bir şey değil. Dünyanın tamamı için geçerli bu. Tıpkı ABD'nin artan borcu ile doğru orantılı olarak dünya merkez bankalarının dolar rezervinin artması gibi. Şimdi TCMB'nin kasası dolar dolu oh ne güzel diyorlar ya, hükmü yok, çünkü bütün merkez bankaları üç aşağı beş yukarı aynı durumda.

    *Gıdada durum nedir işte orası biraz karışık. Modern tarım denen illet Türkiye'de 60'lardan sonra yaygınlaşmaya başlayınca gıdanın "piyasası" oluştu. Şimdi çamaşır makinesinde olduğu gibi tarım ürünlerinde de bir ucuzlama görünürde var. Ama bu ucuzluk aldatıcı olabilir. Birincisi, gıdayı üretenler modern tarıma geçildikten sonra sürekli fakirleştiler. Yani gıdanın ucuzlaması onu üretenin, diğer bir deyişle halkın büyük kesiminin daha az para kazanması anlamına geliyor. İkincisi, 1960'taki diyete bugün erişmenin imkanı yok, onu için elmalarla armutları kıyaslamış oluyoruz. Modern tarıma geçmeden önce bütün ürünler mecburen organikti. Bugünkü organik ürün fiyatlarına bakarsanız, alım gücünün bilakis düştüğü sonucuna bile varabilirsiniz. Ben hesabını yapmadım. Yapan varsa bize de söylesin. Tekrarlamakta fayda var, ürün domates de olsa, ipod da olsa, ucuzluğun arkasında kısmen borç var. Hemen bugün herkes kredileri geri ödeyecek olsa, devlet de bütün tahvilleri geri satın alsa dağ, taş dümdüz olur. Elde avuçta hiç bir şey kalmaz. Elinde avucunda hiç bir şey olmayan insana köle diyoruz.

    ***

    Çin başbakanı Çin ekonomisinin çökebileceği uyarısında bulundu...
    http://smarteconomy.typepad.com/smart_economy/2010/03/when-will-the-recession-end-part-60-chinese-premier-wen-jiabao-warns-that-the-chinese-economy-is-uns.html

    Alıntıları Göster
    quote:


    Son olarak da, Discovery kanallarından birinde (Science ya da World olabilir) bir program var. Dün rastladım. Olası bir insanlararası anarşi ortamında nasıl bir yaşam biçimine dönülebileceğine dair bir canlandırma diyebilirim. Etrafta çeteler, haydutlar... vs dolu ve kendilerine bir yaşam bölgesi bulmuş bir grup insan var. Bu grupta mühendis, doktor... vb insanlar mevcut. Bir nevi sıfırdan başlıyorlar hayata.


    Şu Roma devrine dönsek, bugün şehirlerde yaşayanlar ile onları kıyaslasak, büyük şehirlerde yaşayanların hayatta kalabilme yetenekleri açısından facia durumda olduklarını görebiliriz..

    13 milyonluk İstanbul'da o şekilde 10arlı 20şerli gruplar oluştursak sizce kaçı hayatta kalabilir? Büyükşehirlerde insanlar savaşmaktan, kazanmaktan, güçten, gücün ne olduğundan ne olmadığından, doğanın kanunlarından o kadar uzaklaşmış ki, yani kendi yaşadığım çevrenin sosyal çözümlemesini yaparak bunu söyleyebilirim, ki insanlar doğanın kurallarını unutmuş, neredeyse yerçekimini bile unutacak, o derece.. Acaba şehirde düşük gelir kesimine mensup insanların bu koşullardaki davranışları nasıl olur?

    Mesela dün gözlemlediğim iki örnek, ufak bir kümesimiz var, içine bir grup tavuk ve iki horoz vardı, bahçede çalışmak için her pazar gidiyorduk, her hafta bitap düşer bir halde buluyordum bu yakışıklı horozu, en son gittiğimde de paranoyak bir şekilde her gördüğünden kaçıyordu, bunu kesip hakkın rahmetine kavuşturmak gerektiğini söyleyince, çevreden ''yazık, o kesilmez, acımıyormusun, hayatta yemem ben'' gibi tepkiler aldım.. Yanlız bunu söyleyenler mangal keyfinin müdavimleridir, ona da dikkat çekerim.. Bu tepki acaba ne kadar yaygındır merak ediyorum, oldukça garipsedim..

    Diğer husus ise şu ''yetenek sizsiniz'' yarışmasını seyrettim, amacım da ilk 12ye kalan finalistlerden kimin seçilip kimin seçilmeyeceğini gözlemlemekti, yani Türk halkının değer yargılarını ölçmek için iyi bir deney olabilir bu, tabii oy sayımında herhangi bir hile olup olmadığını bilemiyorum, gördüm ki Türk halkında o dağları tepeleri aşan, o güçlü yeniçerilerle doğudan batıya, kuzeyden güneye nam salan o güçlü Osmanlıdan gram eser kalmamış, ''negatif seçilim'' uygulamada dünya liderliğine oynayabilir bu halk.. İlk 5 içerisine baktığımda verilen oylar beni pek şaşırtmadığı için hile yapılmadığını düşünmüyorum açıkçası..


    quote:

    Gıda dışı* ürünlerin üretim maliyeti özellikle 90'lardan itibaren farkedilir ölçüde düştü. 1990'da dört ö. maaşı ile bir çamaşır makinesi alınıyordu, şimdi 1/2 maaş ile alınıyor. Ancak yanılmamak lazım. Bu kesinlikle, ama kesinlikle Türkiye'ye özgü bir şey değil. Dünyanın tamamı için geçerli bu. Tıpkı ABD'nin artan borcu ile doğru orantılı olarak dünya merkez bankalarının dolar rezervinin artması gibi. Şimdi TCMB'nin kasası dolar dolu oh ne güzel diyorlar ya, hükmü yok, çünkü bütün merkez bankaları üç aşağı beş yukarı aynı durumda.


    Aslında bunu termodinamiğin 2. kanunu ile bağdaştırabiliriz, sisteme giren enerji arttığı için alım gücü de artıyor, tabii bir yandan insan sayısı da arttığı için bu dengelenebiliyor, ayrıca bu artış homojen değil, ama genelde Adan Zye bütün ülkelerde artış var, birinde 10 birim varsa, diğerinde 1 birim var, artış olmasa bile, stabil kalma söz konusu... Mikro ölçekte küçülme dediğimiz uygulama geçmişte olmadı, o olsa isyanlar, açlıklar savaşlar başlardı,

    Öte yandan yavaş yavaş bunun emarelerini görüyoruz 3. dünya ülkelerinde..

    Bknz. Zimbabve vs.

    Sisteme giren enerji azalırsa, insan sayısı da azalmak gerek, halkalar da en zayıfından itibaren kopmaya başlayacak tabii ki.. Sonuçta yine en güçlü halkalar kazanacak.. Her zaman ki gibi..




  • quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen
    gördüm ki Türk halkında o dağları tepeleri aşan, o güçlü yeniçerilerle doğudan batıya, kuzeyden güneye nam salan o güçlü Osmanlıdan gram eser kalmamış, ''negatif seçilim'' uygulamada dünya liderliğine oynayabilir bu halk..

    Şu anki Başbakan'ı da (hileyle de olsa) milletin başına musallat eden bu anormal güdülenmedir.

    Ya aslında tek cümle yazıp çıkacaktım ama, kendimi tutamadım, konunun dışına çıkıyorsam kusura bakmayın.
    Biz ne zaman o eski "barbar" Türklerin dik duruşunu, kimseye minnet etmeden, onurundan taviz vermeden bir lokma, bit hırkaya talim eder hayat felsefesini kaybettik, o zaman yıkılmaya başladık. Özetle bu...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi nlty2000 -- 22 Mart 2010; 18:19:58 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: nlty2000

    quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen
    gördüm ki Türk halkında o dağları tepeleri aşan, o güçlü yeniçerilerle doğudan batıya, kuzeyden güneye nam salan o güçlü Osmanlıdan gram eser kalmamış, ''negatif seçilim'' uygulamada dünya liderliğine oynayabilir bu halk..

    Şu anki Başbakan'ı da (hileyle de olsa) milletin başına musallat eden bu anormal güdülenmedir.

    Ya aslında tek cümle yazıp çıkacaktım ama, kendimi tutamadım, konunun dışına çıkıyorsam kusura bakmayın.
    Biz ne zaman o eski "barbar" Türklerin dik duruşunu, kimseye minnet etmeden, onurundan taviz vermeden bir lokma, bit hırkaya talim eder hayat felsefesini kaybettik, o zaman yıkılmaya başladık. Özetle bu...

    Alıntıları Göster
    sorunun diğer adı aslında şehirlere göç ve alım gücü arasındaki ince çizginin yititilmesinde başlamaktadır. Bu geçişi bizler 1050 den sonra acı şekilde yaşadık , gelişme adı altında sunulanlar aslında global bir gerilemenin ifadesidir. önümüzdeki 10 yılda asyanın urbanization adı altında ansıl bir kaosa sürüklendiğini anlatan gezel bir sunum veriyorum , dikkat edilirse büyümenin etkisi şehir merkezlerinin kalabalıklaşarak talebi rasyonel olmaktan çıkarıp bir yarışa dönüştürmesinin tüm problemleri yaşanmaktadır. Şehir nufusuartmasıyla mega şehirlerin alım gücü başta araç talebi ve ulaşım problemlerinin çözümü rant ve talep patlaması yaratmış ve sanal büyüme bir anda patlamıştır . neyse derin konular bu analizler ben sunumu vereyim

    http://www.ieej.or.jp/aperc/pdf/urbanisation.pdf

    yine bir enerji analizi için detaylı bir inceleme

    http://www.eia.doe.gov/oiaf/ieo/world.html



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi vezir -- 22 Mart 2010; 23:37:23 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: vezir

    sorunun diğer adı aslında şehirlere göç ve alım gücü arasındaki ince çizginin yititilmesinde başlamaktadır. Bu geçişi bizler 1050 den sonra acı şekilde yaşadık , gelişme adı altında sunulanlar aslında global bir gerilemenin ifadesidir. önümüzdeki 10 yılda asyanın urbanization adı altında ansıl bir kaosa sürüklendiğini anlatan gezel bir sunum veriyorum , dikkat edilirse büyümenin etkisi şehir merkezlerinin kalabalıklaşarak talebi rasyonel olmaktan çıkarıp bir yarışa dönüştürmesinin tüm problemleri yaşanmaktadır. Şehir nufusuartmasıyla mega şehirlerin alım gücü başta araç talebi ve ulaşım problemlerinin çözümü rant ve talep patlaması yaratmış ve sanal büyüme bir anda patlamıştır . neyse derin konular bu analizler ben sunumu vereyim

    http://www.ieej.or.jp/aperc/pdf/urbanisation.pdf

    yine bir enerji analizi için detaylı bir inceleme

    http://www.eia.doe.gov/oiaf/ieo/world.html

    Alıntıları Göster
    izlanda oluşan hareketliliği takip etmemiz gerekli diye düşünüyorum çünkü bu 2 dev kıtanın birleşiminin fermuar gibi başıdır. olay gözlerden kaçabilir ama sonuçları için uzun süreli gözlem gerekir

    http://neic.usgs.gov/neis/last_event/world_iceland.html

    http://blog.belajarseo.com/iceland-volcano-eruption-2010-video.htm




  • quote:

    Orijinalden alıntı: vezir

    izlanda oluşan hareketliliği takip etmemiz gerekli diye düşünüyorum çünkü bu 2 dev kıtanın birleşiminin fermuar gibi başıdır. olay gözlerden kaçabilir ama sonuçları için uzun süreli gözlem gerekir

    http://neic.usgs.gov/neis/last_event/world_iceland.html

    http://blog.belajarseo.com/iceland-volcano-eruption-2010-video.htm

    Alıntıları Göster
    Bir kaç sayfa gerilerde İngilizlerin Türkiye yönetiminde oldukça etkin olduklarını iddia etmiştim, hala da bunun geçerli olduğunu söylemiştim, ama çok fazla konuyu açamamıştım..

    Şimdilik 2 analiz ekleyeyim, katılmadığım çok ufak noktalar olsa bile, bana göre çok çok önemli bir analiz..

    Daha sonra da ayrıntılarına değineceğim, konuyu açacağım.. Çok fazla da konuyu dağıtmak istemiyorum açıkçası.. Nasıl olsa bütün kapılar petrole çıkıyor, bağlarız bir yerden..

    http://www.aktifhaber.com/author_article_detail.php?id=6597

    http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=278907

    quote:

    Gül'e Ödül "Anayasa Düzenlemelerinden Uzak Dur!" Çağrısı Mı?
    22 Mart 2010 Pazartesi 09:49
    Birazcık Türkiye ve dünya gerçeklerini bilenler bilirler ki, Türkiye’deki mevcut statükonun kurucuları İngilizlerdir; koruyucuları da, Yahudi destekli İngiltere ve ABD’dir.

    İngiltere’de statükonun, İngiliz derin iradesinin temsilcisi kraliyet ailesidir. Sembolik önemin ötesinde derin, etkili misyona sahiptir kraliyet ailesi. İşte bu aile Abdullah Gül’e bir ödül verdi.

    Habere göre: “İngiltere Kraliyet Ailesi'nin yarı resmi düşünce kuruluşu Chatham House'un '2010 Ödülü'ne Cumhurbaşkanı Abdullah Gül layık görüldü. Chatham House, her yıl bir ülkeden devlet yetkilisine, "uluslararası ilişkilerin gelişimine sağladığı katkılarından" dolayı ödül veriyor.

    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Irak'ta farklı mezhepler arasında arabuluculuk rolü, Afganistan-Pakistan liderlerini bir araya getirmesi ve Türkiye'nin Ortadoğu ile olan bölgesel işbirliğine yaptığı katkılarından dolayı" ödüle layık görüldü.

    Chatham House tarafından övgüyle bahsedilen Abdullah Gül hakkında şu görüşlere yer verildi: "Gül, Türkiye'de ve uluslararası camiada bütünleştirici etkisi ile çok önemli bir figür. Türkiye'nin yakın zaman önce kat ettiği ilerlemenin de önemli isimlerinden biri. Abdullah Gül, bölünmüş Kıbrıs'ın bütünleşmesi konusunda çok önemli adımlar atmış ve Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin normalleşmesi için başrol oynamıştır."

    Gül'ün Türkiye'nin AB üyeliğinin de önemli destekçilerinden biri olduğunu vurgulayan Chatham House, "Kendisinin liderliği altında Türkiye, sivil demokrasinin yerleşmesi ile siyasi ve hukuk reformlarının gerçekleşmesinde önemli yol almıştır." ifadelerine yer verdi.

    İngiltere Kraliyet ailesi Büyük Britanya İmparatorluğunu temsil eder ve İngiliz hükümetini aşan misyonlara sahiptir. İngiltere kraliçesi aynı zamanda 50’yi aşkın eski sömürge ülkesinin (Common Wealth) kraliçesidir. Onlar arasındaki birliği ve işbirliğini sağlar, İngilizlerin emperyal hedeflerine hizmet eder. Bizde saltanatı ve hilafeti yıkan İngilizler Kraliyeti çıkarları için, sonuna kadar kullanmaktadırlar.

    Bir defa İngiltere ne Ortadoğu’da Türkiye’nin etkin olmasını ister, ne de dün kendi lehine kurduğu, bu gün nemalandığı bölgedeki bölünmüşlüğün, kavgaların bitmesini ister. Türkiye’nin böyle çabalar içine girmesinden de fevkalade rahatsız olur. Türkiye’nin demokratikleşmesini ve ülkede yüz yıl önce kurdukları tezgahın bozulmasını ise asla istemezler. Bozulacaksa da kendi istedikleri istikamatte bozulmasını ve kendi inisiyatiflerinde yeniden kurulmasını isterler. Türkiye’deki statükonun yıkılmasından, Ergenekon tarzı yapıların sarsılmasından, militer anlayışın ırgalanmasından en fazla rahatsız olacak ülke İngiltere ve ABD’dir. Anayasa hazırlıklarının bu ülkeleri ciddi şekilde tedirgin ettiğini ve bunu engellemek için yoğun çaba içine girdiklerini düşünüyorum. Bazı partilerin ve kurumların bu köklü değişimi engellemeye gücü yetmeyebilir mülahazasıyla, Gül’ü de bu işten uzak tutmaya çalışıyor olabililer. Abdullah Gül’e verdikleri ödül böyle bir çabaya hizmet ediyor olabilir.

    Bizdeki statükonun bekçilerinden Baykal, verilen ödüle paralel Gül’e tehditle karışık bir uyarıda bulundu ve; ‘Cumhurbaşkanı’ndan beklentimiz şudur: Anayasa değişikliği önüne geldiğinde paketin 367’den fazla oy alan maddelerini referanduma götürmeyeceğini, ‘Paketin tamamını halkoyuna sunacağım’ demeyeceğini bugünden ilan etmelidir.’ Dedi. Statükonun sahipleri ve destekçileri ankaşılan Gül’ü denklemin dışında tutmaya, kenarda durmaya zorlamaktadırlar. Milletin teveccühünü kaznmış bir lider olan Abdullah Gül’ün ne ödüllerden ne de tehditlerden etkilenmeyerek, vicdanının sesini dinleyeceğini ve milletin demokratikleşme taleplerini dikkate alacağını umuyoruz.

    Türkiye herşeye rağmen batının kurduğu kurumsal ve aristokratik kuşatmayı kırmalı ve bağımsız, millete dayalı bir devlet olmak için bu değişiklikleri mutlaka yapmalıdır. Yoksa statükonun ve onun kurucuları-hamileri İngiltere-ABD rotasında yürümeye devam ederiz. Abdullah Gül aldığı ödül nedeniyle böyle bir fırsatı engellememeli, bilakis bu değişime ve demokratikleşmeye tam gaz destek vermelidir.

    Beyaz Türkler ve onların malzemesi Kek Türkler kurumların saltanatını yıkan, milleti öne çıkartan ve milli iradeye dayanan değişikliklerin olmaması için çalışacaklardır. Bu değişiklikleri ABD’nin planladığı, zorladığı yalanını yayacaklardır. Ama milletin basireti bunları aşacak güçtedir, umulur ki devlet adamlarımız da milletin basiretine sahip olsun!



    Ek olarak hatırlatayım, cumhurbaşkanı seçimleri sonrasında Majesteleri ülkemizi ziyaret etmişlerdi, cumhurbaşkanımıza kraliyet nişanlarından birini takdim etmişti..


    Diğer analiz..

    quote:

    Paket İnglizlerin Asabını Bozdu!
    Anayasa değişiklik paketine en çok tepki gösteren İngiltere, Türkiye'nin iç işlerine bu kadar müdahele yetkisini nereden alıyor?

    İngiltere eski başbakanlarından Margaret Thatcher’ın ülkemize yaptığı bir gezide, Türkiye ile İngiltere’nin benzer karakterler taşıdığını, her iki ülkenin de imparatorluğun devamı olduğunu, dünyada idareci konumu yönüyle benzer karakterlere sahip ülkeler olduğu, mealinde açıklamalarda bulunmuştu.

    Bu Türkiye’nin bölgede bilinen doğal liderliğini açıklayan, aynı zamanda hissiyatımızı okşayan bir gerçeğin ifadesiydi.

    Türkiye gerçekte dünyadaki olaylara İngiltere kadar müdahil olabiliyor mu?

    Oysa, Türkiye’nin en kritik kararların arefesin de bulunduğu günlerde, İngiltere olaylara direkt müdahil.

    İngilizlerin açıktan devrede olduğunun örnekleri:

    Türkiye’de anayasa paketi tartışmalarının daha ilk gününde ve kimin ne diyeceği henüz netleşmeden, etkili İngiliz gazetelerinden Financial Times’ta çıkan yorum;

    "Türkiye'de yargıçların yetkilerini engellemeye yönelik bir adım. Bu girişim zaten sıcak olan siyasi iklimi alevlendirecek"

    Yine İngiltere’nin etkili gazetelerinden Guardian’ın yorumuna ne demeli;

    “Türkiye’nin İslami temelleri olan hükümeti, radikal bir Anayasal reform paketini açıklayarak ülkenin laik yargı ile patlamak üzere olan yüzleştirmede ilk top ateşlendi.”

    Görüldüğü gibi bu kadar sert yorumları Türkiye’de Anayasa değişiklik paketine muhalif gazeteler bile yapmazken, İngiliz gazeteleri bu yetkiyi nereden alıyorsa almış ve bombalıyor, olayın merkezinde yer aldıklarını bir şekilde açıktan ilan ediyorlar.

    Olay Türkiye’deki kurulu düzenin en önemli sinir uçlarına dokundu anlaşılan, çünkü müdahalelerini açıktan deşifre etmeyen İngiltere, bu olayda kendini ortaya koymaya başladı.

    Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e verilen ödülün ne anlama geldiğini yazarlarımızdan Yusuf Gezgin deşifre etmişti.

    Bundan sonraki süreçte daha da artan oranda müdahaleler olacak gibi, asıl baskıların oylamalar döneminde yaşanacağı anlaşılıyor. Ortaya dökülecek yolsuzluk ve benzer dosyalarla kumpasa alınmaya çalışılacak milletvekilleri ve diğer bel altı baskılar artarak devam edeceğe benzer.….

    İngiltere’de Türkiye’dekine benzer hükümet, yargı ve diğer kurumlar arasında bir problem olsa bizim medyamız İngiliz medyası kadar ilgi duyar mıydı? Hiç zannetmiyorum. İngilizlerin, bir çok yönüyle ilişkide olduğumuz Irak, Afganistan gibi ülkelerde yıllardır yaptığı işgali bile görmezden gelen bir medyaya sahibiz. Bu ülkelerde yapılan işgal ve haksızlık ABD- İngiltere- İsrail ortaklığında sürdürülmekte. Sivil halka yapılan zulümleri, işgal ülkelerinin kendi medyalarına yansıttıkları kadarıyla yetiniyoruz.

    Ergenekon’dan özellikle kritik tutuklamaların olduğu günlerde Ergenekoncu ağzıyla yaptıkları yayınlar arşivlerde hala. Yine çok kritik kararların alınmaya çalışıldığı bu günlerde bu kez daha açıktan ve bütün gayretleriyle yüklenmeye başladılar. Türkiye’nin iç işlerine müdahele anlamını taşıyan haber ve atraksiyonlarla olaya direkt müdahil olmaya başladılar bile.

    İngiltere’nin Türkiye’ye yönelik bu tür haber ve tasarrufları, idari yapılanmalarını şekillendirdiği Hindistan, Pakistan, Irak, Afganistan veya daha önce sömürgesi olan ülkelere müdahalesine paralel özellikler taşıyor.

    Buyurma, karışma, karıştırmaya alışmış İngiltere, en etkili gazetelerinin desteğinde Türkiye’nin içişlerine açıktan taraf olabiliyor.

    Türkiye’yi arka bahçesi gibi gören değerlendirmelere bütün Türkiye’nin tepki göstermesi gerekir, İngiliz mandasına yatkın ve destekçisi bir kısım basın ve topluluklar bu müdahalelerden memnuniyetlerini ifade ederek destek olacaklardır. Ancak bari buna karşı durması gereken Anadolu insanı tepkisini ortaya koymalı..




    Tabii bu tarihsel süreç bugün değil 1900lerin başından başlıyan, Osmanlının yıkılışını, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu kapsayan bir süreç, bununla ilgili vardığım kanıyı da ekleyeceğim..




  • Orijinalden alıntı: hazardousmen
    Gül'e Ödül "Anayasa Düzenlemelerinden Uzak Dur!" Çağrısı Mı?
    22 Mart 2010 Pazartesi 09:49
    Birazcık Türkiye ve dünya gerçeklerini bilenler bilirler ki, Türkiye’deki mevcut statükonun kurucuları İngilizlerdir; koruyucuları da, Yahudi destekli İngiltere ve ABD’dir.
    ...
    ...
    ...

    Çok yanlış tespitler. Malesef hiç bir kısmına katılamayacağım. Dikkat edin, bu savlar hep kendi içinde çelişir.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: nlty2000

    Orijinalden alıntı: hazardousmen
    Gül'e Ödül "Anayasa Düzenlemelerinden Uzak Dur!" Çağrısı Mı?
    22 Mart 2010 Pazartesi 09:49
    Birazcık Türkiye ve dünya gerçeklerini bilenler bilirler ki, Türkiye’deki mevcut statükonun kurucuları İngilizlerdir; koruyucuları da, Yahudi destekli İngiltere ve ABD’dir.
    ...
    ...
    ...

    Çok yanlış tespitler. Malesef hiç bir kısmına katılamayacağım. Dikkat edin, bu savlar hep kendi içinde çelişir.

    Alıntıları Göster
    quote:

    quote:

    Tabii bu tarihsel süreç bugün değil 1900lerin başından başlıyan, Osmanlının yıkılışını, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu kapsayan bir süreç, bununla ilgili vardığım kanıyı da ekleyeceğim..


    Gelelim vardığımız kanıya..

    İlk önce kısaca resmi tarihimizden bahsedelim..

    1900lerin başında zayıf ve çökmekte olan Osmanlı, 1909da İttihatçilerin başa geçmesiyle iyice zayıfladı, ittihatçilerin marifetiyle 1. dünya savaşına girildi, yaklaşık 6 cephede savaştık ve yenildik, gerçi resmi tarih Almanlar yenildiği için biz de yenik sayıldık der, sonrasında ise Anadoluya hapsolduk, burada paşalarımız, halkımız ve Mustafa Kemal Paşa bir kurtuluş harekatı başlattı, bu savaşı kazandık, İngilizleri de Yunanları da, diğerlerini de bu topraklardan defettik.. Sonra da tam bağımsız Türkiye'yi kurduk..

    Madalyonun öteki yüzüne bakarsak, benim algıladığım gerçek tarih ise şöyledir..

    İlk önce İngiliz çıkarlarından bahsetmek lazım, İngilizler biliyorsunuz bir finans devletidir, bugün de öyle, 100 sene önce de öyleydi.. Küreselleşme, finans devlerinin kaynakları İngiltereye akar, İngilizlerin üretim sermayesi diye bir şeyi yoktur, ama muazzam derecede finans gelirleri vardır.. 1900lerde ise Osmanlı üzerinde İngiliz politikası şöyleydi, kontrol etmek, ortadoğuyu, Anadoluyu, ortaAsyayı, kontrol etmek, petrol bölgelerini kontrol etmek.. Osmanlının petrol bölgelerini çıkarıp geri kalanını ise Türklere bırakmaktı, bu da Anadolu coğrafyası demek oluyor.. O dönemlerde Avam kamarası görüşme tutanaklarında bu yönde çıkan konuşmalar var, araştırılabilir.. İşin birinci kısmını başardılar, yani bütün petrol coğrafyasını ele geçirdiler, kalemle bütün sınırları çizdiler, 100 yıl önce, işin ikinci kısmına gelince bunu da başardılar, bizi Anadoluya hapsettiler, hem de prangalarımızı da takarak, işte bundan ne olursa olsun katiyetle resmi tarihimizde bahsedilmez..

    Ki normali de budur, gemileri İstanbula demirleyip 3 yıl kalıp, coğrafyamızı şekillendirdikten sonra gitmişlerdir.. Bahsedilmemesi ise işlerine gelmektedir, çünkü bahsedilmesi demek kontrolün zorlaşması demektir, aksine tepki doğurur, Türkiye'de 1923ten beri gerçekleşen bütün önemli yapısal dinamiklerde Türklerden çok arka planda İngiliz ipleri vardır, ki Atatürk döneminde bile böyle.. Tabii bunları söylemek çok çok önemli tabuları yıkmaktır Türkiye'de, bağımsızlık altında yaptığımız bütün yapısal değişikliklerde İngiliz parmağı olduğunu öğrenmek travma yaratır, ne yalan söyleyeyim, zamanı mıdır, değil midir bilemiyorum, belki de zamanı gelmiştir, kısacası inandığım gerçek budur.. Tabii bunun karşılığında bu coğrafyada yaşama hakkını elde etmişizdir, burası da bir gerçek.. Yani başka çaremizin olmadığını da belirtmek isterim..

    Bu yapısal değişikliklerin ne olduğunu merak ediyorsanız, açıkçası bunların hangisinin Türk hükümeti eliyle, hangisinin İngiltere eliyle yapıldığını çok çok incelemedim.. Ama bildiğim bir şey var ki, siz bir ülkeyi işgal ediyorsunuz, sonra da çekip gidiyorsunuz, yıllar geçtikçe o ülke yapısal olarak size benzemeye başlıyor, bundan şüphelenmek gerek diye düşünüyorum..

    İngilizler giderken bir takım fay hatları bırakmışlardır, oluşturmuşlardır, zati 50 senedir bizim halk söyler, önce sağcı solcu ayrılır, sonra ırk ayrışması olur, sonra laik dinci ayrışması yaşanır, bu fay hatlarını kim kaşır, kim oluşturur, bir türlü ismini söyleyemez..

    Eğer tüm bunlar anlaşılırsa İngiliz gazetelerinin neden bizimle ilgili bu kadar çok şey yazdığı da anlaşılır, kraliçenin bizi neden defalarca ziyaret ettiği de, 80 sene de neden defalarca askeri darbe olduğu da..

    quote:

    Çok yanlış tespitler. Malesef hiç bir kısmına katılamayacağım. Dikkat edin, bu savlar hep kendi içinde çelişir.


    Şu Yahudi meselesine de değinmek istiyorum, bizim ülkede analizler yapılırken bazı kesimler bütün olayların arkasına yahudileri koyar, bütün dünyayı yahudiler yönetir derler, hatta o kadar ileri giderler ki Almanların yahudi kırımını bile yahudiler yaptırmıştır, yahudilerin etkisi 1900lerde yoktu bile, bugün ise ancak bölgesel bir güç haline gelebilmiştir, etkisi de ancak bölgeseldir, yani o kadar gözümüzde büyütmememiz lazım..

    Her işin altından yahudiyi çıkarmak, birilerinin iş çevirirken bilinçli olarak ''Aaa leyleğe bak'' dezenformasyonundan başka bir şey değil..

    Bütün finans patronları yahudi derler, onun sebebi de yahudilerde ''faiz'' serbesttir, ondan olmasın acaba? Hristiyanlara ve müslümanlara ise haramdır.. Tabii bu işle başlayan herkes de din değiştirmiştir haliyle..




  • quote:

    Orijinalden alıntı: hazardousmen

    quote:

    quote:

    Tabii bu tarihsel süreç bugün değil 1900lerin başından başlıyan, Osmanlının yıkılışını, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu kapsayan bir süreç, bununla ilgili vardığım kanıyı da ekleyeceğim..


    Gelelim vardığımız kanıya..

    İlk önce kısaca resmi tarihimizden bahsedelim..

    1900lerin başında zayıf ve çökmekte olan Osmanlı, 1909da İttihatçilerin başa geçmesiyle iyice zayıfladı, ittihatçilerin marifetiyle 1. dünya savaşına girildi, yaklaşık 6 cephede savaştık ve yenildik, gerçi resmi tarih Almanlar yenildiği için biz de yenik sayıldık der, sonrasında ise Anadoluya hapsolduk, burada paşalarımız, halkımız ve Mustafa Kemal Paşa bir kurtuluş harekatı başlattı, bu savaşı kazandık, İngilizleri de Yunanları da, diğerlerini de bu topraklardan defettik.. Sonra da tam bağımsız Türkiye'yi kurduk..

    Madalyonun öteki yüzüne bakarsak, benim algıladığım gerçek tarih ise şöyledir..

    İlk önce İngiliz çıkarlarından bahsetmek lazım, İngilizler biliyorsunuz bir finans devletidir, bugün de öyle, 100 sene önce de öyleydi.. Küreselleşme, finans devlerinin kaynakları İngiltereye akar, İngilizlerin üretim sermayesi diye bir şeyi yoktur, ama muazzam derecede finans gelirleri vardır.. 1900lerde ise Osmanlı üzerinde İngiliz politikası şöyleydi, kontrol etmek, ortadoğuyu, Anadoluyu, ortaAsyayı, kontrol etmek, petrol bölgelerini kontrol etmek.. Osmanlının petrol bölgelerini çıkarıp geri kalanını ise Türklere bırakmaktı, bu da Anadolu coğrafyası demek oluyor.. O dönemlerde Avam kamarası görüşme tutanaklarında bu yönde çıkan konuşmalar var, araştırılabilir.. İşin birinci kısmını başardılar, yani bütün petrol coğrafyasını ele geçirdiler, kalemle bütün sınırları çizdiler, 100 yıl önce, işin ikinci kısmına gelince bunu da başardılar, bizi Anadoluya hapsettiler, hem de prangalarımızı da takarak, işte bundan ne olursa olsun katiyetle resmi tarihimizde bahsedilmez..

    Ki normali de budur, gemileri İstanbula demirleyip 3 yıl kalıp, coğrafyamızı şekillendirdikten sonra gitmişlerdir.. Bahsedilmemesi ise işlerine gelmektedir, çünkü bahsedilmesi demek kontrolün zorlaşması demektir, aksine tepki doğurur, Türkiye'de 1923ten beri gerçekleşen bütün önemli yapısal dinamiklerde Türklerden çok arka planda İngiliz ipleri vardır, ki Atatürk döneminde bile böyle.. Tabii bunları söylemek çok çok önemli tabuları yıkmaktır Türkiye'de, bağımsızlık altında yaptığımız bütün yapısal değişikliklerde İngiliz parmağı olduğunu öğrenmek travma yaratır, ne yalan söyleyeyim, zamanı mıdır, değil midir bilemiyorum, belki de zamanı gelmiştir, kısacası inandığım gerçek budur.. Tabii bunun karşılığında bu coğrafyada yaşama hakkını elde etmişizdir, burası da bir gerçek.. Yani başka çaremizin olmadığını da belirtmek isterim..

    Bu yapısal değişikliklerin ne olduğunu merak ediyorsanız, açıkçası bunların hangisinin Türk hükümeti eliyle, hangisinin İngiltere eliyle yapıldığını çok çok incelemedim.. Ama bildiğim bir şey var ki, siz bir ülkeyi işgal ediyorsunuz, sonra da çekip gidiyorsunuz, yıllar geçtikçe o ülke yapısal olarak size benzemeye başlıyor, bundan şüphelenmek gerek diye düşünüyorum..

    İngilizler giderken bir takım fay hatları bırakmışlardır, oluşturmuşlardır, zati 50 senedir bizim halk söyler, önce sağcı solcu ayrılır, sonra ırk ayrışması olur, sonra laik dinci ayrışması yaşanır, bu fay hatlarını kim kaşır, kim oluşturur, bir türlü ismini söyleyemez..

    Eğer tüm bunlar anlaşılırsa İngiliz gazetelerinin neden bizimle ilgili bu kadar çok şey yazdığı da anlaşılır, kraliçenin bizi neden defalarca ziyaret ettiği de, 80 sene de neden defalarca askeri darbe olduğu da..

    quote:

    Çok yanlış tespitler. Malesef hiç bir kısmına katılamayacağım. Dikkat edin, bu savlar hep kendi içinde çelişir.


    Şu Yahudi meselesine de değinmek istiyorum, bizim ülkede analizler yapılırken bazı kesimler bütün olayların arkasına yahudileri koyar, bütün dünyayı yahudiler yönetir derler, hatta o kadar ileri giderler ki Almanların yahudi kırımını bile yahudiler yaptırmıştır, yahudilerin etkisi 1900lerde yoktu bile, bugün ise ancak bölgesel bir güç haline gelebilmiştir, etkisi de ancak bölgeseldir, yani o kadar gözümüzde büyütmememiz lazım..

    Her işin altından yahudiyi çıkarmak, birilerinin iş çevirirken bilinçli olarak ''Aaa leyleğe bak'' dezenformasyonundan başka bir şey değil..

    Bütün finans patronları yahudi derler, onun sebebi de yahudilerde ''faiz'' serbesttir, ondan olmasın acaba? Hristiyanlara ve müslümanlara ise haramdır.. Tabii bu işle başlayan herkes de din değiştirmiştir haliyle..

    Alıntıları Göster
    Ben bu tabu yıkmak-resmi tarih duyduğumda hep çok dikkatli oluyorum, çünkü her ikisi de tarihi çarpıtmaya zemin hazırlayabiliyor. Diyelim ki aslında yerleşik olan doğru bir düşünceyi değiştirmek istiyorsunuz, önce resmi tarih doğru değildir diyorsunuz ki insanlar okudukları/bildikleri şeylerin tümünün doğru olmadığı düşünsünler, bunun üzerine tarihin geneli ile uyuşmayan (çoğu zaman çarpıtılmış), kişisel anılara dayanan birbirini referans veren bilgi kırıntılarını ekliyorsunuz, hatta bunlara bir de gizemli bir hava katıyorsunuz -gizli tutulan söylenmeyen hikayeler gibi-, bu bilgileri değişik şekillerde yayıyorsunuz ondan sonra karşı çıkan olursa ona statükocu kendinize de tabu yıkan diyorsunuz; eğer bu işi yeterince iyi yaparsanız bu düşünce değişim isteyen / yenilikçi / bilgiye değer veren kişiler arasında yayılıyor, bu yöntem son 10-15 yıldır doğru düşünceleri yanlışları ile değiştirmek için kullanılıyor...

    "İngilizler biliyorsunuz bir finans devletidir, bugün de öyle, 100 sene önce de öyleydi" diyorsunuz ama tam öyle değildi, 100 yıl önce İngilizler İmparatorluktu hem de gelmiş geçmiş en büyük imparatorluk, dünya denizlerinde rakip tanımayan donanması neredeyse sınırsız ordusu vardı... işte o zaman "üzerinde güneş batmayan imparatorluk" denilen İngilizler önce askeri olarak, sonra diplomatik olarak, en son da ekonomik-siyasi olarak ( Atatürk'ün ölümüne kadar) bu topraklarda yenilgiye uğramıştır, bunu da başta Atatürk olmak üzere bizim atalarımız yaptı. Türkiye Cumhuriyeti İngilizlere karşı onlara rağmen kuruldu, ancak bunun tam tersini iddia eden müthiş bir yaymaca var, nedeni de belli, bugün yaşadığımız problemlerin hem düşünsel hem de uygulamalı çözümü Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında var...

    Bugünkü durumumuzdan memnun olmayan herkesin o zaman askeri, ekonomik ve siyasi bağımsızlık için yapılanları okumasında öğrenmesinde büyük fayda var, bu konuda ben özellikle Metin Aydoğan'ın kitaplarını tavsiye ederim; bir düşünce öne süreceği zaman kaynaklardan alıntılıyarak söylüyor, okuduğunuz zaman binlerce kaynaktan damıtılarak alınmış (dipnotlarıyla) bilgiye ulaşıyorsunuz. Aslında değişik kaynaklardan bir yap boz gibi küçük parçalar koyuyor önünüze kitaplarında, sonra resmin tümüne baktığınızda daha önce görmediğiniz bir Atatürk ve Türkiye çıkıyor karşınıza... Bu konuda başka en az 10 kitap okumuşumdur, buna rağmen Metin Aydoğan'ı okuduktan sonra ortaya çıkan resme ben çok şaşırmıştım.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: maki1970

    Ben bu tabu yıkmak-resmi tarih duyduğumda hep çok dikkatli oluyorum, çünkü her ikisi de tarihi çarpıtmaya zemin hazırlayabiliyor. Diyelim ki aslında yerleşik olan doğru bir düşünceyi değiştirmek istiyorsunuz, önce resmi tarih doğru değildir diyorsunuz ki insanlar okudukları/bildikleri şeylerin tümünün doğru olmadığı düşünsünler, bunun üzerine tarihin geneli ile uyuşmayan (çoğu zaman çarpıtılmış), kişisel anılara dayanan birbirini referans veren bilgi kırıntılarını ekliyorsunuz, hatta bunlara bir de gizemli bir hava katıyorsunuz -gizli tutulan söylenmeyen hikayeler gibi-, bu bilgileri değişik şekillerde yayıyorsunuz ondan sonra karşı çıkan olursa ona statükocu kendinize de tabu yıkan diyorsunuz; eğer bu işi yeterince iyi yaparsanız bu düşünce değişim isteyen / yenilikçi / bilgiye değer veren kişiler arasında yayılıyor, bu yöntem son 10-15 yıldır doğru düşünceleri yanlışları ile değiştirmek için kullanılıyor...

    "İngilizler biliyorsunuz bir finans devletidir, bugün de öyle, 100 sene önce de öyleydi" diyorsunuz ama tam öyle değildi, 100 yıl önce İngilizler İmparatorluktu hem de gelmiş geçmiş en büyük imparatorluk, dünya denizlerinde rakip tanımayan donanması neredeyse sınırsız ordusu vardı... işte o zaman "üzerinde güneş batmayan imparatorluk" denilen İngilizler önce askeri olarak, sonra diplomatik olarak, en son da ekonomik-siyasi olarak ( Atatürk'ün ölümüne kadar) bu topraklarda yenilgiye uğramıştır, bunu da başta Atatürk olmak üzere bizim atalarımız yaptı. Türkiye Cumhuriyeti İngilizlere karşı onlara rağmen kuruldu, ancak bunun tam tersini iddia eden müthiş bir yaymaca var, nedeni de belli, bugün yaşadığımız problemlerin hem düşünsel hem de uygulamalı çözümü Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında var...

    Bugünkü durumumuzdan memnun olmayan herkesin o zaman askeri, ekonomik ve siyasi bağımsızlık için yapılanları okumasında öğrenmesinde büyük fayda var, bu konuda ben özellikle Metin Aydoğan'ın kitaplarını tavsiye ederim; bir düşünce öne süreceği zaman kaynaklardan alıntılıyarak söylüyor, okuduğunuz zaman binlerce kaynaktan damıtılarak alınmış (dipnotlarıyla) bilgiye ulaşıyorsunuz. Aslında değişik kaynaklardan bir yap boz gibi küçük parçalar koyuyor önünüze kitaplarında, sonra resmin tümüne baktığınızda daha önce görmediğiniz bir Atatürk ve Türkiye çıkıyor karşınıza... Bu konuda başka en az 10 kitap okumuşumdur, buna rağmen Metin Aydoğan'ı okuduktan sonra ortaya çıkan resme ben çok şaşırmıştım.

    Alıntıları Göster
    ilginç konulara giriliyor.

    ancak sayın maki1970 sanırım yeni olarak bu forumda yer almasına rağmen yazılanları takip ediyordur .

    ingilizleri savaşta yenmek ayrı konu , ekonomik olarak yenmek ayrı konudur. evet belki askeri alanda başarılı olduk belki yine oluruz ayrı konu ama savaşlar artık silahlarla yapılmıyor ve finansın kurallarını koyan bankerler geçmişi iyi araştırıldığında hem kuralları koyan hem de nemalananlar belirli aileler kanalıyla bu yüzyılın başlarında uygulamaya sokulmuştur.(geçmişi biraz daha öncelere gider) .İngiliz denince belirli bir toprağın anlaşılması doğru olmayacaktır. Aynen türk denince türkiyenin akla gelmesi gibi bir hatalı nokta olacaktır. Finansal açıdan ingiliz bağlantısı olan kurumlar ve şirketler bu uygulamanın ayrılmaz parçasıdırlar ve ingiliz hükümeti tarafından alenen desteklenmektedir. eskiden de böyleydi şimdi de böyle . yanı başımızda süre gelen petrol payı kapma savaşlarında amerikan ingiliz şirketleri kıran kırana kapışmaktadırlar ve aslan payanı almak için devlet adamları başrol oyuncusu olarak desteklerini her zaman göstermektedir.

    aslen sanırım hazard arkadaşımız kendisi detaylı olarak açıklar sanırım, ama olayın amerikan ve ingiliz arasında yaklaşık 200 yılı aşan çekişmesini vurgulamaya çalışmaktadır. Çok iyi müttefik olarak askeri alanda görünmeleri ekonomik açıdan birbrilerini desteklediklerini göstermemektedir. mesela yanı başımızda azerbaycanda hakimiyet ingilizlerin olmuştur. BP olayın baş aktörüdür. ırakta ise amerikan üstünlüğünü biliyoruz exxon mobil adı geçen yerler amerikan denetiminde demektir.

    Atatürk tam bu paylaşmanın kızıştığı ilk yıllarda devletçilik modelini cumhuriyet ilkelerinden birisi olarak kabul ederek bu ekonomik amborgoyu kırmayı başarmıştır. ömrü uzun sürmemesini sonra tartışırız ama glabolleşme adı altında yapılmak istenen zaten 100-150 yıl önceki planların daha büyük ölçekte uygulanmasından başa birşey değildir. Bu işin finansörü olarak da PETROL baştacı edilmiştir. Artık konu anlaşıldığı için açıklama gereği duymuyorum çok yazdık , çizdik ama para altından koptukdan sonra petrol alanlarının denetlenmesi ve kuyuladan çıkan petrolün bu 2 ülke kaynakları kananıyla aslında hakimeyetin finans piyasasının baronlarına aktarılmasının önündeki en büyük engel ulus devlet modelleridir.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: vezir

    ilginç konulara giriliyor.

    ancak sayın maki1970 sanırım yeni olarak bu forumda yer almasına rağmen yazılanları takip ediyordur .

    ingilizleri savaşta yenmek ayrı konu , ekonomik olarak yenmek ayrı konudur. evet belki askeri alanda başarılı olduk belki yine oluruz ayrı konu ama savaşlar artık silahlarla yapılmıyor ve finansın kurallarını koyan bankerler geçmişi iyi araştırıldığında hem kuralları koyan hem de nemalananlar belirli aileler kanalıyla bu yüzyılın başlarında uygulamaya sokulmuştur.(geçmişi biraz daha öncelere gider) .İngiliz denince belirli bir toprağın anlaşılması doğru olmayacaktır. Aynen türk denince türkiyenin akla gelmesi gibi bir hatalı nokta olacaktır. Finansal açıdan ingiliz bağlantısı olan kurumlar ve şirketler bu uygulamanın ayrılmaz parçasıdırlar ve ingiliz hükümeti tarafından alenen desteklenmektedir. eskiden de böyleydi şimdi de böyle . yanı başımızda süre gelen petrol payı kapma savaşlarında amerikan ingiliz şirketleri kıran kırana kapışmaktadırlar ve aslan payanı almak için devlet adamları başrol oyuncusu olarak desteklerini her zaman göstermektedir.

    aslen sanırım hazard arkadaşımız kendisi detaylı olarak açıklar sanırım, ama olayın amerikan ve ingiliz arasında yaklaşık 200 yılı aşan çekişmesini vurgulamaya çalışmaktadır. Çok iyi müttefik olarak askeri alanda görünmeleri ekonomik açıdan birbrilerini desteklediklerini göstermemektedir. mesela yanı başımızda azerbaycanda hakimiyet ingilizlerin olmuştur. BP olayın baş aktörüdür. ırakta ise amerikan üstünlüğünü biliyoruz exxon mobil adı geçen yerler amerikan denetiminde demektir.

    Atatürk tam bu paylaşmanın kızıştığı ilk yıllarda devletçilik modelini cumhuriyet ilkelerinden birisi olarak kabul ederek bu ekonomik amborgoyu kırmayı başarmıştır. ömrü uzun sürmemesini sonra tartışırız ama glabolleşme adı altında yapılmak istenen zaten 100-150 yıl önceki planların daha büyük ölçekte uygulanmasından başa birşey değildir. Bu işin finansörü olarak da PETROL baştacı edilmiştir. Artık konu anlaşıldığı için açıklama gereği duymuyorum çok yazdık , çizdik ama para altından koptukdan sonra petrol alanlarının denetlenmesi ve kuyuladan çıkan petrolün bu 2 ülke kaynakları kananıyla aslında hakimeyetin finans piyasasının baronlarına aktarılmasının önündeki en büyük engel ulus devlet modelleridir.

    Alıntıları Göster
    vezir hocam aradaki cümleler çok hoş :) Exxon Mobil'in geçtiği yerler Amerika'nın denetimindedir. BP'nin olduğu yerde İngiltere'nin borusu ötüyor demektir... vs. Yahu düşünüyorum da, ağlanacak halimize gülmeye başlamışım. Realistleri hiç sevmem lakin işlerinin bu kadar kolay olmasına da imrenmiyorum değil...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: jay jay justified

    vezir hocam aradaki cümleler çok hoş :) Exxon Mobil'in geçtiği yerler Amerika'nın denetimindedir. BP'nin olduğu yerde İngiltere'nin borusu ötüyor demektir... vs. Yahu düşünüyorum da, ağlanacak halimize gülmeye başlamışım. Realistleri hiç sevmem lakin işlerinin bu kadar kolay olmasına da imrenmiyorum değil...


    sayın jay jay ,

    evet maalesef böyle. yazdığımız şirketlerin bütçeleri bizim ülkeden büyüktür sanırım. mesela BP azerbaycanda hem petrol çıkarma heme işletme faaliyetinde bulunuyor. Azerbaycan devleti ancak ülkesinden çıkarılan petrolün %25 alabiliyor belki daha da az olabilir. Onu da socar petrol hissesi ile yapabiliyor halbuki BP taşınan petrolün %30 dan fazla hissesine sahiptir .Çıkarılan petrol sevk edildiğine göre olayın hakimi ve çıkarılan petrolün denetimi BP petrol firmasındadır. Şimdi Azeri hükümeti ben kendim işeteceğim kararını alabilemesi mümkün müdür veya aksi bir politika gütmesi. Kuyuda porblem var derler 6 ay yatırırlarsa hattı aynen hükümet tepetaklak gider. Gücü kontrol etmek için finans musluğunun başında kim varsa ona itaat şartı vardır , yoktur diyenlerin sadece teorik gerçeklerde takılıp kalması durumu mevcuttur.

    şiödi ülkemizde yabancı firmalar petrol arıyorlar. Sanıyor muyuz ki çıkarılan petrolden aslan payını türk hükümeti alacak. nerdeeee , baştan kabul ediyorsunuz çıkarılan petrolün %50 sini vemeye zaten , işletme giderleri altında birkaç sende kendini amorti eden kuyular sonrasında bastıkları paraları bu global şirketler aracıgıyla kendi ülkelerine aktarırılar. ayrıca tüm üst yönetimi yabancı menşeyli yöneteciler aylık 20000 usd dan başlayan maaşlarla bu firmada çalışırlar .herkes çalışmak için can atar ama hepsi gider hanesine yazılır ve ülkesinden çıkarılan petrolün gerçek sahipleri avuçlarını yalarlar.giderrin fazla olması firmayı çok da bağlamaz çünkü vergiyi düşük tutar ve hisse üzerinden karı sabit kalır. neyse şimdi canınızı sıklamyalım sabah sabah , bu ülkede işsizlik varken elalamin milyar dolar kazançlarını nasıl sağladıkları yüzlerce filme konu olabilcek entrikalar içerirler.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: vezir

    quote:

    Orijinalden alıntı: jay jay justified

    vezir hocam aradaki cümleler çok hoş :) Exxon Mobil'in geçtiği yerler Amerika'nın denetimindedir. BP'nin olduğu yerde İngiltere'nin borusu ötüyor demektir... vs. Yahu düşünüyorum da, ağlanacak halimize gülmeye başlamışım. Realistleri hiç sevmem lakin işlerinin bu kadar kolay olmasına da imrenmiyorum değil...


    sayın jay jay ,

    evet maalesef böyle. yazdığımız şirketlerin bütçeleri bizim ülkeden büyüktür sanırım. mesela BP azerbaycanda hem petrol çıkarma heme işletme faaliyetinde bulunuyor. Azerbaycan devleti ancak ülkesinden çıkarılan petrolün %25 alabiliyor belki daha da az olabilir. Onu da socar petrol hissesi ile yapabiliyor halbuki BP taşınan petrolün %30 dan fazla hissesine sahiptir .Çıkarılan petrol sevk edildiğine göre olayın hakimi ve çıkarılan petrolün denetimi BP petrol firmasındadır. Şimdi Azeri hükümeti ben kendim işeteceğim kararını alabilemesi mümkün müdür veya aksi bir politika gütmesi. Kuyuda porblem var derler 6 ay yatırırlarsa hattı aynen hükümet tepetaklak gider. Gücü kontrol etmek için finans musluğunun başında kim varsa ona itaat şartı vardır , yoktur diyenlerin sadece teorik gerçeklerde takılıp kalması durumu mevcuttur.

    şiödi ülkemizde yabancı firmalar petrol arıyorlar. Sanıyor muyuz ki çıkarılan petrolden aslan payını türk hükümeti alacak. nerdeeee , baştan kabul ediyorsunuz çıkarılan petrolün %50 sini vemeye zaten , işletme giderleri altında birkaç sende kendini amorti eden kuyular sonrasında bastıkları paraları bu global şirketler aracıgıyla kendi ülkelerine aktarırılar. ayrıca tüm üst yönetimi yabancı menşeyli yöneteciler aylık 20000 usd dan başlayan maaşlarla bu firmada çalışırlar .herkes çalışmak için can atar ama hepsi gider hanesine yazılır ve ülkesinden çıkarılan petrolün gerçek sahipleri avuçlarını yalarlar.giderrin fazla olması firmayı çok da bağlamaz çünkü vergiyi düşük tutar ve hisse üzerinden karı sabit kalır. neyse şimdi canınızı sıklamyalım sabah sabah , bu ülkede işsizlik varken elalamin milyar dolar kazançlarını nasıl sağladıkları yüzlerce filme konu olabilcek entrikalar içerirler.

    Alıntıları Göster
    quote:

    Ben bu tabu yıkmak-resmi tarih duyduğumda hep çok dikkatli oluyorum, çünkü her ikisi de tarihi çarpıtmaya zemin hazırlayabiliyor. Diyelim ki aslında yerleşik olan doğru bir düşünceyi değiştirmek istiyorsunuz, önce resmi tarih doğru değildir diyorsunuz ki insanlar okudukları/bildikleri şeylerin tümünün doğru olmadığı düşünsünler, bunun üzerine tarihin geneli ile uyuşmayan (çoğu zaman çarpıtılmış), kişisel anılara dayanan birbirini referans veren bilgi kırıntılarını ekliyorsunuz, hatta bunlara bir de gizemli bir hava katıyorsunuz


    İyi yapıyorsunuz, doğru da yapıyorsunuz, ama bunları yaparken tartışmanın nereye giderse gitsin bir takım tabuların da yıkılacağını düşünerek hareket etmek gerekir.. Ben her türlü fikire, tartışmaya açığım sonuçta, önyargılı değerlendirmem kesinlikle yok, bugünkü fikirlerim sürekli kalıcak değildir, yeni yeni belgeler, kitaplar okudukça şekillenir.. Ama şunu kesinlikle söyleyebilirim, resmi tarih doğru değildir, çünkü tam olarak araştırılmamıştır..

    quote:

    İngilizler önce askeri olarak, sonra diplomatik olarak, en son da ekonomik-siyasi olarak ( Atatürk'ün ölümüne kadar) bu topraklarda yenilgiye uğramıştır, bunu da başta Atatürk olmak üzere bizim atalarımız yaptı. Türkiye Cumhuriyeti İngilizlere karşı onlara rağmen kuruldu, ancak bunun tam tersini iddia eden müthiş bir yaymaca var, nedeni de belli, bugün yaşadığımız problemlerin hem düşünsel hem de uygulamalı çözümü Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında var...


    İşte bu kısma katılamayacağım, çünkü bu topraklarda İngiliz stratejisinin istemediği hiç bir şey gerçekleşmemiştir, yani yenilgi durumundan bahsedilemez..

    Ben de herkes gibi resmi tarihte anlatıldığı şekilde İngilizleri mağlup ettiğimizi düşünüyordum, ki olayı detaylıca araştırana kadar..

    http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=299

    İngilizlerde bir fraksiyon, Manchester grubu, savaşa devam edip Anadolu'nun bir Yunan bölgesi olmasını istemektedir, Rusya'ya karşı Yunan'ın tampon bölge olarak kullanılmasını istemektedir, diğer bir grup ise Aubrey Herbert ve ekibi, Türkleri Anadolu'da Rusya'ya karşı uygun bir tampon bölge olarak uygun görmektedir.. Yani İngilizlerin tamamından Türklere karşı bir cephe yoktur, daha sonra ise Aubrey Herbert ve ekibi üstün gelerek, Anadolu Türkiye Cumhuriyetine bırakılmıştır..

    Sonuçta Kurtuluş savaşını Yunanlılara karşı kazandığımızı söyleyebiliriz, ama İngilizlere karşı da kazanma durumu yoktur... İngilizler için aslında daha iyi olmuştur, ortodoks Yunan'ın ortodoks Ruslara tampon olarak kullanılmasındansa, Türkiye Cumhuriyeti çok daha iyi bir tampon olabilir,

    Bundan ötesi Türkiye Cumhuriyeti kuruluş ve şekillenme aşamasında da batının parmağı vardır, hangisinde ne kadar vardır onu bilemeyeceğim, ama çoğunda olduğunu düşünüyorum.. Kısaca şöyle tasavvur edeyim.. Geldiler, fesi çıkardılar, şapkalarını taktılar ve gittiler.. Buradan şapkayı sevmediğim anlaşılmasın, günlük hayatta kovboy şapkası kullanıyorum sık sık.. Sadece bir durum tespiti..

    Yani bugün sokağa çıktığımızda heryerde İngilizce ismini görüyorsak, okullarımızda İngilizceyi Türkçeden sonra okutuyorsak, hatta üniversitelerimizde ana dil İng. mi Türkçe mi olsun diye tartışıyorsak, günlük dilimize İngilizceyi sokuyorsak, bunun 100 yıl öncesiyle de çok ilgisi vardır..

    İngilizler bir finans devleti derken, en önemli özelliklerinden bahsetmek istedim, daha önce de bahsetmiştim, küreselleşmenin merkezi İngiltere'dir, oradan yönetilmektedir, elbette çok önemli askeri-ekonomik özellikleri vardır, bir imparatorlukturlar ama İngiltere 200 yıldır, bir finans imparatorluğu olmuştur, küreselleşmeyi yönetmiş, dünyayı şekillendirmiştir..

    İngiltere ile savaşırken karşınızda anzakları, yeni zelandalıları, hintlileri, afrikalıları vs. bulursunuz, ama Almanlarla savaşırken sadece Almanları bulursunuz.. Bu da küreselleşme fenomeninin kazandırdıklarından birisi olsa gerek..

    quote:

    Atatürk tam bu paylaşmanın kızıştığı ilk yıllarda devletçilik modelini cumhuriyet ilkelerinden birisi olarak kabul ederek bu ekonomik amborgoyu kırmayı başarmıştır. ömrü uzun sürmemesini sonra tartışırız ama glabolleşme adı altında yapılmak istenen zaten 100-150 yıl önceki planların daha büyük ölçekte uygulanmasından başa birşey değildir.


    Atatürk AM kurumundan araştırdığıma göre, 1923 1929 arasında liberal bir politika izlenmiş, tabii o zamanlar Türk değerleri bugünkünden çok daha üstünde olduğu için Türk üretimine önem de verilmiş.. Dünyada ise aynı politika mevcut olduğundan Türkiye de bu konjonktüre eklemenmeye çalışmış, 1929 krizinden sonra ise tüm dünyada olduğu gibi bizde de devletçilik politikası uygulanmaya başlanmış, korumacılık gelmiş.. 29'dan 46ya kadar öyle gidilmiş, bu dönemde de epey iyi atılım yapılmış, ama sonra çökmüş, yabancı sermayeye ardına kadar açılmış kapılarımız..

    Yani cumhuriyetin ilk yıllarında tamamen devletçilik ilkesi uygulanmamış, liberal uygulamalar da mevcut.. Ben tamamen devletçilik biliyordum, ama öyle değilmiş..

    http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=1119



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hazardousmen -- 25 Mart 2010; 17:57:52 >




  • 
Sayfa: önceki 6667686970
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.