Şimdi Ara

Din ve İnançlar Üzerine (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
362
Cevap
20
Favori
13.199
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: webbie

    İnkar etmek, gerçekleri saptirir ve temelinde, olanı çarpıtmak ya da reddetmek vardır.

    Kabul etmemek ya da yok saymak, olup olmadığı hakkında hiçbir kanıt olmayan birşeyin varlığını reddetmektir.

    Bu nedenle, kabul etmeyenin inkar ettiğini iddia etmek karşıdakinin düşüncesine negatif yaklaşmaktır.

    Kabul etmemek ayri bir bahistir , bir tercihtir. Bilgiden sonraki asamadir. Bu yonde bir tercihte bulunan insana saygili olmak lnanan bir insanin vazifesidir.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • OPTİMİST kullanıcısına yanıt
    İnkar etmeniz için, öncelikle inkar edilecek gerçekliğin varlığından söz etmek gerekir. Eğer sözü edilen şey, birşeyin var olup olmadığı ise ve kesin olarak sadece inanmakla gerçekleşen birşeyse, bu inkar değildir; kabul etmemektir. Karpuzun varlığı inkar edilir fakat tanrının varlığı inkar edilmez; kabul edilmemiş olunur.
  • "eğer dünyanın sinek kanadı kadar dahi değeri olsaydı......" diye bi ayet yok galiba
  • quote:

    Orijinalden alıntı: webbie

    İnkar etmeniz için, öncelikle inkar edilecek gerçekliğin varlığından söz etmek gerekir. Eğer sözü edilen şey, birşeyin var olup olmadığı ise ve kesin olarak sadece inanmakla gerçekleşen birşeyse, bu inkar değildir; kabul etmemektir. Karpuzun varlığı inkar edilir fakat tanrının varlığı inkar edilmez; kabul edilmemiş olunur.

    Bu meteryalist bir yaklasim, Aşkın bir varligin varolusu ile ickin, sinirli bir varligin varolusu ayni duzlemde ele alinamaz. İman askin hakikatlere inanmanin konusudur

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • İnsanı yer yer hiç ötesini berisini düşünmemekle ve yer yer de az düşünüyor olmakla itham eden bir dîni, insanın aklını kullanmamaya ortam hazırlıyor olmakla itham etmek cidden çok vahim bir haksızlıktır. Misâlen, bazı âyetler bir ya da bir dizi emir ve / veya tavsiye ve / veya telkinden sonra şu şekilde biter, " -ki aklınızı kullanmayı öğrenesiniz".

    Bırakalım dîni, kısıtlamaların olmadığı, kuralların olmadığı bir düzen yeryüzünde mümkün müdür? Bir defa düzen zaten bir dizi kısıtlamaları ve kuralları mutlak sûrette gerektiriyor.

    Bir hristiyan ya da bir musevi ya da bir budist, niçin diğer inanç sistemlerini arama gereği duyuyor? Bunun temel sebebi, İncil’in ve Qur’an’dan evvelki bütün diğer kutsal kitapların tahrif edilmiş olması ve cidden hakikati arayan insanların bu bâriz tahrifatı farketmiş olmalarıdır. Bir arayış içersinde olan bu insanların arayışlarının bir durdağı da Qur’an oluyor.

    Mevcud hâliyle tahrif edilmemiş olan ve tahrif edilemez olacağını Allah’ın kesin bir dille vaad ve beyân ettiği Qur’an başka bir dinin arayışı içersine girmeye lüzûm gördürmüyor.

    Müslüman bir âilede doğan bir insana müslüman diyoruz; ama kimlik cüzdânında “Dini: İslam” yazmasıyla müslüman oluyor mu, olur mu, olabilir mi? Somut bir örnek vermek gerekirse; bir tepsinin üzerine bir hakiki elma koyalım. Bir de bilgisayar ortamında çıktısı alınan ve sonra elde edilen çıktının elle uygun bir tarzda kesilip biçilerek elma görünümü kazandırılmış bir kâğıdı yine tepsinin üzerine koyalım. "Bunların her ikisi de elmadır denilebilir mi?" Dolayısiyle, mesele "müslümanım hamdolsun" meselesi değil.

    Bu dünyada ve insanlar arasında ve toplumlar arasında hassas bir nizam ve bir bağ vardır. Qur'an bu nizamın korunması ve bu bağların gevşeyip birbirlerine destek olmak yerine birbirleriyle çatışır, birbirlerine zarar verir hâle gelmemesi adına bir dizi emir, tavsiye ve telkin beyân eder ve tarihten nice örnekler nakleder...

    Kişinin hayatı İslam ile ne denli paralelse kişi o denli müslümandır. Kişi namaz, oruç, zekât gibi farz ibâdetlerden hiçbirisini ifa etmiyor olabilir. Eğer bunların İslam’ın bir şartı olduğunu inkâr etmiyorsa yine müslümandır; fakat mesela hemen her vakit namazını kılmaya çalışıyor, oruç da tutuyor; ama zekâtı ( savsaklıyor ya da elini bu konuda sıkı tutuyorsa değil bakın ) Qur'an'ın bu konudaki emrini bildiği hâlde inkâr ediyorsa mü'min değildir. Benzer şekilde, Qur'an'ın bu konudaki emrini bildiği hâlde fâize kılıf uydurmaya kalkıyorsa mü'min değildir ( Bu bahisle ilgili bakınız: Allah'ın Bakara Sûresi'nde fâizden ve fâizden doğan bütün kazançlardan vazgeçmemenin Allah'a ve Rasûl'üne karşı savaş açmakla nitelenmesi )

    Benzer şekilde; bir müslüman nasıl fâize arka çıkabilir ya da nasıl hileye, dalavereye, rüşvete, adam kayırmaya, yani aynı kategoride yer alan insanlar arasından bi ya da birkaçına diğerlerine farkettirmeden imtiyazlar ve / veya öncelikler sağlamak sûretiyle iğrenç bir suç işleyebilir..? Bu olur şey mi? Mantık bunun neresinde?

    Peki neden böyle? Çok basit: bütün kudretini yaradınından alan ve aladuran ve aladuracak olan insan bir taraftan Allah’a ibâdet edecek, her rek’atte yaradanının zâtını takdis edecek, zincirlere vurulsa bile bir beşer karşısında asla değil, sâdece yaradanının zâtının yüceliği, kudretinin ve varlığının ve ilminin hudutsuzluğu karşısında tevâzu ile eğilip bir 0 hükmünde olan kendi kudretinin acziyetini ifade edecek; ama öte taraftan dalga geçercesine emirlerinin geçersizliğini iddia edecek..! Ve böylece ihtimâl ki başkalarını da kendi bâtıl görüşü safına çekmek sûretiyle yeryüzünü ifsâd etmeye teşbebüs etmiş olacak.

    Senin de belirttiğin üzere, Qur’an ve tefsir okunmadığı içindir ki ya da akla ilk takılan ve insanın cevabını kendi aklıyla bulamadığı ilk soruyla beraber "bu soru aklımın bir köşesinde kalsın" düşüncesiyle okumaya devam edilmemmesindendir ki kimileri bir zaman sonra kendi aklıyla cevap bulamadıkları üzerinden Qur’an’ı hedef alabilmektedirler.

    Senin Allah’a sevgi ve bağlılık duyulması konusundaki belirttiklerin genel çerçevede doğru; ama Qur’an’da cenneti kazanmaya teşvik eden âyetler vardır. @bahtiyar0011'ın da belirttiği üzere bu durum insanın doğasıyla ilgili.

    @Interferon. O bir hadis. Kaynak olarak da şunlar belirtilmiş;


    Kütüb-ü Sitte 1946 - Sehl İbnu Sa'd anlatıyor:

    "Resülullah buyurdular ki: "Eğer dünya Allah nazarında sivri sineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı tek bir kafire ondan bir yudum su içirmezdi."

    KAYNAK: Tirmizi, Zühd 13, (2321); İbnu Mâce, Zühd 11, (2410).




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Casper_C -- 25 Eylül 2013; 16:55:53 >




  • OPTİMİST kullanıcısına yanıt
    Soylemek istediginizi anlayamadim. Eger biraz acarsaniz cevap vermek isterim. Bunun yanisira, yaklasimimin materyalist oldugu dogrudur ve materyalizm inanc gerektirmedigi icin inkar edilebilecek hersey bu dusunce sistemine dahildir. Inanc sistemleri ise inkari degil, kabul etmemeyi icerir cunku tamamen subjektiftirler. Bugun var dediginiz sey materyalizmde herzaman var olur fakat inanc sisteminiz degistigi anda, var ettiginiz seyler de degisir ya da yok olur.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • webbie kullanıcısına yanıt
    İnsan sınırlı bir varlık oldugundan gorme, işitme vs gibi duyu yoluyla elde edebileceği bilgide sınırlıdır. Bilgi elde etme ve üretme sürecini sadece 5 duyuya indirgersek 2 hata yapariz , 1 insani hakikatin ölçüsü yapariz , 2 bilgiyi elde etme ve üretme süreçlerini sınırlarız.

    Fiziksel olarak ifade edersem, göz bir cismi görmek için sınırlar ve parcaya ayırır. Akılda boyle çalışır, sınırlı ve aciz bir şey aşkın ve yüce bir hakikati bütünüyle kavrayamaz.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: emirkaans

    Uzun bir süredir aklımı kurcalayan ve sonunda yazma fırsatı elde ettiğim din kavramına kendi bakış açımla bir takım yorumlar,sorular ve cevaplar getirdim. Karşıt veya aynı fikirde olduğunuz düşünceleri dinlemeye ve güzel bir tartışma ortamına hazırım.


    Dinlerin ortaya çıkışı ile ilgili yeryüzünde milyonlarca inanış var. Bunların hepsi farklı yapıda düşünceler ve inanışlar. Aynı dine mensup bireylerin bile dinin kurallarına uyma biçimi ve ibadetleri farklıdır. Bir de buna yeryüzünde insanoğlu var olduğu sürece inanılan tüm dinleri ve inanışları eklersek ortaya çok karmaşık br yapı çıkar. Herkesin kendi inandığı yaratıcısıyla ilişkisi farklıdır. Herhangi bir yaratıcıya inanmayanların da bir yaratıcı fikrini inkar etme sebepleri farklıdır. Oysa evrenin doğası gereği nesnel bir ortamda ve uzayda yaşıyoruz. Tek bir gerçek var. Yaratıcı ya var ya yok. Yanılsamalar ve ayrımlar ilk başta burada başlıyor. Yanılan taraf hangisi olursa olsun sayısız insan burada yanlış bir seçim ile gerçeği bulamamış oluyor.

    Örneğin Tanrının var olduğu gerçeği üzerinden gideceksek bunca senedir ateizmi veya tanrı inancı olmayan bir dini-inanışı benimsemiş kişilerin yanıldığı gerçeği ortaya çıkıyor. Bunu sayıya vurmak sanıyorum imkansız ancak tahmin etmesi zor değil. Tanrının var olduğunu kabul ettik. Tanrı inancını benimseyen bugüne kadar sayısız insan bir konuda haklı çıktı. Geliyoruz din konusuna. Ahir dinler adı verilen İslamiyet,Hristiyanlık ve Musevilik üstünden gidelim. İslamiyet cennete girmenin birinci şartı olarak Allah'a ve onun son elçisi olan Hz.Muhammed'e iman etmeyi kabul görür. Yani İslamiyete göre Hristiyan ve Museviler cennete giremez (İslam'dan haberi olmayanlar hariç. Onlar sorumlu kabul edilmez.) Benzer şekilde Hristiyanlık, Müslüman ve Musevi kişilerin cennete giremeyeceğini ve Musevilik de Müslümanlar ve Hristiyanların cennete giremeyeceğini söyler. Karikatürde dediği gibi ''hangi dine inanırsak inanalım cehenneme gidiyoruz anasını satayım!''. Bu çıkarıma göre tanrının varlığı konusunda haklı olanlar bile bu konuda büyük bir ayrım ile dağılıyorlar. Gene büyük bir çoğunluk yanılmış oluyor. Bunca yıllık inanışları baz alırsak gerçeği bilen veya en çok yaklaşan din hangisi? Peki biz o dine mi mensubuz? Bu konu bir kenarda dursun. Kafamı kurcalayan başka bir konuya değinmek istiyorum.

    Din kavramının günümüzde daha çok 'ırk' kavramı gibi algılandığı ve yaşandığı gerçeği inkar edilemez. Müslüman bir ailede doğan çocukların çok büyük bir çoğunluğu Müslüman,Musevi ailede doğanların Musevi ve Hristiyan bir ailede doğanların Hristiyan olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Antik Yunanistan'da dünyaya gelseydiniz büyük bir ihtimalle Zeus'a inanacaktınız. Firavunlu dönemlerde Mısır'da dünyaya gelseydiniz Güneş Tanrısı Ra'ya inanacaktınız. İnsanlara kendi dininizin doğruluğu anlatmaya çalışırken kendinizi ve dininizi ne derece sorguluyorsunuz? Peki ya siz Güneş Tanrısı Ra hakkında yanılıyorsanız? Richard Dawkins'in sevdiğim ve kafamı kurcalayan bir sorusudur bu. Özünde tanrıyı değil dinleri sorgular. Örneğin İslamiyete inandığını bildiğiniz birine ya da inanıyorsanız kendinize şu soruyu sorun lütfen ''Müslüman olmaya ne zaman karar verdin?'' Çoğu kişi altta kalmamak için cevaplar verecektir çünkü kendi dinlerini eleştirmedikleri gibi başka birisinin eleştirmesine de izin vermezler. Ancak bu cevaplar ne derece elle tutulur olur? Ne yazık ki büyük bir çoğunluk bu kararı vermedi bile. Küçüklüğünden beri kafasına işlenen fikir ve inanışların ilerdeki yansımasından başka bir şey değil bu manzara. İslam'ı ne derece sorguladın örneğin? Diğer dinlerin kutsal kitaplarını yeryüzündeki diğer inanışları araştırmayı geçtim Kur'an'ı açıp okumayan Müslümanlar(!) var. Okumadığınız bir kitaba nasıl inanabilirsiniz? Hayatınızla ilgili en büyük kumar bu. Arapça okumaktan bahsetmiyorum. Anlayarak okumaktan bahsediyorum bu arada. Bu kafa yapısıyla hareket eden biri Hristiyan bir ailede doğsaydı Hristiyan olurdu,Musevi bir ailede doğsaydı Musevi olurdu. Ateist bir ailede doğsa ateist olurdu çünkü sorgulama bilinci oluşmamış. Din konusunu bir ırk durumuna getiren en büyük etken de bu işte. İnsanoğlu aklı hidayete ermeye başladığı an objektif bir karar için inanışını ve dinini hiç değilse bir süreliğine bırakıp tüm dinleri objektif bir şekilde değerlendirmeli. Aksi takdirde objektif bir karar veremez. Bu objektif değerlendirmeyi yaptıktan sonra hangi dine mensup olursa olsun, o dini sorgusuz sualsiz direk kabul eden herkesten daha bilinçli ve daha inançlı bir şekilde yaşar dinini. O yüzden ailelerin çocuklarına din öğretmesi fikrini ne kadar destekliyorsam herhangi bir dini benimsetmesi fikrine de o kadar karşıyım! Bu durumda dinine bağlı,dininin kurallarını ve felsefesini bilen bireyler yetiştirmiş olmuyorsunuz. Kendi inancınızı çocuğunuza empoze edip din gibi yeryüzünün belki de en önemli konusunu bir ırk konumuna getirmiş oluyorsunuz. Bunun çok iyi anlaşılması gerek.

    Bu bir sorgulama aşamasıdır : Bir Hristiyan olarak dünyaya gelsem Müslüman olur muydum? Bu sorunun cevabını eğer düşünmeden 'evet' ya da 'hayır' diye yanıtlıyorsanız bu sorgulama aşaması olarak kalır. Sorgulama gerçekleşmez. Çünkü çok ağır ve üzerinde düşünülmesi gereken bir soru.

    Dedelerimiz,babaannelerimiz genellikle televizyonda veya sokakta yabancı birini,bir turisti gördüğü zaman genelde ''bak sen şu gavurlara'' benzeri tepki verirler. Çünkü o farklı inanıştakinin giyinişi,hareketleri,ibadeti ona çok yabancıdır. Şimdi bunu karşı tarafa uyarlarsak 11 Eylül'den sonra İslamiyet'e de bir terör dini imajı giydirilmeye çalışılmaktadır. 11 eylül sonrası bir Hristiyan ailede doğmuş bebeksiniz. Televizyonlarda 'Allahu Ekber' deyip kafa kesen sözde Müslümanlar görerek yetişiyorsunuz. Bu da onların bir beyin yıkama biçimi. İlerde sizden Müslüman olmanızı beklemek Tanrının size cennete gitmek için koştuğu bir şart nasıl olabilir? Müslüman bir ailede doğan çocukların torpili nereden geliyor? Bu çok uzun cevapları olan bir arayış. Kendime 1 yıldır bu soruyu soruyorum. Cevabı belki çok kısa ama onu bulana kadar belki de bir ömür geçecek. Şimdi bunca düşünüş ve arayıştan sonra Müslümanlığı kabul eden biriyle sorgusuz sualsiz kabul etmiş bir insanın imanı nasıl aynı olabilir?

    Bu arada gözlemlerim arasında çoğu insanın Tanrıya bir çıkar ilişkisi ile inandığını gördüm. Şu savunmayı yapanı da ''Eğer biz haklıysak siz cehennemde yanacaksınız -ki ben bir ateist değilim hala da dinleri sorguluyorum- , Ama eğer siz haklıysanız bize hiçbir şey olmayacak yok olup gideceğiz sadece herkes gibi'' Öncelikle bu savunma biçimi doğru değil. Eğer sen zaten cennete gitmek için yaratıcına inanıyorsan büyük bir yanlış var ortada. Kimi kandırıyorsun? Kendi yaratıcını mı? Eğer kendi yaratıcına kendi haklı sebeplerinle ve sorgulayışınla yürekten inanıyorsan cennete gidersin(çoğu din için konuşuyorum). Cennete gitmek için inanıyorsan tüm bunlara ve hala bir arayış içinde değilsen sen sadece kendini kandırıyorsun demektir.

    Başta değindim gibi çoğumuz yanılıyoruz bu dünyada. Gerçek ortaya çıktığında ise kim gülecek bilinmez. Gülecek miyim bilmiyorum ama en azından şunu diyebileceğim kendi kendime ''Ben kendimi buldum. Dünyaya kırk defa daha gelsem aynı sorgulama ve arayışla aynı kararı verirdim''

    dünyaya kır defa değil kırkbin kere de gelsen, zaten tek bir kader olduğu için kaderindekileri yaşıyor olacak ve aynı kararları veriyor olacaksın. cennete kimin girip kimin giremeyeceğini Allah bilir. akıl ile hareket ettiğimizde, normal bir insan yaşamını düşünelim mesela 70 sene. 20' li yaşlar hadi idrak etmeye başladık diyelim. geriye kalıyor 50 sene. 50 seneyi doldurmadan, arayışı tamamlamış olmak ve kendimi buldum demek pek inandırıcı değil.. doğru yolu tutturan da tutturamayan da sürekli bir mücadele içinde olacak. iman etmek, imanı daha da arttırmak, iman etmek varken daha da inkara sapmak, iman etmişken imandan olmak Allah korusun yani kimin başına ne geleceği bilinmez. iman ettim demekle cennete girmenin kolay olacağını düşünebilmek için dünyadan bir haber olmak lazım. yani her rüzgar esişinde farklı bir yöne savrulan yaprak gibi olmak diyebiliriz buna.. şimdi tekrar soralım, sen kendini buldun mu? yoksa bizi mi kandırmaya çalışıyorsun




  • quote:

    Orijinalden alıntı: OPTİMİST

    İnsan sınırlı bir varlık oldugundan gorme, işitme vs gibi duyu yoluyla elde edebileceği bilgide sınırlıdır. Bilgi elde etme ve üretme sürecini sadece 5 duyuya indirgersek 2 hata yapariz , 1 insani hakikatin ölçüsü yapariz , 2 bilgiyi elde etme ve üretme süreçlerini sınırlarız.

    Fiziksel olarak ifade edersem, göz bir cismi görmek için sınırlar ve parcaya ayırır. Akılda boyle çalışır, sınırlı ve aciz bir şey aşkın ve yüce bir hakikati bütünüyle kavrayamaz.



    Kavrayanlar nasıl kavrıyor o zaman, onlar bilmediğimiz duyu organlarına mı sahip..
  • quote:

    Orijinalden alıntı: webbie

    Soylemek istediginizi anlayamadim. Eger biraz acarsaniz cevap vermek isterim. Bunun yanisira, yaklasimimin materyalist oldugu dogrudur ve materyalizm inanc gerektirmedigi icin inkar edilebilecek hersey bu dusunce sistemine dahildir. Inanc sistemleri ise inkari degil, kabul etmemeyi icerir cunku tamamen subjektiftirler. Bugun var dediginiz sey materyalizmde herzaman var olur fakat inanc sisteminiz degistigi anda, var ettiginiz seyler de degisir ya da yok olur.

    Sana şu açıdan katılıyorum veya biraz daha doğru tanımlamaya çalışırsam Ahiret ve Yaratıcı inancı olmayan birisi için inanmıyorum demek gayet doğaldır. Bir çok inanç sahibi arkadaş bu durumu kabul etmek veya olayın fotoğrafını çekmek yerine ne yazık ki kendi düşüncesini karşı tarafa empoze etmek için baskıcı bir şekilde insanların üzerine gidiyor olabilir.

    Bu duruma benim de canım sıkılıyor çünkü İslam'ın istediği dini yaymak meselesi bu değil.

    Geçen gün ofise birisi geldi. Allah'a inandığını Peygamber ve Kuran'a inandığını ancak Kuran bugüne gelene dek bozulduğunu o yüzden kendi hayatımın değerleri ile yaşıyorum dedi.

    Bir iki soru sordum, Kuran'ı hiç okumamış. Kaldı ki diğer din kitaplarını hiç okumamış. Ben ona Ayetler ile örnekler vermeye çalıştıysam da tatmin olmadı. Bende hiç konuyu uzatmadım. Daha da konusunu açmadım. Gelir sorarsa anlatırım. Yok kendi yoluna bakacaksa Rabbim hakkında hayırlısını versin. Ben değişmek istemeyen bir adamı değiştiremem... Zaten Kuran da aynen bunu söylüyor.

    Ancak sen inanmıyorsun diye, yani senin kıstaslarına göre Yaratıcıyı ve Ahireti deneyleyemediğin için bunların olmadığını da söylemek veya empoze etmeye çalışmak da bir o kadar yanlış.

    Bu şuna benziyor. Ben görmesem de şu dağın arkasında güzel bir ağaç var diyorum sen de ben görmesem inanmam diyorsun. Bu olay o kadar basit aslında.

    İnanç sistemi değişmiyor. Bak budistlerde açlık aç kalma ve ruhu terbiye etme olayı vardır ki "Oruç" bütün dinlerde vardır. Hatta puta tapanlar bile yiyeceklerini putlara sunar ve yemezler.

    Namaz veya eğilmek-yere kapanmak her dinde vardır.
    Yani inançlar sisteminde hemen her dinde benzerlikler vardır. İslam ise Adem A.s. yani ilk insana indirilmiş ve Son Peygamber olan H.z. Muhammed e kadar bütün peygamberlere indirilen dindir.

    Diğer dinler belirli bölgelere ve belirli topluma ait iken İslam bütün dünyaya gönderilmiştir. Netice de Hak din olsun olmasın inanç sistemi aynıdır. Eğer Tevrat veya İncil'i okursan hepsinde kadınların örtünmesi, oruç, içki ve uyuşturucudan uzak durma, zina gibi bir çok konuda benzer ibadetler, emirler olduğunu göreceksin.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: eloko

    quote:

    Orijinalden alıntı: OPTİMİST

    İnsan sınırlı bir varlık oldugundan gorme, işitme vs gibi duyu yoluyla elde edebileceği bilgide sınırlıdır. Bilgi elde etme ve üretme sürecini sadece 5 duyuya indirgersek 2 hata yapariz , 1 insani hakikatin ölçüsü yapariz , 2 bilgiyi elde etme ve üretme süreçlerini sınırlarız.

    Fiziksel olarak ifade edersem, göz bir cismi görmek için sınırlar ve parcaya ayırır. Akılda boyle çalışır, sınırlı ve aciz bir şey aşkın ve yüce bir hakikati bütünüyle kavrayamaz.



    Kavrayanlar nasıl kavrıyor o zaman, onlar bilmediğimiz duyu organlarına mı sahip..

    Kavrama meselesi değil bu. Bu soruyu en iyi doğuştan Müslüman olmayan ve sonradan Müslüman olanlardan dinlersen daha güzel cevap alırsın. Eğer canlı olarak dinleme şansın yoksa Youtube dan epey örnek bulabilirsin.




  • Sevgili Optimist,

    Bilginin varlığı 5 duyu değildir aslında. Bilginin varlığı bu duyulardan gelenleri beynin şekillendirmesidir ve hiçbirşey bu duyulardaki kaynaklar olmadan beyinde şekillenmez. Dünyada o güne kadar olmamış birşeyi bile bir beyin düşünürken, bunda 5 duyu ile elde ettiği verileri kullanır. Yüce hakikat dediğiniz şeyin varlığı üzerinden yürüyorsunuz ancak ben de diyorum ki, bu tamamen ve sadece sizin doğrunuzdur, benim değil. Bu nedenle bu subjektif bir doğrudur ve isteyen kabul eder, istemeyen etmez. Burada inkar durumu yoktur. İnkar dediğiniz anda, bir anlatıya sizden farklı tepki veren insanları suçlamış olursunuz çünkü onlar gerçeği kabul etmiyorlardır. Oysa ki, sizin söylediğiniz ve "Hakikat" olarak nitelendirdiğiniz şey sadece sizinle aynı subjektif bilgiyi kabul edenler için geçerli bir bilgidir. Karpuz örneğini tekrar edeceğim ve sanırım siz de benzer şekilde aynı şeyleri tekrar edeceksiniz. Ancak unutmamalısınız ki, sizin bahsettiğiniz hakikatle ilgili yeterince bilgim var ve bu bilgiyi birinci elden aldım. Ancak bana göre gerçekliğini kanıtlayamadı. Karpuz ise hem benim için, hem de sizin için gerçektir. Ben sizin hakikatinizin varlığını reddederim, siz ise karpuzu inkar edersiniz.

    Sevgili X Files,

    Sizin gibi düşünmeyenlere saygınızdan dolayı sizi tebrik ederim, ki aslında bu durum her inanç sistemi için geçerli olmalı ve herkes sizin gibi davranıp başkasının inanıp inanmaması noktasında ancak kendisine soru sorulduğunda üzerine düştüğünü düşündüğü görevi yerine getirmeli. Bu dediğimiz şeyi başarmak ise gerçekten ütopyadır. Çünkü her sistem bir güçtür ve bazı insanlar bu güç için doğduklarına ve yaşadıklarına inanıp, ona sahip olmayı herşeyden üstün tutarlar. Bu sadece inanç sistemleri için değil, ekonomik ya da siyasi sistemler için de geçerlidir ve tarih boyunca çıkan tüm savaşlar bu güçlerin çıkarlarının çakıştığı noktalarda ortaya çıkmıştır.

    Ağaç ve dağ konusunda ise ben sizden farklı düşünüyorum. Siz bana "şu dağın arkasında bir ağaç var ama görmedim" derseniz, ben size "kim görmüş" derim. Siz bana "Ahmet adında görmüş" derseniz, ben de size "Ahmet'ten başkası görmüş mü?" derim. Siz bana "Görmemiş" ya da "İsmet adında bir başkası da görmüş" derseniz, "E hadi biz de gidip bakalım" derim. Siz de bana "Ama biz göremezmişiz" ya da "Ancak öldükten sonra ve ancak şu şartları yerine getirirsek görebilir mişiz" derseniz, ben de size "O zaman sizi kandırmışlar" demek durumunda kalırım. Bu, sizin iddianızı çürütmez ama benim kabullenmeyişimi de suç haline getirmez. İkimizden biri hata yapıyordur ve siz inanarak ben ise inanmayarak bu hatayı yapıyor olabiliriz.

    Dinler arasındaki benzerlikler hakkındaki yorumunuz ise bana göre kısmen doğru sonuca fakat yanlış yoldan varıyor. Çünkü tüm inanç sistemlerinin insanlara ait olduğunu düşünürsek, insan davranışlarının da tüm dünyada mutlaka benzerlikler göstermek zorunda olduğunu, birlikte geliştiğini göz önünde bulundurursak, mantıklı olanın genelde aynı olaya benzer tepkiler verilmesi olduğunu görebiliriz. Hayvanlarda bile, kendilerinden üstün olana karşı eğilme durumu varken ve bu içgüdüselken, daha sistematik davranışlar sergileyebilen bir cins olan insanların da aynı zaman dilimlerinde farklı inanışlarda aynı hareketleri sergilemeleri oldukça doğal bir tepkidir.

    Son olarak; Ortadoğu dinlerinin ortak özelliklerinden bahsetmişsiniz, ki biryere kadar haklısınız yine. Üç din de alkolü yasaklamaz, ya da bu üç din de kadınların kapanmasını istemez. Aynı zamanda, ortak özellikler aslında sadece bu dinlerde vardır. Bizim zina olarak gördüğümüz şey ise yine insan doğasından kaynaklıdır ve hayvanlarda da vardır. Hiçbir erkek egemen hayvan grubunda güçlü olan erkeğin haremindeki dişilerden birine başka bir erkek yaklaşamaz ve eğer bunu yaparsa, ölmeyi göze almak zorundadır. Bu durumun dinlerle alakası yoktur; bu tamamen içgüdüseldir. Ancak, zina dediğimiz şeyin tam tersi olan durum ise kültüreldir, yani bir toplumda bir erkeğe ait olan dişi bireyin başka bir erkek ile cinsel ilişkiye girmesinin normal sayılması tamamen eğitimle kazanılır. Ortadoğu kökenli inanç sistemleri bu durumu biraz daha modifiye edip, birine ait olmayan dişileri de sisteme dahil etmiştir.

    Bu gecelik benden bu kadar. Yazarsanız, size yarın cevap verebilirim.

    Saygılar...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: The souls migration

    quote:

    Orijinalden alıntı: emirkaans

    Uzun bir süredir aklımı kurcalayan ve sonunda yazma fırsatı elde ettiğim din kavramına kendi bakış açımla bir takım yorumlar,sorular ve cevaplar getirdim. Karşıt veya aynı fikirde olduğunuz düşünceleri dinlemeye ve güzel bir tartışma ortamına hazırım.


    Dinlerin ortaya çıkışı ile ilgili yeryüzünde milyonlarca inanış var. Bunların hepsi farklı yapıda düşünceler ve inanışlar. Aynı dine mensup bireylerin bile dinin kurallarına uyma biçimi ve ibadetleri farklıdır. Bir de buna yeryüzünde insanoğlu var olduğu sürece inanılan tüm dinleri ve inanışları eklersek ortaya çok karmaşık br yapı çıkar. Herkesin kendi inandığı yaratıcısıyla ilişkisi farklıdır. Herhangi bir yaratıcıya inanmayanların da bir yaratıcı fikrini inkar etme sebepleri farklıdır. Oysa evrenin doğası gereği nesnel bir ortamda ve uzayda yaşıyoruz. Tek bir gerçek var. Yaratıcı ya var ya yok. Yanılsamalar ve ayrımlar ilk başta burada başlıyor. Yanılan taraf hangisi olursa olsun sayısız insan burada yanlış bir seçim ile gerçeği bulamamış oluyor.

    Örneğin Tanrının var olduğu gerçeği üzerinden gideceksek bunca senedir ateizmi veya tanrı inancı olmayan bir dini-inanışı benimsemiş kişilerin yanıldığı gerçeği ortaya çıkıyor. Bunu sayıya vurmak sanıyorum imkansız ancak tahmin etmesi zor değil. Tanrının var olduğunu kabul ettik. Tanrı inancını benimseyen bugüne kadar sayısız insan bir konuda haklı çıktı. Geliyoruz din konusuna. Ahir dinler adı verilen İslamiyet,Hristiyanlık ve Musevilik üstünden gidelim. İslamiyet cennete girmenin birinci şartı olarak Allah'a ve onun son elçisi olan Hz.Muhammed'e iman etmeyi kabul görür. Yani İslamiyete göre Hristiyan ve Museviler cennete giremez (İslam'dan haberi olmayanlar hariç. Onlar sorumlu kabul edilmez.) Benzer şekilde Hristiyanlık, Müslüman ve Musevi kişilerin cennete giremeyeceğini ve Musevilik de Müslümanlar ve Hristiyanların cennete giremeyeceğini söyler. Karikatürde dediği gibi ''hangi dine inanırsak inanalım cehenneme gidiyoruz anasını satayım!''. Bu çıkarıma göre tanrının varlığı konusunda haklı olanlar bile bu konuda büyük bir ayrım ile dağılıyorlar. Gene büyük bir çoğunluk yanılmış oluyor. Bunca yıllık inanışları baz alırsak gerçeği bilen veya en çok yaklaşan din hangisi? Peki biz o dine mi mensubuz? Bu konu bir kenarda dursun. Kafamı kurcalayan başka bir konuya değinmek istiyorum.

    Din kavramının günümüzde daha çok 'ırk' kavramı gibi algılandığı ve yaşandığı gerçeği inkar edilemez. Müslüman bir ailede doğan çocukların çok büyük bir çoğunluğu Müslüman,Musevi ailede doğanların Musevi ve Hristiyan bir ailede doğanların Hristiyan olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Antik Yunanistan'da dünyaya gelseydiniz büyük bir ihtimalle Zeus'a inanacaktınız. Firavunlu dönemlerde Mısır'da dünyaya gelseydiniz Güneş Tanrısı Ra'ya inanacaktınız. İnsanlara kendi dininizin doğruluğu anlatmaya çalışırken kendinizi ve dininizi ne derece sorguluyorsunuz? Peki ya siz Güneş Tanrısı Ra hakkında yanılıyorsanız? Richard Dawkins'in sevdiğim ve kafamı kurcalayan bir sorusudur bu. Özünde tanrıyı değil dinleri sorgular. Örneğin İslamiyete inandığını bildiğiniz birine ya da inanıyorsanız kendinize şu soruyu sorun lütfen ''Müslüman olmaya ne zaman karar verdin?'' Çoğu kişi altta kalmamak için cevaplar verecektir çünkü kendi dinlerini eleştirmedikleri gibi başka birisinin eleştirmesine de izin vermezler. Ancak bu cevaplar ne derece elle tutulur olur? Ne yazık ki büyük bir çoğunluk bu kararı vermedi bile. Küçüklüğünden beri kafasına işlenen fikir ve inanışların ilerdeki yansımasından başka bir şey değil bu manzara. İslam'ı ne derece sorguladın örneğin? Diğer dinlerin kutsal kitaplarını yeryüzündeki diğer inanışları araştırmayı geçtim Kur'an'ı açıp okumayan Müslümanlar(!) var. Okumadığınız bir kitaba nasıl inanabilirsiniz? Hayatınızla ilgili en büyük kumar bu. Arapça okumaktan bahsetmiyorum. Anlayarak okumaktan bahsediyorum bu arada. Bu kafa yapısıyla hareket eden biri Hristiyan bir ailede doğsaydı Hristiyan olurdu,Musevi bir ailede doğsaydı Musevi olurdu. Ateist bir ailede doğsa ateist olurdu çünkü sorgulama bilinci oluşmamış. Din konusunu bir ırk durumuna getiren en büyük etken de bu işte. İnsanoğlu aklı hidayete ermeye başladığı an objektif bir karar için inanışını ve dinini hiç değilse bir süreliğine bırakıp tüm dinleri objektif bir şekilde değerlendirmeli. Aksi takdirde objektif bir karar veremez. Bu objektif değerlendirmeyi yaptıktan sonra hangi dine mensup olursa olsun, o dini sorgusuz sualsiz direk kabul eden herkesten daha bilinçli ve daha inançlı bir şekilde yaşar dinini. O yüzden ailelerin çocuklarına din öğretmesi fikrini ne kadar destekliyorsam herhangi bir dini benimsetmesi fikrine de o kadar karşıyım! Bu durumda dinine bağlı,dininin kurallarını ve felsefesini bilen bireyler yetiştirmiş olmuyorsunuz. Kendi inancınızı çocuğunuza empoze edip din gibi yeryüzünün belki de en önemli konusunu bir ırk konumuna getirmiş oluyorsunuz. Bunun çok iyi anlaşılması gerek.

    Bu bir sorgulama aşamasıdır : Bir Hristiyan olarak dünyaya gelsem Müslüman olur muydum? Bu sorunun cevabını eğer düşünmeden 'evet' ya da 'hayır' diye yanıtlıyorsanız bu sorgulama aşaması olarak kalır. Sorgulama gerçekleşmez. Çünkü çok ağır ve üzerinde düşünülmesi gereken bir soru.

    Dedelerimiz,babaannelerimiz genellikle televizyonda veya sokakta yabancı birini,bir turisti gördüğü zaman genelde ''bak sen şu gavurlara'' benzeri tepki verirler. Çünkü o farklı inanıştakinin giyinişi,hareketleri,ibadeti ona çok yabancıdır. Şimdi bunu karşı tarafa uyarlarsak 11 Eylül'den sonra İslamiyet'e de bir terör dini imajı giydirilmeye çalışılmaktadır. 11 eylül sonrası bir Hristiyan ailede doğmuş bebeksiniz. Televizyonlarda 'Allahu Ekber' deyip kafa kesen sözde Müslümanlar görerek yetişiyorsunuz. Bu da onların bir beyin yıkama biçimi. İlerde sizden Müslüman olmanızı beklemek Tanrının size cennete gitmek için koştuğu bir şart nasıl olabilir? Müslüman bir ailede doğan çocukların torpili nereden geliyor? Bu çok uzun cevapları olan bir arayış. Kendime 1 yıldır bu soruyu soruyorum. Cevabı belki çok kısa ama onu bulana kadar belki de bir ömür geçecek. Şimdi bunca düşünüş ve arayıştan sonra Müslümanlığı kabul eden biriyle sorgusuz sualsiz kabul etmiş bir insanın imanı nasıl aynı olabilir?

    Bu arada gözlemlerim arasında çoğu insanın Tanrıya bir çıkar ilişkisi ile inandığını gördüm. Şu savunmayı yapanı da ''Eğer biz haklıysak siz cehennemde yanacaksınız -ki ben bir ateist değilim hala da dinleri sorguluyorum- , Ama eğer siz haklıysanız bize hiçbir şey olmayacak yok olup gideceğiz sadece herkes gibi'' Öncelikle bu savunma biçimi doğru değil. Eğer sen zaten cennete gitmek için yaratıcına inanıyorsan büyük bir yanlış var ortada. Kimi kandırıyorsun? Kendi yaratıcını mı? Eğer kendi yaratıcına kendi haklı sebeplerinle ve sorgulayışınla yürekten inanıyorsan cennete gidersin(çoğu din için konuşuyorum). Cennete gitmek için inanıyorsan tüm bunlara ve hala bir arayış içinde değilsen sen sadece kendini kandırıyorsun demektir.

    Başta değindim gibi çoğumuz yanılıyoruz bu dünyada. Gerçek ortaya çıktığında ise kim gülecek bilinmez. Gülecek miyim bilmiyorum ama en azından şunu diyebileceğim kendi kendime ''Ben kendimi buldum. Dünyaya kırk defa daha gelsem aynı sorgulama ve arayışla aynı kararı verirdim''

    dünyaya kır defa değil kırkbin kere de gelsen, zaten tek bir kader olduğu için kaderindekileri yaşıyor olacak ve aynı kararları veriyor olacaksın. cennete kimin girip kimin giremeyeceğini Allah bilir. akıl ile hareket ettiğimizde, normal bir insan yaşamını düşünelim mesela 70 sene. 20' li yaşlar hadi idrak etmeye başladık diyelim. geriye kalıyor 50 sene. 50 seneyi doldurmadan, arayışı tamamlamış olmak ve kendimi buldum demek pek inandırıcı değil.. doğru yolu tutturan da tutturamayan da sürekli bir mücadele içinde olacak. iman etmek, imanı daha da arttırmak, iman etmek varken daha da inkara sapmak, iman etmişken imandan olmak Allah korusun yani kimin başına ne geleceği bilinmez. iman ettim demekle cennete girmenin kolay olacağını düşünebilmek için dünyadan bir haber olmak lazım. yani her rüzgar esişinde farklı bir yöne savrulan yaprak gibi olmak diyebiliriz buna.. şimdi tekrar soralım, sen kendini buldun mu? yoksa bizi mi kandırmaya çalışıyorsun

    Alıntıları Göster

    dünyaya kır defa değil kırkbin kere de gelsen, zaten tek bir kader olduğu için kaderindekileri yaşıyor olacak ve aynı kararları veriyor olacaksın. cennete kimin girip kimin giremeyeceğini Allah bilir. akıl ile hareket ettiğimizde, normal bir insan yaşamını düşünelim mesela 70 sene. 20' li yaşlar hadi idrak etmeye başladık diyelim. geriye kalıyor 50 sene. 50 seneyi doldurmadan, arayışı tamamlamış olmak ve kendimi buldum demek pek inandırıcı değil.. doğru yolu tutturan da tutturamayan da sürekli bir mücadele içinde olacak. iman etmek, imanı daha da arttırmak, iman etmek varken daha da inkara sapmak, iman etmişken imandan olmak Allah korusun yani kimin başına ne geleceği bilinmez. iman ettim demekle cennete girmenin kolay olacağını düşünebilmek için dünyadan bir haber olmak lazım. yani her rüzgar esişinde farklı bir yöne savrulan yaprak gibi olmak diyebiliriz buna.. şimdi tekrar soralım, sen kendini buldun mu? yoksa bizi mi kandırmaya çalışıyorsun

    Kader kavramını ve bahsettiğim konuları anladığınızı sanmıyorum. Öncelikle kimseyi kandırma gibi bir amacım yok yazımı da bütünüyle ele alırsanız ve anlamaya uğraşırsanız kendimi kandırmak istemediğim,hakikati bulmak istediğim için yazdığımı ve inanana da inanmayana da büyük saygı duyduğumu anlarsınız. Tabi ki bu inanma ya da inanmama meselesini iyi bir sorgudan geçirdikten sonra.

    Kader kavramını da açıp bir araştırmanızı isterim çünkü dininiz sizin söylediklerinizden daha farklı yaklaşıyor bu konuya. Kader insan içindir ve kaderim neyse onu yaşarım gibi bir mesele yoktur. Bir adamı gidip öldürürsen bu benim kaderimmiş diyemezsin dininiz size bu yetkiyi vermez. O zaman her cehenneme giden Allah benim kaderimi böyle yazmış benim suçum ne diyerek itiraz etme hakkına sahip olur. Ancak kader dediğim gibi insan içindir. Tanrı için kader kavramı yoktur çünkü Tanrı için zaman kavramı yoktur. Sonsuzdan beri var olan ve hep olmaya devam edecek bir Tanrı için zaman kavramından bahsetmeniz mümkün değildir zaten. Kaderin oluşması için zaman kavramına ihtiyacımız var. Ve olayların gerçekleşme sırasına bakarsak yaşadığın şey senin kaderin olmuş oluyor. Tanrı için böyle bir durum yok o her anda her zamanda olduğu için Tanrı için sadece gerçeklik kavramı vardır. O gerçekliği de Tanrı yaratmıştır.


    Tek bir kader anlayışı ile ilgili de paralel evren meselesinin iyi araştırılması gerekiyor. Kendini bulmak mümkün bu arada ama gerçeği bulmak mümkün değil ben de bunu söylüyorum. Gerçek ile ilgili yıllardır milyonlarca farklı görüş var ve bulunamıyor. Bu durumda en iyi seçenek kendini bulmak oluyor benim de tek amacım bu.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: archozi

    güzel cümlelerle eklenmiş güzel cevaplar okudum, İslam'la, dinle ilgili insanların kafasını karıştırmaya çalışanlar yüzünden pekçok konu beyinlerde düğüm halinde kalıyor maalesef.

    Allah akılla bilinir, Kuran mucizelerini, evrendeki mucizeleri anlamanın çok büyük faydası var, Kuran'da 1400 yıl önce geçip sonradan gerçekleşen pekçok ayet var, öğüt alınması faydalı olur..
    İslamiyet son dindir ve çok yakında tüm dünyaya hakim olacağı bilinir.

    İnançsızlık evrendeki her olayın tesadüfen olduğunu savunur, bunu doğa yaptı der, buna paralel evrim teorisi zaten başlı başına Allah inancını yok etmek için kurulmuş bir düzendir, yıllardır okullarda küçücük beyinlere enjekte edilmektedir. Evrim suda tesadüfen oluşan tek hücreli bir canlının karaya çıkıp sonra da kanat takıp uçarak tesadüflerle değiştiğini savunarak bilimsel bir teori kılıfında anlatır. İspatlanamadığı halde ısrarla savunulur.

    Her insanın Allah katında çoktan olmuş bitmiş bir kaderi olduğuna inanması ve başına gelen olayları tesadüf olarak görmeden kaderinde dünya imtihanı için yaşaması gereken olaylar olduğunu anlaması, kademe kademe imana yaklaştırır ve asıl huzur ve mutluluk tam iman ile gelir. Ayette "Allah'ın ipine sımsıkı sarılın..." der. Allah'a tam güvenildiği zaman tamamdır.

    Katıldığım bölümler var ancak şunu söylemeden geçemeyeceğim evrimin ispatlandığı yerler var ispatlanamadığı yerler var. Teori bütünüyle ispatlanamamıştır ancak bazı yerlerde parçalar birbirini çok iyi tamamlar. Adaptasyon kısmı bunlardan sadece biridir. Darwin'in de yanıldığı yerlerin çok olduğu daha sonra evrimi savunan bilim adamları tarafından da kabul edilmiştir. Zaten kalıptan dökülmüş bir biçimde doğru olması beklenemezdi. Bundan milyonlarca sene önceye gidip gözlem yapamayacağımıza göre bilim bize gerçeği gösterene kadar da sır olarak kalacak bu ispatlanamayan yerler.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: OPTİMİST


    quote:

    Orijinalden alıntı: WirLieBen


    quote:

    Orijinalden alıntı: OPTİMİST

    Samimi, önyargisiz ve sorumluluk sahibi bir insan hakikate mutlaka ulasir.

    Vâr olduğu gerçeğine mi?Vâr olmadığı gerçeğine mi¿

    Yok ile baslamak mi onyargidir , var ile baslamak mi ?

    Ben soyliyeyim, inkar negatif yaklasimdir, iman pozitiftir. Tanima ve anlama cabasidir.

    İnkar onyargidir , iman önbilgidir. İkisi arasinda cok temel bir fark vardir.

    İnkar negatif bir yaklaşımsa siz de tanrının yokluğunu inkar ediyorsunuz. Ateistler de yokluğunu kabul ediyor. Bu yüzden tanrıya inanmanın ya da inanmamanın bir negatif ya da pozitif yaklaşım olduğundan söz edilemez. İkisi de farklı bakış açılarıdır yalnızca.




  • inanç insanın içinde olur. Ben inanayım eğer bir Yaratıcı yoksa zararlı çıkmam varsa oo cennet işte mantığı hem saçma hemde çok samimiyetsiz. Bu yüzden böyle hesaplamaları yapmak gereksiz.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • İnsanların Dini arayışlara geçmeden önce ahlaki ve insani temelleri oluşturmasını savundum daima.. Belli bir olgunluktan önce Dini arayışa geçmek kişiye zarar verir.

    Gelelim İslam'ın diğer dinlere bakışına..

    Ben, İslam dininin diğer dinlere inanan insanları sorgusuz Cehennemle cezalandıracağına inanmıyorum. Elbette böyle ayetler var ancak Kur'an bütün olarak algılandığında bu anlamdan uzaklaşıyor o ayetler..

    Dini kuralları anlamak o kadar da zor değil bence. Mesela yalan söylemenin, hırsızlık yapmanın doğru olmadığını bilirsiniz. Aynı şekilde sakat birine yardım etmenin, dürüst olmanın da doğru olduğunu bilirsiniz. Önemli olan bunlardır.. Din'i bir eğitim kurumu olarak ele alırsak bahsettiğim şeyler müfredatın en başında yer alır ve üzerinde yalnızca bir gün durulurdu. Peki Din, insanlara neyi anlatmaya çalışıyor ?

    Dinin amacı insanlara öğretmekten ziyade, insanları uyarmaktır. Örneğin, Kur'an inananların kendi içerisinde bölünmesi durumunda herkesin bundan zarar göreceğini söyler.. Ama ne hikmetse neredeyse tüm inananlar saçma sapan mezheplere inanınca tıpkı Kur'an'ün uyardığı gibi Dünya'yı yaşanmaz bir hale getirirler.. Bunu örnek olarak veriyorum her hangi bir mezhebe inanıyorsanız saygısızlık etmek istemem..

    Bir ayet var ki oturup üzerinde düşünsen işin içinden çıkamazsın.. Tam emin olmamakla beraber şöyleydi, "Lanet olsun ona ki kendi elinin yazdığını bu Allah katındandır diye sunar. "
    İlginçtir ki Mevlana'nın Mesnevi kitabı, " Bu kitap Allah katındandır. " diyerek başlar. Ne hikmetse Kur'an'ın lanet ettiği bu şahıs tüm İslam alemince kutsal ve yüce bir insan olarak anılır..

    Kur'an bakmasını, okumasını bilene bir uyarıcı niteliğindedir. Kur'an namazın nasıl kılınacağını söylemez. Ancak yardım etmek istersen kimlere, ne derece yardım edebileceğini ayrıntılı olarak anlatmaya çalışır. Çünkü Kur'an'a göre namaz kılmaktan önce yapman gereken çok daha önemli işler vardır.

    Umarım anlatabilmişimdir söylemek istediğimi..

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Arkadaşım o verdiğin âyette İncil’deki tahrifata atıf sözkonusudur.

    Nitekim bu gerçeğin bir doğrulamasını, sonradan müslüman olan Dr. Laurence Brown’dan dinlemek için;

    ( Tavsiyem, bütününü izlemenizdir; fakat zaman ayırmak istemiyorum derseniz, 07:37’den sonuna kadar izleyin);

    http://www.youtube.com/watch?v=8jwklFQw738


    Dr. Laurence Brown diyor ya, "İncil’de belirli bölümlerde Hz. İsa’nın şöyle dediğinden bahsedilir; ' Ben ve baba biriz” veya “Dünyada üçlü vardır; Baba, oğul ve kutsal ruh. ' "

    İşte şu da Qur’an’da İncil’deki bu ve bu tür tahrifatlara işaret eden bir örnek;




    Mevlânâ’nın eserine gelince; bir eser tercüme edildiği takdirde, sahibinin tasarrufundan –mütercimin ilmî kalites ve kalibresine bağlı olarak– ama kısmen ama büyük ölçüde çıkıp o eseri tercüme eden insanın idrâk seviyesine düşer. Şahsen ben 3 – 5 sene evvel Ömer Hayyam’ın Rubailer isimli eserini (belki kitabın original adı bile böyle değildi…) okumuştum. Bence tam bir tercüme fâciâsı idi… Mahallesefki öyle Qur’an tercümeleri de var ki, inanılır gibi değil. Bir B isimli şahsın elinden çıkmış Qur’an mealini birkaç paragraf oku, sonra C’nin elinden çıkmış olanının aynı birkaç paragrafını oku ve D’nin elinden çıkmış olanın sözkonusu paragraflarını oku… Mutlak sûrette lâzım gelen titizlikten yoksundurlar. Birinden farklı bir mesaj alabilirsin, ötekindenfarklı bir mesaj… Bazılarının ne demek istediğini, neyi ifade ettiğini bir tek kendisi biliyordur, fevkalâde titizlik arzeden Qur’an meal ve tefsirinde bu titizlik yoksulluğu niye..?

    Belli bir olgunluğa gelmeden evvelden değil de, aynen yukarıda belirttiğim üzere, bir Qur’ân meali ve tefsiri mütehassıs bir âlimin elinden çıkmışsa bu kişiye zarar vermez; ama tahsili olmayan, hatta öyleki sapkın insanlar bu denli kıymetie hâiz, bu denli hassas meselede bir Qur’an meal ve tefsir eseri yazmaya kalkarsa vah bu milletin, vah bu ümmetin hâline … Bir örnek vermem gerekirse { Nur Sûresi, 46. âyet };

    Elmalılı Hamdi Yazır mealinden;

    “Kasem olsun ki cidden beyan edici âyetler indirdik ve kimi dilerse Allah, doğru bir caddeye hidayet eyler.”

    ' Doğru bir cadde ' ne demek yahu..?


    Muhammed Esed meali ve tefsirinden;




    Bu sâdece basit bir örnek. Qur’an meallerinden öyle bölümler var ki, ya esas amacından bütünüyle sapmış ya da anlaşılması mümkünat hâricinde ifadelerle dolu…

    Mesela son bir örnek; Bakara Sûresi’nin 73. Âyetine yönelik birçok kimsenin tercümesi için bir şu adresteki meallere bakın;

    http://www.kuranmeali.org/2/bakara_suresi/73.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx


    Sonra Muhammed Esed’in meali için şuna bakın;




    Ve Muhammed Esed’in bu âyetlerde geçen tefsir notları için de şuraya bakın ( Lütfen üşenmeyin. Okuyunuz. ) ;




    Mezhepler mevzuunda şunu belirteyim; İslam’da 4 mezhep vardır;

    İmam Şâfii, İmam Hanbeli, İmam Hanefi ve İmam Maturidi.

    Qur’an’da teferruatiyle hükmü bulunmayan ya da Hz. Muhammed’in teferruatiyle bilgi vermemiş olduğu bir dizi ayrıntılı ve girift meselelerde bu 4 imamın yer yer farklı ya da birbirlerinden az bir farkla ayrılan görüşlerinden ibârettir mezhep denilen. Burada mezheplerin birbirleriyle çatışması gibi bir durum kesinlikle sözkonusu değildir. TV programlarındaki ya da haberlerindeki mezhep çatışması diye, "sünni – şii – alevi" çatışması gibi ifadelerle servis edilen haberlerin benim sözünü ettiğim mezheplerle alâkası yoktur…

    Bu mezhepler Qur’an’ın hiçbir hükmünde ithilâfa düşmezler. Sâdece ve sâdece ayrıntılı meselelerde kısmen bir hüküm farklılığı sözkonusudur. Mesela Hanefi mezhebine göre, sabah namazını güneşin doğmasına yakın bir vakitte kılmak daha faziletlidir ( Burada yakın derken ben şahsen şunu anlıyorum diyelim ki 30 dakika kadar yakın, çok yakın olması zaten düşünülemez, zira namaz bitmeden vaktinin çıkma olasılığı vardır…)

    Hz. Muhammed der ki; "Ümmetimin âlimleri arasındaki görüş farklılıkları ( ihtilâf ) ilâhî bir rahmetin ürünüdür."

    Bu açıklamalara binâen derimki; "Bu kitap Allah katındandır." İfadesi sözkonusu mütercimin hatasına yorulmalıdır...

    Bir farz ibâdet olarak namaz kılmak ile iyiliklerde bulunmak birbirleriyle irtibatlı olmakla beraber bence farklı kulvarlardır. Birisinde gerek kendi üzerimizde ve gerekse tüm evren ve içindekiler üzerinde Allah’ın şüphesiz bir hükümdarlığı ve hükümranlığı olduğu gerçeği karşısında namaz ile kul olmanın ibrâzı doğrudan doğruya icrâ olunurken, bu sorumluluk duygusu ve bilinç düzeyiyle girişilecek hayır ve hasenâtın ihlâs bir niyetle başlanılabilmesi ve sonladırılabilmesi kayda değer düzeyde kolaylaşır bence. İnsan, doğası gereği kendini önplanda tutmaya, şahsını övgüye ve takdise lâyık gördüğünden yapacağı hayır ve hasenâtın Allah nezdinde olabilir ki değeri sanki hiç yapılmamışcasına bir 0 hükmünde kalabilir, aynen Qur’an’ın Bakara Sûresi’nin 263. Âyeti ve tefsirindee naklolunduğu üzere;




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Casper_C -- 26 Eylül 2013; 21:15:41 >




  • Hocam uzun uzun cevaplamışsınız öncelikle bunun için teşekkürler.

    İlk olarak bahsettiğim ayetin neye atıfta olduğunu söylerseniz sevinirim.

    '' Belli bir olgunluğa gelmeden, Dini arayışlar insana zarar verir. '' dememin sebebi; Küçücük beyinlerin, alamayacağı kadar ağır dini bilgilerle dolmaması gerektiğidir. Yani çocuk vardır misket, futbol oynar.. Çocuk vardır kitap okur, belgesel izler.. Küçük yaşlarda da çok ileri bir olgunluğa erişebilir insan onları ayrı tutuyorum tabi ki..

    Mevlana konusunda çekimserim. Ne severim, ne sevmem diyelim. Ancak Facebook, Twitter köşelerinde, forumlarda, dışarıda, günlerde Kur'an ayetlerinden ve Peygamber efendimizin hadislerinden çok Mevlana görünce şüpheye düştüm ve biraz araştırayım dedim kimdir kendileri.. Kendisi hakkında küçükten büyüğe bir çok itham bulunmakta çoğunu abartı bulup geçerken aklıma Mesnevi'yi okumak geldi ve ön sözünü okuyup Kur'an daki o ayeti hatırlayınca kesin çizgimi çekmiş oldum. Nereye atıfta olduğunu bilemem ama o kadar açık ve net bir şekilde söylüyordu ki başka bir şeye gerek olmadığını düşündüm ve araştırmayı bıraktım.

    Ben İslam dininin, Kur'an'ın ve Peygamberimizin yeterince net olduğunu, başka kimselerden bilgi ve yöntem öğrenmeye gerek olmadığını düşünüyorum.

    Tasavvuf gibi sonradan çıkma Felsefi akımlarla akıl bulandırmaya gerek yok.

    Mezheplere gelince. Hiç bir kimse bana gelip Mezheplerin İslam'da varlığını ispatlayadı ve ispatlayamaz da.. Mezhepler, İslam'a zarar vermek için insanlar tarafından üretilmiştir. Açıkça, '' Bölünmeyin ! '' dediyse Kur'an benim için o konuda kapanmıştır.

    Edit : imla.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi paardon -- 26 Eylül 2013; 22:04:42 >




  • bu aralar çok yoğunum arkadaşlar kusura bakmayın o yüzden konuya yeterince katkı sağlayamıyorum
    eve daha yeni girebildim ama tevafuk (allahın hikmetiyle ihtiyaca binean tesadüf ettirmesi) eseri bugün katıldığım bir sohbette @emirkaans hocamın sorularının cevabına dair bir yer okundu şimdi ilgili kitaptan ilgili kısmın resimlerini koyuyorum inşallah zamanım müsait olunca teker teker konuda mesajlar ile ilgilenmeye çalışacağım
    not: resimlerini koyduğum kitap said nursi hz. kitaplarından "lemalar"ın sadeleştirilmiş hali

    13. lema- 12. işaret











    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi bahtiyar0011 -- 26 Eylül 2013; 22:18:13 >




  • 
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.