Hastane odası, o gün yine ılık bir rüzgâr misali iç ısıtan, ama derinlerde soğukluk uyandıran bir atmosferle kaplıydı. Bu odada iki yatak vardı. Birinci yatak ön cam kenarında, ikinci yatak ise arka cam kenarında bulunmaktaydı. Ve bu gün bu yataklar iki hastayla dolacaktı. Odaya iki yeni hasta gelecekti…
Günün öğlen saatlerine doğru, hastalardan birincisi ön yatağa koyuldu. Diğer gelen hasta ise arka yatağı mesken tuttu. Biraz zaman geçtikten sonra arka yataktaki hasta yatağın iyice içine sindi. Ön yataktaki hasta ise kafası hep dik camdan dışarıya bakıyordu. Sessizliğin bozulması o an meydana geldi. Arkadaki hasta “ Ufff burası da acayip sıcakmış “ dedi. Öndeki hasta “ Gerçekten de öyle dostum. Yatağın yanındaki kolonyadan biraz sürebilirsin. Ben öyle yapıyorum. Ve dışarıyı seyrediyorum. “ dedi. Arkadaki hasta biraz afallamış vaziyettedir. Sormadan edemez. “ ne görüyorsun peki dışarıda?” diye sorar arkadaki hasta. Öndeki hasta “Pencerenin pervazından dışarıya bakıyorum. İnsanlar koşuşturmakta. İş çıkışı yaklaştığı için insanlar arabalarına hücum ediyor. Güneş artık bizden ışığını çekmeye başlıyor. O da yoruldu. Sineye çekiyor kendini. Yıldızlarda sıraya girdi bekliyorlar. Sahneye çıkacakları için ışıl ışıllar. Bir anne çocuğuna bağırıyor, ama nedenini duyamıyorum. Belki de sınavından kötü aldığı için olabilir…” diye anlatır. Arkadaki hasta şok olmuştur. “Bunların hepsini görüyor musun” diye sorar. Öndeki hasta ise “ evet görüyorum sen de görebilirsin” diye cevap verir. Şaşıran arkadaki hasta hemen hemşireyi çağırır. Hemşire odaya gelir. Arkadaki hasta, hemşireye, kendisini dışarı çıkarmasını söyler. Hemşire de buna uyar ve çıkartır. Aralarında diyalog başlar;
Arkadaki hasta: Hemşire hanımefendi beni galiba yanlış yere koydunuz. İçerdeki hasta benim gibi bir hasta değil. Onun gözlerinde problemi yok. O her şeyi görüyor.
Hemşire: Hayır efendim, o da sizin gibi bir görme engelli. Bir yanlışlık olacağını sanmıyorum
Arkadaki hasta: Ama yanlışlık yapmışsınız. Kolonyanın yerini söyledi, camdan bakarak dışarıda gördüklerini anlattı bana.
Bu diyalog üzerine ikisi tekrar odaya döner. Öndeki hasta, hareketin geldiği yöne doğru boş bakar. “ hoş geldiniz tekrar” der. Hemşire, arkadaki hastaya “ Oda arkadaşınızın gözleri görmüyor tıpkı sizin gibi.” Diye fısıldar. Bu söz üzerine arkadaki hasta dayanamaz sorar “ Beyefendi, daha demin bana kolonyanın yerini söylediniz. Ve dışarıda gördüklerinizi anlattınız. Bunu nasıl yaptınız? Gözleriniz de görmüyormuş” . Bu soru karşısında sakince bir edayla öndeki hasta konuşmaya başlar. “ İnsanlarda iki beden vardır. Birisi ruhen beden, birisi ise madden beden. Benim madden gözlerim görmüyor. Ama ruhen gözlerim görüyor. Kolonyanın yerini görmedim. Ama her zaman böyle hastanelerde yatak başlarına koyulur. O yüzden size oradan almanızı söyledim. Ben camdan baktığımda ruhum konuşmaya başlar. Ve o konuşmalar dilime geçer anlatırım. Ruhum dışarıyı böyle görüyor. Siz ruhunuzla arkadaş olamamışsınız. O yüzden nereye bakarsanız bakın her yeri karanlık görürsünüz. Unutmayın ki her şeye rağmen hayat güzeldir…”
İsmail Öztaş
Kıssadan hisse
Hoca vaaz vermek istediği salonagirmiş. Salon,ön sırada oturan seyis dışında boşmuş.Konuşup konuşmama konusunda düşünen hoca sonunda seyise sormuş: "Buradaki tek kişi sensin.Sana göre konuşmalı mı, yoksa konuşmamalı mıyım?"
Seyis cevap vermiş:"Hoca ben basit bir insanım, bu konulardan anlamam.Fakat ahıra gelseydim ve bütün atların kaçıp birtanesinin kaldığını görseydim, yine de onu beslerdim."
Bu sözlere hak veren hoca duaya başlamış.İki saatin üzerinde konuşmuş durmuş, duadan sonra kendini mutlu hissetmiş, dinleyicisinin de vaazın çok iyi olduğunu onaylanmasını isteyerek sormuş:
"Vaazımı nasıl buldun?"
Seyis cevap vermiş:"Sana daha önce basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim. Gene de eğer ahıra gelip biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim, ama elimdeki tüm yemi ona verip hayvanı çatlatmazdım."
Uzun solujlu hikayeme başladım. Dizi tadında dediğim gibi. O şekilde gidecek. İlk mesajımda bulabilirsiniz.. saygılarımla
quote:
Hastane odası, o gün yine ılık bir rüzgâr misali iç ısıtan, ama derinlerde soğukluk uyandıran bir atmosferle kaplıydı. Bu odada iki yatak vardı. Birinci yatak ön cam kenarında, ikinci yatak ise arka cam kenarında bulunmaktaydı. Ve bu gün bu yataklar iki hastayla dolacaktı. Odaya iki yeni hasta gelecekti…
Sayın ismailöz, Bu hikayenizin başlangıç kısmını okudum. Kalan kısmını daha sonra okuyacağım.
İlk paragraf dökülüyor.Tasvir etme, ortamı anlatma birebir gerçek anlamı ile sunmak veya fotoğrafını çekmek değildir.İmla hatalarını en aza indirmelisiniz.Özellikle uslubunuzu yaratmada çok çalışmalısınız.Bu çok önemlidir. Bu eksikliklerin nedenlerini araştırmalısınız. Öyle kıvrak ve çarpıcı kelimelerle atmosfer yaratmalısınız ki beni o dünyaya çekebilmelisiniz.Çünkü hikaye romana göre daha farklıdır.Şiir yazmak gibidir.İşçiliği çok zordur. Derinlik vermek başka bir paragrafa atlayarak konuyu değiştirmek değildir. Sizin çabuk yazmak gibi bir handikabınız olabilir mi bilmiyorum.Eğer değilse yazdıklarınızı defalarca okumalısınız.Önce siz beğenebilir düzeye gelmelisiniz.Etrafınızdaki arkadaşlarınızın ‘Aaa çok güzel İsmail:Nasıl böyle güzel yazıyorsun’ deyişleriyle gülücükler atabilirsin ama bu seni aldatmasın.Bir film yönetmeni edasıyla yazdıklarınızı görüntülemelisiniz.Yoksa tekrar tekrar yazmalısınız.Çok okumalısın.Nasıl yazıyorlar sorusunu aklından geçirmelisin. Diyeceksin ki çok biliyorsan gel sen bir hikaye yaz da görelim.Emin olun sizin yazdığınızın onda birini yazamam.ama bu konuda,sinema da eleştirmesini az çok iyi bildiğimi, tevazuya gerek yok söyleyebilirim.
Şimdi,eleştirmek kolay gibi gelebilir herkese.Herkes eleştirebilir.Ancak sanıldığının aksine eleştirmek esasında çok zordur.Hikaye,şiir yazmak gibidir.Şevkinizin kırılmasını da bu arada istememekle birlikte, durumunuzu bilmenizde yarar vardır.Ancak bu işin kolay olmadığını ve çok değil en çok çalışanın başarılı olacağını hiç unutmayınız.Böyle bir hedefiniz varsa tabii.
Not:Eleştirilere çoğu kişi alınganlık gösterir.Bunu anlayışla karşılarım.Ama senin bu durumu aştığını düşünüyorum.
Hadi kolay gelsin
eleştirileriniz için çok teşşekür ediyorum. dedikleriniz dogru. herkesin eleştirdiği gibi tasvir etme özelliklerim iyi değildir. Çünkü dile çok önem vermiyorum . Her zaman konuyu ön plana çıkarıyorum. Bu yüzden o şekild ehatalar oluyor. Dikkate alacağım. Saygılarımla. Çok teşekkürler ve güzel elştiriler
böyle daha iyi olmuş
teşekkürler .arkadaşların önerisiydi
SÜZÜLDÜ HAVALANDI VE İZLEDİ
Oturduğu yerden kalktı. Gözlerini gelenlere çevirdi. Bir yığın asker ve birçok siyasetçi akın ediyordu. Askerleri o da selamlamaya durdu. Onlarla gurur duyuyordu. Hepsi birer evladıydı O’nun. Saat 9 u beş geçe saygı duruşuna geçildi. Nasıl bir mutluluktu bilinmezdi. Bu kadar halkın O’nu bu kadar sevmesi kelimelere sığmazdı.
Uçtu, okullara bakmaya başladı. Herkes saygıyla eğiliyordu O’nun önünde. Sirenler çalınıyor, sokakta yürüyen vatandaşlar bile olduğu yerde buz kesilip saygı duruşuna geçiyordu. Gözlerden yaşlar süzülüp yere düşüyordu. Daha da uçtu. Geldiği yer Meclis Binasının caddesiydi. İstiklal Marşını o da yüreğinden söyledi. Yerinden kalkamayan bir takım bakanları gördü. Bakanlar uyuyordu. Ah keşke orda olabilsem diye iç geçirdi. Devlet ne hale gelmişti böyle? İstiklal marşına ayağa bile kalkmayan kişileri göreceğine hiç inanmazdı. İçinde burukluk oluştu uçtu ilerledi gökyüzünde.
Şimdiki geldiği yer bir gazete bayi idi. Süzüldü yere. Gazetelerin her birinden bir tane aldı. Gazetelerin başlıklarını okumaya başladı. Bazı gazeteler O’na saygıyı büyük halde yazmış, bazıları küçük haber halinde geçmiş, bazıları ise direk art niyetle O’na yakışmayan resimlerle haberleri vermişti. Yine üzüldü iç çekti. O, bu insanlara ne yapmıştı ki? Vatanımızı bize vermişti, yaptığı suç muydu? Gazeteler niye böyle yazıyordu ki? Nedir bu insanlardaki düşmanlık diye düşündü. Olsun o yine halkının O’na düzenlediği törenleri düşündü. Oradan uçarak ayrıldı
Köşküne girdi. Televizyonu açtı. Her yer saçma sapan programlarla doluydu. Göstermelik Onla birlikte bayraklar konmuştu televizyonların sağ üst köşelerine. Ama bir tane program dahi yoktu. Zerre kadar mana taşımayan programlar mevcuttu. Ama bir tane O’nu anlatan uzun soluklu bir program göremedi. Yine iç çekti. Hüzünlendi. Belki de evine dönme vakti gelmişti.
Anıtkabire geldiğinde mezarının yanına süzüldü yine. Bazı okullar ziyaret ediyordu O’nu. Her çocuğa ayrı ayrı sevgi gösterdi. Hepsini gözlerinden öptü. Çocukların içleri vatan sevgisiyle doldu.
Akşam olduğunda yine yalnız kalmıştı kabrinde. Ama o hiçbir zaman uyumamıştı ki. Hep vatanını düşünmüştü. Düşünce O’nu genç yaşta aldı bizden götürdü. Dert içini yaktı. Zamanında olan ayaklanmaları, vatan karşıtlarını düşüne düşüne hastalığı meydana çıktı. O, kendi zevklerinden çok vatanının zevklerini düşündü. Bugün de öyle yapacaktı. Uyumayacaktı. Vatanını düşünecekti. O, Allah’ın Türkiyemize verdiği bir mucizeydi. O, Allahın bir lütfüydü. O, bizim Atamızdı. O, ATATÜRKÜMÜZDÜ.
Rahat uyu ATAM İsmail Öztaş
harika bir h,ikayee
sagolasın. senden başkla da bakan yok sanırım
umarım kızmıyorsunuzdur. yukarıda tutmak için mesaj atıyorum
gerçekten güzel bi hikaye ... ve çoğu şey doğru...
şimdi yaşıyorsak onun sayesinde peki bu düşmanlık niye?
quote:
Orjinalden alıntı: ismailöz
umarım kızmıyorsunuzdur. yukarıda tutmak için mesaj atıyorum
yok ...
nede kızalım ki ?
gayretinden dolayı tebrik etmek lazım asıl ...
abi senin kitabın warmı yaw
eline saglık bu sekil cok daha guzel olmus
her eserin için ayrı tesekkur gerçekten degerli bi insansın
teşekkür ederim değerli arkadaişar yorumlar için. Kitabım yok ama en büyük isteğim çıkarmak. Dizi bölüm şeklindeki hikayem umarım beğenilir saygımöarlaa
yukarı
ATATÜRK BİR PENCEREYDİ
Atatürk bir pencereydi, Türkiye’mizin geleceğine açılan bir pencere. Aydınlığa doğru açılan, ufukları delen bir pencereydi.
O bir pencereydi, ufkumuzun penceresi. Ufkumuzun daha açılmasını sağlayan, hayal gücümüzün artmasını sağlayan bir pencereydi. O pencereyi hiç kapamasak hep O’nun penceresinden baksak şimdi Batılı ülkelerin yaveri değil, sahibi olurduk.
O bir pencereydi, kimi insanların hiç açmak istemediği bir pencere. O’nu hep kapalı tutup kaybolmasını, unutulmasını, paslanmasını isteyenlerin penceresiydi. Bu pencereyi günümüzde açmak istemeyecek insan yığını halen oldukça mevcuttur.
O,kimi insan için dar, kimi insan için geniş pencereydi. Gericiler bu pencereyi, kendi kafaları gibi dar görürlerdi. Vatanını seven bir insan ise bu pencereyi geniş görürdü. Ve rahatlıkla aydınlığı görebilirdi.
O bir pencereydi, yağmur olunca ıslanmaz, kar olunca buz tutmaz bir pencereydi. Bu zorlukları üzerinden kolayca atmasını bilirdi. Yağlanmazdı, boyanmazdı, perde çekilmezdi. Üzerine perde çekmek isteyenleri başarıyla dize getirmişti.
O, kurşun geçirmez bir pencereydi. Girdiği savaşlardan camı kırılmadan ayrılmıştı. Çatlamıştı ama kırılmadı, yılmadı. Göğsünü en zor kurşunlara dayadı, hepsinden zaferle çıktı. Her bir koldan geldiler üzerine, hepsinden zaferle çıktı alnının akı ile. O, başkası tarafından kapatılamayan bir pencereydi.
O, temeli sağlam bir pencereydi. Sıvası, mermeri en iyi işçilikle yapılmıştı. Dışardan bakıldığında gıpta edilecek kadar görkemli, “keşke ben de O’nun gibi gözüksem “ denecek kadar karizmatik, bina gibi ayakta sapasağlam durabilecek bir pencereydi.
O, intihar edene dur diyebilecek, gerektiğinde kendini biraz kısıverecek bir pencereydi. Türk Halkı’nı uykusundan uyandırmayı da böyle yapmıştı. Kendini açtı ve halkımızın içine temiz havayı sokarak uyanmasını sağladı.
O, kulpu olmayan bir pencereydi. Yani her isteyene açılmazdı. Kimsenin kuklası olmamıştı. Kimsenin yaverliğini yapmamıştı. Zamanında kimse tarafından yönetilememişti. İstediğine açılır dışarıyı gösterir, istediğine kapanır korkunç karanlığı hissettirir. O,kulpsuz bir pencereydi
O, tekrar inşa edilemeyecek bir pencereydi. O’nun gibi bir pencere hem halkımıza hem de dünya halkına gelmeyecek bir pencereydi. Tüm dünya insanları bu pencereden bakmak isterlerdi. Ama Allah’ımızın bir mucizesi ile sadece Türk Halkı’na özel bir pencereydi. Bu yüzden hep beraber, yüreğimizin sıcaklığı haykıralım “ NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”
Atatürk bir pencereydi, Türkiye’mizin geleceğine açılan bir pencere. Aydınlığa doğru açılan, ufukları delen bir pencereydi.
O bir pencereydi, ufkumuzun penceresi. Ufkumuzun daha açılmasını sağlayan, hayal gücümüzün artmasını sağlayan bir pencereydi. O pencereyi hiç kapamasak hep O’nun penceresinden baksak şimdi Batılı ülkelerin yaveri değil, sahibi olurduk.
O bir pencereydi, kimi insanların hiç açmak istemediği bir pencere. O’nu hep kapalı tutup kaybolmasını, unutulmasını, paslanmasını isteyenlerin penceresiydi. Bu pencereyi günümüzde açmak istemeyecek insan yığını halen oldukça mevcuttur.
O,kimi insan için dar, kimi insan için geniş pencereydi. Gericiler bu pencereyi, kendi kafaları gibi dar görürlerdi. Vatanını seven bir insan ise bu pencereyi geniş görürdü. Ve rahatlıkla aydınlığı görebilirdi.
Eline sağlık.Daha iyi olacağına dair inancını sakın kaybetme.