Şimdi Ara

İsmail Öztaş'dan hikayeler (3. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
110
Cevap
0
Favori
3.115
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Espri yapayım dedim.

    Amacım dalga geçmek değildi.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi fstm -- 13 Kasım 2007; 7:43:57 >
  • quote:

    quote:

    Orjinalden alıntı: ismailöz

    yukarı


    aşağı


    dalga geçmekte haklısın kardeşim. Geç istedigin kadar. Amacım sadece yazılarımın insanlara ulaşması. Bu yüzden o şekil yaptm. Ama böyle bi durumla karşılasacagımı biliyordum.canın sagolsun

    saygılarımla
  • tamam arkadaşım. anladım kusura bajkma
  • Atatürk ile yazdıgın son yazı gerçekten mükemmel

    yurekten kutluyorum
  • DİZİ TADINDAKİ HİKAYEMİZE DEVAM EDİYORUZ

    - Yer: Rusya Deniz İşletmeleri –



    Soğuk dalgalar kıyıyı hiç bitmeyecekmiş gibi sürekli dövüyordu. Fırtına ile birlikte kıyıya savrulan çamurlar bu denize neden “ Karadeniz” isminin verildiğini çok iyi açıklıyordu. Deniz kıyısında bulunan evlerin kapı ve pencereleri sıkıca kapalıydı. Deniz İşletmeleri Şubesinde çalışanlar da bu fırtınanın ne zaman biteceğini merakla bekliyordu. Şubenin meşrubat görevlisi, çalışanlara sıcak içecekler dağıtıyordu. Uzun koridordan geçerek, eski tahta kapılı bir odanın önüne geldi. Kapının üzerinde “ Kapıyı çalmadan da girebilirsiniz notunu gördü. Kapıyı açtı ve elindeki meşrubatlardan bir tanesini odanın içerisinde duran adamın önüne koydu. İçerdeki adam:

    “ Sağol. Şimdi git içerdekilere söyle 2 saate kalmaz fırtına bitecek. Boşuna dır dır yapmasınlar. İşlerine baksınlar düzgün şekilde “ dedi

    Meşrubatı getiren adam şaşırarak koridora çıktı. Ve önüne gelen her kişiye durumu anlattı.

    İki saate kalmadan fırtınalar teslim bayrağını çekti. Denizi artık dövmekten vazgeçerek uzaklaştı. İşletmedekiler ve halk mutlu bir hale gelmişti. Akşam olmaya başladı ve işletmedekilerin artık çıkış saatleri gelmişti. Eski tahtalı kapısından çıkan adam her gün baktığı gibi kendi şahsına ait posta kutusuna baktı. İçerisinde ilk kez bir zarf vardı. Şaşırarak elini kutunun içine soktu ve zarfı çıkardı. Titizlikle zarfın ucunu yırttı. İçerisindeki kâğıdı aldı. Okumaya koyuldu.

    “ Çaka Bey’e

    Fırtınalar seni durduramaz Kaptan Çaka. Seni aramızda görmek istiyorum. Bu sefer ki iş büyük. Ülkene borcunu ödemenin vakti geldi.

    Tuğrul Bilge”


    Çaka Bey’in suratına kısık bir gülümseme geldi. Zarfın içinden bir de uçak bileti çıktı. Uçağın geleceği yer İstanbul’u gösteriyordu. Rusya’nın bu soğuk ve kırıcı ikliminden sonra Türkiye, çok sıcak gelecekti. Ama Türkiye’de hava sıcaklığından başka, daha değişik sıcak olaylar oluyordu diye düşündü. Çünkü çağırılmasının bir sebebi olmalıydı. Çaka Bey’in İstanbul’ a gitmeyeli 10 sene olmuştu. Yerler, sokaklar, her gün geçtiği esnaflar acaba şimdi ne haldeydi. Bu uzun yolculuğa hazırlanmak için evinin yolunu tuttu.

    Evine geldiğinde büyük bir bavul aldı. Dolabına giderek sadece bir tane giyecek koydu. Daha sonra banyoya geldi. Duş kabinin içine girdi, musluğu çevirdi. Sular akmaya başladı. Duş kabinin deliğini eliyle ters çevirdi ve delik kapandı. Hızla akan sular kabini doldurmaya başladı. Bir süre sonra kabinden sular taştı ve banyoya döküldü. Tam bu esnada musluğu kapadı ve tiz bir “ tık “ sesi geldi. Kapadığı musluk yavaşça yerinden oynadı ve arka tarafa açılan bir ufak duvar boşluğu oldu. Tırnaklarını zorlayarak bu duvarı kendisine doğru çekti. Duş kabinin musluk olan kısmı sanki bir kasa haline gelmişti. Bu kasa silahla doluydu. İçinde ne kadar silah varsa çıkardı ve hızlıca bavuluna yerleştirdi. Bavulunu kilitledikten sonra evinden dışarı çıktı. Havalimanına gitmek için bir taksiye bindi. Taksici “ Nereye gitmek istiyorsunuz? “ dedi usulca. Çaka “ Havalimanı “ dedi. Taksici havalimanına doğru gitmek için arabayı sağa doğru kaydırdı ve anayola çıkardı. Havalimanı yolu Çaka’nın evine biraz uzaktı. Taksici de bunun farkında gibiydi çünkü Çaka ile sohbete başlamıştı.

    “ Beyefendi yolculuk nereye? Nereye uçacaksınız? Dedi taksici.

    “ Niye sordun? “ dedi Çaka, bir yandan da gözlerini dikiz aynasından taksiciye doğru dikmişti.

    “ Merak ettim beyefendi, sadece merak. Söylemeyebilirsiniz tabi ki.” Dedi taksici.

    Çaka şimdi Rusçayı bırakıp Türkçe konuşmaya başladı.

    “ Bak evlat. Türksün bunu biliyorum. Birincisi hiçbir Rus taksici yolcusuyla muhabbet etmez. İkincisi hadi ettiler diyelim, niye sordun sorusuna, meraktan diye sormazlar. Üçüncüsü Tuğrul Bilge seni niye gönderdi? “ dedi Çaka Bey, olanlarına farkına varmıştı.

    Taksici bu konuşmadan sonra artık üstelemedi ve gerçeği söyledi. O da Türkçe konuşmaya başladı

    “ Efendim, Tuğrul Bey, bu şekilde benim tarafımdan havalimanına götürülmenizi daha güvenli buldu. Ben size kimliğimi havaalanında söyleyecektim ama siz zaten çözdünüz. Bu arada havalimanından geçerken dikkat edin” dedi hafif bir gülümsemeyle.

    Havalimanına yaklaştıklarında Rusça konuşmaya başladılar. İndiklerinde taksici bagajdan Çaka’nın bavulunu çıkardı ve kendisine uzattı. Hiçbir şey olmamış gibi taksisine bindi ve yola çıktı. Çaka ise bu sırada havalimanına girmişti. Güvenlik kabinine geldiğinde, görevli metal eşyalarını çıkarmasını istedi. Çaka bir yandan silah bavulunu, bavul kabinine koymuştu. Bavullar sırayla güvenlik yerine girerken, sıra Çaka’nın bavuluna gelmişti. Kabin tiz bir sesle haykırdı. Güvenlik görevlileri hemen bavulu aldı. Çaka ise bu sırada güvenlik kabininden geçti ve kabin yine tiz bir sesle haykırdı. Görevliler hemen Çaka’nın etrafını sardı. Bir görevli elinde bavulla Çaka’nın yanına geldi, diğer iki görevli ise Çaka’yı kıskıvrak tutuyordu. Etraftaki meraklı gözler bu olaya tanıklık ediyorlardı. Etrafta toplanan kalabalığı havalimanını görevlileri sakinleştiriyor, herhangi bir sorunun olmadığını söylüyorlardı. Görevliler, Çaka ve bavulunu alıp hemen havalimanı güvenlik odasına soktular. Odaya getirdiklerinde loş bir ışık yanıyordu. Çaka, odaya gelene kadar ağzını açmamıştı. Güvenlikçiler, odanın kapısını kapadılar. Odada sadece bir masa ve bir de girdikleri kapı haricinde arkalarında duran siyah bir kapı vardı. Odaya geldiklerinde Çaka’nın ellerini tutmayı bıraktılar. Çaka;

    “ Aferin beyler, işinizi iyi yapıyorsunuz. Her şey kurallarına göre. Önemli biri olduğumu kimse fark etmeyecek. Zaten size bunu Tuğrul Bey anlatmıştır. Bu siyah kapıdan mı çıkacağım “ dedi.

    “ Evet efendim. Kolay gelsin. İyi günler dileriz. Buyurun bavulunuz. “ dedi bavulu tutan görevli.

    Çaka, bavulunu alarak, siyah kapıdan hızlı adımlarla çıktı. Bu oda direk olarak uçak kapısının önüne çıkan bir kapıydı. Uçağın önüne geldiğinde biletini vererek içeriye girdi. Sanki uçağa ilk kez biniyormuş gibi bir hava içerisindeydi. Seyahat edeceği koltuğu buldu. Oturduğunda anons yapılmaya başladı.

    “ Lütfen, kalkış anında kemerleriniz bağlayınız. İyi uçuşlar dileriz”

    Çaka, anonsu duyduktan sonra kemerini belinden dolayarak bağladı. Yanında iki yaşlı kadın oturuyordu. Öyle kötü kokuları vardı ki sanki bir ceset kokusu içerisindeydiler. Çaka aldırış etmedi. Burnundan nefes almayı bırakıp ağzıyla nefes almaya başladı. Böylece kokunun midesine dolmasına izin vermiyordu. Öndeki yolcularda bu kokuyu duymuşlardı ki, etrafa koku sıkıyorlardı. Kalkış anı geldiğinde yolcular, yerlerine daha sıkı yaslanmaya başladılar. Çaka da aynı şekilde koltuğuna sarıldı. Gürültü ile hızlanan uçak, burnunu havaya dikerek kalkmıştı bile. Yolcular şimdi daha rahat nefes alıp vermeye başladı. Yolcular bir dakikalık bir süreden sonra bulutların eşsiz güzelliği ile karşılaştılar. Çaka, dışarıyı biraz seyre dalmıştı. Yanındaki yaşlı kadınlar ise gözlerini bir açıp, bir kapıyorlardı. Uyuyup uyumamaya karar verememiş halleri vardı. Hostesler biraz zaman sonra servislerine, kabinler arasındaki geçişlere başladı. Uzun, vücudu güzel, sarışın bir hostes, Çaka’nın yanına geldi.

    “ Bir arzunuz var mı? “ dedi hostes nazikçe.

    “ Bir kahve alabilirsem, kendimi daha iyi hissedeceğim “ dedi Çaka güler yüzle.

    Hostes de aynı Çaka gibi güler yüzlü oradan ayrıldı ve kahveyi getirmeye gitti. Çaka, yolcuları süzerek, kimisinin uyuklamaya başladığını, kimisinin dergi okumaya başladığını gördü. Kendisi de “ Kahveden sonra iyi bir uyku çeksem hiç de fena olmaz” diye düşündü. İki dakika sonra kahve, aynı hostes tarafından getirildi.

    “ Buyurun efendim, şekeriniz bu poşetlerde” dedi hostes aynı güler yüzlülükle.

    Kahveyi verdikten sonra, hostes yolcular arasında tekrar dolaşmaya başladı.

    Çaka önce kahveyi içmedi. Kafasında belli belirsiz şeyler dönmeye başladı. “ Şekeriniz bu poşetlerde” bu sözler kafasını meşgul ediyordu. Bir an için sanki donmuştu. Elinde kahve ve şeker poşetleri kıpırdamıyordu. Kafasını, afallamasını gidermek için sağa sola salladı. “ Bu kadın şeker istemeden neden şeker getirdi ki? “ . Kadınların kokuları da o kadar ağırlaşmıştı ki, nefes almak bile zorlaşmıştı. Bir süre sonra elindeki kahveden bir yudum almak için eğildi. Dilindeki tat almaçları sanki hasar görmüştü çünkü aldığı kahve tadı değildi. Ağzına bir tat gelmiyordu. Bir şeylerin ters gittiğinin farkına varmıştı. Şeker poşetini açtı. Düşündüğü şey gerçekleşirse, daha İstanbul’a gitmeden burada ilk görevi olacaktı. Poşeti titizlikle yırttı. Eline biraz döktü, koklamaya başladı. Burnuna kadınların kokusundan başka bir şey gelmiyordu. Yavaş yavaş kafasında bir takım şeyler oluşmaya başladı. Koltuğundan ani bir hareketle kalktı. Tuvalete doğru gitti. Tuvalete gelip kapısını kilitledi. Lavabodaki suyun akıp gitmesini sağlayan deliği bir havlu ile kapadı. Suyu açtı ve bir süre sonra su lavaboyu doldurunca, musluğu kapadı. Elinde tuttuğu şeker poşeti, lavaboya boca etti. Lavaboda biriken sularda hiçbir farklılık oluşmadı. Elinde boca ettiği poşetin içindeki beyaz tozlar, suyun dibine demir atmıştı. Çökmüşlerdi. Heterojen bir görünümde bir durum oluştu. Normalde, şeker ile su homojen olarak karışır, suyun içinde tanecikler gözükmezdi. Çaka, soğukkanlılıkla havluyu çekerek, suların akmasını sağladı. Poşetlerin içindekilerde sular ile birlikte gitmişti.

    “ Striknin. Suya karıştığında heterojenliğini kaybetmez. Bulanık görünüm alır. Kuduz hayvanları öldürmek için kullanılan bir zehir türü. Demek bir kuduz hayvan kadar değerli görüyorlar beni. Demek koku almamı istemediler. Bu zehir kokusundan anlaşılır. Yaşlı kadınlar!! Onların kokusu ile koku ve tat duyularım zayıfladı. Hostes ve yaşlı kadınlar. Görev seni bekliyor oğlum”

    Çaka, kendisine kurulan bu yok etme planının farkına varmıştı. Hiçbir şey olmamış gibi, aynı sakinlikte dışarıya çıktı. Kendi koltuğuna doğru yöneldi. Koltuğuna geldiğin de ise gözleri yaşlı kadınları göremiyordu. Kadınların oturdukları koltuklar boştu. Çaka, bu durumu görünce önce koltuğuna yönelmeyip bir şeyler yapması gerektiğini düşündü ama daha sonra içinden “ En iyi plan, kurmadığın plandır” dedi. Koltuğuna tekrar oturdu ve olayların nasıl gelişeceğini izlemeye koyuldu.


    --------------------------DEVAMI HAFTAYA PERŞEMBE-----------------------------------------




  • yukarı
  • ELDEKİ KALP

    -“ Acilen, A kanadındaki 4.koğuşa 12 numaralı odaya güvenlik gönderilsin.”

    Akıl hastanesinde duyulan bu anons görevlileri birden endişelendirdi. Birkaç güvenlik görevlisi ve hasta bakıcı hemen anonsta söylenilen yere doğru hızlıca koşmaya başladılar. Koğuşlardaki hastalar ne olduğundan habersizce etraflarına bakınıyorlardı. 4.koğuşun soğuk duvarlarıyla kaplı koridoruna geldiklerinde 12 numaralı odadan önünde kan birikintisinin oluştuğunu gördüler. Kapıyı açtıklarında görevlilerin gözleri birden büyümüştü. Şok geçirmiş gibi gözüküyorlardı. Burada kalan iki akıl hastasından birisi yerde kanlar içinde yatıyordu. Diğer akıl hastası kişi ise ölen hastanın başucunda üstü başı kan içinde duruyordu. Elleri kanla dolmuştu. Görevlilerden bazıları bu görüntüye dayanamayarak dışarıya çıktı. Hastabakıcılardan biri de kusmaya başlamıştı. Hasta bir şeyler sayıklamaya başladı.

    - “ Kurtaramadım onu. Kurtaramadım onu. Kurtaramadım onu...” sürekli olarak bu cümleyi tekrarlıyordu.

    Görevlilerden biri yerde ölen hastanın vücuduna bakıyordu. Göğüs bölgesi kanlar içinde deşilmişti. Gözleri canlı olan hastanın eline doğru bakarak haykırdı;

    - “ Aman Allah’ım. Ne var o hastanın elinde öyle “ dedi bayılacak bir haldeydi.

    Hastanın elinde, yerde yatan hastanın kalbi duruyordu… Hasta hiç susmayarak aynı şeyi tekrarlıyordu.

    - “ Kurtaramadım onu. Kurtaramadım onu. Kurtaramadım onu...”


    Ertesi gün, görevliler hasta kayıt defterine dünkü durumu ve bundan sonra yapılması gerekilen şeyleri kayıt defterine işlediler.

    “Hastanın adı: Sinan Toprak.

    Dünkü cinayet suçundan dolayı ruh ve sinir hastanemizin cezalı koğuşuna sevk edilmesi için gerekli işlemlerin başlamışı bilginize sunulur. Orada göreceği tedavi ile diğer hastalara karşı herhangi bir müdahale etmesi söz konusu olmayacaktır. Aşırı dozda sakinleştiriciler verilerek tekli hücrede yaşamının sürdürmesi için elimizden gelen yapılacaktır. Yetkililere duyurulur. Bu yazı hastanemizin her kanadına dağıtılacaktır.”


    Cinayet olayından dolayı hasta aşırı dozda yatıştırıcı verilerek tekli hücreye kapatıldı. Her gün yüksek dozda sakinleştirici verilerek tekli hücresinde yaşamını sürdürmesi sağlanacaktı…


    - 1 Sene Öncesi –


    - “ Hemen ameliyat masasına almalıyız. Kan basıncı çok düşmekte. Göğüs kısmı aşırı hasar görmüş durumda. Acilen 3 numaralı ameliyat haneyi hazırlayın. Bu olayı Doktor Sinan’ a nasıl söyleyeceğiz. “

    -“ Bu kadın Doktor Sinan Toprak’ın karısı di mi? Çok kötü bir şekilde kaza geçirmiş. Hemen kendisini çağırın. 3 numaralı ameliyathaneye gelsin “

    Kanlar içinde sedye içerisinde yatan kadına hemen acil müdahale yapılıyordu. Kadın, hastanedeki göğüs cerrahı kocasına gelirken trafik kazası geçirmişti. Göğüs bölgesi ve baş kısmı ciddi zarar görmüştü. 3 numaralı ameliyathaneye gelindiğinde cerrahlar hazır bekliyordu. Karısını sedyede gören Doktor Sinan gözlerinden süzülen yaşlar arasında karısını ameliyat etmek için hazır bekliyordu. Acısını içine attığı bedeninin süzülmüş halinden rahatlıkla hissedilebiliyordu. Büyük bir soğukkanlılıkla ağır yaralı karısının bedenini tekrar hayata getirmek için elinden geleni yapıyordu. Kendi canını kurtarmak için bu kadar uğraşmazdı belki de. Göğüs bölgesine ön tampon yapıldıktan sonra, iç damarlar dikilmeye başlandı. Doktor Sinan, itina ile çalışıyor, gözlerinden süzülen yaşları asistanlarına sildiriyordu. Diğer cerrahlar ise üst kısımlarda görevlerini yapıyorlardı. Nabız neredeyse alınamıyordu. Yüksek şekilde kan kaybı vardı. Kocasının elleri karısının kalbindeydi. İçeriden masaj yaparak duran nabız atışlarını tekrar yerine getirmek için uğraşıyordu. Birkaç dakika sonra korkunç bir sessizlik meydana geldi. Ameliyathanede sadece cihazların sesi duyuluyordu. Doktor Sinan’ın karısı ellerinde can vermişti. Yüreği kocasının elindeydi…


    - Akıl Hastanesi- 4.Koğuş 12 Numara- Cinayet Günü Öncesi –


    4. Koğuş’un en dibindeki 12 numaralı koğuşun sakinleri her zamanki ilaç tedavilerini aldıktan sonra odalarında istirahate çekilmişlerdi. Doktor Sinan’ın oda arkadaşı yılların birikimini almış yaşlı biriydi. Hem bedenen hem de ruhen sıkıntı yaşıyordu. Bu ilaç tedavileri yüzünden gittikçe kötüye gittiğini düşünüyor, kendini gerçekten kötü hissediyordu. Yataklarına uzanıp ertesi sabahı boş umutlarla beklerlerken, yaşlı adam birden titremeye başladı. Ayaklarını kontrolsüzce sallıyor, ellerini göğsüne götürüyordu. Doktor Sinan, bomboş gözlerle ruh şeklinde, yatağından kalkarak yaşlı adamın durumunu gördü. Kafasında şimşekler çakıyordu, geçmiş doktorluk günlerini hatırladı. Yaşlı adam kalp krizi geçiriyordu. Surat ifadesini değiştirmeden iki elini birbirine yapıştırarak, yaşlı adamın göğsüne kalp masajı yapmaya başladı. Aralıklarla masaj yapıyor daha sonra yaşlı adamın göğsüne yatıp kalbini kontrol ediyordu. Bir süre sonra adamın ayaklarında oluşan sallamalar durdu. Vücudu buz gibi kesildi. Nefes almaları artık duyulmuyordu. Bunu gören Doktor Sinan, çekmecesindeki sivri uçlu kalemi ile, yaşlı adamın göğüs kısmının yanına sapladı. Göğüs etrafında ince hatla çizerek üst deriyi çıkardı. Gömlek ile akan kanı bastırıyordu. Daha da derinlere inerek altdaki deriyi de çıkardı. Göğsüne artık gelmişti. Eliyle masaja başladı. Sürekli olarak masaj yapıyordu ama yaşlı adamda tepki yoktu. Hayatının varlığından habersizce ruhu bedeninden ayrılmıştı. Doktor Sinan’ın elinde adamın kalbi durmaktaydı…

    Odaları kontrole gelen hastabakıcı 12 numaralı odaya geldiğinde kanlı olayı gördü. Cinayet olduğunu sanarak anons yaptırdı.

    -“ Acilen, A kanadındaki 4.koğuşa 12 numaralı odaya güvenlik gönderilsin.”

    İsmail Öztaş




  • son hikaye çok güzel


    yaa diğerini perşembeden önce göndersene çok merak ettim
  • teşekkür ediyrum arkadaşım. diğer dizi olarak yazdıgım hikayeyi begendigin için de teşekkür ederim
  • Normalde kitap okumayan biri olmama rağmen vakit buldukça yazılarınızı takip ediyorum

    Tek konu altında toplanması daha iyi olmuş



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Juba13Tv -- 17 Kasım 2007; 17:43:56 >
  • teşekkür ederim
  • dizi hikayen bommba gibi gidiyor. en son hikayen de cok harika
  • sağolasın arkadaşım
  • Hayal kurma gücün konusunda iyi olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca böyle bir uğraş içine girmiş olman bir okur olarak beni sevindirdi. Ancak yazarken çok özür dileyerek söylüyorum bir ifade tutanağı tarzı cümleler görüyorum. Herne kadar içinde betimlemeler olsada genelde özne ve yüklemleri fazla kullanıyor cümleleri kısa tutuyorsun bana göre.

    Sizin kadar asla yazamam ama çok roman ve hikaye okumuş biri olarak eleştirilerimi yapıcı yönde yapmak isteğim konusunda şüpheniz olmasın.

    Çalışmalarınızın devamını dilerim.
  • quote:

    Hayal kurma gücün konusunda iyi olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca böyle bir uğraş içine girmiş olman bir okur olarak beni sevindirdi. Ancak yazarken çok özür dileyerek söylüyorum bir ifade tutanağı tarzı cümleler görüyorum. Herne kadar içinde betimlemeler olsada genelde özne ve yüklemleri fazla kullanıyor cümleleri kısa tutuyorsun bana göre.

    Sizin kadar asla yazamam ama çok roman ve hikaye okumuş biri olarak eleştirilerimi yapıcı yönde yapmak isteğim konusunda şüpheniz olmasın.

    Çalışmalarınızın devamını dilerim.


    dediklerinizi dikkate alacagım. gerceten güzel eleştiriler

    saygılarımla
  • İçeriği ön plana çıkarmak şekle de önem vermeyi gerektiriyor. Bunun da en iyi yolu roman okumak. Haftada en azından bir tane kitabı devir derim. Özellikle de tasvirler konusundaki sıkıntını gidermekte çok faydası olacaktır.

    Bu arada;

    quote:

    Taksici de bunun farkında gibiydi çünkü Çaka ile sohbete başlamıştı.

    “ Beyefendi yolculuk nereye? Nereye uçacaksınız? Dedi taksici.

    “ Niye sordun? “ dedi Çaka, bir yandan da gözlerini dikiz aynasından taksiciye doğru dikmişti.

    “ Merak ettim beyefendi, sadece merak. Söylemeyebilirsiniz tabi ki.” Dedi taksici.


    Bu tarz diyaloglardaki "dedi" kelimesini fazladan kullanıyorsun. Zaten cümlenin başında taksici ile bir diyaloğa başladığını belirtiyorsun. Diyaloğa kimin başladığını belirttikten sonra kimin konuştuğunu ayrıca belirtmene gerek yok.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi feylesof -- 19 Kasım 2007; 16:02:23 >




  • senınde dediklerini dikkate alacagım

    tesekkur ederim
  • İsmail Öztaş'dan hikayeler..

    10 kasıma kadar 1 seferde okudum kurgun çok güzel tebrik ediyorum.Daha iyi şeyler çıkarabileceğine inanıyorum.
    http://www.eminari.com
    Burası gibi basit bir yer yapabilirsin kanımca çok da uygun olur neyse seni yormıyayım.






    Dip not:Ukelalık falan ettiysem özür dilerim.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: ismailöz

    senınde dediklerini dikkate alacagım

    tesekkur ederim


    "seninde" derken "-de" ekini ayrı yazmalısınız.
  • e eleştirin dedik de bu kadar abartın demedik deep kardeşim. ona bakarsan cümleye de buyuk harfe başla.

    Biliyoruz ayrı yazılacagını. hızlı yazdıgımdan ayırmamısım

    lütfen düzgün seyler söyleyin
  • 
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.