ya sanane. anam mısın baban mısın kardeşim misin? Neyi nereye yazacagımı sana mı sorucam arkadaşım . Hay allahım ya
Görüntü kirliliği yaratmışsın ve yazdıklarıyla ilgili hiçbir olumlu yada olumsuz eleştirin olmamış. Anlayarak okuduğunuda sanmıyorum. Sadece alkışlamışsın gözü kapalı. Hikayeleri yazan arkadaşın yerinde olsam ben bunu daga geçmek olarak algılardım.
Burada soru beko139 nickli arkadaşa sorulmuş. Sonrasında söz alan ismailöz
quote:
Orjinalden alıntı: ismailöz
ollabillir ama sanmıoyrum. umursamıyorum da
saygıllarımla
şeklinde cevap vermiş.
acaba beko139 ismail beyin fake nick i mi yoksa
ismail bey "olabilir, sanmıyorum" cevabını kime ne için söylemiş olabilir ?
beko 139 arkadasımız benden msn mi istedi. 3 ay falan oldu konusmusluğum var. Olumsuz eleştiri yapmayabilir. Burda bır cok kişi bana ollumsuz eleştiri yapmadı. Olabilir sanmıyorum cevabını da, bana dediler ki beko 139 senle dalga geçiyordur. Ben de dedim ki olabilir ama sanmıyorum. Umursamıyorum da dalga geçip gecmemesini.Olay bundan ibaret
quote:
Asansörün içerisine girdi. Asansörde 3 tane katı gösteren düğmeler vardı. Adam, 3. kata bastı. Asansör çalıştı ve saniyeler sonra adamın istediği kata gelmişti. Adam asansörün kapısını açmadı. Asansörün içerisinde bulunan aynaya doğru döndü. İçerideki aynanın üzerine beş parmağını dayadı. Ufak bir “çıt” sesiyle asansörün aynalı olan kısmı açıldı. Adam, açılan kısmı kendine doğru çekti ve asansör boşluğunun bu katına yapılmış gizli bir kapıyı gördü. O kapıya da cebinden çıkardığı bir anahtarı soktu. Kapıyı açarak içine girdi. Girdiği kapıyı kapatınca, otomatik olarak aynalı bölümde kapandı ve asansör normal haline döndü. Girdiği kapı, uzunca karanlık bir koridora açılıyordu. Koridordan hızlı adımlarla yürüyerek, geniş bölmelerin olduğu birçok insanın bir takım şeylerle uğraştığı bölüme geldi.
hep eleştiriliyor ya cümlelerde bi kesiklik var diye burda çok belli o kesiklik cümleler çok kısa aslında çoğunu tek bi cümle halinde yazabilirdin
bide bazı bölümlerde anlatım bozuklukları var... incelemedim kendilerini acayip derecede belli eden bozukluklardı....
sürekli yazılarını beğendiğimi söylüyorum ama bu sefer biraz eleştireyim dedim kötü bişi söylediysem kusura bakma
yok arkadasım . Haklısın ben de okuyunca buluyorum
Sagollasın elestırler ıcın
Yukarı
[B]Hikayemize kaldığımız yerden devam ediyoruz[/B]
[B]— Yer: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti –[/B]
Gecenin karanlığı ile insanların sokaklara dolması daha çok oluyordu bu kentte. İnsanların sesleri, denizin dalgalarının sesinden daha çok yansıyordu kente. Girne, KKTC’nin her kişi bakımından en güzel, en eğlenceli yeri idi. Gecenin Girne’si ile sabahın Girne’si arasındaki farklar, bu yerin ne kadar ilginç olduğunu gösteren bir belge gibi idi. Girne’ye dışarıdaki ülkelerden gelen birçok insan vardı. Tabi bunun en önemli sebeplerinden biri ise, Girne’nin kumarhanelere sahip olmasıydı. Türkiye’de kumarhaneler yasak olduğu için bazı kendini bilmez Türk vatandaşları, sırf bu kumarhanelerde oynamak için çift pasaport alarak KKTC’nin de vatandaşlığına geçiyorlar.
Etrafı bir stadyum gibi kaplayan, görkemli ışıkları ve şatafatlı görüntüsü ile etrafı kendine çekmeye çalışan bir kumarhane idi. Görenler hem zevkle bu yapıyı izliyor hem de oynamak içi sabırsızlanıyorlardı. Kumarhaneye, şık görüntüsü ve giydiği takım elbise, etrafa saçtığı karizma ile içeriye bir adam girdi. Görevliler içeriye giren kişileri güler yüzlülük ile karşılıyordu. Bir yandan da kumarhane hakkında bilgiler verip, hangi oyunların nerelerde oynandığını gösteren küçük bir haritayı müşterilerinin ellerine sıkıştırıyorlardı. İçeriye giren adam da aynı şekilde bu haritayı aldı. Girişte etrafına göz gezdirdiğinde insanların neşeyle bu kumarhaneye girdiklerini görüyordu. Geçen güzel bir bayanın ardına takılmayı düşünse de, daha sonra bayanın yanına, koşarak gelen erkek arkadaşını görünce bu durumdan vazgeçti.
“ Oğlum Berkant, buraya kız tavlamaya değil, milleti yolmaya geldin” dedi kendi kendine kısık sesle. Berkant asıl hedefinin buraya kumar oynamak, para kazanmak için geldiğini düşündükten sonra hemen haritasına göz gezdirdi. “ Hım güzel. Biraz Rulet ile başlayalım “ dedi. Parmağıyla kumarhane haritası üstünde rulet masalarının olduğu yeri buldu. Girişten düz ilerleyerek büyük salona girdi. Burada insanlar hep mutlu görünüyordu. Sanki hepsi oyunlarında kazanıyor gibiydiler. Büyük salondan hemen sağa doğru yürüyerek, rulet masalarının olduğu bölüme geldi. Kumarhane çalışanları tepsilerle içki dağıtıyorlardı. Önüne gelen müşteriye ikram etmeye çalışıyorlardı. Berkant, rulet masalarının olduğu bölüme girince de ona içki sunuldu. Berkant “ Şimdi değil. İçersem şansım kaçar “ dedi ve nazik bir şekilde geri çevirdi. Gözüne bir masa kestirmeye çalışıyordu. En sonunda kumar oynatan güzel bir bayan görevlinin olduğu beş numaralı masaya gitti. Masanın başında heyecanlı gözlerle topun ne geleceğini merak eden müşterilerle doluydu. Berkant, gülen gözlerle müşterileri süzdü. Top ilk oyunda kırmızı 18 e gelmişti. Berkant’ın tam yanındaki kişi havaya sıçrayarak bağırdı. “ işte kazandım” . Kırmızı 18 e parasını yatıran bu adam, etrafa serilen tüm paraları almıştı. Berkant hemen oyuna girmedi. Her beş oyundan sonra masa 5 dakika kapatılıyordu. İkinci oyunda siyah 6, üçüncü oyunda siyah 11 geldi. Berkant, eline ufak bir kağıt çıkarmış, kalemiyle birlikte oyunda gelenleri yazıyordu.
“ Güzel bir şifre kullanıyorlar. Bu el siyah 4 gelecek. “ dedi içinden sinsice gülerek. Oynatıcı, topu çarkın içine bırakıp çevirdi. Berkant bu oyuna da katılması. Top bir süre sonra siyah 4 ün üstünde durdu. Berkant’ın yüzünde ufak bir gülümseme oldu. Kâğıdına bu oyunun da notunu aldı ve kâğıdını gözden geçirdi:
[B] “ 1.oyun= Kırmızı 18
2.oyun= Siyah 6
3.oyun= Siyah 11
4.oyun= Siyah 4
5.oyun=? “[/B]
“ Dediğim gibi güzel şifre. İlk geleni 3 e bölüyor, daha sonra 5 ile topluyor, üçüncü oyunda 7 çıkartıyor. 3-5-7, bu sayılar arasındaki ilişki 2 fazla olarak gidiyor. Ve de önce böldü, sonra topladı, sonra çıkardı ve şimdi de çarpacak. 3-5-7-9 şeklinde gidecek ve masayı kapatacak. 5.oyunda gelecek olan, dokuz çarpı dörtten 36“ dedi yüzündeki zafer ifadesi ile. Cebindeki tüm parasını çıkararak 36 numaraya koydu. Etrafındaki diğer oyuncular şaşkın gözlerle ona bakıyordu. Bu kadar parayı bir anda nasıl koyabilirdi? Ruleti oynatan bayan görevli topu çarka koydu ve çevirdi. Berkant, topun gidişatını takip ediyordu. Bir süre sonra top yavaşladı. İki sayı daha atladıktan sonra 36 numaraya kondu.
“Kazanan kırmızı 36. Kazandığınız para büyük olduğu için kasadan alabilirsiniz. Diğer oyunlar beş dakika sonra devam edecektir. Bol şanslar” dedi güzel bayan görevli.
Berkant yüzündeki zafer gülümsemesi ile fişlerini aldı ve kasaya doğru yöneldi. Kasaya geldiğinde yaşlı gözlüklü bir adam kasanın başında duruyordu. Berkant güçlükle taşıdığı fişleri yaşlı kasiyere verdi.
-“ Hım gerçekten çok iyi para kazanmışsınız. Tebrikler. Neler yapacaksınız bu kadar parayla” dedi kasiyer
-“ Hiç düşünmedim. Yeni bir araba nasıl olur acaba, ya da güzel bir bayan bulursam para O’nun kölesi olsun yahu” dedi gülümseyerek.
Kasiyer, Berkant’ a kazandığı parayı vererek, diğer bekleyenleri çağırmak için el işareti yaptı. Berkant, çantasına doldurduğu paralar ile otelinin yolunu tuttu. 21 numaralı otel odasına geldiğinde kapının eşiğine sıkıştırılmış bir mektup gördü. Kimin yazacağı hakkında herhangi bir tahmini yoktu. Zarfı yırtarak içindeki mektubu okumaya başladı.
[B] “ Berkant Ato’ya”,
Birazda ülkemizdeki pis insanlara karşı o zekanı kullan Ato! Seni aramızda görmek istiyorum. Bu seferki iş büyük. Ülkene borcunu ödemenin vakti geldi.
Tuğrul Bilge “ [/B]
Mektubu okuduktan sonra biraz şok geçirmiş gibi görünüyordu. Zarfın içinden bir de bilet çıkmıştı
“Kıbrıs-İstanbul Uçak Bileti”
Eşyalarını ve en önemlisi kazandığı paraları toplayarak büyük bir bavula yerleştirdi. Uçak sabahın altısındaydı. Yani kalkmasına beş saat vardı. Aceleyle otelin odasından çıkarak havalimanının yolunu tuttu. Havalimanı içerisinde yemek yer biraz da vakit geçirerek uçağın vaktine kadar oyalanarım diye düşündü. Ama öncelikle biletini check-in yaptırmak için havalimanında sıraya girdi. Önünde çok kalabalık yoktu, sıra bir iki dakika içinde kendisine geldi. 5 numaralı masaya yönelerek biletini uzattı.
“ Efendim üzgünüm cam kenarımız hiç kalmamış. İsterseniz koridor verebilirim “ dedi masadaki bayan. “ Uçağın kalkmasına daha beş saat var. Bu kadar zamanda cam kenarı nasıl dolabilir? Neyse uçakta birini yerinden kaldırttırırım o zaman. “
“ Efendim uçak içinde ancak hostesler bu durumu ayarlayabilir “ dedi bayan, giderek sinirlenmeye başlamıştı.
“ O zaman benim de bir hostes ayarlamam gerekecek “ dedi Berkant.
Masadaki bayan bir an için gülme nöbetine tutulduktan sonra gülmesini keserek işlemine devama koyuldu. Berkant’ a bagajını, tartıya koymasını istedi. Berkant zorla kaldırdığı bagajı tartının üzerine koydu.
“ 53 kilo. Tek bagaj halinde en fazla 32 kilo alabiliyoruz. Bu yüzden bunun içinden 21 kilo almanız gerekiyor. Yoksa bu bagajı yollayamayız “ dedi bayan
“Bu bagajın içinden bir şey alamam. İki bagaja ayrılacak bir şeyler değil. Göreve gidiyorum bu yüzden bu bagajın gitmesi gerekiyor” dedi Berkant,şimdi sinirli görünüyordu.
“Efendim görev kartınızı göstermeniz gerekiyor. Yoksa bunu alamayız. Aşağıdaki çalışanlarımız bu bagajı taşıyamazlar. “
Berkant cebinden gri bir kart çıkararak bayana gösterdi.
“Profesör Doktor Berkant Ato – Doğu Akdeniz Üniversitesi Matematik Profesörü “
“Profesör olmanız göreve gidiyorsunuz anlamına geleceğini sanmıyorum efendim. Lütfen bagajınızı alıp iki parçaya bölün “ dedi bayan
“ Kartın arkasını çevirin. Sonra bu bagajı alın. Sonra kartımı geri verin. Ve bunu bir tehdit olarak algılamayın ama öneri diye kabul edin. Ben sizin önünüzden gidene kadar bir kere daha o minik dudaklarınızdan bir söz çıkarsa, burada da büyük bir karışıklık çıkar. Bunu unutmayın “ dedi Berkant hışımla.
Masadaki bayan kartın arkasını çevirerek “ MİT Özel Çalışanı” yazısını gördü. Berkant’ın söylediklerinden çok etkilenmiş gibiydi. Uçuş kartını Berkant’a uzattı. Bagajı da aşağıya yolladı. Berkant uçuş kartını aldıktan sonra pasaport kontrolüne doğru geçti. Masadaki bayan ise O’nun gitmesini izledi ve daha sonra önündeki müşteri ile ilgilenmeye başladı…
Uçağa yolcular alınma süresi bittiğinde Berkant, yanındaki yaşlı bir adamı yerinden ederek( cam kenarında kalp krizi riski yüksekmiş amcacım. Siz ortaya geçin diyerek) kaybolan yıldızları gözlemeye başladı. Birkaç saat içinde kendi vatanında olacaktı...
Soğuk kış günleri şehri vurmaya başlamıştı. Kuru ayaz canlıları iliklerine kadar donduruyordu. Gecekondu tipi olan evlerde, soğukla boğuşmak çok zordu. Özellikle hem soğukla hem de aile reisi ile boğuşulan evlerde…
Rüstem, üç çocuk babasıydı. Kırık dökük bir gecekonduda ailesiyle birlikte yaşıyorlardı. Ailesini çok takmaz, sadece o günkü günü kurtarmak için uğraşan biriydi. İşi yoktu. İçki ve kumar alışkanlıkları ailesini her gün daha da batağa sokuyordu. Özellikle bu soğuk kış günlerinde, çocukları gecekonduda titrerlerken… Gecekondusundan çıkıp üç beş para kazanıp keyfini sürmek için iş bakıyordu kendine. İş olmazsa da iki dalavere ile para kazanma yollarını buluyordu. Şehrin otogarına gidip doğu illerinden gelen yurttaşlarını dolandırmak için birkaç oyunu vardı. Otobüsün tur görevlisi olduğunu söyleyerek, insanları gidecekleri yere kadar götürebileceğini söylüyordu. O sırada saf gördüklerinden para çalarak ya da biraz düzgün olanlarından ise bu tip oyunlarla kandırarak para tırtıklamasını biliyordu. Kış günlerinde özellikle doğudan gelen işçi akınları sebebiyle otogar dolup taşıyordu. Mevsimlik işçi olarak çalışmaya gelen erzağını sırtına almış birisini gözüne kestirdi. Samimiyetle yaklaşarak;
- “ Merhaba kardeşim! Ben geldiğin otobüsün şehir rehberiyim. Nereye gitmek istiyorsan ya da herhangi bir sorun varsa bana danışabilirsin. Yalnızca kimliğinizi göstermeniz şartı ile bu danışmana hiçbir ücret dahilinde olmadan ulaşabilirsin. “ dedi hınzırca. Çok nazik halde görünüyordu
- “ Sağ olasın kardeşim. Ben Van ‘dan geliyorum. Mevsimlik işçi olarak burada çalışmak istiyorum. Nerede iş bulabilirim. Kimliğimi buyurun veriyorum “ dedi yolcu masumca. Bir yandan sırtında erzağını taşıyor, bir yandan da cebinden cüzdanını çıkarıyordu. Cüzdanının arasına sıkıştırdığı kimliği Rüstem’ e uzattı. Rüstem ise bir çırpıda cüzdanı alarak buzlu yolların üzerinden koşmaya başladı. Yolcu ise ne olduğunu anlayamadı. Sırtındaki erzağı ile koşmaya çalışsa da ağır yükü olduğu için Rüstem’e yetişemedi…
Rüstem kaçtıktan sonra, bir sokağın kuytu köşesine geldi. Cüzdanın içini açarak nevalesine bakmaya koyuldu. Cüzdanın içinden yüklü derecede para çıkmıştı. Herhalde mevsimlik olan işçinin burada kalacağı süredeki harçlığı olacaktı. Ama şimdi Rüstem’in eğlence parası olacaktı. Öncelikle giderek kendine güzel bir meze aldı. İçkisini de en iyilerinden seçti. Daha sonra iki altılı çevirerek yarışları seyre koyuldu. Üstünden düzgün şeyler olmadığı için sokaklarda yürürken köpekler gibi titriyordu. Ama bu ona vız geliyordu. O aldığı nevaleye bakardı. Mezesini, içkisini ve altılı kuponlarını alarak gecekondusunun yolunu tuttu. Gecekondusuna geldiğinde çocukların titremesini aldırış etmedi. Karısının dırdırını çekmemek için ekmek ve biraz da mezenin içinde olan peynir getirmişti. Günleri bu şekilde sürüp gidiyordu. Ayaklarını uzatarak ve içkisinden yudumlanarak eski püskü televizyonun karşısına geçti.
— Gecekondunun Arkasındaki Köpek Kulübesinde –
Buradaki gecekonduların bayır taraflarında çoğu zaman köpek kulübeleri buluyordu. Rüstemlerin gecekondusunun bayırında eski püslü, çivileri sökülmeye yüz tutmuş tahta kulübe içerisinde, iki yavru köpek, bir dişi bir de erkek köpek yaşıyordu. Kulübeye yavrular ve anne sığıyordu. Baba köpek ise kulübenin dışarısında halinden memnunca yatıyordu. Hem içerisindeki ailesini koruyordu hem de içeriye daha fazla daralma vermemek için kulübenin önünü tercih ediyordu. Kulübenin içerisinden havlama sesleri yükseldi. İçeriye girerek yavrularının mağrur gözlerle ona baktıklarını gördü. Patilerini yere sürterek birden kulübenin önünden uzaklaştı. Bir kasabın önüne geldiğinde durdu. Kasabın etrafında fır dönüyordu. Dükkânın kapısı karlardan dolayı kaplanmıştı. Bu yüzden çoğu müşteri bu karların yoğunluğunu görüp başka kasap arıyordu. Ya da dükkânın önüne gelerek kasabı şikâyet yağmuruna tutuyorlardı. Çünkü kasap dükkânının önündeki karları temizlemeye acizdi. Köpek siyah beyaz dünyasında bu çerçeveyi gördü. Kasap dükkânın önüne gelerek kapısının önündeki karları patileriyle temizlemeye koyuldu. Titremesi umurunda değildi. O sadece yavrusunu ve karısını düşünüyordu. Bir süre sonra kapının önü gittikçe açılmıştı. Kapının önü insanların rahat girip çıkabileceği hale gelmişti. Bunu gören kasap tembelce yerinden kalktı ve sevinçli bir halde;
- “ Akıllı köpek. Aferin. “ dedi. Kasabının artıklarından pirzolayı köpeğin önüne doğru fırlattı. Yaşlı köpek pirzolayı ağzına alarak hızlı bir koşuyla evinin yolunu tuttu. Kulübesine geldiğinde içeriye koca pirzolayı bıraktı. Yavrularının yemeği görünce sevinçle babalarının boyunlarına doğru uzanması her şeye değerdi. Yavruları ve karısı pirzolayı yemeye koyuldular. Yaşlı köpek ise babalık görevini yerine getirmişti. Kulübesinden uzaklaşarak yeni işler bulmaya doğru koştu…
Rüstemlerin evinden bu köpeğin yaptıklarını gören çocuklardan en büyüğü kısık bir sesle;
- “ Babamızın bir köpek kadar şerefi yok”
İsmail Öztaş
yukarı
HİKAYEMİZE KALDIĞIMIZ YERDEN DEVAM EDİYORUZ...
- Tagay Kapalıçarşı Ofisi-
Ertesi gün Adil Tagay her zamanki gibi Kapalıçarşıdaki ofisinde günün işlerine bakmaya başlamıştı. İri yarı adamlarından bir tanesi içeriye kapıyı çalarak girdi.
- “ Abi, Hücre Şemsi seni görmek istiyor “ dedi tereddütle.
- “ Al lan içeri. Taksilatı getirmiştir. “
İçeriye deri ceketli kirli sakallı bir adam girdi. Adil’ e hemen selam vererek oturdu. Elindeki büyük çantayı Adil’e doğru uzattı.
-“ Güzel. Umarım yüklü miktardır. Gerçekten dilenenler olursa, bizim mekanlarımızda ötmeye çalışırlarsa sık kafalarına. Sana vereceğim listede değişik takdikler ilel birlikte nereden adam toplayacağın da yazıyor. İyi çalış bu listeyi. “
- “ Emrin olur Abi. Hasılat iyi abi. Özellikle yaşlıları evsizleri seçiyoruz dilendirmek için. Onlar iyi kazanç sağlıyor. Koy Cami yanına , okunsun ezan iş tamamdır abi. “
Bir süre sonra Şemsi ofisten çıkarak, Kapalıçarsı’nın dolambaçlı yerlerinden geçerek kayboldu. Adil Tagay ise Şemsi’nin ardından birkaç dosyasını alarak ofisini terk etti. Kapıdan çıkarken yanındaki iki adama kendisiyle beraber gelmesi işaretini yaptı.
-“Şu Bayöz kuyumcusunu halledelim bir bakalım “ dedi sertçe
Adil, geçtiği her dükkandan neredeyse hepsinden selam alıyordu. En sonunda Bayöz Kuyumculuğa geldiler. İçeride tanımadıkları bir kişi duruyordu. Adil tek başına içeriye girerek, keskin bakışlı yeşil gözlü adamla konuşmaya başladı.
-“ Merhabalar. Nasıl yardımcı olabilirim “ dedi içerideki adam.
-“Siz burayı yeni devralan kişi misiniz? Bak kardeşim buranın bir takım borçları vardı. Ve halen ödenmedi. Bekliyoruz. Sizin aldığınız buranın eski sahibi ki şu andan itibaren benim sözümden çıkmış olduğu için ölü bir kişi, bize borcunu ödemedi. Ve yeni sahip olarak siz ödeyeceksiniz.” Dedi Adil tehditkar halde.
-“ Tabiî ki bu konu hakkında duyum aldım. Paranızı da hazırladım efendim. Siz hiç merak etmeyin. “
Masanın altından siyah büyük bir çanta çıkardı, Adil’ e takdim etti.
-“ Buyurun. Bunlar borçlarımız. Bundan sonra da her ay, size paranızı takdim edeceğim. Sizin ününüzü duyduk efendim. Geçen dükkan sahibi gibi değiliz biz “ dedi nezaketle dükkan sahibi.
-“ Şu hayatta üç şeye tahammül edemem. Birincisi yalakalık yapan birisine, ikincisi hainlik yapan birisine, üçüncüsü ise benden çalmaya çalışana. Bunları yapmazsan iyi geçiniriz. Fakat sen şu anda birincisini yaptın. Beni yeni tanımana veriyorum. Bunun için şimdilik bir şey demiyorum. Adın neydi bu arada senin? Dosyaya kayıt için gerekli.”
-“ Tuğrul efendim. Tuğrul Bilge “
-“ Ben de Adil Tagay. Kapalıçarşıdaki herhangi bir sorunla karşılaşırsan buyur kartım. Emlak ofisimde beklerim “
El sıkışmalardan sonra Adil dışarıya çıktı. Tuğrul Bey ise, O’nun gitmesini izledi. Cebinden telefonunu çıkardı.
- “ Nihayet yüz yüze konuşabildik kendisiyle. Görev başlıyor beyler “
Adil ve adamları Kapalıçarşıdaki müşterilere rahatsızlık vermeden yürümeye çalışıyorlardı. Birçok turist aralarından korku dolu gözlerle geçiyordu. Yolun en aşağısına inerek Kumaşçılar Çarşısı’nın içinden dışarıya çıktılar. Beyazıt’ın göz kamaştırıcı güzelliği her zaman Adil’i cezp etmişti. Beyazıt’ın en işlek caddesinden aşağıya doğru sapa bir yere geldi. Sami Otoparkın önünde adamlarıyla beraber durdu. Her zamanki gibi büroya kendi girdi. İçeri de zayıf bir adam korkulu gözlerle duruyordu.
- “Bırak zevzekliği. Beyazıttasın. Devletin bir tane otoparkı var , bir de burası. En işlek yerdesin. Ulan sen bizim otoparkın gelirlerini nasıl düşürtürsün? Nasıl oluyor da bu kadar araba gidiyor devletinkine park ediyor?” dedi Adil çok sert şekilde. Adil masaya oturarak ahkâm kesiyordu ama bürodaki kişi halen ayakta bekliyordu.
-“ Efendim bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Gençler okula arabayla geliyorlar ama hep devletin otoparkında iki üç saatliğine bırakıyorlar “
-“ Lan ben sana demedim mi, propaganda çıkar, gösteri çıkarttır. Eğer üç saatten fazla arabalarıyla dururlarsa bizi seçerler. Devlet faiz koyar biz koymayız. Dükkan sahiplerine de yüzde yirmi indirim sağla. Bundan sonraki ay da bu şekilde taksilat gelirse, Allah taksiratını affetsin o zaman . Hadi şimdilik görüşürüz “ dedi Adil. Dükkan sahibinin yüzü bembeyaz kesilmişti. Hemen kendine bir bardak su doldurdu ve sakinleştirici hapını aldı.
Adil otoparkın kirli zeminlerinden Beyazıtın sokaklarına çıktığında cep telefonu çaldı. Çok yoğun bir gün olduğu belliydi.
-“ Evet söyle Hazar. Ne oldu? Minibüslerde sorun mu var? Minibüs hattında mı problem çıktı oğlum söyle. “ dedi Adil hızlı hızlı.
- “ Abi niye sinirlendin? Sakin ol Abi. Adil Abi, bu metrobüs ve tramvay meselesi bizim Avcılar-Beyazıt, Beyazıt- Kabataş hattına kadar olan minibüs gelirlerimizi çok düşürdü. Eskiden Tramvaylar çok azdı, minibüsler doluyordu. Ama şimdi beş dakikada bir tramvay geliyor. Metrobüs de yapıldı, onun yapılması ile gelirlerimiz çok kan kaybetti. Ne yapmamı emredersin Adil Abi? Bu ay ki gelirimiz diğer aylara göre çok çok düşük. “ dedi Hazar.
-“ Hazar, Hazarcım bak küçük kardeşim. Biraz kafanı çalıştır oğlum. Her şeye ben koşamam ya evlat. Tramvaylarda hırsızlık davalarını daha da arttır. Daha fazla hırsız adamımızı koy tramvaylara. Aşırı derecede arttır. Böylece halkın gözünde tramvaylar bir soygun yeri olur. Tramvaya binme oranı gitgide azalır. Minibüslerde indirim uygula. Metrobüse de koy bir bomba. Ya da ters yönden gittikleri için bir kaza yapılmasını sağla. Bir metrobüs şöforünü satın al. Kaza yaptırt. Şiddetli yankılı bir kaza olsun. Ortalık karışsın. Bak bakalım halk daha biner mi Metrobüse. İki üç kaza art arda yaptır. Hadi kolay gele “ dedi Adil. Telefonu kapatarak cebine koydu. Cebine koyması ile çalması bir oldu.
-“ Alo ne var? Kimsiniz “ dedi Adil
-“Merhabalar. Ben Tuğrul Bilge. Efendim dükkanımdan haraç almaya geldiler. Lütfen yardım edin “ dedi Tuğrul.
Adil telefonu hışımla kapadı. Burnundan soluyordu.
- “ Ulan bizim mekanda kim bizden haraç alır. Kim canına susar? “
Hep görürdüma ama hiç bakmadım sayfanıza. Bugün bi bakıyım dedim. Çok fazla okudğum söylenemez ama fena değil yazdıklarınız..
Onun dışında yazdıklarına yorum yapan bikaç kişinin yorumları gerçekten düşündürücü. Bunu belirtmeden geçemicem. İlham kaynağınızın devamını dilerim..
teşekkür ederim
HİKAYEMİZE KALDIĞIMIZ YERDEN DEVAM EDİYORUZ Adil hemen yanındaki adamlarla Kapalıçarşı’nın kalabalık sokaklarına daldı. Nefes nefese kalmalarına aldırmadan hızlıca adamları ile yürüyordu. Bayöz Kuyumculuğa geldiklerinde Tuğrul Bey’den önce yüzünün morlukları Adil’in dikkatini çekmişti.
-“ Adil Bey, size güvenerek burada dükkan sahibi oldum ama can güvenliğim sıfıra indi. İki adam gelerek dükkanıma göz kulak olma maksadı ile para istediler. Vermeyince sonuç yüzümdeki morluklar oldu “ dedi ağlamaklı halde
-“ Birkaç serseri canına susamış, o yüzden Adil ağabeylerinden de su istiyorlar. Ben hepsinin susuzluğunu gidereceğim, sen merak etme. Hepsinin çaresine bakarız biz. Tekrar gelirlerse telefonumu biliyorsun. Bir alo de yeter. Yüzüne de buz koy. İki saate kalmaz iner, yarında morluklar geçer. Hadi rastgele “ dedi Adil. Kendinden çok emin gözüküyordu.
---------------------- 16 saat önce-Bahçeşehir--------------------------------------------
Tuğrul Bey, havalimanına adamlarını yollayarak Berkant, Hakan ve Çaka Bey’i almaları için haber verdi. Birazdan geleceklerdi ve büyük bir sokak operasyonunun temellerini atacaklardı. Tuğrul, misafirleri için büyük bir masa hazırlamıştı. Masanın üzerinde Tagay ailesine ait dosyalar bulunuyordu. Tuğrul her şeyi son kez gözden geçirdi. Bu sırada kapının zili sessizliği bozdu. Elindeki kahve fincanını masasının üzerine koydu ve muhteşem ekibi için kapıyı açtı.
-“ Selamlar Tuğrul Bey. Muhteşem üçlüyü yine topladın” dedi güleryüzle Berkant. Özlem gidermek için birbirlerine sarıldılar. Bir süre geçmiş anılardan bahsederek hafıza tazelediler.
-“ Berkant duyduğuma göre Kıbrısta trilyoner olmuşsun “dedi Hakan samimiyetle.
-“ Yok be Hakan komutan. Üç beş trilyona, trilyoner oldu diyorlar. Tek yaptığım gençlere matematik öğretmek “ dedi kaçamak halde.
-“ Atma Ato. Profesörlükle kim zengin oldu “ dedi gülerek Hakan.
- “ Tamam yahu bir iki tane kumarhanenin parametrelerini çözüp para kazandım diyelim. “
Tuğrul’un gözleri dolar gibiydi. Bu grubu yeniden bir araya getirmek gerçekten O’nun için bir onurdu. Yolları seneler sonra tekrar kesişmişti.
- “ Tuğrul, görmeyeli saçların hafiften seyrelmiş. Kafandaki sivilciler meydana çıkmış. Yıllar seni yormuş sanırım “ dedi Çaka. En ciddiyetli halde Çaka oturuyordu.
- “Haklısın Çaka . Yıllar yordu beni ama sokaklar hala diri. Tekrar sizi buraya çağırmamım nedenini merak ediyorsunuzdur. Zaman kaybetmeden masamıza geçip sizlere konuyu anlatayım. Birbirimizle dalga geçeceğimiz çok zamanımız olacak “ dedi içtenlikle.
Yuvarlak masaya her biri birer koltuk alarak oturdu. Şimdi hepsi de ciddi bir hale gelmişti. Pür dikkat Tuğrul’un anlatacaklarını bekliyorlardı.
Tuğrul biten kahvesini tekrar doldurdu. Masaya oturmadan önce masanın önüne getirdiği küçük yazı tahtasını, Berkant ve diğerlerinin göreceği hale getirdi. Oturarak değil, ayakta durarak konuşmasına başladı.
-“ Beyler hedefimiz Tagay Ailesi. Kimdir bu Tagay Ailesi? Tagay ailesinin başında Sami Tagay bulunuyor. Görünür halde bir iş adamı. Tüm iş adamlarının aksine hiç medyatik değiller. Medya yolu iş yapmıyorlar. Tagayların yaptıkları iş daha doğrusu vergili olarak yaptıkları iş kuyumculuk. Tagay Altın her türlü gerdanlık kolye bilezik ne olursa bunları çok zengin insanlara satıyorlar. Birçok ilde dükkanları var. Bu yüzden Kapalıçarşı ile çok fazla haşır neşirler. Sami Tagay oğullarına sokaklara hükmetmeleri için emir vermiş. Hazar Tagay. Minibüs ve otobüs hatlarındaki en üst nokta kişi bu adam. İlçelere göre piramit halde başka küçük adamlara verilmiş. Ama her şey bu Hazar Tagay’dan geçiyor. Ortanca oğul Selçuk Tagay. Bu adam hakkında gerçekten fazla bir bilgi yok. Ama inanılmaz derecede kurt zekalı birisi olduğunu söyleyebilirim. Sami bey hep bu oğluna danışıyor. Bir nevi danışman. Mesleği avukat. Ailenin yüzde yüz suç unsuru bulunan davalarda öyle deliller orataya çıkardı ki mahkeme Sami Tagay’ ı melek yaptı, bir kanat takmadıkları kaldı. Bu adamla en çok sen ilgileneceksin Ato.( Berkant tamamdır anlamında kafasını salladı) Ve geldik en kirli oğullarına büyük evlat Adil Tagay. Her türlü sokak işi bu adamda bulunuyor. Sokakta çeteler bulunuyor, ayrı ayrı komisyonlara ayrılmış halde ama Adil Tagay’ a sorulmadan bir hırsızlık dahi yapılamaz. Dışarıya büyük taşıma gemilerle uyuşturucu kaçırıyorlar. Sokaktan topladıkları kimsesizleri dilendirerek ya da hırsızlık yaptırarak bünyelerine katıyorlar. Günlük yüz binden fazla arabanın geçtiği yerlerdeki tüm otoparklara sahipler. En son adları sahte paraya da karıştı. Fakat Selçuk Tagay mahkemenin kararını yine beraat halinde vermesini sağladı. Dediğim gibi bu Adil Tagay, hem gözüdönmüş, kimseden korkmayan bir psikopat. Hapishane geçmişi de bulunuyor. Kapalıçarşıda bir dükkanı bombalattığı için 10 sene hapsi istendi, Selçuk sayesinde 2 sene yattı çıktı. Kapalıçarşı ve onun civarı olan ilçelerde bir dükkan açmak isteyen kişi önce bu aileden izin almalı. Ben batan bir Bayöz kuyumculuğu satın aldım. Daha doğrusu borç batağındaki bir dükkanı devir aldım. Normalde Tagaylar bir kimsenin dükkan devretmesine izin vermezlerdi. Ama borçlarını ben ödeyebilirim deyince izin verdiler. “ bir solukta anlattı. Şimdi biraz kahvesini yudumluyordu.
-“ Yani bu herifler enterasan. Büyük oynayıp büyük kazanmıyorlar. Küçük oynayıp büyük kazanıyorlar. Bu da çok ilginç bir olay. Kapalıçarşı ilk hedef olmalı “ dedi Berkant ciddiyetle.
-“ Evet, belki de önemli bir şeyin hazırlığını yapıyorlar. Çünkü bu aile birden güçlendi. Yavaş derinden adımlar sessizce ilerlediler, bir anda vurdular. Bu aralar gelirleri biraz düştü diyebiliriz. Ama altın fiyatlarının yükselmesinde bu ailenin çok büyük payı var. “ dedi Tuğrul. Kahvesini bitirerek masasının üzerine koydu.
-“ En önce şu Adil denilen adamdan başlamalıyız. Büyük balık zor yenir, ama kolay hazmedilir. En önemli gelirleri haraç kesmeden ve uyuşturucudan gelir. Hırsızlık olaylarını aza indirebiliriz ama bitirmek imkansız. Bazı belli başlı bölgelerdeki hırsız başlarını indirmek gerek. Dediğimiz gibi Kapalıçarşı ilk hedef “ dedi Hakan.
Çaka şu ana kadar hep sessiz duruyordu. Şimdi sessizliğini bozdu.
-“ Bana göre ilk önce Kapalıçarşı değil, sokaktan dilencilerden başlamalıyız. Çünkü haraç mevzusu zaman alır. Haraç kesme olayını periyodik zamanlara ayırmalıyız. Dilencileri ise rahatlıkla halledebiliriz. Ben Hakan ile yaparım bu işi. Kapalıçarşı işi Ato ile Tuğrul sana kalmalı “ dedi Çaka emin halde.
-“ Evet olabilir. Fakat şu Adil ile bir kez yüzyüze gelmem gerek. İnsanlar düşmanlarını yakınında tutmalı, ama hele ki seni dost bilen düşmanını daha da yakınında tutmalı. Yarın dükkanı devir işine gideceğim. Operasyonumuz başlamıştır. Haftada iki kez toplanıp toplantımızı yapacağız. “ dedi Tuğrul. Konuşmasını bitirmişti.
Adil, burnundan soluyarak eve girmişti. Tuğrul’a belli etmemişti ama haraç kesme olayına canı çok sıkılmış, çok sinirlenmişti. Hangi adamlar Kapalıçarşı’da kendisinden habersiz nasıl racon kesebilir onu düşünüyordu. Malikanenin geniş salonuna girdiğinde şöminenin hafif yanan ateşi karşısında ortancı kardeşi Selçuk Tagay’ı gördü. Selçuk, Adil’in geldiğini anladı.
-“ Hoş geldin Adil Abi. Nasılsın ?” dedi
-“ Sus, Selçuk hiç keyfim yok. Fitilimi ateşleme sakın. Benim mekanımda benim koruduğum dükkandan haraç almaya kalkmışlar. “ dedi Adil ceketini fırlatarak. -“ Kimse bizim mekanımızda, bizim koruduğumuz yerde ötemez Abi. Merak etme sen. O Bayöz Kuyumculuğa adamları ben yolladım. Benim adamlarımdı. “ dedi sakinleştirici halde.
-“ Lan sen ne yaptın? Ailemizin ve benim raconumu orda iki paralık ettin. Ne yaptın lan sen “ dedi Adil. Gözlerinden ateş saçıyor gibiydi.
-“ Tam tersi Adil Abi. Dosyaları inceledim o dükkanın. Kimse Kapalıçarşıda bu kadar az gelir getiren ve en sessiz dükkanı almak istemez. Bu dükkanın yeni sahibinde bir şeyler var. Hiç kimse bir anda o kadar borcu kapatıp bu dükkanı almak istemez. Tabi eğer bir şeylerin peşinde değilse. Şimdi biraz kafası karışmıştır, iki kez farklı koruma ücreti yani tabiri caizse haraç verilir mi diye. Biraz düşünsün, bir şeylerin peşinde ise, kafası karışık olan bir düşmanın, kafası yerinde olan düşmandan daha iyi olacağını söyleyebilirim. “ dedi Selçuk hafif gülümseyerek. En sonunda ekledi;
Hazar Tagay, Abisinin ofisinde bacak bacak üstüne atmış halde bekliyordu. Minibüs hatlarındaki gelir seviyesinin bu aylarda düşme konusunu konuşmak için gelmişti. Gözlerini ofisteki dosyalara dikiyordu. A’dan Z’ ye kadar bir çok dükkan hakkında dosya bulunuyordu. Kapalıçarşı’nın her kemsi normalde çok gürültülüydü ama burası kuytu bir yer olduğu için çok rağbet görmüyordu. Dükkandaki sessizlik, Adil’in ofisin kapısını açması ile sona erdi. Her zamanki gibi yüzünde tebessümden eser yoktu.
- “Hoş geldin küçük kardeş. Sen buraların yolunu bilir miydin?” dedi Adil
-“Adil Abi, hoş bulduk. Unutmamışım ofisin yerini. İş hakkında konuşmak için beni çağırmışsın Abi. Bir şeyler yapmanın zamanı geldi “. Dedi Hazar biraz oturduğu yere sinerek.
-“ Gelirleri inceledim. En önemli bölgelerimizdeki minibüs hatlarımızın gelirleri çok düşmüş. Devlet bize yeni yol gösterene dek, bizim gelirlerimizin artması için oyalayıcı işler yapmalıyız. Bir bomba hazırlayacaksın. Güvendiğin adamlarından biri ile metrobüse koyduracaksın. Bomba patlayınca halkın gözü en az iki aylığına metrobüslerden korkar. Diğer ulaşım araçlarına ve en önemlisi minibüslerimize tekrar binerler. Kaos havası yaratılır.” Dedi Adil kendinden emince.
Bir an için bu fikir Hazar’a ters gelmiş gibiydi. Masum insanları öldürmek sanki O’nun yapısında yoktu. Ama abisinin sözünden çıkmak gibi bir şansı da yoktu.
-“ Tamam Adil Abi, ne zaman yapacağız bu işi. Plan yapmamız lazım. Bu ay içinde yapmalıyız “ dedi Hazar.
-“ Bu sözü unutma Hazar. Plan yapıldığı anda uygulanmalıdır, yoksa o plana herkes dahil olmak ister. Bugün uygulayacaksın ki, istihbaratlar işimize burunlarını sokmasın. Onların da beklemedikleri anda darbeyi indireceğiz. Bombayı patlatıktan sonra üstlenecek örgüt çok olur. Bizler akıllarına dahi gelmeyeceğiz. Bu işi bugün bitir. Akşam haberlerinde ilk haber olarak bu olayı görmek istiyorum.” Diyerek Adil, sözlerini bitirdi.
Hazar, ofisi terk ettiğinde Adil keyifle sigarasını yaktı. Bir nefes aldı, dükkanın içerisine soluk soluğa bir adam girdi. Hücre Şemsi’nin adamlarından biriydi bu.
-“ Adil Abi, Hücre Şemsi’yi almışlar abi. Aksaray’daki dilencilerden birisi ile bana haber yolladılar Abi. Hücre Şemsi olmadan da kimse dilenmeye yanaşmaz abi. “ dedi bir nefeste.
Adil’in içtiği sigaranın dumanı ciğerlerinde kalmıştı. Yüzündeki derin kesik izleri şimdi daha çok belli oluyordu.
-“ Lan kim alır Şemsi’yi. Hemen araştırın. Yerini bulmaya çalışın. Ölmüşse yerine başka adam bulmam gerekecek ama bu da bize çok zaman kaybettirir. Dilencilerden düzgün güvenebileceğim kimse yok. O bölgeden bu durum yayılmadan olayı ört bas et. Dilencilerin ağızlarını kapa. Bu işi çözmeliyiz “
------------------------------- 3 saat önce Aksaray-----------------------------------------------------
Hakan ve Çaka Aksara’ya gelmeyeli uzun zaman olduklarını birbirlerine anlatıyorlardı. Kalabalık caddenin etrafında köşe bucak bir dilenciye rastlamak mümkündü.
- “ Ben dilenciyi alacağım, sen de dilenciyi gözetleyen herifi al.” Dedi Çaka
-“ Tamam da dilenciyi gözetleyeni kimin olduğunu nereden anlayacağız? “ dedi Hakan merakla
-“ Bir dilenciyi gözümüze kestireceğiz. Onun etrafında 1 saatten fazla birisi duruyorsa o adam o dilencinin gözetmenidir. Vardiyalı çalışırlar. Biz de yakın bir yere oturup dilenciyi izleyeceğiz. “
Hakan ve Çaka, bir yemek salonuna girerek kapıya en yakın tarafa doğru oturdular. Dükkanın hemen bitişiğinde tek ayağı olmayan bir adamı dilenirken gördüler.
- “Bu adam hedefimiz olsun “ dedi Çaka sessizce.
Yoldan geçenlerden çoğu bu dilenciye para atıyordu. Dilenci para atıldıktan sonra önünde para birikiyorsa alıyordu, cebine atıp saklıyordu. Önündeki ufak kutusu tekrar boş hale geliyordu.
-“ Vay iyi öğretmişler bu elemana. Adam önündeki kutu hep boş gözüksün daha fazla para kazansın diye kutudaki paralar birikince cebe atıyor. Hakan cep telefonunu çıkar, dilenciye çaktırmadan etrafındaki insanların fotoğrafını çek. Hareket edenleri değil sadece oturanları. “ dedi Çaka
Yemek salonunun önünden sürekli insanlar geçiyordu. Bitişiğindeki dilenci bundan çok memnundu. Arka tarafında fazla yüksek olmayan bir sokak vardı. Sokağın arasında dilenciye biraz uzak mesafede üç kişi oturuyor , aralarında muhabbet ediyordu. Bir tanesi ise bankın üstünde gazete okuyordu.
Hakan cep telefonunu çıkartarak dilenciye çaktırmadan arka tarafında ve etrafında bulunan insanların fotoğraflarını çekti.
-“ Şimdi biraz bekleyeceğiz. Bakalım hangisi yerinden oynayacak” dedi Hakan.
Hakan ile Çaka yemeklerini bir yandan bitirirken bir yandan da dilenciyi izliyordu. Hakan saatine bakarak zamanın çok çabuk geçtiğini Çaka’ya söyledi. Ama halen dilencinin arka tarafındaki dört adamda kıpırdama yoktu.
-“ Hakan, gerekirse dört kişiyi de alabilir misin? “ dedi Çaka şaka ile karışık. Ama gerçeklik payı da bulunuyordu.
-“Kuzey Irak’ta dura dura İstanbuldaki bu tip heriflerin nasıl davranacağını unuttum. Ama gerekirse alırım dert etme Çaka” dedi gülerek.
Dilencinin arka tarafında yukarı bakan sokakta üç adam banktan kalkıp sokağın ilerisinde kayboldular. Gazete okuyan adam halen bankta oturup bekliyordu.
-“ İyi yaşadın Hakan. Şansın teke indi. Dilencinin tasması bu herifin elinde. Git bu herifin tasması kimin elinde bul. Planı biliyorsun “ dedi Çaka . Ve harekete geçmeye başladılar.
Çaka hesabı ödeyerek dilencinin oturduğu yere doğru gitti. Hakan ise dükkanın etrafından dolaşarak dilencinin arka tarafında yükselen sokağa yöneldi. Çaka dilencinin yanından geçerken durdu. Elini cebine sokarak 50 ytl çıkardı. Dilenciye doğru uzattı. Dilenci bunu görünce yerinden kalkarak,tek ayağı ile arka tarafta yüksekte duran sokağa doğru kaçmaya yeltendi. Amacı arka tarafta duran adamının görmesini sağlamasıydı. Bunu başardı da. Arkada duran adamı gazetesini katlayarak hemen dilenciyi almaya doğru koştu. Fakat yan sokaktan koşarak üzerine Hakan atladı. Adamı boynundan kıskıvrak yakaladı. Ellerini kelepçeledi. Dilenci ise Çaka tarafından yakalandı. Çaka, dilencinin kafasını eğerek, arka taraftaki sokağa yöneltti. Hakan ile aynı yere geldiler. Sokağın dibindeki küçük eski depoya soktular.
-“ Ulan ne çakal adamsınız. 50 ytl yi görünce hemen nasıl kaçıyorsunuz. Hemen de anlıyorlar bizim onlarla işimizin olduğunu “ dedi Çaka hafif bir tebessümle.
-“Lan Lan, bırakın beni. Ben ne yaptım, gazete okuyordum sadece” dedi Hakanın yakaladığı adam.
-“Tabi insaniyet namına dilenciye doğru koştun di mi ?” dedi Hakan alaycı halde.
Küçük deponun içine girdiklerinde iki adamı da yere oturttular. Hakan cebinden silahını çıkartarak adamlara doğru yöneltti.
-“ Şimdi beyler, bu karşınızdaki eli silahlı olan adamın hayatı Kuzey Irakta geçti. Şu ana kadar konuşturamadığı bir canlı yok. Zorlasanız 2 yaşındaki bebeği bile konuşturur. O yüzden şu anda sizden uzak tutuyorum O’nu. Ben konuşacağım sizinle. Öncelikle sana soruyorum dilenci. Kendin isteyerek mi dileniyorsun? Yoksa seni zorla mı dilendiriyorlar? Dedi Çaka.
Dilenci soğukkanlıkla;
-“Kendim dileniyorum. Ekmek parası “
-“ Tamam anlaşıldı zorla dilendiriliyorsun. Şimdi ikinizin de tasmasını kim tutuyor söyleyeceksiniz. He yok ben konuşmam derseniz az sonra olacaklardan sorumlu değiliz “ dedi Çaka. Bir yandan da adamların gözlerine bakıyorlardı.
-“ Ben bu herifi tanımıyorum. Ekmek parası için çalışıyorum. Polisseniz alın götürün, itlik yapmayın “ dedi dilenci.
-“ Bu beni sinirlendirir.” Dedi Çaka, belinden silahını çıkartarak dilenciyi tek hamlede vurdu. Dilenci kanlar içinde kaldı. “ Unutmayalım ki bize tekiniz lazımsınız dedirtmeden küfüre başladı. Yazık oldu dilenciye. Artık başka bir adam daha toplarsınız sokaktan “ dedi Çaka, yerdeki diğer adama.
Diğer adamın gözleri şoktan büyümüştü. Korkudan diliçözülüvermişti.
-“ Abi valla, ben de emir kuluyum. Bu dilencileri git topla derler toplarım. Sonra Hücre Şemsi’ye götürürüm abi. Vurma beni. Başımız odur. “ dedi adam yalvararak.
-“Kimdir bu Şemsi, nerede buluruz yer ver bize. “
-“ Abi valla Beyazıt’ta Hücre Elektronik eşya satan yerin sahibidir. Orada bulursunuz abi. “ dedi adam.
-“ Tamam, hadi gidelim Çaka” dedi Hakan silahını indirerek.
Çaka silahını tekrar belinden çıkartarak, yerde yatan adama doğrulttu.
-“ Bilgiler için teşekkürler. Ama kusura bakma. Rusyada bir söz vardır. Bana öttüysen bu senin ayıbındır, ayıbını ancak ölümle ödersin” dedi ve silahını ateşledi. Adam kanlar içinde kalarak can verdi.
-“ Ayıbını örtmüş oldum. Hadi şu Şemsi’ye gidelim” dedi Çaka. Ve Beyazıtın yolunu tuttular…
Beyazıt’a geldiklerinde dükkanları kaçırmamak için, tek tek dükkan isimlerine bakıyorlardı. Çaka biraz şaşırmış görünüyordu. Çünkü çoğu dükkanın ismi Rusça idi.
-“ Oğlum Hakan, Ruslar burayı istila mı etmiş nedir? Her yer rus dükkanı” -“ Abi valla küreselleşme böyle bir şey. Eskiden küreselleşmeyi sağlamak için terör örgütleri kurulur, ülke içlerine yerleştirilirdi. Şimdi dükkanlar kuruluyor, maddeler yaygınlaştırılıyor. Her yer de bu tip şeylere rastlayabilirsin “ dedi Hakan
-“ Oğlum o zaman bu Tagay mıdır nedir bu herifleri hallettikten sonra bu işe de el atalım “
Gülüşmelerin ardından, Kapalıçarşı’ya gelmeden büfelerin önündeki bir dükkana gözleri kesildi.
-“ Abi işte burası. Plan nedir abi? “ dedi Hakan Çaka’ya
-“ En iyi plan kurulmayan plandır. Müşteri gibi girelim. Alacağımızı alalım “
Hakan biraz şaşırmış gibi görünse de soğukkanlılığını koruyarak Çaka ile beraber dükkanın yolunu tuttular. İçeriye girdiklerinde, kirli sakallı birisi kasanın başında duruyordu. Arkaya açılan kapı, hemen Çaka ile Hakan’ın dikkatini çekmişti.
-“ Buyurun ne bakmıştınız? “ dedi kasada duran kişi.
-“ Elinizde fazla Hücre Şemsi var mı acaba? “ dedi Çaka
Bunu duyan kasa başındaki kişi, hemen arka kapıdan kaçmaya çalıştı ama Hakan O’nun üzerine atlayarak kıskıvrak yakalamıştı. Ellerini bağlayarak yere yatırdı, kafasına silahı dayadı.
-“Abi valla ben Hücre Şemsi değilim. Şemsi şu an burada değil, Abi ne istiyorsanız yaparım, ben emir kuluyum. “
-“Lan, Allah’ın emirlerini yerine getirmezken emir kulu nasıl oluyorsun lan it. Hakan sık bunun kafasına. Bu adam konuşmaz “ dedi Çaka sinirli bir şekilde.
Hakan, silahının emniyetini açtı, adamın kafasına sıkmaya hazırlanırken;
-“ Abi dur valla konuşucam. Abi kapının arkasında her dilencinin geçmişi ve getirdiği gelirleri belirten dökümanlar var. Abi işinize yarayabilir onlar. “ dedi yerdeki adam titreyerek.
-“ Bak şimdi evlat, biz Şemsi’yi yakaladık. Bunu aynen gidip Adil’ e söyleyeceksin. Ondan sonra ortadan kaybolman gerecek. Yoksa seni vururlar. Ama sözümden çıkıp başka bir şey yaparsan da bu sefer sen kaybolsan da öleceksin, çünkü benden kaçış yoktur. Sadece senden Adil’e gidip Şemsi’yi iki kişi gelip aldı diyeceksin. Tamam mı? “ dedi Çaka kararlı halde.
Yerdeki adam titreyerek tamam diye haykırdı.
Çaka ve Hakan arka kapıdan dökümanları alıp dükkandan çıktılar.
Tuğrul Bey’in morlukları yavaş yavaş geçmeye başlamıştı. Kendisini kimin dövdüğünü düşünüyordu. Bu sırada Berkant’ın kapıdan girdiğini gördü.
-“ Ne haber Tuğrul, aradın hemen geldim. Vay morluk yapmışsın. Tagaylar mı yaptı? “ dedi Berkant.
-“ Bilmiyorum Ato, ama onların yapması muhtemel. Çünkü Kapalıçarşı’da onlardan habersiz kimse bir şey yapamaz. “
-“ Bence kasten kendi adamlarını yollatmışlardır. Sanıyorum ki seni biraz tanımak istemişler. Hani böyle bir durumda ilk Adil’i mi yoksa polisi mi ararsın gibisinden diye merak etmişlerdir. Hakan ile Çaka ile konuştum daha demin. Dilencilerle ilgili bir sürü şeye el koymuşlar ve de bir çok bilgiyi ele geçirmişler. Eve dönüyorlarmış. Gerekli raporu sana sunacaklar. Artık bizim de yavaştan planlarımızı uygulamamızın vakti geldi. Hangi yerden başlayalım “ dedi Berkant. Sigarasını yakarak koltuğa oturdu.
-“ Hım bu gelişmeler gerçekten güzel. Onlardan gerekli belgeleri alırız, ikinci adımlarını yapmalarını söyleriz. Şimdi bu Tagayların minibüs gelirleri çok düşüşte. Önce bu konuda bir şey yapacaklardır. Bu yüzden biz de bu konuda bir şeyler yapacağız. Örneğin bu kundaklanan arabalarla Tagayların bir ilişkisi olabilir. Dikkat edersen Metropoldeki sadece minibüs hatlarının olduğu yerde kundaklanma olayları var. Ve de meslek ayrımı yapmadan araba kundaklıyorlar. Gazetelerde terör örgütünün yaptığı lanse ediliyor. Bu da olabilir . Hatta en korkuncu ise Tagaylar ve terör örgütü bağlantıda olabilir. Ortak iş yapıyor olabilirler. Bu konuda derin araştırmaya gireceğiz beraber senle . “ dedi Tuğrul
-“ Evet kundaklanma olaylarının olduğu semtler minibüs hatlarının olduğu yerler. Bu işin altından onlar çıkabilir. Bir taşla iki kuş da vurmak istiyor olabilirler. Hem terör örgütünün propagandasını yapıyorlar hem de kendi karlarını arttırmak için zemin hazırlıyorlar. Artıyeten bu metrobüs durumu onları en çok etkileyen faktör oldu. Metrobüse karşı bir karşıtlık yapacaklardır. “ dedi Berkant, sigarasını şimdi söndürmüştü.
-“ Yakalanan bombalarla bununla ilgili olabilir. Savcılıktan aldığım verilere göre, metroya koyulacağı söylenmiş, ve bunu yapanların terör örgütünden olduğu lanse edilmiş. Bu andan sonra Tagaylar ile örgütün gerçekten bağlantılı olabileceği fikri ben de çok fazla oluşmaya başladı. Ve o bombaların hedefi metro değildi. Metrobüslerdi. Bugünden itibaren bir bomba eylemi daha yapabilirler. Çünkü bomba patlayana kadar, onlar rahat etmeyecektir. Yarın sabahtan yanıma yeni bir çırak alacağım Kapalıçarşı’da. “ dedi Tuğrul gülümseyerek.
-“ Kimmiş o? Riskli olmaz mı sence ? “
-“ Berkant artık benim Kapalıçarşı’daki çırağımsın. Seni bu psikopatla tanıştırmamın vakti geldi…
Ofiste Tagay’ın önünde ortanca kardeşi Selçuk Tagay bulunuyordu. İkisi koyu bir sohbete dalmışlardı.
-“ Şemsi’yi almışlar Selçuk. Bu işi ben çözeceğim. Hazar’ın hazırlattığı iki bomba yakalandı. Ama tabi ki herkes onu gerçek bombacılar sandı. Yemi yuttular, Hazar’ı aradım tebrik ettim. İyi yem hazırlamış. Yarın sabah Türkiye büyük bir patlama ile uyanacak. Metrobüs hattı kan revan içinde, ceplerimiz ise para içinde olacak. “ dedi Tagay
-“Şemsi mevzusunu halletmeliyiz Abi bir an önce. Babam böyle şeyleri sevmez, O öğrenmeden hallet. Bu yem mevzusu hoşuma gitti. Çok mantıklıca düşünmüşsünüz. Kimsenin aklına gelmez. Yarın da patlama işi olursa yeni belirlenen minibüs hatları ile eskilerinden gelecek gelirler bizi daha da güçlendirecek. Ve de bu şekilde örgütün propagandasını yapıyoruz. “ dedi Selçuk
-“ Örgüt bize silah temin ediyor, biz de propagandalarını yapıyoruz. Hem de onların usulleri ile. Kundaklama işi hem bize hem de onların çok işine yarıyor. Böylelikle örgütün bu savaşa karşı kendi stillerini yansıtıyor hem de bizim minibüs hatlarındaki semtlerde yapıldığı için bizim ceplerimiz dolacak. Şimdi senden de senin çözmeni isteyeceğim bir konu var. Ailemize Kıbrıs’tan bir tane kumarhane satın alacaksın. Ordaki piyasaya da dalmalıyız. Ve bunu web sitesi olarak da Türkiye’ye sunacağız. Birkaç zaman sonra yeni yasa tasarası için zemin hazırlanacak. Türkiye’ye kumarhaneler geri dönecek. Ve de bu işi yasal yollardan yapmalıyız. Herkes bilir bizim yeraltında kumarhane işletmediğimizi.” Dedi Adil
-“ Hım gerçekten iyi fikir. Bunu babama sunarım ben. Ve de şu bomba olayı bittikten sonra Kıbrıs’a bir gidip yer yoklarım. Web sitesi kurarak da Türkiye’den ikamet gösterttirmememiz gerekecek. Tabi bunun sonucunda bir çok kumar sever Kıbrıs’ta, yurtdışında yaşayan akrabalarının adresini gösterecek. Bunların artması durumunda ve bizim gibi saygın bir şirketinde kumarhane alması sonucu, devlette baskı artacak. Gerçekten iyi fikir. Kumarhane işine hız verelim. Ben babamla görüşürüm bugün bu konuyu. “ dedi Selçuk
-“ Şimdi her şey yarın sabah kaldı. Haberlerde insanların feryatlarını görmek istiyorum “ dedi Adil acımasızca.
Bir zamanlar ben de bir roman yazmıştım. Bir ajandaya yazmıştım. Bir kişi tarafından okumuş bir roman. Ajandanın ait olduğu yıl geçince oda tarihe karıştı. Bir daha bulamadım. :(
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat bölümünde okuyorum. 2. sınıftayım daha yolun başındayım. :)
Edebiyate merakım liseden beridir var. Ve birçok yarışmaya katıldım, kendi çapımda başarılar ellde ettim. Ekonomiye karşı ilgi duyduğumdan dollayı İktisat bölümünü seçtim. Edebiyat bölümüne niye yazılmadın diye birçok arkadaşım soruyordu. Ama unutmayın ki en büyük edebiyatçıların hiç birisi bu bölümden mezun olmamıştır.