Genç bir mühendis arkadaşım bana şöyle dedi ( Yaş 25 ): -Gördüğüm kadarıyla siz insanların bilmediği konularda konuşmasına karşı çıkıyorsunuz, oysa insanlar bilmedikleri konularda konuşmazlarsa sohbet olmaz. Mühendis arkadaşımın yaşını sordum. Otuzüç yaşındaymış, iki de çocuğu varmış. Türkiye’deki gelişmelere uygun, çok yeni bir açı getiriyordu kendisi. Çok net ve çok pratikti. İnsanların kendi aralarındaki konuşmaları sürdürebilmeleri için, bilmedikleri konuları biliyormuş görünümü içinde tartışmaları gerekiyordu. Kuşaklar boyu geveleyip durduğumuz bir sorunun böylesi bir içtenlikle su üstüne çıkartılması beni pek sevindirdi… Demek biz, üç beş dost başbaşa konuşabilmek için, üstünde hiçbir uğraş harcamadığımız, yani bilmediğimiz konuları, aklımıza o an esen rüzgarların yaratıcı titreşimiyle mıncıklayıp durarak, karşılıklı, kimsenin ciddiye almayacağı bilgiler üretiyorduk.
Sohbetin dibek taşını demek ki kafadan atmacılık oluşturuyordu. Ben bunu öteden beri seziyordum ama, “bilmediğin konuyu konuşmazsan sohbet olmaz” gerçeğini tam yakalayamamıştım. Şimdi niye insanlardan canımın sıkılmaya başladığını ve gitgide yalnız yaşamayı daha çok yeğlediğimi daha iyi görüyordum. Sohbet olsun diye bol keseden atmacılığa pey sürmek gerekiyordu. Herhalde bu da bana artık hayli yavan ve yave geliyordu. Aslında sohbet güzel şeydir. Bana sorarsanız, sohbeti kaynatmak için kafadan atmacılığa da, itfaiyeci merdiveni uzatmak şart değildir. Ama kişiler, sohbeti fırsat olarak kullanmaya kalkar ve kendi bilgilerinin genişliğini sergilemek için “hümur dozu yüksek olması gereken” bir konuşma türünü, sapı samanı birbirine karıştıra karıştıra, rezil perişan ederlerse; elbette o sohbet değil, bir eziklik duygusunu, bedavadan rahatlatmaya çalışma seansı olur.
Herşeyi bilmek, elbette olanak dışıdır. Ama ne konuştuğunu bilmemek de mi, olanak dışıdır? Diyelim ki, ben sinema yönetmeni Gogard’ın “Küçük Adı karmen” filminden söz ediyorum. Yönetmenin neden Bizet müziği yerine Beethoven’i seçmiş olduğunu açıklayan konuşmasına değiniyor ve bu arada kendi düşüncemi de belirtmeye kalkıyorum. Sohbetin uzaması için karşımdaki de bana şöyle diyor: -Opera zaten bizde hiçbir zaman tutmamıştır beyefendi. Karmen’i bendeniz de gördüm. Şimdi tam anımsayamıyorum ama, bir İspanyol jandarması, kaçakçılarla ortak olmaya kalkıyordu galiba. Ahlaksızlık her yerde vardır. Bizim halkımıza bir de bunun şarkılısını anlatmak için, onca para harcamak günahtır.
Böyle bir sohbeti zevk ve keyifle, şen şatır sürdürebilmek, bilmem ermişliğin kaçıncı payesinde olabilir? Kazara ben konuşmayı ciddiye alıp şöyle desem: -Karmen bir romandı. Bizet, operasını o romandan çıkardı. Bugünün sinema yönetmenleri ise, opera ünü çok ağır basmış bir romanı, çok değişik yorumlar ve o yorumlara uygun çok ayrı müziklerle yeniden biçimlendirip değerlendirmeye çalışıyorlar. Gogard’ın Karmen’i ile sizin sözünü ettiğiniz Karmen operası arasında hiçbir ilgi yok. Karşımdaki ne diyecektir? İnanın şuna benzer şeyler söyleyecektir: -Elalemin kaçakçısıyla, oruspusuyla uğraşmaktan, kendi trafiğimizi bile düzeltemiyoruz beyefendi. Şu, şu filmi yapmış; bu, bu filmi yapmış, biz ne yapıyoruz, asıl sorun orada… Biz tabii sizin kadar bilemeyiz ama, bence opera yapacaksak bile ahlaki değerleri korumamız gerekir. Üniversitelerimizde dahi Sokrat’ın kaç türlü zamparalık yaptığı öğretilirse, o zaman rahmetli olmuş başbakanların da özel kasalardan çıkan kadın donlarını ayıplamayalım…
Sohbetin uzaması için ben de diyeceğim ki… -Beyefendi, ben bir yönetmenin son yapıtından söz ettim. Bunun Sokrat ile hiçbir ortak yönü yok. Bizim üniversitelerde Sokrat’ın kaç türlü zamparalık yaptığının öğretildiğini ise ilk kez sizden duyuyorum. Bir düşünürün “beyinsel çekim yeteneğiyle etkisinin” hangi mantık maşasıyla çevresindekileri kavradığına dair bazı araştırmalar olabilir. Bu araştırmalardaki “beyinsel büyüleme” olgusunu açıklama çabalarının, “gelin sizi becereyim” anlamındaki bir ard niyet taktiğiyle, üstüste düşeceğini pek sanmıyorum. Belki Sokrat’ın cinsel eğilimleriyle beyinsel etkenliği arasındaki psiko-dinamik yapı üstünde de bir takım incelemeler olmuştur. Bunları üniversitelerde Sokrat’ın zamparalık yöntemleri öğretiliyor gibi yaklaşımlarla ele almak, olsa olsa güzel bir fantezi özgürlüğüdür sadece. Rahnetli başbakanların özel kasalarından çıkan don ise çok ayrı bir konudur ve ne Gogard ile, ne Karmen ile, ne Sokrat ile aşurede dahi biraraya gelemez.
Söz aramızda, ben sohbetin bu türünden sade sıkılmıyorum, sonunda küçük beynim de karıncalanmaya başlıyor… Ne yapmalı ki, genç mühendis arkadaş da, insanlar bilmedikleri konuları biliyor gibi konuşmaya kalkmazlarsa, sohbet olmaz diyor… Gitgide daha yalnız ve daha sohbetsiz kalma yazgısını galiba kıramayacağız..
Sercan CEYLAN
sercan ceylan benım cok yakın arkadaşım sercan ceylanı at tekmelemişti hastaneye yatırdık neyse ıylestı sımdı o atı astılar