Şimdi Ara

Fatih Sultan Mehmed’in ufku

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
28
Cevap
1
Favori
1.453
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Yeryüzünde ezeli ve ebedi bir dâvâ için gelmiş bulunan Müslümanlar o dâvâyı tahakkuk ettirinceye kadar dünya üzerinde sukunet ve huzur bulmaya, rahat gezmeye, istirahat etmeye imkân bulamayacaklardır. Dâvâyı tahakkuk ettirinceye kadar buna imkân ve ihtimal yoktur.

    Yeryüzünde Müslümanların peşinden koşması gereken dava nedir? Bunun Kur'ân-ı Kerim beyan ediyor. (Bakara Suresi 193 ve 195. âyetler.)

    "Yeryüzünde Allah'ın dediği oluncaya kadar mücadeleye devam ediniz..."

    Bu âyetin ışığında İstanbul'un fethini ele almak gerekiyor.

    Bu vazife terkedilirse ne olur?

    Neticeyi iyi hesap etmek lâzım...

    Osmanlı'nın kuruluşundaki gaye ve hedefini yabancı bir tarihçi şöyle değerlendirmiştir.

    "Kuruluşundan düşüşüne kadar Osmanlı Devleti (Devlet-i Aliyye-i Osmanî) kendini İslâm gücünün ve inancının ilerlemesine veya savunmasına adamış bir devletti. Osmanlı toprakları "Memâlik-i İslâm" (İslâm memleketleri) hükümdârı (İslâm padişahı, orduları) "Asâkir-i İslâm (İslâm askerleri), dinî başkanı "Şeyhü'l-İslâm" olarak isimlendirildi.

    Osmanlı Türkleri kendilerini İslâmlık ile özdeş görmüşler, hüviyetlerini İslâmlık işinde eritmişlerdi. Türk kelimesi Türkiye'de hemen hemen kullanılmaz iken, Batı'da Müslümanın eş anlamı hâline gelmesi ve Müslüman olmuş bir Batılıya "Türk olmuş" denmesi düşündürücüdür." (Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, Terc. Prof. Dr. Metin Kıratlı, Ank. 1988, Sf. 12-13)

    Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi de ölmeden evvelki son sözlerinde bu hakikati veciz bir şekilde şöyle ifade etmişti:

    "Bizim mesleğimiz ve maksadımız Allah'ın dinini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik dâvâsı değildir."

    Gelelim konumuza:

    İstanbul'un fethine en büyük inanç kaynağı olan âmillerden biri de Ahmed bin Hanbel'in Müsned'inde mevcut olan: "Le tuftehanna'l Kostantınıyye... (İstanbul muhakkak fetholunacaktır. Bunun gerçekleştirecek ordunun kumandanı ne mutlu (şerefli) kumandan ve askeri ne mutlu askerdir" hadis-i şerifidir. Bu sebeple İ. Hâmi Danişmend'in dediği gibi:

    "- İstanbul'u fethetmek dünyevî olduğu nisbette uhrevi bir saadet yoluydu. İstanbul üzerine yürümek, din ve dünya cennetine sefer etmeye benziyordu." (İ. H. Danişmend, İstanbul Fethinin Medeni Kıymeti, Sf. 8)

    Bizans kapılarına dayanan aslında bir ordu değil, bir medeniyettir. Tekniğiyle, ahlâkıyla, din ve vicdan hürriyetiyle, fikir ve düşünce hürriyetiyle ve Türk İslâm Medeniyeti... Bu yüzden fetih, bir dönüm noktası; Fatih ise çap, bilgi, birikim ve vizyon açısından bir deha, bir model insandır.

    Bizans'ı fetheden bu medeniyetin Fatihi'ne bakın: 21 yaşında. Arap ve Acem edebiyatını, İslâm ilimlerini, İslâm hukukunu, tasavvuf felsefesini, şark mitolojisini ve divan şiir kültürünü bilecek ve bu konularda eser verebilecek kadar ufuklu. Astronomiden tıp bilgisine, matematikten kimyaya kadar bütün müsbet ilimleri ruhunda bir senteze kavuşturmuş; Arapça'yı ve Farsça'yı, Latince, Yunanca ve Sırpça'yı anadili gibi konuşan bir âlim kişidir. Üstelik hem şair, hem de karanlık Bizans'ı aydınlatacak ruh ve fikir ufkuna sahip. Zira, "Papalığın Türk ve İslâm dünyasına beslediği nefrete karşın, Fatih'in Hıristiyan ahaliye tanıdığı hürriyet ve haklar karşılaştırılırsa, o devir İslâm medeniyeti ve cemiyet yapısı arasında büyük fark kendiliğinden ortaya çıkmış olur." (İstanbul'un Fethi ve Fatih, Sf. 46, Hüseyin Algül)

    Sultan Fatih'ten beri anılan bu "ufuk çizgisi" bugün için yeni bir kadroyu beklemektedir. Öfke ve fanatizmi değil, Fatih'in ruhunu Bilgi Çağı'na taşıyacak kadro.







  • Bana göre boş bir yazı ama islamın babarlık dini olduğunun ispatı için güzel bir yazı,bakara örneği gibi yüzlerce ve kuranda asma kesme yazısı vardır.

    Din gereksiz bir teferruattır ama toplumları uyutmak için gereklidir.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Fliz35

    Bana göre boş bir yazı ama islamın babarlık dini olduğunun ispatı için güzel bir yazı,bakara örneği gibi yüzlerce ve kuranda asma kesme yazısı vardır.

    Din gereksiz bir teferruattır ama toplumları uyutmak için gereklidir.


    Allah ıslah etssin seni
  • Hakketten sen insanmısın?
    quote:

    Orjinalden alıntı: Fliz35

    Bana göre boş bir yazı ama islamın babarlık dini olduğunun ispatı için güzel bir yazı,bakara örneği gibi yüzlerce ve kuranda asma kesme yazısı vardır.

    Din gereksiz bir teferruattır ama toplumları uyutmak için gereklidir.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Fliz35

    Bana göre boş bir yazı ama islamın babarlık dini olduğunun ispatı için güzel bir yazı,bakara örneği gibi yüzlerce ve kuranda asma kesme yazısı vardır.

    Din gereksiz bir teferruattır ama toplumları uyutmak için gereklidir.


    "Kafirlerin ve müşriklerin yakalandığı yerde öldürülmesini" emreden de aynı Kitap, "Bir insanı öldürmek tüm insanlığı öldürmek gibidir, bir insan kurtarmak tüm insanlığı kurtarmak gibidir" diyen de aynı Kitap. İnternetten bulduğunuz alıntı-kesintileri bırakın da, adam gibi Kitap alıp okuyun, sonra "şu yönü şöyle eksik, burası böyle yanlış" dersiniz. Resmin küçük parçalarıyla değil, büyük resimle uğraşmanızı tavsiye ederim.




  • Fatih’in Fetihnamesi

    "Fetihnâme": Müslüman devlet başkanlarının bir yerin fethinden sonra Rabbine hamd ederek sevincini dost devlet başkanlarıyla paylaşmak, düşman devlet başkanlarının yüreğine korku salmak için yazdığı mektuba denir.

    Tercümesini sunduğumuz bu metin, Fatih Sultan Mehmet'in, Mısır azizi Esbal (İnal) Şah'a yazdığı fetihnâmedir.

    Ünlü tarihçi Mehmet Mazhar Fevzi efendi "Haber-i sahih" isimli üç ciltlik eserinde Arapça orijinalini on sayfa halinde yayınlamış (sayfa 291-300 Şark matbaası 1291) Bu on sayfayı iki sayfada Türkçe'ye özetlemiş.

    Ahmet Muhtar Paşa "Feth-i Celil-i Konstaniyye" isimli eserinin 289-290'ıncı sayfalarında Arapça ve Türkçe özetleyerek vermiş. Öyle zannediyorum ki, mektubun (giriş kısmı hariç) tam metninin tercümesi ilk defa tarafımızdan sunulmaktadır.

    Ben bu tercemeyi, 28 Mayıs Pazrts 2001 tarihli Millî Gazete'de yayınlamıştım. Önemine binaen tekrar yayınlıyorum.

    Mektubu tercüme etmekteki gayem, tarihi bir vesikayı yayınlamaktan ziyade, Müslüman mektup yazarken, makale yazarken konferans verirken "Sezar'ın yaptığı, Çiçero'nun dediği, Aristo'nun söylediği, Konfüçyüs'ün buyurduğu gibi" cümleler kullanmak yerine Allah (c.c.)'ın dediği, Peygamber Efendimizin yaptığı, Hazreti Ali'nin (r.a.) vurduğu gibi cümleler aktararak konuşmaya veya makale yazmaya örnek olması içindir.

    Fatih'in mektubu bu minval üzeredir.

    İyi bir ailede yetişen Müslüman, domuzu görünce nasıl ikrah ediyorsa, herhangi bir Müslümanın da saldırgan, katil, sömürücü, işgalci kafirleri görünce daha fazla ikrah etmesi gerekir.

    Çünkü Rabbimiz imanla gönlümüzü süslemiş, küfrü, fasıklığı ve isyanı kerih göstermiştir. (Hucurat suresi 8)

    Fatih Sultan Mehmet, Konstantiniyye halkından, Tekfurlarından ve papazlarından bahsederken, "pis, alçak, mel'un, inat" kelimelerini öylesine kullanmış ki, sanki onları görünce içi dışına çıkacakmış gibi geliyor.

    Ve İstanbul'u onlardan temizlediği için Allah'a hamd ediyor.

    Günümüzde kendisine gelen emirnameyi "Filanca kafir bana mektup göndermiş" diye hava atanların balonlarına iğne olur ümidi ile tercüme olundu.

    (Allah'a hamd, Rasulüne salat, Fatih'in lakapları sayıldıktan sonra fetihnâmenin metni)

    Allah yolunda cihad yapmak "Ayıplayanların ayıplamasından korkmamak (Maide 54) şanlı ecdadımızın güzel adetlerinden idi.

    Biz de o adet üzere yürüyor ve o gayelerle Allah (c.c.)'ın "Allah'a iman etmeyenlerle harp ediniz" (Tevbe 29) sözüne sarılarak,

    Peygamber (s.a.v.)'in "Kimin ayağı Allah yolunda tozlanırsa Allah o kişiyi cehenneme haram kılar" (Buhari, Cuma 18, Cihad 16, Tirmizi Fezail 17, Nesai Cihad 9, Müsned-i Ahmet 3/267,478, 5/225,226,6/444) hadisine tutunarak devam ediyoruz.




  • Teşekkürler etusch efendi.
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Mustafa Kemal ATATÜRK
    17 yıl önce açıldı
    Daha Fazla Göster
  • İNKARCININ MAYASI İKİ DAMLA SÜMÜKTÜR
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Fliz35

    Bana göre boş bir yazı ama islamın babarlık dini olduğunun ispatı için güzel bir yazı,bakara örneği gibi yüzlerce ve kuranda asma kesme yazısı vardır.

    Din gereksiz bir teferruattır ama toplumları uyutmak için gereklidir.

    Birgün umarım bu görüşlerin değişir :)
  • boşş.... millet marsa gidecek siz hala 1453 tesiniz...
  • quote:

    Orjinalden alıntı: popeye85

    boşş.... millet marsa gidecek siz hala 1453 tesiniz...


    şu "millet aya-marsa(farketmez) gidiyor biz hala nerdeyiz" geyiği sıkmadı mı artık. bunu yapabilen 5 ülke söyle bana.oraya insan yollayabilen. ayrıca bizim şu anki durumumuz uzayla uğraşmaya ne yazık ki (ben de isterim gelişelim araştıralım) pek müsait değil. abd nin 4 tarafı paso kendini dürten devletlerle çevrili değil.teröristlerle de çevrili değil.ya da rusya sürekli kendini tehdit altında hisseden bir ülke değil. bizim konumumuzu düşünüp bir daha konularda öyle konuşun lütfen.

    tüm bunların dışında burada "millet şunu yapıyor biz hala n'apıyoruz"; ki bu hiç sevmediğimiz "bak elin oğlu nasıl yapıyor sen niye yapamıyorsun" klişe lafıyla aynı laftır, tarzında sözler söylemek ne seni ne bizi ne de herhangi birini,bir şeyi farklı bir konuma getirmeye yardımcı olmayacaktır. durumdan memnun değilsen bunu değiştirmek ve geliştirmek için çabala. çabalamıyorsan da sus lütfen.

    @Fliz35

    Din elbette bazı çevrelerce insanları yönetmek amacıyla kullanılıyor,burada isim vermeyeceğim ama sizin de tahmin edeceğiniz bir çok kişi var bunu yapan Türkiye'de.

    peki size sorarım bu durum "din bir afyondur" demek midir? eğer öyle düşünüyorsanız sizin sözlüğünüzde istisna olmaması gerekir. yok varsa kendinizle çelişiyorsunuz demektir bir kere.

    inanan insanlara karışmak,onların neye inandığını eleştirmek(yapıcı anlamda değil),sürekli diken batıran konumda olmak size düşmez efendim.Nasıl ki size "dinsiz" denilmesinden hoşlanmıyorsanız ve bunun size "dinsiz" diyen insanlara düşmeyen bir yorum olduğunu düşünüyorsanız empati kurarak diğer insanların da inançlarını yargılamamalısınız.




  • Bu yazının bu bölümle alakası nedir?
  • cevap vermek istedim sadece bir alakası yok farkındayım. sadece buna cevap yazıp da çıkmadım yazıyı da okudum güzelce merak etme. konu dağılsın da istemem kusura bakılmaz umarım.
  • Nisa (4) / 34

    Erkekler, kadınlar üzerinde hâkim dururlar, çünkü bir kere Allah birini diğerinden üstün yaratmış ve bir de erkekler mallarından harcamaktadırlar. Bunun için iyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah'ın korumasını emrettiği şeyleri, kocalarının yokluğunda da korurlar. Serkeşlik etmelerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince; önce kendilerine nasihat edin, sonra yataklarında yalnız bırakın, yine dinlemezlerse dövün.
    -------------------------------

    Cinsiyet ayrımcılığının daha açık bir tarifi herhalde olamaz. ‘Hâkimlik’, ‘Üstünlük’, ‘İtaat’ ve ‘Dayak’... Açıklama gerektirmeyecek kadar niyeti aşikâr bir ayet.




    İslam'da cezalar semboliktir. Ceza vermek için değil, hoş görülmeyen davranışı bastırmak için verilir ki tekrar ceza verilmesin.
    Burada, erkeğe SADECE aile reisliğinde bir derece üstünlük veriliyor. Eğer erkekle kadın zaten eşit olsaydı, birinde testosteron diğerinde östrojen farklı miktarlarda salgılanmazdı. Eğer az da olsa biyoloji görenler varsa, kadının LTH salgıladığını, bu sebepten bazı dönemlerde daha duygusal olduğunu ve bu duygusallığın kararları etkilediğini bilir.

    "Dayak" diye tabir ettiğin şeye gelince: Bu durum kadının ahlaksızlığı için geçerlidir. Eğer kadının bir ahlaksızlığı görülüyorsa elbette aile içinde bir sorun olacaktır ve aile içindeki bu sorunu düzeltmek için böyle bir emir gelir. Burada ilk aşama, nasihattir. Eğer hala devam ediyorsa, yatakların ayırılmasıdır. Hala devam ediyorsa, dayaktır. Buradaki dayak, kesinlikle ağzını burnunu kırmak değil yine semboliktir. Asla yüzüne vurulmaz. Mesela sevdiğiniz ve size hiçbir zaman el kaldırmayan birinin bir sebepten dolayı size vurduğunu ve ne kadar utandığınızı düşünün. Aynı olay erkek için de gereklidir. Kadının ahlaksızlığına ceza varken erkeğinki hoş görülmesi söz konusu bile değildir. Erkeğin ahlaksızlığıyla ilgili bir konu varsa, bir hakem tayin edilir ve olay aynı hükümlere göre çözülür.

    Önemli not: Yazdığım "eşit olmazdı" lafının çarpıtılabileceğini düşündüm. Yanlış anlaşılmasın, erkeğin kadından tek üstünlüğü aile yönetiminde verilen bir derece üstünlüktür. Bunun sebebi olarak öyle bir örnek verdim.



    Maide (5) / 38

    Yaptıklarına bir karşılık ve Allah'tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
    ------------------------------------------------

    Ceza sisteminin bozukluğunu anlatan, şiddeti körükleyen bir diğer ayet. Hırsızın elini kesmek gibi korkunç ve geri döndürülemez bir cezayı öngörüyor. İnsana verilen değeri göz önüne seren, suçluyu ıslah edip topluma kazandırmak yerine onu tamamen işe yaramaz hale getirmeyi amaçlayan, tam ortaçağa yakışır bir ceza.




    Az önce söylemiştim, cezalar tekrar verilmemesi için verilir. Burada, hırsızlıktan bahsediliyor. Söyleyin bana, eğer ki şurada 10 kişi beraber gezip tozsak ve aramızdan biri hırsız olsa, kimin kime güveni kalır? Herkes birbirini suçlar ve herkes bir anda dağılır. Şimdi bunu tüm toplum için düşünün. Bir de bunun özel durumları var tabi. Eğer açlıktan ölecek durumdaysanız, çalmak helaldir. Burada suç sizin değil, sizi o halde aç bırakan toplumda olur. Şu anda dünyada bulunan resmi tek İslam devleti İran olduğu için onlara göre yargılama yapıyorsunuz. Ama unutulmamalıdır ki, İran'ın uygulamalarında da hatalar bulunmaktadır.


    Nisa (4) / 3

    Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.
    -----------------------------------------------------
    Dört kadına kadar çokeşliliği uygun gören, günümüzde hala bu ilkelliğin sürdürülmesine sebep olan ayet. Elbette çokeşlilik derken, bu hakkın sadece erkeklere verildiğini de belirtelim. Bir diğer dikkat çeken nokta da ‘veya cariyeler ile yetinin’ kısmı. Buradan anlaşılacağı üzere, nikâhlı dört kadından öte sınırsız sayıda cariye (alınıp satılabilen kadın köle) sahibi olmak ve onlarla ‘yetinmek’ de dinen meşru.


    Eğer söylediğim gibi küçük noktalara takılmayıp resmin tamamını görseydin birkaç adım geri atardın. Şu an bilinen anlamda kölelik yok siz de takdir edersiniz. Bu "cariye" hükmü etkisini kaybeder. Ayrıca, İslam cezaların diyetlerinde çoğunlukla bir köle azat etmeyi söyler. Bu da köleliği ortadan kaldırmaya yöneliktir. Şu an zaten olmadığı için tartışmaya bile gerek yok aslında. Tamamen "objektif" olarak değil de hata aramak için okunduğu için çıkarılan bir yorumdur bana göre.

    Çok eşliliğe gelince, yine bahsedilen dönemde insanların 25 belki 30 tane eşleri bulunmakta. Biri öldüğünde eşleri ve çocukları kardeşine miras kalıyordu. Böyle bir dönemde sen ortaya çıkıp "Ben bunu 4 eşle sınırlıyorum" dediğin zaman, bunun adı devrim olur. Ayrıca, dikkat edersen ayetin devamında "adaletli davranmaktan" bahsediyor. Şu anki aile yapısında zaten insanlar bir aileyle başa çıkamıyor, ikinciyi nasıl idare edebilir? Orada 4'le sınırlamasına rağmen, yine de bak en iyisi tektir, demeye getiriyor. Anlayana tabii.



    Talak (65) / 4

    Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.
    --------------------------------------------------------------------------

    Boşanmanın esaslarının anlatıldığı bu ayet hayli ilginç bir detay içeriyor. ‘Henüz adet görmeyen’ kadınlardan ‘nasıl boşanılacağı’ anlatılıyor. Doğal olarak buradan şu sonuç çıkarılıyor; daha ergenliğe girmemiş kızlarla evlenilebilir ve hatta boşanılabilir! Esasen pedofili diye tabir edilen bu durumda pek şaşılacak bir şey yok, zaten yüzyıllardır İslam'ın egemen olduğu ülkelerde yaşanan bir uygulama. Kurandaki karşılığı da bu ayette kendini göstermiş.



    Şimdi, öncelikle bu konuyu ben de soracağım biraz aklım karışmadı değil. Ancak şu var ki, çok eşlilikte iki tür evlenme var. Birincisi, direk bildiğimiz anlamda eşiniz olarak almak, diğeri koruma amaçlı almak. Peygamberimiz'in de birçok eşi olduğu biliniyor. Ancak, bunlardan sadece ikisiyle bildiğimiz anlamda evli olduğu biliniyor. İlki Hatice'dir, diğeri da Aişe'dir. Hatice öldükten sonra Aişe'yle evlenmiştir. Buradaki koruma da şunu ifade ediyor: Eğer bir kişi bakıma muhtaçsa (ki burda aileye bakma görevinin erkeğe verildiğini unutmamak lazım) onu himaye altına almaktır. Ama yine de araştıracağım.


    Ahzab (33) / 50

    Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helal kıldık. Ayrıca, diğer mü'minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber'e bağışlayan, Peygamber'in de kendisini nikahlamak istediği herhangi bir mü'min kadını da (sana helal kıldık.) Mü'minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir.
    -------------------------------------------------------------------------------------------------

    Muhammed'in cinsel hayatı hakkında inen bu özel ayetin Türkçeye tercümesi esnasında anlamından sapan bir detay daha görüyoruz. ‘Allah’ın sana ganimet olarak verdikleri’ denilirken burada savaş esirlerinden bahsediliyor. Ailelerini savaşta kaybeden, müslümanların eline düşen, muhtemelen müslüman bile olmayan kadınlar ‘helal’ kılınıyor. Buradaki helal kılınmaktan kastedilenin ‘tecavüz’ olduğunu anlamak için herhalde hafız olmak gerekmiyor. Hala kızı, dayı kızı, teyze kızı gibi ensest olgulara ise hiç girmek istemiyoruz.



    Tecavüz olduğu anlamak için hafız değil başka birşey olmak lazım. Çok önyargılı yaklaşmışsın, eğer ki fikrini kabul ettirmek istiyorsan objektif olmalısın. O bahsedilen savaş esirleri bilinen anlamda 'cariye'dir. Yukarıda anlatmıştım zaten cariyenin niye öyle olduğunu. Helal kılmaksa, evlenmesine izin vermektir. Tecavüzle alakası yok olayın saptırmayalım.





    Bakara (Bakara) / 65

    Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, "Aşağılık maymunlar olun" demiştik.
    -----------------------------------------------------------------------------------------------------

    Açıkcası, bilmiyoruz, görmedik ya da duymadık... Cumartesi yasağını çiğnedi diye maymuna dönüşen kavimlerin olduğu bir dünya oldukça eksantrik olsa gerek. Tabi burada iki ihtimal var. Birincisi gerçekten Tanrı’nın 1500 yıl evvel böyle işlerle (!) uğraşıyor olduğu, kavimleri maymuna dönüştürdüğü, ancak günümüzde artık bu huyundan vazgeçtiği. İkincisi ve akla yatkın olanı ise, bu saçma hikâyelerin, tıpkı diğer benzer masallar gibi insanlar tarafından uydurulduğu ve insanların bunlara inandırılıp korkutuldukları.


    Tabii ki bilemezsin, çünkü Kur'an'ın başka bir yerinde anlatılıyor. Araf/ 163-166. Bahsedilen kavim Yahudilerdir. Deniz kenarında bulunan bir kasaba olarak söz ediliyor. Biliyorsunuz, hala Cumartesi günü Yahudiler pek iş yapmazlar. Allah da onlara emrediyor, Cumartesi günü iş yapmamalarını. Ancak, denizdeki balıklar da Cumartesi günleri kıyıya yanaşıyorlar. Bunun üzerine Yahudiler verdikleri sözleri unutup balık avlamaya gidiyorlar. Bahsedilen olay budur. Eğer ki yorumları da okuyacak olursan, Mücâhid bunu şöyle açıklıyor: "Onların [yalnız] kalpleri maymuna dönüştürüldü, yani, ruhen maymunlaştılar, bedenen değil. Bu, Allah'ın, onların durumunu tasvir etmek için irad ettiği bir meselden, bir benzetmeden başka birşey değildir; tıpkı 'sırtına kitaplar yüklenmiş merkep' [62:5] ifadesinde olduğu gibi."



    Ahzab (33) / 37-38

    Zeyd o kadından ilişiğini kesince onu sana nikâhladık ki, evlatlıkları eşleriyle ilişkilerini kestiklerinde, müminler için o kadınlarla evlenmede bir güçlük olmasın. Zaten Allah'ın emri yerine getirilmiştir. Allah'ın kendisine farz kıldığı şeyde peygambere hiçbir vebal yoktur. Daha önce gelip geçmişlerde de Allah'ın yolu-yöntemi buydu.
    ------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    Burada da Zeynep’in hüzünlü hikâyesini görüyoruz. Zeyd; Muhammed’in evlatlığıdır. Zeynep ise Zeyd’in nikâhlı karısıdır ve Muhammed’den 20 yaş küçüktür. O dönemin geleneklerinde (şu anda olduğu gibi) evlatlık ile gerçek evlat arasında bir ayrım yoktu. Dolayısıyla evlatlığın karısı ile evlenmek de hoş görülmüyordu. Ne var ki, tam da Muhammed Zeynep’e göz koyduğu sırada, İslamiyet’in 15. yılında bu töre aniden değişti. Hatta sadece törenin değiştiğini göstermek için (!) Zeynep Muhammed’e nikâhlandı. Yoksa Muhammed’in hiçbir art niyeti yoktu. Hem zaten Allah’ın farz kıldığı şeyde peygambere vebal yoktur. (!)


    Muhammed'in göz koyması Araplarda o bir gelenekti, evlatlığın hanımıyla evlenmemek. İslam tamamen kendi kanunlarını getirdiği için, ve bu tabuyu da yıkmak için Peygambere böyle bir emir geliyor. Ahzab 38 : "[O halde,] Allah'ın kendisi için takdir ettiği şeyi [yapmasından dolayı] Peygamber'e hiçbir suç isnad edilemez. [Gerçekte, bu] sizden önce gelip geçenler için de Allah'ın bir uygulamasıydı; ve [şunu unutma ki] Allah'ın iradesi mutlaka tecelli eder."

    Ve Ahzab 37'nin bir kısmını yazıyorum: "Sonra Zeyd o kadınla beraberliğini sona erdirdiğinde onu seninle evlendirdik ki [gelecekte] evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlar[la evlendikleri için] için müminler suçlanmasın."

    Not: Çeviriler, Muhammed Esed'in kitabından alınmıştır. Ve [ ] içindeki ifadeler Kur'an metninde geçmez.


    Bakara (2) / 282

    Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah'tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun.
    -------------------------------------------------------------------------------------------

    Açıklamaya gerek görmüyoruz.



    Erkek - kadın ilişkisine işaret ediyorsun sanırım. Bu farklılık, genel olarak kadınların ticarete daha az aşina olmaları ve hata yapma olasılıklarının daha fazla olması sebebiyledir. Ve eğer ki önyargısız düşünüp, sağdan soldan alıntı yapmayıp biraz kafa yorarsanız siz de mantıklı açıklamalar bulabilirsiniz.


    Nisa (4) / 11

    Allah size, çocuklarınız (ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. (Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa anasının hissesi altıda birdir.
    ---------------------------------------------------------------------------------------------------------

    Şahitlik konusundaki ayrımcılığın miras konusunda da karşımıza çıkmasına ek olarak, burada tarif edilen bölüşüm matematiksel olarak da imkânsızdır. Bunu düzeltmek için sonradan hesaplamalar uydurulmuştur.



    Erkeğin evin reisi olduğunu ve aileye bakmakla yükümlü olduğunu hatırlatarak tekrar düşünmenizi tavsiye ederim. Ayrıca bunlar fıkıh( ya da ne kadar yanlış da olsa sizin anlayacağınız manada İslam hukuku) kitaplarında geniş yer bulur. Ve eğer ki neyin ne olduğunu anlamak isterseniz, Seyyid Kutub'un İslam'da Sosyal Adalet isimli kitabını öneririm.

    Tevbe (9) / 28-29

    Ey iman edenler! Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

    Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam'ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.
    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    Şimdi bu ardışık iki ayet, önemli iki noktaya güzel biçimde parmak basıyor. Birincisi diğer dinlere saygı konusu. Sanıyoruz ilk cümle yeterince açıklayıcı. Aynı cümleyi tersinden söylersek acaba Müslümanların hoşuna gider mi? ‘Allah'a inananlar ancak bir pislikten ibarettir’ dense mesela.

    İkinci konu ise ‘İslam’ı din edinmeyenlerle cizye (haraç/vergi) verinceye kadar savaşın’ emri. Açık bir şiddet çağrısı, üstelik kendini savunma amacıyla da değil, sadece cizye için, yani sadece para için. Karşınızda barış dini İslam.




    Bugün Mekke ve Medine kapılarına giderseniz, gayrimüslimlerin içeri alınmadığını görürsünüz. Ki zaten ihtiyaçları yok, adamların yılda 10 milyon turisti var. Ve, Allah katında tek din İslam'dır. Allah katında tek üstünlük takvadadır. Takva kelimesini burda açmam çok uzun sürer. O yüzden bunu atlıyorum. Allah'ın merhameti geniştir. Eğer ki bir insan tövbe etmeden ölürse, Allah ŞİRK (Allah'a ortak koşma) dışında insanın tüm günahları affedebilir. Ancak, şirk istisnadır. Bahsedilen kişiler de zaten şirk koşmasalar Müslüman olurlardı. Ayrıca, bahsedilen kişiler zaten bizleri her türlü "ifade" ile itham ediyorlar.

    "Din'de zorlama yoktur." Kur'an'ın geneline bakılmadığının açık bir kanıtı daha.
    "Sizden bir insanı öldüren, tüm insanlığı öldürmüş gibir. Bir hayat kurtaran, tüm insanlığı kurtarmış gibidir."
    Gelelim cizyeye. Tabii bu ayet çok değişik yorumlanabilir, ki öyle yapmışsınız. Cizye denilen olay, İslam devletlerinde gayrimüslimlerden alınan vergidir. Burada amaç vergi almak değildir, onlara barışı ve adaleti getirebilmektir. Biz, bizi yaratanın bizden üstün olduğunu düşünürüz. Ve onun koyduğu kanunların insanların koyduğu kanunlardan tabii ki üstün olduğunu düşünürüz. Çünkü, insan aciz bir varlıktır. Kendini ne kadar yüceltse de, herşeyi göremez. Onun koyduğu kanunların dünyadaki en adaletli kanunlar olduğunu kabul ederiz. Onun üstünde bir kanun koyucu kabul edemeyiz ki bu, Müslüman olmanın bir gereğidir ve aksi şirke girer.

    Burada, İslam'daki savaş anlayışını anlatma ihtiyacı duydum. İslam'da tek türlü savaş olabilir: Savunma amaçlı. Sizin sözünü ettiğiniz "Fetihçi Osmanlı" modeli uygun değildir, zaten uygun olsalar saltanatla bir imparatorluğu yönetmezlerdi. Neyse, devam edelim. İslam Arabistan Yarımadası'na yayıldıktan sonra karşısına iki tane büyük imparatorluk çıkıyor. Biri İran, diğeri Bizans. Ve bu devletler Müslümanların İslamı tebliğine (kurtuluşa davetine) engel oluyorlar. Buna engel olduklarından dolayı onlarla savaşılıyor. Burada bir örnek vermek istiyorum: Hz. Ömer komutanlarından birini Afrika kıtasına yolluyor. Bak bakalım ne var diye. Sonra haber geliyor komutandan, diyor ki "Ya Ömer! Afrika kıtasını baştan başa fethettim" diyerek. Ufak kabilelerin olduğunu düşünürsek çok zor olmamalı. Neyse, Hz. Ömer bunu duyunca kızıyor. Görevinin fetih olmadığını, sadece İslamı tebliğ olduğunu belitiyor.

    Sonuç olarak önyargının, büyük resimle küçük arasındaki farkın nasıl olduğunu anlatmaya çalıştım. Umarım yardımcı olabilmişimdir.

    Önemli not: Burada yazılanlar, alıntılar dışında, şahsen benim şu ana kadar anladığım boyutudur. Tabii ki daha iyi anlatılabilir, elbette ki hata yapmışızdır, affola. Varsa bir hatam düzeltilmesinden mutluluk duyarım.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi El-Harezmi -- 6 Haziran 2009; 20:38:49 >




  • En azından birkaç kişinin faydalanabilmesi için güncelliyorum.
  • Paylaşım için teşekkürler
    Güzel konu,Fatih'imle ilgili olur da güzel olmaz mı...
  • Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz

    Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
    Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde

    Ziya Paşa
    (İnsanın aynası işidir, lâfa bakılmaz; bir kişinin aklının seviyesi, yaptığı işte görünür.)

    Tanzimat edebiyatının öncülerinden olan Ziya Paşa 19. asrın güçlü şairlerinden biridir. Geleneksel edebiyatımıza yeni açılımlar getirmiş, söyleyiş farklılığı ile hemen dikkatleri çekmiştir. Onun çok sayıda beyti bugün halk arasında âdeta bir atasözü gibi dolaşmaktadır. Ziya Paşa’nın şiirlerinde atasözleri, deyimler de yeni bir söyleyiş kazanmıştır.

    Atalarımız “Lâfla peynir gemisi yürümez.” demiş. İnsan, aklına her geleni söyleyebilir. Yapamayacağı şeyleri yapma iddiasında bulunabilir; fakat önemli olan bu değildir. Söylediklerini fiile dökebiliyorsa buna itibar edilir.

    Söz, konuşmak elbette önemlidir. İnsanın konuşması bir bakıma onun aynasıdır. Nitekim yine bilge atalarımız: “Hayvan yularından, insan sözünden tutulur.” demişler. İnsanın konuşması, kendini, karakterini, aklını, zekâsını hemen ele verir; nasıl bir insan olduğu konuşmasından anlaşılır. İnsan yalan da söyleyebilir, o zaman da onu iş başında denemek gerekir. Burada işten maksat amele değildir. Verdiği söze sâdık kalabiliyor mu, söylediklerini uygulayabiliyor mu, vaadini yerine getirebiliyor mu; yoksa sadece atıp tutuyor mu test edilmesi gereken nokta budur.

    Evet, kişinin aynası sadece söylediği sözden ibaret değildir. Fiildir önemli olan; hareket ve tavırlardır.

    Türk milleti, İslâmiyeti tanıdıktan ve kabul ettikten sonra asırlarca adaletsizliğin ve zulmün hüküm sürdüğü ülkelere adalet ve nizam götürmek için fetihler yapmıştır. Bilindiği gibi fetih, bir ülkeyi müstemleke hâline getirmek, toprak kazanmak, soykırım için yapılmamıştır hiçbir zaman. Eğer öyle olsaydı bunun adı zulüm olurdu. Hâlbuki atalarımız gittikleri yere adalet götürmüşler, huzur, refah götürmüşlerdir. Fethettikleri ülkelerin insanları teşekkür etmişlerdir. Türk askerini bir kurtarıcı olarak görmüşlerdir; çünkü kendi yöneticileri kendi halkına zulmetmiştir çoğu zaman. Fatihlerimizse, fethettiği ülkenin nizamını sağlamakla kalmamış, bu nizamın bozulmaması ve takibi için paşaları, valileri dahi uzun süre buralarda görevli kılmışlardır. Türk askeri gittiği yerde, fethettiği ülke halkının canını, malını, ırzını, kendi canı, malı, ırzı bilmiş; onların bir kötülüğe bir zulme uğramaması için gerekli tedbirleri almıştır. İnsanların dillerini, dinlerini değiştirme mücadelesine hiçbir zaman teşebbüs etmemiş; böyle bir amaç gütmemiştir.

    Maksat ve söz ile fiilin uygunluğuna dair en bariz misaller İstanbul’un ve Bosna’nın fethidir. İstanbul fethedildiği zaman Bizanslılar Fatih’i güllerle karşılıyor, Fatih Sultan Mehmed de onlara haklarını, hürriyetlerini veriyor, üstelik bu hak ve hürriyetlerin de hamisi olduğunu beyan ediyordu.

    Tarih, belgelerle sabitlenmedikçe söylenen sözler elbette havada kalır. Söylediklerimizin havada kalmaması için Fatih Sultan Mehmed’in Bosna’yı fethettikten sonra yayınladığı fermandan örnek vermek isteriz.

    Bosna’nın fethinden sonra bugün aslı Bosna’da, Foynica kentindeki Fransisken Kilisesi’nin duvarında asılı bulunan 1478 tarihli belgede (Günümüz Türkçesiyle) şöyle diyor Sultan Fatih:

    “Ben Fatih Sultan Mehmet Han, bütün dünyaya ilân ediyorum ki, kendilerine bu fermân-ı hümayunum Bosnalı ruhbanlarına ve kiliselerine ve her din ve milletten herkes himayem altındadır. Onlara kimse mani ve zararlı olmasın. İstedikleri gibi, memleketimde hür ve müreffeh yaşasın ve gezsinler ve kiliselerine yerleşsinler. Ne hazretimden, ne vezirlerimden ve reayalarımdan ve cümle memleketim halkından kimseler, bu insanlara dokunmayıp onları incitmesinler. Kendilerine ve mallarına ve canlarına ve kiliselerine ve dahi yabancı memleketlerden gelen insanlar da aynı haklara sahip olalar. Yemin ediyorum ki, yeri ve göğü yaratan Allah hakkı için ve Peygamberimiz hakkı için (Muhammed Mustafa s.a.s.) ve yedi Mushaf hakkı için ve ulu peygamberler hakkı için ve yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç hakkı için, emrime uyarak bana itaat ettikleri müddetçe bu fermana muhalefet edilmeyecektir. Şöyle biline... ”

    Bu yüzden fethedilen ülke halkları bizden hiçbir zaman bîzar olmadığı için hep şükran duygusu içinde olmuşlardır. Ve bu yüzden gayri dinden olanlar bu insanların çoğu, bu güzelliğin İslâm’dan kaynaklandığına kani oldukları için kitleler hâlinde Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Tarihte Türklerle ilgili söz ve fiil uygunluğuna daha pek çok örnek bulabiliriz.

    Ziya Paşa, konuşmaya, lâfa fazla itibar etmiyor. Yapılan iş önemlidir. İnsanın aklı, doğruluğu, dürüstlüğü, iyiliği, çalışkanlığı ancak iş ile ve iş başında, işi yaparken ölçülebilir kanaatini taşıyor. Hâsılı insanın özü ve sözü bir olmalı diyor Ziya Paşa.

    Mehmet Âkif Ersoy da Ziya Paşa’nınkine benzer bir ifade ile diyor ki:

    İhtiyar amcanı dinler misin oğlum Nevruz?

    Ne çok söyle, ne büyük söyle; yiğit işte gerek.

    Lafı bol, karnı geniş soyları taklit etme.

    Sözü sağlam, özü sağlam adam ol, ırkına çek.

    Fatihlerle, Yavuzlarla, Kanunîlerle aynı hasletleri taşıyan Türk milletinin, geçmişte olduğu gibi bugün de özü-sözü birdir. İnşallah gelecekte dahi böyle olur.

    Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi Mayıs 2009 sayısında yayınlanmıştır.


    Vedat Ali Tok




  • Güzel bilgiler ilgilenmeyenler konuya yorum yazmaz ise sevinirim, herkesin görüşüne saygı duyalım ama dikkat heskesin

    Tekrar bilgiler için teşekkürler
  • Bilgiler için teşekkürler. Elimde Fatih ile ilgili bir kitap var, yakında ona başlayacağım.
  • Bilgilerini paylaşan arkadaşlara teşekkürler provakatörlerde inş. doğru yolu bulur
  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki

Benzer içerikler

- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.