|
Bildirim
|
EN BÜYÜK TÜRK!
ULU ATATÜRK Hayatı O, insanlık tarihinin nadir yetiştirdiği büyük adamlardan biridir. Çökmüş bir imparatoluğun yıkıntıları üzerinde yepyeni bir devlet kurdu; geleceğe güvenle bakan bir millet yarattır Atatürk, 1881 yılında Selanik'te doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Ali Rıza Efendi, evkaf katipliği ile gümrük memurluklarında bulunduktan sonra, Selanik Asakir-i Milliye Taburu'nda birinci mülazım (üsteğmen) olarak görev almıştı. Daha sonra bu görevden de ayrılarak, keseste ticaretiyle uğraşmaya başladı. Atatürk'ün asıl adı Mustafa'dır. Babası Ali Rıza Efendi ileri görüşlü bir adamdı; oğlunu yeni usullere göre yetiştirmek istiyordu. Oysa annesi Zübeyde Hanım lüçük Mustafa'nın eski usullere uygun olarak mahalle mektebine başlaması dileğindeydi. Mustafa'nın eğitimi konusunda ana-baba arasındaki görüş ayrılığı, Ali Rıza Efendi'nin zaferiyle sona erdi. Selanik'te yeni açılmış bir özel okul vardı: Şemsi Efendi Mektebi. Bu okul, zamanının yeni usullerine uygun bir eğitim sistemi uyguluyordu. İşte küçük Mustafa bu okula verildi. ATATÜRK ANLATIYOR Atatürk, çocukluk anılarından söz ederken, okula girişini şöyle anlatır: "Çoçukluğuma dair ilk hatırladığı şey, mektebe gitmek meselesine aittir. Bundan dolayı anamla babam arasında şiddetli bir mücadele vardı. Annem, ilahilerle mektebe başlamamı ve mahalle mektebine gitmemi istiyordu. Gümrükte memur olan babam, o zaman yeni açılan Şemsi Efendi'nin mektebine devam etmeme ve yeni usul üzerine okumama taraftardı. Nihayet, babam işi mahirane suretle halletti. Evvela , merasim-i mütade ile mahalle mektebine başladım. Bu suretle annemin gönlü yapılmış oldu. Birkaç gün sonra da mahalle mektebinden çıktım, Şemsi Efendi'nin mektebine kaydedildim." Ancak, çok geçmeden babası öldü. Bunun üzerine, Atatürk, annesiyle birlikte, dayısının yanına yerleşmek zorunda kaldı. Okuldan da ayrılmıştı. Atatürk'ün dayısı bir köyde oturuyordu; Mustafa'yla kız kardeşine (Bayan Makbule Atadan) tarla bekçiliği yaptırmaya başladı. Mustafa'nın annesi, oğlunun okulsuz kaldığını görünce, onu Selanik'teki ninesiyle teyzesinin yanına gönderdi. Mustafa bu kez de Selanik'teki Mülkiye İdadisi'ne kaydedildi. Ancak burada geçen kötü bir olay, bu okuldan da ayrılmasına yol açtı. Başbuğ bu olayı şöyle anlatır: "Mektepte Kaymak Hafız isminde bir hoca vardı. Bir gün, sınıfımıza ders verirken, ben diğer bir çocukla kavga ettim. Çok gürültü oldu. Hoca beni yakaladı. Çok dövdü. Bütün vücudum kan içinde kaldı. Büyük validem zaten mektepte okumama aleyhtardı. Beni derhal mektepten çıkardı." O sırada Mustafa'nın annesi de Selanik'e gelmişti. Mustafa Askeri Rüştiye'ye girmek istiyordu. İçinde askerliğe karşı dayanılmaz bir istek vardı. Annesi ise onun asker olmasını istemiyordu. Mustafa, buna rağmen, gizlice okulun sınavına girdi, kazandı; böylece Selanik Askeri Rüştiyesi'ne yazıldı. MUSTAFA, "KEMAL" ADINI ALIYOR Askeri okulda Mustafa kendini öğretmenlerine çok sevdirdi. Hele matematik derslerinde büyük başarı gösteriyordu. Bazı öğretmenler onu küçük bir arkadaşları gözüyle görüyorlardı. Atatürk'ün matematik öğretmeninin adı da Mustafa'ydı. Bir gün, öğrencisi küçük Mustafa'ya:"Oğlum, senin de adın Mustafa benim de... Bu böyle olmayacak. Arada bir fark bulunmalı, bundan sonra senin adın Mustafa Kemal olsun." dedi. İşte, o zamandan sonra Atatürk'ün ilk adları Mustafa Kemal oldu. Mustafa Kemal, Selanik Askeri Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra, 1895'te Askeri İdadi'ye yazıldı; başarılarını burada da sürdürdü. Okulu iyi dereceyle bitirdi. 13 Mart 1899'da İstanbul'a gelerek, Mekteb-i Harbiye'ye (Harp Okulu'na) girdi Başbuğ Atatürk, birinci sınıftaki hayatından şöyle söz eder: "Birinci sınıfta saf gençlik hayallerine tutuldum. Dersleri ihmal ettim. Senenin nasıl geçtiğinin hiç farkında olmadım. Ancak desler kesilince kitaplara sarıldım." Piyade sınıfında okuyan Mustafa Kemal'in kafasında yavaş yavaş siyasi düşünceler belirmeye başlıyordu. 2. Abdülhamit devrinin bu en sıkı günlerinde, Atatürk gizli gizli Namık Kemal'in eserlerini okuyordu. Okuldaki üç yıllık ğrenimini başarıyla tamamladıktan sonra, kurmay yetiştirilmek üzere seçildi; 1902 yılında Erkan-ı Harbiye (Harp Akademisi) sınıfına girdi. VATANİ DUYGULARIN GELİŞMESİ Başbuğ Atatürk, Erkan-ı Harbiye sınıfında derslere iyi çalışıyordu. Ayrıca, gerek onda, gerek birtakım arkadaşlarında uyanık, yeni görüşler doğmaya başlamıştı. Yurdun yönetiminde, siyasetinde bozukluklar, kötülükler olduğunu görüyor, ve seziyorlardı. Atatürk Harp Okulu öğrencilerine bu görüşleri aşılamak istiyordu. Okul öğrencileri arasında okunmak üzere el yazısıyla bir gazete çıkartmaya başladı. Ne var ki, bu durum okul idaresinin gözünden kaçmamıştı. Bir gün, Atatürk boş sınıflardan birinde gazetenin yazılarıyla uğraşıyordu ki, okul komutanı Rıza Paşa sınıfı basarak onları yakaladı. Ancak, gençlerin heyecanını anladığı için, onları cezalandırmayı gereksiz buldu. İşte, Atatürk, daha Harp Okulu'ndayken bile memleketin durumuyla böyle yakından ilgileniyor, bir yandan da askerlik bilgilerini arttırmaya çalışıyordu. En sonunda 11 Ocak 1905'te kurmaylık hakkını kazanarak, okuldan mezun oldu. Atatürk'le arkadaşları, İstanbul'da kaldıkları sürece birlikte çalışabilmek için bir apartman kiraladılar. burada toplanıyor, yurt sorunları üzerinde görüşüyorlardı. Çok geçmeden bu davranışları, hafiyeler aracılığıyla Abdülhamit'e ulaştırıldı. Atatürk Yıldız'da sorguya çekildiyse de bir suçu tespit edilemedi. Yalnız, uyanık görüşleri bakımından tehlikeli görülerek İstanbul'dan uzaklaştırılmasına karar verildi. Böylece, stajını yapmak üzere merkezi Şam'da bulunan Beşinci Ordu'ya gönderildi. Otuzuncu Süvari Alayı'na atanmıştı. Bulunduğu bölgenin sınırları dışına da çıkması yasaktı. Kıta hayatı Atatürk'e birçok olanaklar sağladı; yurdu görmek, halkı yakından tanımak, özgürlük fikirlerini aşılamak fırsatını buldu. 1906 ekiminde arkadaşlarıyla birlikte Şam'da "Vatan ve Hürriyet" adında bir dernek kurdu. Staj bahanesiyle gezip gördüğü yerlerde, fikirlerini ordu subaylarına da aşılıyordu. Bu arada, askerlik alanındaki büyük yeteneğini de göstermiş, Dürzi Ayaklanması'nın bastırılmasına katılmıştı. Vatan, özgürlük fikirlerinin Selanik'te daha kolaylıkla yayılabileceğini bildiği için, gizlice oraya giderek derneğin bir şubesini kurdu. Atatürk'ün Suriye'den kaçtığını haber alan İstanbul Hükümeti, yakalanması için Selanik'e haber göndermiş, Yafa'daki komutanına da onun nerede olduğunu sormuştu. Atatürk'ün kurduğu derneğin üyesi olan komutan onun bir sınır meselesi için görevli olarak gönderildiğini bildirdi. Bu sırada, arandığını öğrenen Atatürk de Yafa'ya gelmişti. Bir süre sonra Topçu Stajı'nı yapmak üzere Şam'a gitti; 10 Haziran 1907'de de kolağası (yüzbaşı) olarak ordu kurmay heyetine geçti. 1907 Eylülünde Makedonya'daki Üçüncü Ordu'ya atanan Atatürk, Manastır'daki ordu karargahında görevlendirildi. Ancak, Selanik'te kurulan bir numune alayını teftiş ederken, bilgisiyle, yeni fikirleriyle dikkatleri çekti; Selanik'te alıondu. Kendisine ayrıca, Selanik-Üsküp Demiryolu müfettişliği de verildi. HAREKET ORDUSU 23 Temmuz 1908'de Meşrutiyet ilan edildi. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, merkezi Selanik'te bulunan İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katılmıştı. Atatürk, 1. Abdülhamit'in istibdadına son vermek için gizli gizli çalışan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nde etkin bir rol oynamaya başlamıştı. Özellikle demiryolu müfettişliği görevi, ona örgüt içinde daha geniş olanaklar sağlıyordu. Ne var ki, bir takım arkadaşlarıyla arasında görüş ayrılığı çıkınca, bir süre için siyasetten çekildi ve kendisini askerliğe adadı. Bu arada, bir Alman generalinin yazdığı "Takımın Muhabere Talimi" adındaki eserini de Türkçe'ye çevirerek bastırdı. O sıralarda İstanbul'da 31 Mart (13 Nisan 1909) olayı patlak verdi. Bu ayaklanmayı bastırabilmek için, Rumeli'de büyük bir ordu kurulması gerekiyordu. Mustafa Kemal ordunun kurulmasında etkin bir rol oynadığı gibi, orduya verilen "Hareket Ordusu" adı da onun buluşudur. Bir süre sonra, Hareket Ordusu'nda kurmay başkanı olarak İstanbul önlerine geldi. Ordu Komutanlığı'nca İstanbul halkına dağıtılan bildiriyi de o kaleme aldı. Atatürk, ayaklanmanın bastırılmasından sonra, gene Selanik'e döndü. Ne var ki, İttihat ve Terakki Partisi ileri gelenleriyle arasında bir takım görüş ayrılıkları çıkmış bulunuyordu. Bu yüzden siyasi hayatına bir kez daha son verdi. Atatürk, o devreye ait anılarından söz ederken şöyle der: "Henüz kolağası rütbesinde olduğum halde ordunun talim ve terbiyesiyle uğraşıyordum. Bu itibarla, şifahi ve tahriri birçok tenkit yapmak mecburiyeti hasıl oluyor, bu tenkitler bilhassa eski komutanları rencide ediyordu. Bunun, benim ameli olmaktan ziyade nazeriyatçı olduğumdan ileri geldiğine zahip olarak, beni, mücazat kabilinden 38. Piyade Alayı'na komutan yaptılar." Ancak, Atatürk'ün Selanik'teki çalışmalarında büyük başarılar göstermesi üzerine, bu çalışmalardan kuşkulananlar Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa'nın marifetiyle onu İstanbul'a aldırdılar. Atatürk 13 Eylül 1911'de İstanbul'da Genelkurmay Başkanlığı'nda görevine başladı. Daha önce, Mahmut Şevket Paşa'nın kurmay başkanı sıfatıyla Arnavutluk harekatında, Fransa'nın Picardie manevralarında Osmanlı Hükümeti'nin askeri ateşesi Fethi (Okyar) ile birlikte bulundu. |
bunları her insanın(sadece türkler değil) bilmesi gerekir bence. bilmeyenler için güzel konu ellerine sağlık.
|
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi akın48 -- 15 Ağustos 2008; 12:22:45 > |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi akın48 -- 15 Ağustos 2008; 12:55:24 > |
|
|
|
|
|
|
|