Şimdi Ara

Kuran'ın kağıda geçirilişi ve hakikat nedir? (4. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
151
Cevap
1
Favori
6.606
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  •  Kuran'ın kağıda geçirilişi ve hakikat nedir?

    İngiltere'deki Birmingham Üniversitesi'nde dünyadaki en eski Kur'an-ı Kerim olabileceği düşünülen kitaptan bazı bölümler bulundu. Uzmanlar bu kitabı yazmış olan şahsın o dönemde yaşamış, Muhammed Peygamber'i görmüş, hadislerine tanıklık etmiş olabileceğini" belirtiyor.


    Birmingham Üniversitesi Hristiyanlık ve İslamiyet Profesörü David Thomas, "Bu el yazmaları, İslamiyet'in kurulduğu ilk yıllara ait. Kur'an-ı Kerim, 610 ve 632 yılları arasında indirildi. Bu el yazmalarını yazan kişinin, Hz. Muhammed'le aynı dönemde yaşadığını, hatta peygamberi tanıdığını düşünüyoruz" dedi. Kur'an-ı Kerim'in bölümlerinin önce parşömen, taş, palmiye yaprakları ve develerin kürek kemikleri üzerine yazıldığını hatırlatan Thomas, kutsal kitabın daha sonra 650 yılında kitap haline getirildiğini ve üçüncü halife Osman bin Affan tarafından dağıtıldığını söyledi.

    1920'LERDE IRAK'TAN GÖTÜRÜLDÜ
    Hicaz Arapçasıyla yazılmış olan Kur'an bölümlerinin "çok güzel ve şaşırtıcı derecede okunaklı durumda" olduğu kaydedildi. Birmingham Merkez Camii imamı Muhammad Afzal da, "üniversitede bulunan Kur'an bölümlerini görmekten mütehassis olduğunu" söyledi. Mingana Koleksiyonu adıyla anılan 3.000'i aşkın belge ve kitap, 1920'lerde, Musullu Keldani rahip Alphonse Mingana tarafından derlenmişti.


    Top kapıda bulunan Hz.Osman a ait olduğu düşünülen Kuran-ı kerim
     Kuran'ın kağıda geçirilişi ve hakikat nedir?

    Bu tanıtım yazısında bizzat Halife Osman tarafından yazıldığı, uzun zaman Kahire’de muhafaza edildiği, Kavalalı tarafından Osmanlı padişahına hediye edildiği belirtilmiştir. Palegrafik incelemeler, hicri 2. yüzyılın başlarında yazıldığını gösterir.

    Özbekistan Taşkent de bulunan Hz.Osman ait olduğu düşünülen Kuran-ı Kerim
     Kuran'ın kağıda geçirilişi ve hakikat nedir?

    Radyokarbon tarihleme yöntemine göre 595-855 yılları arasına ait olduğu belirlenen Mus'haf, paleografik çalışmalara göre 8. yüzyıla ait bir yazma eserdir.


     Kuran'ın kağıda geçirilişi ve hakikat nedir?

    Kahire'de el-Meşhedü'l-Hüseynî'de muhafaza edilen Hazreti Osman mushafı tam 80 kilo geliyor ve Kuran metninin harfi harfine korunduğunu ispatlıyor. Tüm mushafların ondan koplayandığı mushaf Kufi yazısı ile yazılmış.


    Hazreti Peygamber'in vefatından sonra yalancı peygamber Müseylime üzerine yürüyen sahabe orduları Yemame'ye ulaştığında iki ordu arasında kıyasıya bir mücadele başlar. Hazreti Ebubekir tarafından görevlendirilen sahabelerin başında 'Allah'ın kılıcı' Halid ibni Velid bulunmaktadır.

    Akşama doğru Müseylime, askerleriyle birlikte yüksek duvarlarla çevrili bir bahçeye sığınır. Ancak ölümden kurtulamaz. Müseylimetü'l Kezzab gailesi atlatılmıştır, ama Müslüman ordusu iki binden ziyade şehid vermiştir. Üstelik şehidler arasında en az 70 hafız-ı kurra da bulunmaktadır. Bu hadise üzerine Hazreti Ömer, Halife-i Müslimîn Ebubekir'e (r.anhüm) giderek kurraların şehadetinden duyduğu üzüntüyü ve böyle giderse bazı ayetlerin zayi olacağı hususundaki endişesini dile getirir. Kur'an ayetlerinin iki kapak arasında toplanmasını teklif eder. 23 senelik vahiy müddetince bir taraftan ezberlenen, bir taraftan da hurma dalları, ince taşlar, kürek kemikleri, deri, kumaş, tahta, çömlek parçaları gibi mevcut malzemeler üzerine kaydedilen ayetler, o zamana kadar bir araya toplanmamıştır. Fakat bazı sahabelerin kendileri için yazdıkları derlemeler vardır.

    Hazreti Ebubekir, Resulullah'ın yapmadığı bir şeyi yapmaktan çekindiği için teklife ilk başlarda uzak kalır. Hazreti Ömer'in ısrarı devam edince vahiy katiplerinden, aynı zamanda da hafız olan Zeyd ibni Sabit'i çağırır. Zeyd (ra), Hazreti Ebubekir'in tavsiyesi üzerine (sanki kendisi Kur'an'ın Resulullah'ın vefatından önce Cebrail Aleyhisselam'la mukabele ettiği halini ezberden bilmiyormuş gibi) halka ilan eder, iki şahit eşliğinde getirilen yazılı ayetleri kayda geçirir. Böylece ashabın üzerinde ittifak ettiği tam bir mushaf meydana getirilir. Hazreti Ebubekir'in vefatından sonra bu mushaf, müminlerin annelerinden Hafsa validemizde (r.anhâ) emanet kalır.

    Azerbaycan ve Ermenistan'ın fethi sırasında Şamlı ve Iraklı askerler arasında Kur'an okuyuş farklılıkları yüzünden ihtilaf çıkar. Bu sırada hilafet makamında Hazreti Osman (ra) bulunmaktadır. Hazreti Osman, yine Zeyd bin Sabit başkanlığında bir komisyon oluşturarak Hafsa validemizdeki mushaftan istifade yeni nüshalar hazırlatıp Mekke, Kûfe, Basra, Şam gibi büyük merkezlere gönderir. Bir nüshayı Medine'de muhafaza eder. Ashabın kendileri için derledikleri tam olmayan nüshaların ise ileride karışıklığa sebep olmaması için imha edilmesini ister. Günümüzde Topkapı Sarayı'nda, Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde, Kahire'de, Londra British Library'de, St. Petersburg'da, Paris Biblioetheque Natio-nale'de Hazreti Osman'a nisbet edilen mushaflar bulunuyor.

    Bunlardan bazılarının bizzat Hazreti Osman'ın okuduğu 'imam mushaf' olduğu ve şehadeti sırasında üzerine kanının aktığı iddia ediliyor. Kur'an tarihi, mushafların imlası ve kıraat ilmi açısından önem taşıyan, ancak muhafaza edildikleri yerlerde ilim adamlarının ulaşma imkanı çok fazla bulunmayan bu mushaflar, eski Diyanet İşleri Başkanı Dr. Tayyar Altıkulaç'ın gayretleri ile birer birer yayımlanarak İslâm âlemine arz ediliyor. Daha önce Topkapı mushafı İslam Tarih Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) tarafından, Türk ve İslam Eserleri Müzesi mushafı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) tarafından yayımlanmıştı. Son olarak da Kahire'de el-Meşhedü'l-Hüseynî'de muhafaza edilen Hazreti Osman mushafı IRCICA tarafından basıldı.

    İki cilt halinde basılan eserde, Kûfî hatlı orijinal mushafın tıpkıbasımı, ayetlerin günümüz Arap yazısıyla okunuşları ve Hazreti Osman'a nisbet edilen diğer nüshalarla arasındaki imla farkları bir arada veriliyor. Giriş bölümünde de Arap yazısının gelişimi, ilk mushafın hazırlanması, Hazreti Osman mushafları ile Hazreti Ali'ye nisbet edilen mushaf nüshaları hakkında geniş bilgiler yer alıyor.

    Tayyar Altıkulaç, 1969 yılında Kahire'ye gittiğinde el-Meşhedü'l-Hüseynî'de muhafaza edilen mushafı da görmek istemiş, ancak buna muvaffak olamamış. Yıllar sonra Topkapı mushafı üzerinde çalışmalara başladığında o dönemde IRCICA Genel Sekreteri olan Ekmeleddin İhsanoğlu'nun Mısır hükümeti nezdinde yaptığı girişimlerle mushafın çekimlerine ulaşmış. Deri üzerine 57x68 cm ebadında, 80 kg ağırlığındaki mushaf, 1.087 varaktan ibaret. Tayyar Altıkulaç, kadim mushaflar üzerinde yaptığı incelemelerde hiçbirinin Hazreti Osman tarafından yazdırılan mushaflardan olmadığı, ancak onlardan çoğaltılan ilk nüshalar oldukları neticesine varmış. Altıkulaç, Kahire'deki mushafın da Hazreti Osman tarafından Kûfe'ye gönderilen mushaftan çoğaltıldığını söylüyor.

    Altıkulaç'a göre ilk kez harf harf ele alınıp incelenen Kahire mushafının en önemli özelliği, bugün okuduğumuz Kur'an-ı Kerim'in orjinalliği konusunda aynen Topkapı ve Türk ve İslâm Eserleri Müzesi mushafları gibi bütün insanlığa verdiği mesaj. Altıkulaç, "Bu mushaf da gösteriyor ki, Kur'an-ı Kerim sadece hafızların okuyuşları ile değil, gerçekten yazısı ile de korunmuştur ve on dört asır önce nazil olup yazıldığı gibi elimizdedir. Bu mushaflar bu gerçeğin tartışmasız şahitleridir. Nübüvvet kaynağından çıktığı berraklığı ile bugünlere ulaşan ve bu niteliğinin sonsuz sayıda sesli ve yazılı şahitleriyle tüm insanlığın hep gündeminde olan bu mukaddes sisteme inananlara gıpta etmek, onların tükenmek bilmeyen hazlarına imrenmek tabiidir." diyor.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: HADO77

    Konu ile ilgili olarak kitabullahta bir hukum yok.

    Aile efendimizin hanımı değildir demek itikadi değildir. Diynden çıkmayız.

    Hz.zeyneb kıssası da öyledir. O kadınla ilişiği kesilince denmiş. Kişi ismi yok.

    Şayet bunlar itikadi olsaydı el surulmeyen meryemi evlendiren zihniyetin de diynden çıkması gerekirdi. Bunlar yorumsal konulardır.

    tarihle ilgili her ayrıntı için Kuran'da hüküm mü olması gerekiyor, nereden çıkardınız bunu?..
    dinden çıkmak için illa kelami bir mesele mi olması gerekir?...
    faraza; Kuran'da Rasulullah'ın baba ve annesinin isimlerinden bahsetmez...biri çıkıp "Muhammed'in babası belli değildir, Kuran'da geçmiyor" dediğinde "hımm, adam haklı, kitapta yeri yok" mu diyelim?..

    bahsettiğin diğer konuyla ilgili ayet geldiğinde hiç kimse "acaba bu kadın kim?" diye sormadı çünkü kim olduğu biliniyordu ve zaten ayette diğer ilgili şahsın adı geçiyordu, Zeyd'in kiminle evlendiği de tarihen malum...

    bunlar yorumsal konular değildir...tarihi bir olguyu "batıni yorum"larla tahrif etmeye ve "egzantrik adam olma" uğruna anlamsız çıkarımlar yapmaya hiç gerek yok...

    Hz. Aişe'nin Hz. Ali'ye tavrını eleştirmek veya Zeyd-Zeynep evliliğinin tahlilini yapmak yorum olabilir...ancak tarihsel gerçekliğiyle, konumuyla ilgili çarpıtmalar yorum değil tahrifat ve tahribattır...

    kitap fuarında bir meal görmüştüm yıllar önce...
    rastgele açtığım bir sayfada ayetin altına "aslında burada adı geçen peygamber değildir şu sahabidir, diğer kişi de şu değil budur" gibi anlamsız bir açıklama eklemiş yazar...kitabı satan da o mealcinin cemaatinden biri, sordum "bu kitap tefsir değil ama tevilden de öte tam bir çarpıtma yapılmış, mealde bunlar olmaz, olmamalı" dedim ve biraz açıkladım...vatandaşın en sonunda sığındığı mazeret şu oldu; "hocaefendimiz alim insandır, bir bildiği vardır"...!!!
    kimin bir hocaefendisi varsa onun anlattıklarını sorgulasın, sorgulamadan ona itimad etmesin...şayet bunu yapmazlarsa, Rasulullah A.S.ın ifadesiyle "işte bu rab edinmektir"...

    herkesin kendini alim zannettiği bir toplumda yaşamaya başladık..."zahir"en tek ilim üretmeyenler, "batın"a sarılmaya başlıyor...sonumuz hayır olsun...vesselam...




  • J.Valjean kullanıcısına yanıt
    Hz. Ömer (ra):
    "Resûlullah ölmemiştir ve sağdır. Ona sadece Hz. Musa'ya ârız olan saika gibi bir saika arız olmuştur. Kim Muhammed öldü derse onu kılıcımla iki parça ederim."

    Hz.Ebubekir (ra) ,Hz. Ömer'in "Resûlullah vefât etmedi" sözlerini duymuştu. Bunun üzerine şöyle konuştu:
    "Kim ki Muhammed'e (a.s.m.) tapıyorsa, bilsin ki, Muhammed (a.s.m.) ölmüştür. Kim ki Allah'a ibadet ve kulluk ediyorsa bilsin ki, Allah Hayy'dır, ölümsüzdür."

    Sonra da şu âyet-i kerimeyi okudu:
    "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçti. O ölür veya öldürülürse gerisin geri mi döneceksiniz? Kim geri dönerse Allah'a en küçük bir zarar vermiş olmaz. Fakat şükredenlere Allah mükâfatını verecektir."

    Bunun için derhal teşebbüse geçildi. O sırada, bu yüksek makama herkesten en lâyık ve ehliyetli olan Sıddık-ı Ekber Hz. Ebû Bekir'di. Zira, Ashab-ı Kiramın en yüksek tabakası en evvel Mekke'de îmân eden seçkin sahabilerdi. Onların da en efdali Hz. Ebû Bekir idi. Gerçi, Hz. Abbas ve Hz. Ali, akrabalık cihetiyle herkesten ziyade Resûl-i Ekrem Efendimize (asm) yakın idiler. Fakat, Nebiy-yi Muhterem Efendimiz, yâr-ı gârı olan Hz. Ebû Bekir'i ashabının hepsinden üstün tutardı. Vefatını netice veren hastalığında da bunu göstermişti. Mescid-i Şerife açılan kapıların hepsini kapattırdığı halde, Hz. Ebû Bekir'inkini açık bıraktırmıştı. Ebediyyet âlemine göç etmesine üç gün kala imamlık vazifesini yine ona devretmiş, İslâmın temel şartlarının en mühimi olan namazda onu bütün Müslümanların önüne geçirmişti.

    Peygamber Efendimizin Yıkanması ve Kefene Sarılması:
    Yıkama işini Hz. Ali (ra) yaptı. Zirâ, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz sağlığında ona, "Vefât ettiğim zaman beni, sen yıka." diye vasiyyet etmişlerdi.
    Yıkama işi bittikten sonra Hâtemü'l-Enbiyâ Efendimiz (asm), yine Hz. Ali, Hz. Abbas, Fadl bin Abbas ve Şükran tarafından kefene sarıldı.

    Peygamberimizin Üzerine Namaz Kılınması:
    Hücre-i Saadetinde sedirinin üzerine konuldu. Bundan sonra Hâne-i Saadetlerinin kapısını açtılar. Önce melekler, sonra erkekler, sonra kadınlar, daha sonra da çocuklar Fahr-i Alem Efendimize (asm) karşı bu son vazifelerini huşû ve hüzün içinde ifâ ettiler.

    Resûl-i Ekrem'in Defni:
    Resûl-i Ekremin nereye defnedileceği hususu görüşüldü. Bir kısmı, Mekke'ye götürülmesini, diğer bir kısmı Medine'de ve Bakî mezarlığına, bazıları ise Mescidin içine defnedilmesini teklif etti.
    Fakat, Hz. Ebû Bekir (ra) imdada yetişerek şöyle dedi:
    "Ben, Resûlullah (asm)'den şu sözü işitmiştim ve hâlâ unutmamışımdır: 'Cenab-ı Hak, her peygamberin ruhunu o peygamberin defnolunmak istediği yerde alır.' Dolayısıyla, Resûlullahı istirahat döşeğinin bulunduğu yere defnetmeliyiz!"
    Bu teklif Ashab-ı Kiram tarafından benimsendi. Böylece Resûl-i Kibriyâ Efendimizin, Hz. Âişe'nin evinde yattığı döşeğin altının kabir olarak kazılması kararlaştırıldı. Bundan sonra döşek kaldırılarak altı lahd tarzında kazıldı.

    Bu, Hz. Bilâl (ra)'in son ezânı oldu. Resûl-i Kibriyâ Hazretleri (asm) defnedildikten sonra artık ezan okumadı.

    Not: Rebiülevvel ayının on üçü, Salı günü öğleye doğru Resûl-i Kibriyâ Efendimizin (asm) yıkanma ve kefene sarılma işi tamamlandı. Çarşamba gecesinin geç vakitleri idi. Nihâyet, gönül ve gözyaşları arasında Server-i Kâinatın mübarek na'şını kabrine tevdi ettiler. Oda küçük olduğundan 3 er 5 er kişilik gruplar halinde cenaze namazı kılınmıştır.

    Atatürk'ün ölümünden sonra, 11 Kasım 1938'de İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanlığına getirilmesiyle Türkiye'de yeni bir dönem başlamıştır. Atatürk ün vefatı bilindiği gibi 10 Kasım 1938... Devlet ve idare meseleleri, çok önemlidir. Kimse bunun altında farklı nedenler aramamalıdır. Ayrıca o dönem ensardan bazı kimselerin oldu bittiye getirerek halifeliğini ilan etme durumlarıda mevcuttur. Hz.Peygamber in vefatından sonra sahte peygamberlerin türemesi bile örnektir.

    O'na sizin yardım etmeniz dışında (etmediğinizde) o zaman Allah, O'na (Resûl’e) yardım etmişti. Kâfir olanlar, O'nu (Mekke’den) çıkardığı (çıkmaya mecbur ettikleri) zaman iki (kişi)nin ikincisi idi. İkisi mağarada iken arkadaşına şöyle demişti: “Mahzun olma! Muhakkak ki; Allah, bizimle beraber.” O zaman Allah, O'nun üzerine sekînetini indirdi. Ve O'nu göremediğiniz bir ordu ile destekledi. Kâfirlerin sözünü sufli kıldı. Ve Allah’ın sözü; O, çok yücedir. Ve Allah; Azîz’dir (üstündür), Hakîm’dir (hüküm sahibi ve hikmet sahibidir). Tevbe suresi 40.ayet




  • mahmudhudavendi kullanıcısına yanıt
    Ana fikir nedir burada ? Neye cevap, neyi iddia ediyor ?

    < Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >
  • emc2xy kullanıcısına yanıt
    '' Hakkında şüphe olmayan Kitab’ın indirilişi, âlemlerin Rabbindendir. '' Secde suresi 2. ayet

    Yaratan Rabbinin İsmi ile oku. Alak suresi 1. ayet


    Ayetler vahiy yoluyla gelmeye başladığı ilk andan itibaren zaten bunun bir kitap olacağı belirtilmiştir. İlk ayet indiğinde Cebrail aleyhisselam: “Oku! Yaradan Rabbinin adı ile! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle yazmayı öğreten Rabbin en büyük kerem sahibidir.” (Alak,96:1-5) ayetini iletmiştir.

    Bu ayetlerin ileride bir kitap olacağı zaten inen ilk ayetde anlaşılmaktadır. Ayetler sadece peygamber efendimize inseydi ve sen de; peygamber vefat ettikten sonra kitap olmuş diye sorgulasaydın haklı olurdun belki... Fakat ayetler ve Kuran-ı Kerim tüm insanlığa inmiştir. İlk ayetin indiği o günden, kıyametin gerçekleşeceği güne kadar var olmuş, olacak bütün insanlara hitap etmektedir.




  • Mephalay M kullanıcısına yanıt
    Türkçe yazıyor ama ben yinede türkçenin türkçe tercümesini yapayım:
    Kuran-ı Kerim in nasıl kitap haline getirildiğini ve diğer nüshaların nasıl çoğaltıldığını anlatıyor.
    O gün yazılan kuran-ı kerim e , bütün ayetleri ezbere bilen Hz.Ali itiraz etmemişse, diğer 3 büyük halifeden de karşı çıkma gelmediyse, Hz.peygamber i görmüş sahabeler, eşi, evlatlığı, torunları, Mekke ve medinenin hafızları tepki göstermemişse... Bugün oturduğumuz yerden, hayır yanlış yazıldı demek içi boş bir iftira veya iddia olur.











  • Hafız ne demek, bazıları bunun anlamını bilmediği için bu konuya çok uzak kalıyor herhalde...


    HZ. RESUL ZAMANINDA KUR'AN ZATEN CEM EDILMIS TOPLANMISTI.SADECE BIR KITAP HALINE GETIRILMEMIS, KAGIT,TAS, AGAC KABUKLARI UZERINDE YAZILI OLARAK BIR ARADA BULUNUYORLARDI. TABII HAFIZLAR BIR TARAFTAN EZBERE DEVAM EDIYORLARDI...
    HZ. EBU BEKIR DONEMINDE KUR'AN'I İLK KİTAP HALINE GETİREN HEYETİN BAŞKANI ZEYD BİN SABIT , HZ. OSMAN DONEMINDE KUR'AN'I ÇOĞALTAN KOMİSYONUNDA BAŞKANI IDI... ILK KUR'AN CEM EDILIP KITAP HALINE GETIRILDIKTEN SONRA YILLARCA- YAKLASIK 30 YIL - HZ. RESUL'UN HANIMLARININ BIRININ YANINDA KALIR.BU ARADA HAFIZLAR HALA KUR'AN EZBERLEMEYE VE HAFIZ SAYISI ARTMAYA DEVAM ETMEKTEDIR.DAHA SONRA BU YAKLASIK 30 YILIN SONUNDA YENI KOMISYON ILE ZEYD BIN SABIT KUR'AN'I ÇOĞALTIR.ANA MUSHAF ILE ÇOĞAŞLTILAN KUR'ANLAR 10-15 SENE DAHA BIR ARADA AYNI ZAMAN BIRIMI ICINDE YUZLER, BINLER, ONBIN, YUZBINLERE HITAP ETMEYE VE HIZMET VERMEYE DEVAM EDER.TABII BU ARADA HAFIZLAR EZBERE DEVAM ETMEKTE, HAFIZ SAYISI HIZLA ARTMAKTA IDI...! KUR'AN'IN ÇOĞALTILMASINDAN 10-15 SENE GEÇTIKTEN SONRA ILK KUR'AN PEYGAMBERIMIZIN ESINDEN ALINIR YAKILIR,ISTE TUM SORU ATMA , INSAN ZIHNINE VESVESE VERME FAALIYETLERININ KOKENI BU OLAYDIR.ACABA KUR'AN'IN ORJINALININ ORTADA OLDUGU SONUCUNA NASIL VARACAGIZ...? KUR'AN'IN TÜMÜNÜ EZBERE BILEN BINLERCE HAFIZI BIR KENARA BIRAKILSA BILE , ILK KITAP YAPAN HEYETIN BASKANI ILE KUR'AN'I ÇOĞALTANLARIN BAŞKANI AYNI KIŞI IDI KI BU ZAT PEYGAMBERIMIZCE OZELLILLE KURAN CALISMALARI NEDENIYLE DAHA HAYATINDA IKEN OVGUYE MAZHAR OLMUS BIRI IDI....AYRICA ILK KITAP HALINE GETIRME SIRASINDA DORT HAFIZ DORT KOLDAN HER BIRI KUR'AN'I CEM EDER, TOPLAR , BU DORT MUSHAF'TAN TEK MUSHAFA ULAŞIRLAR...

    HATTA O KADAR YOGUN BASKI VE STRES ALTINDA KALIRLAR KI BU DORT HAFIZDAN BIRI OLAN HUZEYM BIR AYTETI BULAMAZ VE BUNALIM ICINDE " KUR'AN 'IN TÜMÜ KIMSE ELIMDE DEMESIN " DER....TABII DIGER UC HAFIZ BU ARADA KUR'AN'I TAMAMI ILE CEM ETMISLERDI...ONA DA BULAMADIKLARI AYETI VERIRLER !- ISIN ILGINC YONU BU SOZ BILE KUR'AN UZERINDE SUPHE DUSURMEK ISTEYENLER KULLANMAYA CALISIRLAR ! HALBUKI DORT KISILIK ILK KOMISYONDAN BIR KISI BIR AN ICIN YOGUN CALISMANIN TESIRI ILE O AN ICIN BULAMADIGI AYET UZERINE BU CUMLEYI SOYLEMISTIR...! DIGER UYELERDEN BOYLE VEYA BENZERI BIR CUMLE ISITILMEZ. HUZEYM EZBERE BILDIGI AMA YAZILI KAYNAK BULAMADIGI ICIN BU SIKINTILI ANINDA BU CUMLEYI O SOYLEMISTI VE SADECE KENDI CALISMALARI ILE ALAKALI GECICI BIR OLAY IDI ...-

    BU DA YETMEZ GIBI BU ILK ANA MUSHAF VE COĞALTILAN MUSHAFLAR 10 15 SENE BIR ARADA AYNI ULKENIN SINIRLARI ICINDE BULUNMUS VE ONLARDAN BINLERCE HAFIZIN YETISMISTIR.ARALARINDA FARKLILIK OLDUGUNA DAIR TEK BIR OLAY , HADISE, SOZ GUNUMUZE GELMEMISTIR.ZATEN ILK KUR'AN CEM'I - KITAP HALINE GETIRILMESI OLAYI - UNUTMAYALIM KITAP HALINDE DEGILSE DE ZATEN KUR'AN TOPLU OLARAK BIR ARADA VAR IDI - HZ. RESUL'UN VEFATINDAN 6 AY SONRA OLMUSTUR.

    OLAYI KISACA TOPARLARSAK :
    1- HZ. RESUL VEFATINDAN ONCE HAFIZLAR KUR'AN'I EZBERLEMIS VE KITAP HALINDE OLMASA BILE KUR'AN'I BIR ARAYA GETIRILMISTI...
    2-HZ. RESULUN VEFATINDAN 6 AY SONRA KUR'AN KITAP HALINE GETIRILIR.KUR'AN EZBERE DEVAM EDİLMEKTE, HAFIZ SAYISI DA HIZLA ARTMAYA DEVAM ETMEKTEDIR
    3-YAKLASIK 30 SENE SONRA KUR'AN ÇOGALTILIR!ANA MUSHAF ILE COGALTILAN KUR'AN'LAR 10- 15 SENE DAHA BIR ARADA BULUNURLAR.BU ARADA KUR'AN EZBERI VE HAFIZ SAYISI DA ARTMAYA DEVAM ETMEKTEDIR.HIC BIR SORUN, EKSIK AYET VEYA KAYBOLMA IDDIASI ORTAYA ATILMAZ, DILE GETIRILMEZ...


    ALTINI ÇİZEREK BELİRTELİM Kİ KURAN'IN YAZILDIĞI O TOPRAKLAR KURAN'IN DOĞDUĞU ANDAN İTİBAREN HEP İSLAM DEVLETİ TOPRAKLARI OLARAK VAR OLMUŞ, ASLA İŞGAL EDİLMEMİŞTİR. O NEDENLE HAFIZLARCA EZBERLENİP NESİLDEN NESİLE AKTARILAN KURAN'IN İNCİL-TEVRAT GİBİ BOZULMA ORTAMINA ASLA SAHİP OLMADIĞINI DA İFADE EDELİM.

    "KUR'AN İNSANIN BEKLEYEMEYECEĞİ BÜYÜK BİR TİTİZLİK VE MÜKEMMELİYETLE KORUNMUŞTUR."
    ( SCHWALLY, DIE SAMMLUNG DES QORANS : 2/93



    Prof. Ennest Renan:’Bu kitap dini bir inkılap kadar,edebi bir inkılaba da işarettir’.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi mahmudhudavendi -- 27 Kasım 2015; 16:03:24 >




  • hayır dualarınıza gönülden müteşekkirim. şöyle de düşünülebilir. Hz. AİŞE ve Hz.ZEYNEB in çocukları yoktu. bu açıdan varsa yapılan evlilik ve onun kurumsal yapısı yoruma açıktır. Bu evlilikler varsa bir kere normal sıradan bir evlilik değildir ve sonuçları bakımından evlilik kurumunun içeriğini yansıtmamaktadır. bu açıdan bu evlilikler varsa kesinlikle tahlil edilmeli amaç ve tarz gözetilip sıradanlığın dışına çıkarılmalıdır.

    varsa dememdeki gaye bu nikahların akti boyutunun tamamen bir kişiye has olması ve diğer ümmete kapalı olmasıyla alakalıdır. buna kudsi hadisler de dahil. bizi bağlamayan ancak rasulle ilintili beyanlaşmalar veyahut efendimize aleyhisselam farz olan bize sünnet olan gece namazı gibi.

    şimdi sırf bu gece namazına bakarak farz konusunda ihtilafa düşmek olmadığı gibi sırf rasul olması sebebiyle bir takım hassas durumların şahsına nevi olduğunu bilinenin dışında bir takım amaçlar taşıdığını kabul etmek lazımdır diye düşünüyorum. saygılarımla...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Jeopol


    quote:

    Orijinalden alıntı: piramit17


    quote:

    Orijinalden alıntı: Jeopol

    quote:

    Orijinalden alıntı: piramit17

    Kuran mucizeleri diye belgesel var, onu izlerseniz kuran ve ayetler hakkında ikna edici bilgi sahibi olursunuz.

    Kabe konusuna gelirsek, kabenin etrafında 7 defa dönüp, sonrasında safa ile merve tepeleri arasında 3 defa gidip 4 defa geri döndüğünüzde "Allah" yazmış oluyorsunuz. Ayrıca kabe dunyanın altın oran noktasıdır. Belgeselde bu ve bunun gibi bir çok bilgi var.

    Sure ve ayetler hakkında bazı hesaplamalar yapılıyor belgeselde, noktası virgülüne, ayetlerin surelerin sırasına her şeyiyle tam bir matematik mucizesi olduğunu anlıyorsunuz.

    Hiçbir insan bu şekilde bir kitabı yazamayacağını anlıyorsunuz belgeselde.Kuran mucizeleri belgeseli diye aratırsanız bulursunuz. Yorumlama noktasında bir şey demek istemiyorum. Yarım hoca insanı dinden çıkarırmış. Cevaplarınızı bulursunuz inş.



    ayni nokta etrafinda 7 kere donup, iki nokta arasinda 3 kere gidip 4 kere geri donerek nasil Allah yazmis oluyoruz? grafik veya google maps uzerinde gosterebilir misiniz? ve Allahin buna ihtiyaci var mi?

    Kabe neye gore dunyanin altin oran noktasidir? kimileri afrikada, kimileri amerikada, kimileri de baska yerlerde oldugunu iddia ediyor. buna dayanak nedir?

    Uzunca anlatmama gerek yok, dediğim belgeseli izleyin anlamadığınız bir yer olursa uzunca yazarım.

    Alttaki ayet ile birlikte durum anlatılıyor.
    Bununla birlikte dünyanın altın oranıda matematiksel ve görsel olarak anlatılıyor.

    BAKARA-158: Safa ile Merve, Allah'ın işaretlerindendir.

    Gordum, ancak bunda gizem nerede? Dunya uzerinde bir cok noktayi altin orani gosteriyor diye isaretleyebiliriz. O noktalarda mi kutsal?

    Safa ve merve Allahin isaretleridir. Olabilir. Ancak siz 3 kere gidip 4 kere donunce Allah yaziyor demeniz ilginc. Demek istedigim nasil ayni noktalar arasinda gidip gelinerek o yazi yaziliyor? Bu kadar sacmaliga gerek var mi? Ya da dunya uzerinde cinsel obje seklinde bircok meyve,sebze, jeolojik yapi, agac filan var. Gayette acik bicimde hic bir gizem tasimadan ortaliktalar. Bunlar ureme tanrisinin mi kanitlari kabul edecegiz?

    Aslinda bu konuya da girmek istemezdim ancak madem Kuran mucizeler barindiriyor niye o mucizeleri muslumanlar bulmadi da gavurlar bulduktan sonra aa kuranda varmis dediler?

    Kisaca bu sekilde mucizeymis filan birakin, gerceklere donun.




    Belgeselde nasıl Allah yazıldığı görsel olarak anlatılıyor. Aynı şeyi size tekrar buradan anlatmanın mantığı ne. Gizem istiyosan piramitlere bak, bolca gizem mevcut.

    Ayrıca islamiyet yorumlama dini değil, yeslimiyet dinidir. Her şey açıkça ortada olsaydı, bu dünyaya gelip sınav olmanın manası kalmazdı. Belli arayışlara girmeniz güzel bir şey. Sizinle bu konuda tartışmamız yersiz. İnşallah aradığınız cevapları bulursunuz.

    Zamanında peygamberimizede inanmamışlar, mucize göster demişler, ayın ortadan ikiye ayrılma olayı olduğunda mucizeyi görmelerine rağmen bu seferde peygamberimize büyücü demişler. Sizin açınızdan durum bu.

    Edit: Sonradan bilgi eklemesi.

    HAC'DA Kİ TAVAF VE SAY ALLAH SEMBOLÜNÜ ORTAYA ÇIKARIR

    Hacda, neden Kabe'nin etrafında döndüğümüzü ve yanında ki iki tepe arasında neden gelip giderek say ibadeti yaptığımızı merak ediyordum ve aldığım cevaplar beni tam tatmin etmemişti. Hacer validemizin bebeği için su arayışını taklit ettiğimiz söyleniyordu. Çok daha büyük ve muhteşem bir nedeni olması gerektiğine inanıyordum.

    Gözlerimi kapayıp hacıların yürüdüğü yolu hayal ettiğimde, birbirlerinin önüne çıkmadan ve en kısa yolu izleyerek 3 geliş ve 4 gidişten oluşan bu yolda bırakılan ayak izinin ve oluşan kafile zincirinin ancak Allah kelimesinin gökten görünen halini ifade ettiğini gördüm. Buna ait muhakkak Kuran'dı bir işaret bir iz olmalıydı ve açar açmaz şunu gördüm;




    Bakara suresi 158. ayet;

    اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللّٰهِ

    "Şüphesiz, 'Safa' ile 'Merve' Allah'ın işaretlerindendir."

    Hac suresi 32. ayet;

    ذٰلِكَ وَمَنْ يُعَظِّمْ شَعَائِرَ اللّٰهِ

    “…kişinin Allah’ın nişanelerine hürmet göstermesi, kalplerin Allah’a karşı gelmekten sakınmasındandır.”

    DÜNYANIN ALTIN ORAN NOKTASI MEKKE'dedir VE KABEYİ ZAMAN ZAMAN TAVAF EDER

    Yaratıcı dünya üzerinde bir şehrin özel olmasını istedi. Öyle ki ona "şehirlerin anası" dedi. Yer yüzünden gelip geçen on milyarlarca Müslümanın o şehirdeki kutsal alanlara yolculuk yapmasını ve oraya yönelerek secde etmesini istedi. Kendi yüceliğine ve kutsiyetine inanmayanları yer yüzünde yalnız bu kutsal şehre girmekten men etti. Mekke'deki Kabe Allah'ın evi, Mekke ise Allah'ın şehri ilan edildi. En sevdiklerinden olan muhteşem peygamberi ve son ilahi kitabı bu şehirde insanlığa armağan etti. Bir tek o şehirde ki Kabe isimli bir mescide evimdir dedi. Milyarlarca insan etrafında aşk ile tavaf ettirildi.

    Ve dünyanın Altın oran noktası bu şehir olarak belirlendi. Sabit olan kutup noktaları arasındaki mesafenin tam altın oran noktasını aldığımızda Mekke sınırları içine düştüğünü görürsünüz. O enlemde başka şehirlerde vardır, evet. Dünya küre olduğu için fiziksel bir başlangıç noktası yoktur. Ama insanlar yer belirlemek için insansız alanlarda, büyük okyanusun ortasında ki sanal gün dönüm çizgisini; dünyanın ve gps haritalarının köşeleri ilan etmişler ve tüm milletler bu çizgiyi siyasi açıdan, koordinat sistemleri ve saat dilimlerine bağlı tüm global değerlerin ortak sınırı olduğunu 18. yy. da kararlaştırmışlardır. İşte bu global değeri baz alarak Mekke'nin, dünyanın gün dönüm sınırlarına olan mesafesini doğu batı eksenli ölçtüğümüzde tam olarak Altın orana sahip olduğunu görebiliriz. Böylece dünyada ki Altın oran noktasıan sahip tek şehir Mekke kalacaktır. Sizce bir tesadüf mü? Diğer ihtimaller denize düşse bile mi? O kutsal sayılan sağ yönde ve üstünlük açısından yukarıda yer alacak şekilde haritaya nakşedilmiştir.
    SORULAR

    Bazıları kıtalar kayıyor diyecektir, ancak yılda en çok birkaç cm kayan kıtalar dinler tarihi boyunca altın oran şehrini değiştirmemiştir. Günümüz insan soyunun atası Hz Adem O'nu inşa edeli yaklaşık 7000 yıl olmuştur. Ve daha uzun yıllar boyunca altın oranı Mekke şehrinde tutacaktır.

    Bazıları da ölçümlerde Altın oran noktasının Mekke il sınırları içinde olduğunu ama tam Kabe'nin üzerine düşmediğini söyleyebilirler. Biliyordum ki dünya haritalarında ki projeksiyon sistemi yetersizliği nedeniyle noktasal belirleme yapılamaması dışında; burada büyük bir sır daha vardı. Ve o bilgiye erişmeliydim; Araştırmalarım da çok az kişi tarafından bilinen kutup noktalarında ki Chandler hareketi ile karşılaştım. Fiziksel kutup noktalarının, manyetik kutup noktalarından farklı olarak helezonlar ve bazen de daireler çizerek çağlar boyunca hareket ettiğini öğrendim. Yani altın oran noktası Mekke şehrinde dönerek dolaşıyor ve zaman zaman önceden tahmin edilemez aralıklarla Kabe ile kilitleniyordu.

    Bu ilahi mucizeyi değersiz göstermeye çalışanlar farkında olmadan başka bir muhteşem bilginin ortaya çıkmasına neden oldular.

    Altın oran sayısı doğadaki pozitif uzunluk ve alan değerlerine sahip nesnelerin birbiri ile oranından doğduğu için negatif sayılara sahip olan diğer koordinat noktalarında altın oran bulunamaz. Denizlere düşen bu negatif değerler olsa olsa anti güzellik yada yakınlarında ki şehirlere ait şeytani bir ifadeye anlam verebilir ki gerçeklerde buna ayna tutmaktadır.

    DAHA BUNLAR GIBI BIR COK MUCIZE VAR. BU GUNKU BILIMIN IŞIĞINDA ORTAYA ÇIKAN BİRÇOK MATEMATİKSEL ve BİLİMSEL MUCİZE VAR. BUNLARDA RASLANTI MI ACABA.
    Sirius Yildizi


    Geceleri gökyüzünde en parlak yıldız olan "Sirius", Kuran'da "Yıldız" anlamına gelen Necm Suresi'nin 49. ayetinde "Şi'ra" olarak geçmektedir:

    Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49)

    Arapça karşılığı "Şi'ra" olan Sirius yıldızının sadece 49. ayette geçmesi, son derece dikkat çekici bir durumdur. Çünkü bilim adamları Sirius yıldızının hareketlerindeki düzensizliklerden yola çıkarak, onun bir çift yıldız olduğunu keşfettiler. Dolayısıyla Sirius, Sirius A ve Sirius B olarak ifade edilen iki yıldızdan oluşan bir takım yıldızdır. Sirius B yıldızının özelliği teleskopsuz görülememesidir.

    Sirius takım yıldızları birbirlerine doğru yay şeklinde bir eksen çizerler ve her 49,9 yılda bir birbirlerine yaklaşarak gökyüzünde sarkarlar. Bu bilimsel veri, günümüzde Harvard, Ottawa ve Leicester Üniversitelerinin astronomi bölümlerinin fikir birliğiyle kabul ettikleri bilimsel bir gerçektir.87 Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru anlaşılabilmiş bu bilimsel gerçeğe, mucizevi bir şekilde, bundan 14 asır önce Kuran'da işaret edilmiştir. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri beraber olarak okunduğunda bu mucize karşımıza çıkmaktadır.

    Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49)

    Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı. (Necm Suresi, 9)

    Necm Suresi'nin 9. ayetinde "(ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı" olarak çevrilen "kane kabe kavseyni ev edna" ifadesi, bizlere bu iki yıldızın çizdikleri yörüngede birbirlerine yaklaştıklarını ifade ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Kuran'ın vahyedildiği dönemde bilinmesi mümkün olmayan bu bilimsel gerçek, bize, Kuran'ın Yüce Rabbimiz'in sözü olduğu gerçeğini bir kez daha kanıtlamaktadır.
    Sirius yıldızı Kuran'da "Yıldız" anlamına gelen Necm Suresi'nde geçmektedir. Sirius takım yıldızı, yay şeklindeki eksenleri ile birbirlerine 49,9 yılda bir yaklaşmaktadır. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri bu astronomik olaya işaret etmektedir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi piramit17 -- 27 Kasım 2015; 18:30:26 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Merhaba arkadaşlar,
    Öncelikle insanların namazına,haccına,farzına,sünnetine,zekatına,orucuna,abdestine yani son asra kadar el değmemiş fakat bugün olabildiğince temel direklerine kadar tartışmaya açan modernistlerin ve forumda ki elçilerinin bu konu da neden olmadığını aslında çok net anlıyorsunuzdur.
    Peygamberi,hadisleri,sahabeyi,tarih'i son asra kadar tartışmamış bir ümmetin ne kadar ilginçtir ki son asra kadar da Kur'an'ı Kerim değişti mi? Elimizde ki Kur'an'ı Kerim doğru Kur'an mı? şeklinde sorularla da karşılaşmamıştır.
    Bugün geldiğimiz noktada birilerinin kendi pisliğini temizlemesini bekledik ama gördük ki uydurulan din diye diye aslında kendi hevalarına,hayatlarına,rahatlıklarına göre uydurdukları dini dahi savunamayacak kadar aciz ve gafletteler.

    Neyse asıl konuya geçelim..
    Öncelikle Kur'an'ı Kerim'in bugüne kadar korunduğuna dair ilk ipucunu Hadislerin yani Nakliyatın yardımıyla elde ediyoruz.Her bir kelimesi hıfs edilerek Peygamberimizin döneminden Günümüze kadar sıhhatli bir şekilde gelmesinde önemli bir rolü vardır.Peygamberimiz Kur’an’ın her parçası nazil olduğunda Erkekler ve Bayanlar ile yaptığı ayrı toplantılarda insanlara tebliğ ederdi.Her Ramazan ayında insanların elinde ki yazmalar karşılaştırılır eksiklik varsa düzeltilirdi.Arza adı verilen bu işlemler Peygamberimizin son Ramazan’ın da iki defa tekrarlanmış ve Arza Ahira olarak tarihte yerini almıştır.
    Biz tarihi kaynaklardan ve hadislerden biliyoruz ki Peygamberimiz döneminde ayetler iner inmez Peygamberimizin vahiy katiplerinin başında gelen Abdullah İbn Sa'd ve Zeyd İbn Sabit bir yandan kemiğe,bez parçalarına,derilere dikkatle işlerken diğer yandan Abdullah İbn Mesud,Muaz ibn Cebel ve Ubeyb İbn Kâb gibi hafızlar da akıllara aynı dikkatle işlemişlerdir.Daha sonra Ashab'ı Suffe ile bu faaliyetler akademik bir düzen de devam etmiş,binlerce hafız yetiştirilmiştir.Bu hafızlar daha sonra diğer şehirlere,ülkelere gönderilerek insanların İslamiyet ile tanışmasına yardımcı olmuş,Kur’an’ı Kerim’in neden hak kitap olduğuna,Hz.Muhammed’in kim olduğuna dair sorulara cevaplar vererek dine davet etmiştir.Bu davetlerden biri de Ebu Berâ tarafından yapılmıştır.Peygamberimizin insanlar İslamiyet ile tanışsın diyerek gönderdiği 70 Ashab’ı Suffe öğrencisi Meune Kuyusu bölgesinde şehit edilmiştir.Bu olaydan sonra Yemame savaşı ile bir çok hafız şehit düşmüş ve Peygamberimizin hastalığı da giderek ağırlaşmışken Hz.Ebubekir Kur’an’ın kitap haline getirilmesi ile Hz.Ömer’in uyarmasıyla ilgili ilk emri vermiştir.Bu olayı biz Buhari de geçen şu kısımdan yola çıkarak meselenin ayrıntılarını öğreniyoruz;


    “Yemame savaşında ashabın öldürülmesini müteakib, Hz. Ebu Bekir (ra) beni çağırttı. Yanına vardım. Hz.Ömer de orada idi. Ebu Bekir bana dedi ki:
    'Ömer bana gelip dedi ki:
    'Yemame ‘de Kur’an hafızları çok zayiat verdi. Bu gibi vakalarda hafızların ölmeleriyle Kur’an’ın birçoğunun zayi olmasından endişe ederim. Bana kalırsa Kur’an’ın cem edilmesi için bir emir çıkarman gerekir.'
    Ben de Ömer’e şöyle cevap verdim:
    “Resulullah’ın yapmadığı bir işi nasıl yapabilirsin?”,
    Ömer:
    “Vallahi bu hayırlı bir teşebbüstür." dedi.
    Sonra bu iş üzerinde o kadar durdu ki, bana söyleye söyleye neticede Allah kalbime bu işi yatırdı, ben de onun görüşünü benimsedim.”
    Zeyd devamla diyor ki: “Ebu Bekir bana dönüp şöyle dedi:
    “Sen genç, dinç, zeki bir adamsın. Kimse ittiham edemez. Zaten Resulullah’ın da vahiy katibi idin. Kur’an metnini topla.”
    Vallahi bir dağı yerinden nakletmemi isteselerdi, Kur’an’ı toplama mes’uliyeti kadar bana ağır gelmezdi. Neticede Kur’an’ı hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların hafızalarından derlemeye başladım.” (Buhari)

    Hz.Ebubekir döneminde ki bu ilk adım da “HER AYET İÇİN İKİ DELİL ve İKİ ŞAHISTAN YAZILI NÜSHA” yolunu benimseyerek hassasiyetin ne kadar üst düzeyde olduğunu bize gösteriyor.Hz.Osman zamanında ise bu işlemler kurumsallaşarak onlarca el yazması Kur’an elde edilmiştir.
    Nakliyatla gelen bu ön bilgilerden sonra bir de Oryantalistlerin çalışmalarından da bahsetmek gerekir.Tarihi kaynakları incelediğimizde 1700-1800’lere kadar Kur’an üzerinde değişti mi değişmedi mi tarzında tartışmalara denk gelmiyoruz.1700’lerden sonra ise Oryantalistlerin fitneleri ile ufak tefek kısık sesler çıkmaya başlıyor fakat halkta pek bir yansıması olmuyor.1900’lere geldiğimiz de ise Oryantalistler Dünya’nın dört bir yanına dağılarak yazma nüshalar arıyor,karşılaştırmalar yaptığını yine tarih bize söylüyor.Bu çalışmalar sonucunda HARFLERİN el yazımından kaynaklı bazı farklılıklar ve harekeler dışında ciddi bir sonuç elde edemediklerini görüyoruz.Modernistlerin piri Muhammed Abduh ile birlikte bu tür meseleler iyice alevleniyor ve günümüze kadar işte bugün bu konu da olduğu gibi nur topu gibi KUR’AN HAK mı tartışması karşımıza çıkıyor.

    İslam’ı nasıl yok edelim kitabıyla bilinen İngiliz Ajanı Hampher hatıralarını okuduğumuz da modernist-ingiliz ilişkilerinin ve İslamiyet üzerinde ki planların ne kadar çirkin olduğunu görüyoruz.Muhammed Abduh’un nasıl parlatıldığını,Müslümanların cahilleştirilme ve tembelleştirilme politikalarının saat gibi nasıl işletildiğini,hadisler ve sahabe üzerinde yapılacak ve yapılan ameliyatların neler olduğunu ve en sonunda Kur’an’ı Kerim’in hak kitap olması ile ilgili şüphelerin nasıl yayılmaya başladığını üzülerek okuyoruz.Aşağıda ki sözler ile İslamiyet üzerinde ki ameliyatın ne kadar ciddi yapıldığını çok net bir şekilde görüyoruz;


    “Moğol hücumları plansız ve amaçsız başlatıldığı için onca yağma, yıkma ve tahribata rağmen İslam’ı yok edemedi. Bu yüzden bizim İslam ile savaşımız Moğollar gibi sadece bir takım askeri harekatlar ve yakıp yıkmalar şeklinde olmayacaktır. Bu işte aceleci değiliz. Büyük Britanya Devleti, ciddî bir mütalaa ve çok iyi bir planlama ile İslâm’ın yok edilişi için adım atacaktır. Düzenli ve dakik planların uygulanmasını sabırla izleyecektir. Sonunda amacına da ulaşacaktır. Tabiî ki, zaruret icap ettiği zamanlar Müslümanlara ateşli silahlarımızla da saldıracağız. Ancak savaş son başvuracağımız yoldur. Buna da, İslâm topraklarında tam hâkimiyet elde edince bize başkaldıranları ezmek için başvuracağız. Kuşkusuz ki İstanbul hükümdarları (Osmanlılar) çok akıllı ve uyanıktırlar. Planlarımızı İslâm ülkelerinde kısa vadede uygulamamıza izni vermeyeceklerdir. Bu nedenle orta halli aileler için yaptırdığımız okullarda Müslüman çocukları eğitmeliyiz. O bölgelerde çok sayıda kilise inşa etmeliyiz. İçki, kumar ve fuhşu öyle yaygınlaştırmalıyız ki, genç nesil İslâm’dan tamamen yüz çevirsin. İslâm ülkeleri yöneticileri arasında anlaşmazlık ve keşmekeşliği körüklemeliyiz. Fitne ve kargaşa ateşini tutuşturmalıyız. Devlet adamlarını, esnafı ve güçlü kişileri kurnaz ve güzel Hristiyan kadınların pençesine düşürmeliyiz. Bu güzel yüzlü dilberleri onların toplantılarına kadar sokmalıyız, tâ ki onlar siyasî ve dîni güçlerini kaybetsinler, halk onlara kötü gözle baksın, haklarında kötü düşünsün, İslâm’a duydukları îman azalsın. Neticede İslâm âlimleri, devlet ve halk arasındaki üçlü ilişki, birlik, beraberlik kopsun. İşte tam bu sırada yıkıcı ve yakıcı savaş ateşlerini tutuşturacak ve İslâm’ın kökünü kazıyacağız.”

    1970’li yıllarda Yemen’de bulunan 900 küsür San’a el yazması Kur’an sayfası öncelikle Albrecht Noth Almanya’da incelenmiş daha sonra da Fransa ve diğer ülkelerde üzerinde çalışmalar yapılmıştır.İki Alman Oryantalist Karl-Heinz Ohlig ve Gerd R. Puin bu el yazmaları üzerinde ciddi çalışmalar yapmış ve bu nüshaların elimizde ki Kur’an ile ve diğer el yazmaları ile farklılıklarının bazı harflerde ki(mesela Elif harfinin yazılışı) ve harekelerin farklılığında fazlası değildir demiştir.Yani ayetlerin veya Surelerin farklılaşması gibi bir durum söz konusu kesinlikle değildir.
    Bunlarla birlikte Kur’an üzerinde ki çalışmalarla tahrifat konusunda bir başarı elde edemeyen YERLİ VE YABANCI ORYANTALİSTLER Kur’an’ın İncil ve Tevrat’tan alıntı olduğu konusu üzerinde fitne ateşini yaymaya çalışmışlardır.Peygamberimizin geçmişi ile ilgili cümleler sarfeden ve onun hayatı ile ilgili iftira kampanyaları düzenlenmiş,tarihi gerçeklerle bağdaşmayan teoriler ortaya atılmıştır.Bernard Lewis Peygamberimiz ile ilgili öncelikle;

    “Muhammedin ilk hayatı ve ataları az bilinir”(The Arabs in History – Bernard Lewis)
    Sözüyle teorilerine dayanak oluşturamadığı için geçiştirmeye çalışır daha sonra aynı kitabında asılsız teorilerine şöyle devam eder;
    “Muhammed bir muhteris,Papalık seçimlerinde mu-vaffak olamamış,işi bozulmuş bir Romen Kardinali ve nihayet yalancı, Peygamberliğini ilan etmiş şahıs olarak gösterilir.”

    Evet arkadaşlar bu deliller bize Kur’an’ı Kerim’in günümüze kadar bozulmadan nasıl geldiğini çok net bir biçimde açıklıyor.Oryantalistlerin çalışmaları dahi tek başına yeterli olabilecekken aslında SAHABENİN bu konuda fedakarlığını asla ve asla unutmamak gerekiyor.
    Benim bu konuyla ilgili kendimce araştırmalarım ve yorumum bu şekildedir.Aynı düzende ve aynı şekilde elinde tarihi kaynaklar bulunan ve konuyla ilgili eleştirisi olan arkadaşlar ile tartışabilirim.
    Hz.Aişe ve Kâbe ile ilgili tartışmaya da daha sonra müsait bir zamanda kendimce bir cevap yazacağım.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Mr.Lucky -- 27 Kasım 2015; 22:11:26 >




  • @mahmudhudavendi

    Yok hocam ben bu(bunlar) bir kitap olacaktır diye bir ifade göremedim. Hatta direk kitap olarak indi diye bir şeyde çıkartabilirim yazanlardan.

    Ayetler tüm insanlık için tek bir kişiye gönderiliyor ilginç. Bende istiyorum, benimde ihtiyacım var belki bana niye gönderilen bir şey yok?

    A pardon imtihan halindeydik; aklımızı kullanıp doğru yolu bulmamız ve sorgusuz itaat etmemiz gerekiyor.

    ---------------------
    @MonacoDoom

    Ürperdim şu an. Neyse zaten odunlar hazırlanıyormuş ısınırım güzelce.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: emc2xy

    @mahmudhudavendi

    Yok hocam ben bu(bunlar) bir kitap olacaktır diye bir ifade göremedim. Hatta direk kitap olarak indi diye bir şeyde çıkartabilirim yazanlardan.

    Ayetler tüm insanlık için tek bir kişiye gönderiliyor ilginç. Bende istiyorum, benimde ihtiyacım var belki bana niye gönderilen bir şey yok?

    A pardon imtihan halindeydik; aklımızı kullanıp doğru yolu bulmamız ve sorgusuz itaat etmemiz gerekiyor.

    ---------------------
    @MonacoDoom

    Ürperdim şu an. Neyse zaten odunlar hazırlanıyormuş ısınırım güzelce.


    Cennete nasıl ki layık olanlar girecekse yani boş yere yaratılmadıysa, cehennemde boş yere yaratılmadı. Dediğiniz gibi odunda gerekiyor.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Hac ibadeti ile ilgili şunları söyliyeyim.
    Öncelikle Kâbe nedir,ne demektir ona bakalım.Kâbe, Kâ’b kökünden gelir ve dört köşe şeklinde yapı anlamına gelir.Mescid-i Haram bölgesinde bulunur ve Kur’an’ı Kerim’e göre de yeryüzünün ilk evi olarak bilinir.
    Hadislere ve yine dini kaynaklara baktığımız da elimizdeki bilgiler çok kısıtlı da olsa Kâbe’yi ilk Hz.Adem ile tanıyoruz.Hz.Adem yeryüzüne gönderildikten sonra Allah’a dualar etmiş ve affına sığındığını söylemiştir.Daha sonra gelen kavimlerde de Kâbe’nin içinde bulunduğu Mescid-i Haram bölgesinde ibadetler devam etmiştir.
    Elimizde ki en sağlam veri Hz.İbrahim’in oğlu Hz.İsmail ile birlikte Kâbe’yi onarımı veya yeniden inşaasıdır.Cebrail(a.s) Hacer’ül Esved adında Cennetten geldiği kabul edilen taşı Kâbe’nin bugün Tavaf ibadetine başlarken, başlangıç noktası olarak kabul ettiğimiz köşesine yerleştirilmiştir.Yani Hac ibadeti aslında Peygamberimizden çok daha eskidir fakat insanların hayatlarında veya ibadetlerinde olduğu gibi bozulmuştur.İslamiyet öncesi Arap yarımadasında Kabilecilik ibadetlerde de çok yoğun bir şekilde kendini gösteriyor.Genel olarak her kabilenin bir Tavaf etme şekli vardır.Kureyşliler çıplak şekilde ve bağırarak tavaf ederken Humuslular ise güzel elbiseler ile en azından döneme göre bir saygı çerçevesinde tavaf ederlerdir.Tabi ortak noktaları Tavaf sırasında Allah’a yakarış bittikten sonra Putlara kurbanlar keser,onlara ibadet ederlerdir.Peygamberimiz ile bu anlayış ortadan kaldırılmış ve ibadetin yalnızca ALLAH’a yapılması gerektiği tebliğ edilmiştir.
    Kâbe aslında bir simgedir.İslamiyet, insanların birliği,dirliği,teke yönelişini emreder.Kıble ile insanların tek bir Allah’a ibadet etmesi gerektiği vurgulanır.Kâbe’ye Allah’ın evi(simgesel) olarak denilmesi bundandır.
    -*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-
    Hz.Aişe ile ilgili olarak bana göre forum da yazılanlar saçmalıktan öte bir şey değildir.Hz.Aişe’nin Peygamberimizin hanımı olduğu tarihsel bir gerçektir.Bugüne kadar ŞİA haricinde (ki ŞİA içinde bütün gruplar bu görüşü benimsemez) böyle bir fikri ortaya atan çıkmamıştır.ŞİA’nın ortaya atmasının nedeni de Cemel Olayıdır.
    Peygamberimiz vefat ettikten sonra fitnenin önü bir türlü alınamamış ve öncelikle dinden kopmalar daha sonra siyasi çatışmalar ortaya çıkmıştır.Hz.Ebubekir’in halifeliği ile ilgili en başında sorulmuş.Aslında olayın günümüzde bize sunulduğu gibi değil de o günkü koşullara göre değerlendirilmesi gerekir.Daha Peygamberimiz hayattayken dahi Zekat vermekten vazgeçenler,Yalancı Peygamberler türemişken Peygamberimiz sonrası alelacele önlem alınması gerekiyordu.Hz.Ebubekir’in halife olması aslında ŞİA’nın abarttığı gibi tamamen Peygamber’e sırt dönülmüş hemen koltuk sevdasına düşülmüş şeklinde değil belli bir sistematikte gelişmiştir.Bu adımın ne kadar doğru olduğunu da Hz.Ebubekir ve Hz.Ömer’in halifeliği döneminlerini inceleyerek çok net bir biçimde görüyoruz.Bu dönemde insanların iyi yönetildiği ve dinin belli bir çizgide yine devam ettiği ortadadır.Hz.Osman ve Hz.Ali dönemin de ise fitne ateşi Müslüman coğrafyayı iyice sarmış ve olaylar patlak vermeye başlamıştır.Hz.Ömer’e göre Hz.Osman’ın yumuşak başlı olaması insanlar arasında bu ateşin daha çabuk yayılmasında kolaylık sağlamıştır.Hz.Ali taraftarları diğer iki Halife döneminde yüksek sesle düşüncelerini dile getiremese de Hz.Osman döneminde ortam buna çok müsait hale gelmiş ve Hz.Osman’ın şehadetiyle acı bir hal almıştır.Hz.Ali döneminde ise artık siyasi gruplar oluşmuş,yönetim açısından çok iyi olmayan bir coğrafya ortaya çıkmıştır.Fitne ateşi Hz.Aişe ve Hz.Ali arasında anlaşmazlık çıkmasına neden olmuş,aslında bugün dünya coğrafyasında olduğu gibi Müslüman müslüman’ı kırmıştır.Daha sonrasında ise iki tarafta hatalarını anlamış,ara düzeltilmiştir.
    Velhasıl kelam ne kadar konu biraz farklı tarafa kaysa da gerçek şudur ki Hz.Aişe Peygamberimiz’in hanımıdır.Yok ilim kapısı,yok tokmağı felan bunlar bir takım delilsiz yorumdan öteye gidemez,gitmemiştir.
    Öyle ağdalı dil kullanarak,felsefik cümleler ile üst perdeden konuşmaya çalışmak bana göre gereksiz.Varsa bildiğiniz bir şey oturur insanlara en güzel bir şekilde,belli kaynaklar ile açıklarsınız.Yoksa sadece kendinizi yormuş olursunuz..




  • quote:

    Orijinalden alıntı: emc2xy

    @mahmudhudavendi

    Yok hocam ben bu(bunlar) bir kitap olacaktır diye bir ifade göremedim. Hatta direk kitap olarak indi diye bir şeyde çıkartabilirim yazanlardan.

    Ayetler tüm insanlık için tek bir kişiye gönderiliyor ilginç. Bende istiyorum, benimde ihtiyacım var belki bana niye gönderilen bir şey yok?

    A pardon imtihan halindeydik; aklımızı kullanıp doğru yolu bulmamız ve sorgusuz itaat etmemiz gerekiyor.

    ---------------------
    @MonacoDoom

    Ürperdim şu an. Neyse zaten odunlar hazırlanıyormuş ısınırım güzelce.

    @emc2xy


    @emc2xy
    akıl nedirki

    bi büyük alınca içince benim dayıoğlu bağırıyor boğazda yokmu beni si..... diye ......

    küçükken sana al oğlum bu şeker deyip soğan verselerdi afiyetle yeseydin acaba hayatın boyunca şekerin tadı nasıl olurdu senin için gerçi oyun çok oynamak istersen akıl oyunları diye var senin gibi aklına güvenenlere herşeyi o et parçasına göre ayar verenlere


    mutlu olduğum bir durum var oda inanmıyorum demişsin ya ( ate - ist) ne güzel işte sende inanıyorsun hemde inanmadığına inanıyorsun tapıyorsun
    @emc2xy



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi fthyrr1976fy -- 28 Kasım 2015; 1:10:37 >




  • Konuya baya yorum gelmiş iyi güzel ama dinle ilgili açılan her konu niye felsefe bölümüne açılır anlamam konunun kültür tarihte yer alması gerekirdi. Burada felsefeden ziyade tarihi meseleler tartışılmış zaten

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: fthyrr1976fy

    quote:

    Orijinalden alıntı: emc2xy

    @mahmudhudavendi

    Yok hocam ben bu(bunlar) bir kitap olacaktır diye bir ifade göremedim. Hatta direk kitap olarak indi diye bir şeyde çıkartabilirim yazanlardan.

    Ayetler tüm insanlık için tek bir kişiye gönderiliyor ilginç. Bende istiyorum, benimde ihtiyacım var belki bana niye gönderilen bir şey yok?

    A pardon imtihan halindeydik; aklımızı kullanıp doğru yolu bulmamız ve sorgusuz itaat etmemiz gerekiyor.

    ---------------------
    @MonacoDoom

    Ürperdim şu an. Neyse zaten odunlar hazırlanıyormuş ısınırım güzelce.

    @emc2xy


    @emc2xy
    akıl nedirki

    bi büyük alınca içince benim dayıoğlu bağırıyor boğazda yokmu beni si..... diye ......

    küçükken sana al oğlum bu şeker deyip soğan verselerdi afiyetle yeseydin acaba hayatın boyunca şekerin tadı nasıl olurdu senin için gerçi oyun çok oynamak istersen akıl oyunları diye var senin gibi aklına güvenenlere herşeyi o et parçasına göre ayar verenlere


    mutlu olduğum bir durum var oda inanmıyorum demişsin ya ( ate - ist) ne güzel işte sende inanıyorsun hemde inanmadığına inanıyorsun tapıyorsun
    @emc2xy

    Kırmızılı alandaki ifadelerinizden akıl nedir ki gibi bir söz ile akıl(zeka neyse artık) konusunda karmaşa içinde olmanızı doğal karşılıyorum. :)

    İnsan yapısı gereği elbette bir şeyleri doğru kabul eder. Bunu yapmadan duramaz ve bu inanmak kavramı ile tarif edilebilir. Peki doğru kabul etmekle, tavizsizce bağlılık duyulan ulvi varlıklara tapınmakla aynı şey mi?

    Ateizm aslında içinde bulunduğum 'durumun adımı' yoksa tapınılacak bir dini inanç mı iyice bir anlamaya çalış derim.

    Aslında bu anlam karmaşalarının oluştuğu, yine bu karmaşalara bir durgunluk getirebileceğiniz yerde o beğenmediğiniz et parçası.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Peygamber efendimiz(sav) vefat ettiğinde , Kuranı ezberlemiş binlerce hafız vardı.Zaten parça parça inmiş Kuranı ezberlemek çok da zor olmamalı.Kitap haline getirildiğinde bir yanlışlık olsa mutlaka binlerce kişiden itiraz eden çıkacaktı.Ama Kuran tüm hafız sahabemin mutabakatıyla oluşturuldu.Zaten peygamberimiz sağlığında her ramazan ayında Cebrail(as) ile Kuranı baştan sona check ederdi.Kuran'ın değişmediğinden emin olmak bu kadar zor olmamalı.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: kingman29

    Peygamber efendimiz(sav) vefat ettiğinde , Kuranı ezberlemiş binlerce hafız vardı....

    "binlerce" değildi...
    rivayetlerde 4 kişiden bahsedilir, tüm rivayetler tarandığında sayı ancak "onlarca" çıkmaktadır...
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Bayberti

    quote:

    Orijinalden alıntı: kingman29

    Peygamber efendimiz(sav) vefat ettiğinde , Kuranı ezberlemiş binlerce hafız vardı....

    "binlerce" değildi...
    rivayetlerde 4 kişiden bahsedilir, tüm rivayetler tarandığında sayı ancak "onlarca" çıkmaktadır...


    Hayır kardeşim.Binlerce hafız vardı.Hatta bu hafızlardan 700 tanesi , seferlerde şehit düştüğü için sahabeler telaşeye düştü.Kuran'ın kitap haline getrilmesi de bu dönemde gerçekleşti.Eskiden televizyon , dizi yoktu.İnsanlar oturup Kuran okurdu.Kuran'ı ezberlemek o kadar da zor bişey değil.80 senelik ömrü olan insan , 3-5 ayda rahatlıkla hafız olabilir.Tam hafızlık ve düzgün tecvitli okuma ise 1 seneyi bulur.Eski insanlar şimdiki gibi kahvehanelerde pişpirik oynayıp evde dizi izlemezdi.Akşamları tekkelerde toplanıp Kuran okur , kitap okurdu.Binlerce yılda , binlerce hafız tarafından günümüze taşındı Kuran.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi kingman29 -- 28 Kasım 2015; 12:53:39 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: emc2xy

    Bizimde kafamıza takılanlar olmuştu. Birikti birikti; son olarak bu noktadayız...

    Atheism is the best.


    Arkadaşın mesajı +8 almış. Teknoloji çağında yasıyoruz, internette, youtube'da ateistlerin sordukları sorulara o kadar güzel cevaplar var ki aradığınız her şeyi bulabilirsiniz.

    Burada bir şeyler paylaşmanızın amacı, bilgisi az bir kaç inanan arkadaşı bulup, mat etmek; diğer arkadaşlarada işte bakın biz haklıyız diyebilmek.

    Ayrıca herkes herşeyi en ince ayrıntısına kadar bilmek zorunda değil. Ben sosyal bilgiler öğretmeniyim, benim şimdi inşaat mühendisliğinden mükemmel anlayıp cevap vermem mümkün değil.

    İnanma konusunda da, kimi insan bir gün doğumunu izler, gece yıldızlara bakar iman eder. Kimi insanda gözünün önünde mucize olur iman etmez sebep bulur.

    Yani atalarımızında dediği gibi anlayana sivrisenek saz, anlamayana davul zurna az.

    Burada kimse sizin inanmama egonuzu tatmin edemez. Aşağıda bir kaç cevap var, alıntıladım umarım faydası olur.

    Bu arada inananlarda aptal değil, bizimde aklımız var. Öyle her şeyi olduğu gibi kabul eden insanlar değiliz. Felsefe ve psikoloji ilgi alanımdır. Aşağıda yazılanlar ve bin fazlası internette mevcut. Sorduğunuz soruların cevapları heryerde her şekilde doyurucu olarak verilmiş, yalnız anlamak veya anlamak istemeyende sorun oluyor. Ayrıca şeytanın görev budur. Sorun olmayacak küçük şeylere takıntı yaptırır, gizemli şeyler peşinde sürükler, inanç konusunda vesvese verir.

    Ayrıca konuya bir de şöyle bakın. Ateistsiniz inanmıyorsunuz. Freedos pc gibisiniz. Niye ahiretinizide garanti altına almıyorsunuz, kaybedecek bir şeyiniz yok. Aydın insan yeni fikirlere ve eleştirilere mantık çerçevesinde açık olmalıdır.

    Ateistin sorularına cevap

    Sual: Bir ateistin, cevap verilemez sanarak sorduğu soruları şöyledir:
    (1- Şeytan, melek, cin, Tanrı ve nazar gibi şeyleri göstermek mümkün olmadığına göre hiçbiri yoktur. Cennet ve Cehennem de öyledir. Gidip gelen mi vardır?
    2- Evrimleşme devam etmekteyken, dine inananların, tutulmuş akıllarıyla evrime nokta koymaları kabul edilemez. Canlı cansız hiçbir oluşum ilk olduğu gibi değildir. Bir sinek veya bir insan on bin yıl önceki durumunda değildir. Bu evrimleşme inkâr edilebilir mi?
    3- “İnsan, Allah'ın var ettiği küçük bir sineği dahi yapamaz” diyerek aklını kısıtlamış bir Müslümana, “Senin Allah'ın, bir Boeing yapıp 500 tonluk aracı, 5000 km yüksekte gezdiremez" diye cevap veren benim gibi eğitimli, kültürlü insana söyleyebilecek bir şeyin var mı? Gerçekten bizler, bizi geri bırakan dinimizden utanıyoruz.
    4- Antropologlar 40 m boyunda bir dinozorun 100 milyon yaşında iskeletini buldular. Sibirya’da bulunan mamut iskeleti de büyüklüğü ve ihtişamı ile başka bir yakın bulgu. 60 metrelik devasa dinozorlardan, 30 tonluk mamutlardan, bunların kökünü kurutan göktaşlarından niye hiç bahis yoktur?
    5- Müslümanların geri kalışı dine inanışlarından dolayıdır. Eğer Tanrı diye bir şey olsaydı Müslümanları en ileri seviyeye yükseltirdi. İnsanlar birbirleriyle boğuşmaz, bebekler ölmezdi. Bütün bunlar Tanrı’nın olmadığının açık alameti değil mi?)
    CEVAPLAR
    Sorulara sırayla cevap verelim:
    1- (Melek, cin, şeytan gibi varlıkları göremiyoruz. Görülmeyen şey yoktur) sözü, çok basit, çok yanlış, ilme [bilime] de aykırı olan ilkel bir sözdür. Bir şeyin yokluğunu ispat etmedikçe, o şeye yok demek bilimsel değildir. Bir evin arkasında üç kişi var dense, biz görmediğimiz için hemen yok dememiz ilmî [bilimsel] olmaz. Ateistlerin, en azından, (Göremediğimiz için yok da, var da diyemeyiz) demeleri gerekirdi. Bir kalemde, (Görülmeyen şey yoktur) demek, art niyetin, ateistliğin ürünüdür.

    İkinci bir husus, göz tek başına her zaman bir ölçü olabilir mi? Göz neleri görür, neleri göremez? Görünüşe aldanmamalı. Akıl, çok zaman gözün yanlışını çıkarır. Gözle pencereden Güneş’e bakınca, Güneş, bir tepsi kadar görülür. Fakat akıl, Güneş’in Dünya’dan büyük olduğunu söylüyor. Gözümüzün aldandığı açıktır. Meleğe, şeytana, cine, nazara inanmayan, elbette, (Ben gözümüzün gördüğüne inanırım. Güneş, top kadar küçüktür) diyemez. Diyemediğine göre, göz her zaman ölçü olamaz. Görmediği şeye yok diyemez.

    Gözle görülmeyen şeylerin yok olduğunu söylemek, akla değil, his uzuvlarına [duyu organlarına] tâbi olmak demektir. Hayvanlar duyu organlarına tâbi olur, insanlar ise, akla uyar. İnsanların duyu organları, hayvanlarınkinden daha geridedir. Köpek çok kuvvetli koku alır. İnsan, bu kadar koku alamaz. Gecenin zifiri karanlığında yarasa gibi hareket edemez, kedinin gördüğü gibi karanlıkta göremez.

    Mıknatısın manyetik gücünü gözümüzle göremiyoruz. Fakat demiri çekmesinden mıknatısta bir güç olduğunu anlıyoruz. Kumanda âletiyle, TV'yi veya arabayı açıp kapatıyoruz. Kumanda âletinde gözümüzle görmediğimiz bir güç, bu işleri yapıyor. O hâlde, hisse değil, akla değer vermek lazımdır.

    Lazer ışınlarıyla çeşitli ameliyatlar yapılıyor, demir kesiliyor. Bu ışınları, manyetik dalgaları gözümüzle göremiyoruz. Göremediğimiz için bunlara yok demek akla, ilme uygun değildir.

    Bir teldeki elektrik akımını gözümüzle göremiyoruz. Fakat yaptığı işlerden, mesela elimizi dokunduğumuz zaman, bizi çarpmasından, içinde cereyan olduğunu anlıyoruz. Gözle görmediğimiz için cereyanı inkâr etmek mi gerekir?

    Yer çekimini de gözümüzle göremeyiz. Fakat cisimlerin havaya doğru değil de, yere doğru düşmesinden yerde bir çekim kuvvetinin olduğunu anlıyoruz. Karanlıkta göremediğimiz gibi, çok kuvvetli ışıkta da göremeyiz.

    İnsandaki ruh yani can denilen bir varlığı da göremiyoruz. Ancak insanları ayakta tutup hareket etmesini sağladığı için onun varlığını anlıyoruz. Ölünce, (Canı çıktı) diyoruz.

    İyiyi kötüden ve hakkı bâtıldan ayıran insana akıllı diyoruz. Hâlbuki aklı da göremiyoruz. Görülemeyen şeyi inkâr etmek, ilme aykırı bir sapıklıktır. Bu ahmaklığı da, ancak ateist olan yapıyor.

    Gözle görülmediği hâlde, mevcut olduğu akılla anlaşılan çok şey vardır. Bazı kimseler, bir şeye bakıp beğendikleri zaman gözlerinden çıkan şualar, canlı cansız şeylerin bozulmasına sebep oluyor. Fen, belki bir gün, şuaları ve tesirlerini daha iyi açıklayacaktır. Nazar gözle görülmez, ama diğer tesir eden şeyler gibi neticesinden anlaşılır. Toplumda, nazarı değen insanlar vardır.

    Akıl göze değil, göz akla bağlıdır. Göz her şeyi göremez. Mesela tecrübeler neticesinde havanın içinde çeşitli gazlar bulunduğunu biliyoruz. Gözümüzle havayı ve içindeki gazları göremiyoruz. Göremediğimiz için, aklımızı göze tâbi kılarak, (Hava ve gaz diye bir şey yoktur, olsaydı görürdük) demek aklı, tecrübeyi hiçe saymak olur.

    Bugün fen yoluyla suyun, oksijen ve hidrojen denilen iki gazdan meydana geldiğini biliyoruz. Bu gazların biri yakıcı, diğeri de yanıcıdır. Suya bakınca, oksijeni de, hidrojeni de görmemiz mümkün değildir. Hattâ su renksiz olduğu için ağzına kadar dolu bir şişedeki suyu bile göremeyiz. Aklı göze tâbi kılarak, (Şişede su, suda da gaz yoktur) diyebilir miyiz?

    Bazı zehirli gazlar, renksiz ve kokusuz olduğu için görülemez ve varlığı anlaşılamaz. Tüpteki bir gazın çıkıp da odadaki insanları zehirlememesi için gaza koku katılmaktadır. Bu sayede bir odadaki gazı gözümüzle görmediğimiz hâlde, kokusundan anlarız. Koku yoksa gaz da yok denir mi?

    İki biberin birinin tatlı, diğerinin acı olduğunu gözümüzle anlayamayız. Gözün vazifesi bu değildir. Gözle küçük mikroplar görülemediği gibi, çok uzaktaki koca bir insan da görülemez. Göremediğimiz için bunlara yok denir mi?

    Göz her şeyi göremediği gibi, kulak da her sesi işitemez. Sağlam bir kulak, belli bir frekans ve belli bir uzaklıktaki sesleri işitebilir. Şu anda, Ankara'da insanlar konuştukları hâlde, biz onları duyamıyor, göremiyoruz. Biz duyamıyoruz diye, onların konuşmadığını iddia edebilir miyiz? Evimiz içinde çeşitli frekansta sesler bulunduğu hâlde, bir radyo olmadan bu sesleri duyamıyoruz. Biz bu sesleri duyamıyoruz diye, varlıklarını nasıl inkâr edebiliriz?

    Bu bakımdan ateist inkâr etse de, fenne inanan bir insan, göremediği şeyi inkâr edemez. Aslen var olup da, göremediğimiz şeyleri akıl reddedemez.

    Bazı gezegenlerin varlığından haberdar değiliz. Bugünkü fen, bunları anlayamadığı için başka gezegenlerin yokluğu iddia edilemez.

    Misalleri çoğaltmak mümkündür. Fenden anlayan bir ateist, sadece, (Gözümle görmediğim için, cin, şeytan, melek gibi varlıklar vardır diyemem ve inceleme alanına girmediği için yoktur da diyemem) derse, daha insaflı hareket etmiş olur. Ama bunu hiçbir ateist demiyor, hepsi de körü körüne Allah’ı inkâr ediyor. Hâlbuki, bir yaratıcının varlığını ispat eden sayısız deliller vardır. Bu gerçekleri ancak mutaassıp [bağnaz] ateistler inkâr eder. İnkâr etmesi de akla ve bilime aykırıdır.

    Âhirete giden var
    Ateist, (Âhirete gidip gelen mi var?) diyor. Evet, âhirete gidip gelen vardır. Yalan söylemediği, dost düşman, dinli dinsiz herkes tarafından kabul edilen, lakabı Emin olan biri vardır. Muhammed-ül-emin, güvenilen, doğru söyleyen Muhammed demektir (sallallahü aleyhi ve sellem). Müslümanlar ve müşrikler, (Bu kesinlikle hiç yalan söylemedi) demişlerdi. Adı Emin olarak meşhur olmuştu.

    (Peygamberim) dediği zaman, sadece o devrin müşrikleri yani ateistler inkâr etmişlerdi. Müslümanlar da, yalan söylemediğini, hep doğru sözlü olduğunu bildikleri için tasdik etmişlerdi. (Ben bir anda Cenneti, Cehennemi ve öbür âlemi dolaşıp geldim) dedi. O devrin ateistleri, (Bu iyice delirdi) dediler. Fakat akıllı insanlar, akıllı iş adamı Hazret-i Ebu Bekir gibiler, (O demişse doğrudur) dediler. Müşrikler, imtihana kalkıştılar. (Kudüs’e de gittiğine göre, Kudüs’teki caminin kaç penceresi, kaç direği var?) diye sordular. Hepsine doğru cevap verdi. Ama ateistin aklı, inkârla örtülü olduğu için, yine yaratıcıyı kabul edemedi.

    Güneş’in, Ay’ın, ağaçların, meyvelerin, hayvanların, balıkların, denizlerin yalanı olur mu hiç? Bunlar nereden geldi? Bilimsel bir cevap vermek mümkün mü? Ateist yoktan bir meyve yaratamıyor, sayısız nimetler verilmiş, vereni göremiyor, inkâr ediyor. Eser meydanda, Güneş açıkta, yapanını, ustasını inkâr etmekle bunlar yok sayılmaz. İnsan vücudundaki harikaları hangi güç, hangi teknik yapabilir?

    Asırlardır, bilim inceliyor, (Hepsi doğrudur) diyor. Bu doğrular, vücudun harika işleyişi kendiliğinden mi oluyor? Bunu bir yapan yok mu? Bunlar, evrimle, devrimle olacak şeyler değildir. Diyelim teknik çok ilerledi, bir karınca yapıldı, ama can verilemez. İnsan ve teknik çok âcizdir. Ateist Nazım Hikmet, (Turum turum makineleşmek istiyorum) diyordu. Makine olsan, gümbür gümbür çalışsan ne olacak? Bir çocuk düğmene basıp susturur. Makine insandan nasıl üstün olabilir? İnsan olmak yerine cansız makine olmak istemek ne kadar basittir. Evrimci de, insandan gelmek yerine, hayvandan gelmeyi tercih ediyor. Ne ahmaklık…

    Teknik ve bilim çok ilerlediği hâlde, bırakın bir kuş, bir balık yaratmayı, insan bir domates, bir buğday tanesi bile yaratmaktan âcizdir. O hâlde kâinattaki bu muazzam işler kendiliğinden nasıl oldu? Ateist bunu düşünmekten âcizdir.

    (Dünya Güneş’ten koptu) deniyor. Güneş nereden geldi? Dünyadaki su, hava, madenler nereden geldi? Kör bir tesadüfün eseri diyemezsin, desen de, ilme aykırı olur. Asırlardır bilim inceliyor, tesadüfle hesaplı kitaplı muazzam işlerin kendiliğinden olduğunu söyleyemiyor. Kendiliğinden, tesadüfen olduğuna nasıl inanıyorsun? Aklı olan buna hayret etmez mi? Ateistin biri, bunu yapan bir güç var dese, acaba dinsizliğine bir zararı olur mu? Zararı yoksa doğrusunu söylemekten niçin bu kadar çekiniyor? O inkâr etse de, mızrak çuvala sığmaz, minareye kılıf bulamaz ve güneş balçıkla sıvanamaz.

    İnkârcıların, bu gerçekleri inkâr etmesi yadırganmaz.

    (Bilim adamlarının çalışmalarına nokta konmaz) diyor. Noktayı koyan kim de böyle iftira ediliyor? Diyelim ki biri noktayı koydu. Bu nokta koymak, bir yaratıcıyı inkâr için geçerli bir sebep olabilir mi? İnsan, hayvan, bitki ve cansız varlıklar, inkâr edilebilir mi? Bunların tesadüfen olduğu söylenebilir mi?

    2- Evrimleşme yalanı
    Evrimleşmenin devam ettiği bilimsel değildir. İnsanın iki gözü zamanla üçe mi çıktı veya çıkacak? On binlerce asırlar geçti, elde bilimsel ne var ki? İnsan evrimleştikçe gözü veya kulağı mı çoğaldı? Eli parmaksızdı da, beş parmak mı meydana geldi? Maymun gibi, tilki gibi kuyrukluydu da, kuyruğu mu koptu? Dişi tilki, erkek mi oldu? Erkek maymun, dişi maymun mu oldu? Hayvanlarda ve insanlarda bu dişilik erkeklik nasıl evrimleşti de, arzu edilen şekil meydana çıktı? Niye dişi, yavru yapabiliyor da, erkek yapamıyor? Kâinattaki bu muazzam düzen niye görülemiyor?

    Erkek maymun, evrimleşerek bir kadın mı oldu, yüzünde sakalı evrimleşerek döküldü mü? Dişi maymun, evrimleşti, erkek insan mı oldu, yüzünde sakal mı çıktı? İlk maymun erkek miydi, dişi miydi? Bir kısmı insan oldu da, diğer kısmı niye maymun olarak kaldı? Bu evrimciler niye insandan değil de hayvandan, maymundan geldiğini savunur? Maksatları bellidir. Bir yaratıcıyı inkâr için, körü körüne böyle safsatalar üretiyorlar. İtalyan bir profesör, yeni bir teori çıkarmış, insanın maymundan değil, ayıdan geldiğine dair üç delil ortaya atmıştı:
    1- Ayı, yavrusunu döverken insan gibi tokatlar, maymun ise ısırır.

    2- Ayı dişisiyle, yavrularının görmediği bir yerde çiftleşir. Hâlbuki maymunda böyle bir şey yoktur. Yavrularının yanında da çiftleşir.

    3- Oyuncak dükkânına giden bebekler, ayı oyuncaklarını tercih ederler. Bu deliller insanların ayıdan geldiğini gösterir.

    Diyelim ki ateistin dediği gibi, sürekli bir evrim var. Maymundan insan oldu, ayıdan ateist oldu. Peki bu evrimleşme kendiliğinden mi oluyor? Bunu yapan biri yok mu? Niye hep olumlu yönde gelişen bir evrim oluyor? Mesela zamanla insanlar niye gözsüz kulaksız olmuyor?

    Ateistlerin dediği gibi, insan, maymundan veya ayıdan geldiğini kabul edelim. Bu ayıyı, maymunu kim yarattı? Bu gerçek nasıl inkâr edilir? Evrimcilerin hepsi niye gerçek düşmanı? Yoksa kör mü, aklını hiç mi kullanamıyor? İlk erkek veya dişi maymun nereden geldi? Sudan geldi diyen evrimciler de var. Su nereden geldi? Havadaki gazlar oksijenle hidrojen bilinmeyen bir laboratuvar ortamında birleşti su meydana çıktı. Hava ve havadaki gazlar nereden geldi? Diyelim buna da bir kulp bulundu. Evrimciyi ve yalanını ortaya çıkarmamak için, diyelim bunların hepsi gerçekten böyle oldu. Yani bir insanın gözü çoğaldı, başının her tarafı göz doldu, üç beş kuyruk meydana çıktı. Kadınların sakalı çıktı, erkeklerin sakalı yok oldu. Hepsi gerçekleşti diyelim. Peki, bunlar, bir yaratıcıyı inkâr için bir sebep olabilir mi? Kâinattaki varlıkların kendiliğinden olduğunu kabul etmek normal akıl ve zekâ işi midir? Normal akıl ve zekâ sahibi, tesadüfen oldu diyenlere gülmez mi? İnkârcılar gibi gülünç duruma düşmemeli, bilimsel konuşmalı. Bilim düşmanı olmamalı.

    Koca evrenin ve içindeki şeylerin kendiliğinden olduğunu söylemek tutulmuş akıl ve zekâ değil mi? Normal akıl bunu nasıl kabul eder?

    Diyelim ki evrim var. Ama evrimleşen şey nereden geldi? Başlangıcı ne? Bilimsel bir cevap veremezsen, aklî bir cevap ver! Bu da mümkün değil elbette. Ama sırf bunları yoktan yaratanı inkâr etmek için evrim diye inat etmek anormal bir şey değil mi?

    İlk oluşum nereden geldi? İlk oluşumu evrimci mi, yoksa devrimci mi yaptı? Bu koca evren, nereden geldi? Güneş’in ışığını söndüremiyorsun, Dünya’yı tersine döndüremiyorsun, sonra da bunu yapana kafa tutuyorsun.

    Yerin altı, yerin üstü, kendiliğinden mi meydana geldi? On bin sene önce onları kim yarattı? Zamanla değişince ne oluyor? Yaratıcıyı inkâra sebep olur mu bu?

    3- Dünya mı, Boeing mi ağır?
    Ateistin, Müslümana, “aklını kısıtlamış” demesi, tamamen iftiradır. Kısıtlanan ne ki? Niye durup dururken iftira ediliyor? Hem kel, hem fodul diye buna derler, hem sinek yaratamıyor, yaratanı da inkâr ediyor. Sinek kendiliğinden nasıl oldu? Buna ne denir? Asıl, aklını kısıtlayan kendisi ama, bu ahmağa, aklı kısıtlanmış demek bile yetersizdir, akılsız demelidir. Aklı olsaydı önündeki eserin bir sahibi olduğunu düşünebilirdi.

    Dünyanın ağırlığı Boeing’den fazla değil mi? Nasıl havada uçuruyor onu? Hem de gazı benzini bitmeden? Boeing uçağı havada kaç ay, kaç yıl kalabilir. Yakıtı biter pat diye düşer. Gezegenlerin ağırlığı daha fazladır, nasıl asırlardır parçalanmadan, gazı benzini bitmeden döndürüyor? Gezegenlerin dönüşü, Ay’ın Güneş’in hareketi ile uçağınki nasıl mukayese edilebilir. Normal akıl mukayese edemez. Ateist yapabilir, ama bu ise gerçek olmaz.

    Uçağı yapan, Allah'ın yarattığı demir, tahta, boya, çivi, tutkal gibi şeylerden meydana getiriyor. Hiçbir maddesini yoktan yaratmıyor. Dünya’yı direksiz boşlukta döndüren, içindeki her şeyi de yoktan yaratmıştır. Uçağı yapan ise, Allah'ın yarattığı malzemeleri bir araya getirerek yapmıştır, ikisi nasıl mukayese edilir? Aklı olan mukayese edemez. İkinci ve önemli bir husus da, uçak mı önemli, yoksa uçağı yapan mı? Uçağı yapan insandır. İnsanı da Allah yarattı. Uçak, dediğin kadar önemli ise, onu yapan daha önemli değil mi? İnsanı görmeyip de uçağı görmek ne kadar basit bir şey…

    Diyelim teknik çok ilerledi insanlar ışınlanarak Amerika’ya götürülüp getirilse, yoktan mı yapılıyor? Yoksa mevcut yaratılan şeyler aracılığıyla mı yapıyor? Bunları yapan insan değil mi? İnsanı yapan kim? Bunları görememek akıllı insan için mümkün değildir.

    Peki, bu koca evren kendiliğinden mi meydana geldi? Neresi bozuk? Kim yapabilir bunu? Teknik bilim şimdiye kadar kaç tane Güneş yarattı? Yaratana ve yarattıklarına böyle saldırmak bilimsel midir? Yoksa cahilce, ahmakça küfrünü kusmak mıdır?

    Yakıcı ve yanıcı iki gazdan suyu yaratması basit bir şey mi? Yoktan yaratan ve bilimin yapamadığı şeyleri yapan bir güç, niye bir anda yaratamasın ki? Aklı olan buna ne der?

    Görüyorsun ne muazzam bir evren. Buna kendiliğinden nasıl oldu denir ki? Sahipsiz eser, sahipsiz yaratık olur mu? Serbest akıl yani ateistin aklı, bu gerçekleri niye kabul edemiyor?

    Güneş bir gerçek, Ay bir gerçek, gezegen bir gerçek. Bitkiler hayvanlar bir gerçek. Bu gerçekleri görmemek, (Hepsi kendiliğinden oldu) demek serbest akılsa, öyle akla, gerçek akıl sahipleri neler demez ki? Onlar kendiliğinden mi oldu? Niye yaratıcısı inkâr ediliyor?

    Dinozoru da, mamutu da yaratanı inkâr etmek akıl işi mi? Aslanı kaplanı kim yaratmışsa, dinozoru da o yaratmıştır. Bunda şaşılacak ne var ki? Birinin neslini tüketmiş, ötekini devam ettiriyor. Bu kadar basit... Ama ateist dini inkâr için dinozoru kullanmaya çalışıyor.

    Yer altında çok soğuk ve çok sıcak sular var. Her çeşit maden var. Petrol var, doğal gaz var. Var da var. Bunlar kendiliğinden mi oldu? İnsanların istifadesi için yaratıldı.

    4- Dinozor ve Mamut
    Deveyi, fili yaratan, dinozoru da mamutu da yaratır ve yaratmıştır da. Dinozoru kim yarattı? Darwin mi, yoksa İtalyan profesör mü?

    Ateistlerin, dinozor ve mamutu, iki de bir gündeme getirmelerinin sebebi nedir? O varlıklar da, diğer hayvanlar da, kendiliğinden olmamıştır. Bunların gündeme gelmesinin sebebi nedir? Kur’an-ı kerimde bütün hayvanlardan ve bütün meyvelerden bahsedilmiyor ki onlardan bahsedilsin. Birkaç örnek verilmiş o kadar. Nuh aleyhisselamın gemisine alınan hayvanların da ismi yok. Diğer hayvanlardan bahsedilmemesi, bir yaratıcıyı inkâr için bir sebep olabilir mi?

    Göklerdeki taşları yaratan kim? Kim koymuş o taşları? Ben kesin olarak biliyorum, evrimciler koymadı o taşı. Peki, ateist onların nasıl yaratıldığını bilir mi? Akla ve ilme aykırı olarak kendiliğinden oldu der. Bu dinozorları kim yarattı?

    Peygamber efendimizin binlerce mucizesi görüldü. Parmağından sular aktı, ordu içti bitmedi. Musa aleyhisselamın bastonu sihirbazların yaptıklarının hepsini yuttu. Her peygamber mucize getirdi.

    Peygamber, fen adamı değil ki fenden bahsetsin! Peygamberler fenden bahsetmezler, ihtiyaç olsaydı onları da Allah bildirirdi. İhtiyaç kadar olanları da zaten bildirmiştir.

    5- Müslümanların geri kalışı
    Geri kalmışlığın Müslümanlıkla ne ilgisi var? Çalışan kazanıyor. Hristiyanlar çok ileride. Bunun dinleriyle ne alakası var? Japonlar da ileridedir. Çalışan kazanır. Suçu Müslümanlığa bulmak normal akıl işi değildir.

    Yani Allah çalışmayın, yatın mı diyor? Çin ileriyse komünist olduğu için mi ileri? Çalışan elbette ilerler.

    Geri kalmışlığın dinle ne alakası var? Kim çalışmıyorsa geri kalır. Bunu dine yüklemek insafsızlık değilse nedir? Sadece kör ateistin toslamasıdır.

    Halkı Müslüman olan ülkelerin geri kalış sebebini, ateistler gibi, Hristiyanlar da Müslümanlığa bağlıyorlar.

    İslamiyet, bütün fen kollarında, her çeşit çalışmayı önemle emretmektedir. Bunlara çalışmak, farz-ı kifâyedir. Hattâ bir İslam şehrinde, tekniğin yeni bulduğu bir alet, bir vasıta yapılmayıp, bu yüzden bir Müslüman zarar görürse, o şehrin idarecilerini, âmirlerini, İslamiyet mesul tutmaktadır.

    İslamiyet ilmi, tekniği, çalışmayı teşvik ve emretmektedir. İslamiyet, (Çalışmayı frenlemektedir) diyerek, açıkça yalan söylüyorlar. İslam memleketlerinde avladıkları, aldattıkları, cahil, soysuz ajanlara, bol para ve mevki sağlayarak, onları da, böyle konuşturuyorlar. İlmi ve çalışmayı emreden, çalışanları öven âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler karşısında, bu iftiralar, Güneş’i balçıkla sıvamaya benziyor.

    İslam dini, ilim, fen, teknik, mimarlık, sanat ve ticareti emreder.

    Avrupa, Hristiyanlıktan uzak kaldığı için kalkınmıştır. Hristiyanlık dininin, devletlerin idaresine hiçbir etkisi yoktur. Hristiyanlık kalkınmaya zarar verdiği için laik olmaya çalışmışlardır. Yani Avrupalı, Hristiyanlığı devlet idaresine karıştırmamıştır. Zaten Hristiyanlıkta devleti yönetecek kanunlar, kurallar yoktur. Bir muhtarlığı bile idare edecek maddelerden yoksundur.

    Müslümanların geri kalış sebebi de, dinlerinden yani İslamiyet’ten uzaklaşıp Batı’yı körü körüne taklit etmelerindendir. Osmanlı İslâmiyet'e sarıldığı zamanlar, cihan devletiydi. İslamiyet’ten uzaklaşınca, daha doğrusu hainler tarafından uzaklaştırılınca yıkıldı. (Size en iyi cevap bu kısım)

    İslamiyet’in emrine uygun çalışan, kâfir de olsa kalkınır. Müslüman da, İslâmiyet'in emrine uymazsa elbette geri kalır. İslamiyet’te ilerlemeye mâni olan bir hüküm olmadığı gibi, Hristiyanlıkta da ilerlemeyi emreden bir hüküm yoktur. Bozuk İnciller, hikâyelerle doludur, içinde ne medeni hukuka, ne de ceza hukukuna dair madde vardır.

    Müslümanların yanlış hareketleri İslâmiyet'e yüklenemeyeceği gibi, Hristiyanların İslam dininin emrettiği şekilde çalışarak teknikte ileri olmaları da, Hristiyanlığa mal edilemez.

    Müslümanların geri kalış sebebi, dinlerinin icaplarına uymamalarındandır. Hristiyanların maddî refaha kavuşmaları ise, dinlerinden uzak kalmalarındandır. Müslümanlıkta cahil olan dinden çıkar, Hristiyanlıkta ise, âlim olan Hristiyanlığı bırakır.

    Bugün, aklı başında olan herkes, maddî ilim ile fennin önce Müslümanlar tarafından kurulduğunu kabul etmektedir. Batılı ilim adamları da, bunu tasdik etmektedir. İslam ülkelerine sızarak ve Müslüman görünerek, sözlerini dinletmek imkânını bulan bazı İslam düşmanları, ajanlar, provokatörler, fennin yeni buluş ve imkânlarını, yaptıkları yeni silahları anlatıp (Bunlar gâvur icadıdır, bunları kullananlar kâfir olur) diyerek, cahilleri aldattılar. Allahü teâlânın (Her şeyi öğreniniz!) emrini unutturdular. Bu hâl, Müslümanların ilimde ve fende geri kalma sebeplerinden biri oldu. Batı, yeni alet ve silahlarla üstünlük kazandı. İslam düşmanları, bir taraftan Müslümanları, böyle, aldattılar. Diğer taraftan da, (Müslümanlar fenni beğenmiyor, maddî ilimleri istemiyorlar, Müslümanlık gericiliktir, yobazlıktır) diyerek, gençleri İslamiyet’ten ayırmaya, İslamiyet’i içerden yıkmaya çalıştılar.

    Bugün Hristiyanların refah içinde olmasına karşı, Müslüman memleketlerinde bulunan halkın fakir ve perişan olmasına gelince, doğru olan bu keyfiyetin din ile hiçbir alakası yoktur. Aklı başında olan herkes, bugün Müslümanların sıkıntı içinde olmalarında, suçun İslamiyet’te değil, bu dinin esaslarını bilmeyen veya bildiği hâlde tatbik etmeyen kimselerde olduğunu görür. Hristiyanların fen sahasında ilerlemesine ise, Kitab-ı Mukaddes’in, Tevrat ve İncil’in değil, iman etmedikleri hâlde, Kur’an-ı kerimin gösterdiği saadet yoluna sarıldıkları, böylece kendi çalışkanlıklarının, gayretlerinin, doğruluklarının ve sebatlarının sebep olduğunu derhal fark eder. Bizim dinimizde, çalışmak, dürüst ve sebat sahibi olmak, her şeyi öğrenmek önemle emrolunduğu hâlde, bunu yapmayanlar şüphesiz ki, Allahü teâlânın gazabına uğrayacaklardır. Yoksa Müslümanların geri kalmalarının sebebi, Hristiyan veya ateist olmadıklarından değil, tam tersine, hakiki Müslüman olmadıkları içindir.

    Japonlar Hristiyan olmadıkları hâlde, Kur’an-ı kerimin emrettiği gayret, çalışma azmi ve dürüstlük neticesi olarak optikte Almanları, otomobil sanayiinde Amerikalıları geçtiler. 1985 yılında, Japonya’da beş buçuk milyon otomobil yapıldı ve bütün dünya buna hayret etti. Japon halkı, maddî refah içindedir. Elektronik sanayiinde de, dünyayı geçmiştir. Yalancı misyonerler acaba buna ne derler? Dünyayı kaplayan, Japonların yaptığı bisikletlerin, mikroskopların, bilgisayarların, teleskopların, fotoğraf makinelerinin Hristiyanlıkla bir alakası var mı?

    Görüldüğü gibi dinli dinsiz çalışan kazanıyor, çalışmayan da geriliyor.

    Ateist, (Dinimizden utanıyoruz) diyor. Yani (Müslümanlar, sizin dininiz utanılacak bir dindir) diyor. Kendi dini yok ki, niye utansın? Güya bizim adımıza utanıyor. Bizim de, utanacak bir şeyimiz yok. Dinimiz, çalışmayın demiyor. Dinimizden niye utanalım ki? Çalışmayanlar ve Müslümanları çalıştırmayanlar, Müslümanlığa iftira edenler utansın.

    Osmanlı çalıştı, dünya devleti olmuştu. İçimizdeki masonlar ve dinsizler yıktılar. Suç dinde değil. Suç, çalışıp çalışmamaktadır. Din çalışma dese, o zaman dini suçlarsın. Hiç sebepsiz dini suçluyorsun. İnanmanın çalışmaya ne zararı olur?

    Suçlaman bilimsel değil, tamamen duygusaldır ve maksatlıdır. Sen Ay’a gitmeye kalktın da din engel mi oldu? Kalkınmaya çalıştın da din mâni mi oldu? Dinimizi suçlamaktaki art niyetin ne? Dinin kalkınmaya ne zararı olur?

    Yaratan ile yaratık mukayese olmaz. Allah sana göre mi düzen kuracak? Düzeninde bir eksiklik yok.

    Her şeyi yoktan yaratana böyle kafa tutmak, güya ona akıl vermek ne kadar çirkindir. İnsan kul olduğunu bilmeli. Yaradan’a kafa tutsa neyi değiştirebilir? Düzen devam eder.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi piramit17 -- 29 Kasım 2015; 13:47:29 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • 
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.