Şimdi Ara

Türklükten istifa eden Şeyhülİslam: Mustafa Sabri Efendi

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
31
Cevap
0
Favori
2.169
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Mustafa Sabri Efendi (d. 1869 Tokat, ö. 1954 Mısır), Şeyhülislam, Osmanlı Mebusan Meclisi Mebusu.

    Kayseri Medresesinde din eğitimi aldı. 1890 yılında 22 yaşında Fatih Camiinde din dersleri vermeye başladı. Beşiktaş Asariye camii imamlığını yaptı. 1900 ve 1904 yılları arasında Sultan II Abdülhamit tarafından taltif edildi ve onun kitaplık memurluğunu yaptı. 1908 yılında Memleketi Tokat'tan Osmanlı Mebusan Meclisine Milletvekili seçildi.


    Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Gerçekleştirilemeyen Bab-ı Ali baskını planı

    Siyasî hayatında ilk önceleri İttihat ve Terakki Partisini desteklemekteydi. Sonra Ahali Partisine(1910) girdi. Daha sonra ise İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne muhalif Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın kuruluşunda yer aldı(1911). Prof. Dr. Ali Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası isimli kitabında İttihat ve Terakki Bab-ı Ali baskını yapmasalardı Hürriyet ve İtilaf Fırkasının bir ihtilal komitesi halini almış olduğunu ve içlerinde Gümülcineli İsmail, Basri Bey ve Mustafa Sabri Efendi bulunan bir hizbin tesiri altında ve planlamasıyla Sadrâzam Kâmil Paşa hükümetini devirmek için darbe yapmaya hazırlandıklarını yazmıştır.[1] O dönemde hükümetteki İttihat ve Terakki Partisi aleyhine muhalif Beyan-ül Hak dergisinde başyazarlık yaptı. Hürriyet ve İtilaf Fırkasında oluşan komita hükümeti 25 Ocak 1913 tarihinde devirmeye karar vermişken İttihat ve Terakki bunu 2 gün önce 23 Ocak 1913'de kanlı bir biçimde gerçekleştirmişti. Bab-ı Ali baskını neticesinde birçok Hürriyet ve İtilaf Fırkası yöneticisi gibi Mustafa Sabri Efendi de yurt dışına Romanya'ya kaçtı. Sonra Romanya'dan Yunanistan'a geçti. Diğer bazı parti yöneticileri ise yeni hükümetçe sürgün edildi.

    İttihat ve Terakki'ye Karşı devrim girişimi, Sadrazam Mahmut Şevket Paşa suikastı

    Bu dönemde Almanlar İttihat ve Terakki ile iyi ilişkiler kurmak isterken İngilizler, İngiliz hayranı olduğu bilinen Damat Ferit ve Hürriyet ve İtilaf Fırkasını desteklemekteydiler. Mustafa Sabri Efendi de İngiliz Himayesinden başka kurtuluş yolu olmadığını düşünenlerdendi. [2] Bab-ı Ali baskını sonrasında Padişah hükümeti kurma görevini İttihat ve terakki'nin gösterdiği Mahmut Şevket Paşa'ya verdi. Bu sırada bir bombalı saldırıda Mahmut Şevket Paşa öldürüldü. Prof. Dr. Ali Birinci, Mustafa Sabri Efendi'nin bu cinayetin arkasında olduğunu iddia etmektedir. İddiaya göre cinayetin olduğu gün Yunanistan'dan İstanbul'a gelmiş, suikastçılarla görüşmüş ardından olayın basit bir suikast olarak kalması ve istenen sonucu alamaması nedeniyle hemen Pire'ye geri dönmüştür. [3]

    Kurduğu ve üyeliğine geçtiği cemiyetler, Şeyhülislam olması

    I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu yenilince, 1918 yılında İttihat ve Terakki hükümeti bırakmak zorunda kaldı. Yeni hükümeti kurma görevi Hürriyet ve İtilaf partisi'ne; Damat Ferit Paşa'ya verildi.

    Teal-i İslam Cemiyeti (Cemiyet-i Müderrisîn)

    Partisi tekrar hükümete gelince kaçak olarak bulunduğu Mısır'dan İstanbul'a döndü. 15 Şubat 1919'da daha sonra Teâli-i İslâm Cemiyeti adını alacak olan Cemiyet-i Müderrisin derneğinin kuruluşunda bulundu. 4 Mart 1919'da Şeyhülislam ilan edildi.

    İngiliz Muhipleri Cemiyeti

    20 Mayıs 1919'da İngiliz himayesini ve mandacılığını savunan, başkanlığını Kamil Paşazade Şevket bey, İkinci başkanlığını Adliye Müsteşarı Sait Molla'nın yaptığı kurucuları arasında kendisi dışında, Filozof Rıza Tevfik, Gümülcineli İsmail gibi kimselerin bulunduğu İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin (İngiliz dostları derneği) kurulmasına öncülük etti. Atatürk Nutuk'da Sultan Vahdettin, Sadrazam Damat Ferit, Dahiliye Nazırı (içişleri bakanı) Ali Kemal, Âdil ve Mehmet bey'lerin ve İngiliz Rahip Frew'un da bu derneğin üyeleri arasında bulunduğunu yazmış ve derneğin iki amacının olduğunu belirtmişti. Birincisi işgal günlerinde İngiliz'lerle iyi geçinmek ve onların sempatisini kazanarak Sevr antlaşmasına dayandırılarak başlatılan yabancı işgalinden en az zararla çıkmak. Atatürk' göre bu amaç su üstünde görünen amaçtı. Derneğin asıl ve gizli olan amacı halkın yabancı işgaline ve kendisine yapılan zulüm, baskı ve haksızlıklara isyan etmesini önlemek ve millî şuuru yoketmekti:

    Yapılan işlemlerden ve gösterilen faaliyetlerden anlaşıldığına göre, derneğin başkanı Rahip Frew idi: Bu derneğin iki yönü ve iki ayrı niteliği vardı. Biri açık yönü ve usulüne uygun teşebbüslerle İngiliz himâyesini sağlama amacına yönelmiş olan niteliği idi. Öteki de gizli yönüydü. Asıl faaliyet bu gizli yöndeydi. Memleket içinde örgütlenerek isyan ve ihtilâl çıkarmak, millî şuuru felce uğratmak, yabancı müdahalesini kolaylaştırmak gibi haince teşebbüsler, derneğin bu gizli kolu tarafından idare edilmekte idi. Sait Molla 'nın derneğin açıktan yaptığı çalışmalarında olduğu gibi gizli çalışmalarında da ondan daha çok rol oynadığı görülecektir. Bu dernek hakkında söylediklerim, sırası geldikçe yapacağım açıklamalar ve gereğinde göstereceğim belgelerle daha kolay anlaşılacaktır. [4]

    Teal-i İslam Cemiyeti (Cemiyet-i Müderrisin) Beyannamesi
    Cemiyet-i Müderrisin Beyannamesi


    Kurucusu olduğu İslam Teali Cemiyeti (Cemiyet-i Müderrisîn) tarafından 25 Eylül 1919 tarihinde Kuva-i Milliye'ciler aleyhinde çok şiddetli ifadeler içeren bir bildiri yayınlandı. Bu bildiride Kuva-i Milliye'cilere kudurmuş haydutlar şeklinde hitap edilmiştir.[5] Bildirge dönemin İkdam gazetesinin 26 Eylül 1919 tarihli baskısında yer aldı. Hükûmet, Anadolu'da Yunan mezalimi'ne ve Fransız işgali'ne karşı oluşan direnişi dindirmek için bildiriyi uçaklardan atarak dağıttırdı.

    Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'e idam fetvası

    8 Kasım 1919'da Ermeni techirinde Yozgat bölgesinde ihmali bulunduğu gerekçesiyle işgalici devletlerin baskısıyla yargılanan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in[6] [7]idam kararı Sultan Vahdettin'in önüne geldiğinde Vahdettin idam kararını imzalamadı; intikam duygularıyla olayların büyüyebileceğini öne sürdü ve Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'den fetva istedi. Şeyhülislam Mustafa Sabri'nin Fetvasıyla Nisan 1919'da Kemal Bey idam edildi. Daha sonra 14 Ekim 1922 tarihinde müstevli devletlerin baskısıyla idam edilen Kemal Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Milli Şehit ilan edilmiştir.

    Kuvayı Milliye kuvvetlerine verilen ölüm fetvası

    11 Nisan 1920 tarihinde Milli Mücadele başlatmak için kongreler düzenleyen içlerinde Mustafa Kemal Paşa'nın da bulunduğu Milliyetçi ileri gelenler hakkında ölüm fetvasını kaleme aldı.[8] Bu tarihte Şeyhulislam olan Haydarizade İbrahim Efendi, Mustafa Sabri'nin kaleme aldığı fetvayı okuyunca imzalamayı reddetti ve istifasını verdi. Ağdalı bir dille yazılan fetvada özetle şunlar denmekteydi: Padişah'ın aksi emrine rağmen istilacılara karşı direnişe geçen milliyetçilerin öldürülmeleri caiz olmakla kalmayıp hatta her müslümanın dini görevidir. Bu uğurda ölenler şehit, kalanlar gazi sayılır. Haydarizade İbrahim Efendinin istifasının ardından fetva meselesinden vazgeçilmedi. Fetvayı imzalayacak birisi arandı ve Dürrizade Abdullah Beyefendi bulundu. Mustafa Sabri'nin yazdığı fetva Dürrizade tarafından verildi, Damat Feritin Onayı ve Padişah Vahdettin'in buyruğuyla duyuruldu.

    Mustafa Kemal ve Ankara Hükümeti'ne hakaretler

    Mustafa Sabri, Sadık Albayrak'ın yeniden basımını yaptığı ve sunuş bölümlerini yazdığı Hilafet ve Kemalizm[9] kitabında Milli Mücadele, Türklük ve Mustafa Kemal Paşa hakkında hakaretamiz ifadeler kullanmıştır. Mustafa Kemal Paşa'nın padişahın fermanıyla gönderildiği Anadoluda kuvvet ve nüfuz kazandıktan sonra padişahın emirlerini dinlemediğini iddia etmiş, kendi namına hareket etmeye başladığını, İstanbul'da müstevli devletlerin esareti altındaki Hilafeti kurtaracakmış gibi davranırken ve faaliyetlerini hilafet makamına hizmet şeklinde gösterirken peşinden sürüklediği kuvvetle daha sonra Hilafetin kaldırılmasına karar verdiğini söylemiştir. Bunu dile getirirken Üslûbunu iyice bozmuş ve kitabında şu ifadeyle Mustafa Kemal Paşa'ya hakaret etmiştir:

    Yani bütün hareketlerini hilafet makamına hizmet şeklinde göstermiş iken, nasıl kahpelik ve hayasızlıktır ki hilafetin en çirkin tezyifler ve tahkirler altında birden bire ilgasına cesaret etmiştir.[10]

    Sadık Albayrak'ın yeniden basımını yaptığı Hilafet ve Kemalizm kitabında Mustafa Sabri Efendi'nin Mustafa Kemal Paşa hakkındaki tenkitlerinde hakaret sınırlarını da aştığı ve düpedüz sövgü yoluna gittiğini görülür.

    Mustafa Kemal'in ve Ankara Hükümeti'nin kahpeliklerini, sahtekarlıklarını şu ufacık mukaddime'ye sığdıracak değilim. Demek isterim ki bu şekil değiştirmeler, bu zıtlıkları işleyebilmek için insan utanmamazlıkta da kahraman olmalıdır. Hele dinsizlik olmadan haksızlığın, hayasızlığın bu derecesi tasavvur olamaz.[11]

    Sadık Albayrak'ın yayına sunduğu Hilafet ve Kemalizm kitabında Mustafa Sabri Efendi, çok ilginç bir iddiada bulunmuştur. Atatürk'ün İngilizlerle işbirliği yaptığı için Musul'u İngilizlere bırakıp karşılığında kurşun atmadan İstanbul'u aldığını iddia etmiştir. Bunu yazarken hakaretamiz üslubunu sürdürmüştür:

    İki paralık Mustafa Kemal kuvvetinin baskısına boyun eğerek İngilizlerin, Fransızların, ve sair devletlerin İstanbul'dan çekilip gitmelerini ancak Kemalistlerin idam ettiği Türk aklı kabul edebilir[12]

    Kurtuluş Savaşı'nın bitişi ve yurttan kaçması

    1922 Ankara Hükümeti, İtalyan ve Fransızların kurşun atmadan Anadoluyu terk etmelerini sağlamasından ve Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusunun, Yunan ordusunu trajik bir hezimete uğratıp Anadoluyu kurtarmasından sonra Mustafa Sabri Efendi ailesini alarak İngilizlerin temin ettiği bir yük gemisiyle Mısır'a gitti. [13]

    Bir ara tekrar Yunanistan'a sığındı. Burada Oğlu İbrahim ile birlikte Yarın ve Peyamı-ı İslam gazetelerini çıkardı. İtalyan gazetelerinde yer alan bir bildirisinde Türklere Müslüman barbarlar dedi Ankara Hükümetinin Musul üzerinde hak iddia etmesinin gülünç olduğunu yazdı.[14]

    Yüzellilikler listesinde yer aldı ve vatandaşlıktan çıkarıldı. Yunanistan'dan sonra gittiği Mısır El-Ehzer üniversitesinde din dersleri verdi.

    1954 yılında Mısırda öldü.

    Fikirleri

    Şapka kanununa, Medeni kanun'un kabulüne, Harf Devrimine, Halifeliğin kaldırılmasına, Kuran'ın Türkçeye tercüme edilmesine karşı çıkmıştır.

    Türk Milliyetçiliğine karşı çıkmış, Yunanistan'da çıkardığı Yarın gazetesinde 1927 yılında yazdığı şiirde Türklüğüne tövbe ettiğini, Türklükten istifaa ettiğini söylemişti:

    Yalnız Müslüman ve insan
    Olarak kalmak üzere, Türklükten,
    Şeref ve izzetimle istifa
    Ediyorum Allah'ın huzurunda!...
    ...
    Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme
    Beni Türk milletinden ad etme

    Bir yazısında milliyet hakkında Milliyet önemli bir şey idiyse, bir Türk dili veya bir Çerkes dili yanında Arap dilinin çok daha üstün olduğunu belirterek, bunların yanında daha büyük olan Arap milliyeti ile iftihar etmenin daha akla uygun olacağını söylemiştir.

    ...Arapça'yı lisan ittihaz etmek derecesinde kendimize mal dinmek isterim. Amma bundan Türklüğümüz mutazarrır olurmuş... Biz müstefid oluruz ya!...

    Yukarıdaki sözünden de anlaşılacağı gibi milliyetin önemsiz birşey olduğunu önemli olanın sağlanacak fayda olduğunu ifade etmiştir.hayır önemli olanın müslümanlık oldğunu söylemiştir.

    Kaynakça:

    1. ^ Turgut Özakman Vahdettin M. Kemal ve Milli Mücadele (Prof. Dr. Ali Birinci'nin Hürriyet ve İtilaf Fırkası kitabına referans)
    2. ^ Turgut Özakman Vahdettin M. Kemal ve Milli Mücadele (Celal Bayar, Ben de Yazdım 8.Cilt kitabına referans)
    3. ^ Turgut Özakman Vahdettin M. Kemal ve Milli Mücadele (Prof. Dr. Ali Birinci'nin Hürriyet ve İtilaf Fırkası kitabına referans)
    4. ^ Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk
    5. ^ Prof. Dr. Tayyip Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken (4 Eylül 1919 - 23 Nisan 1920)
    6. ^ Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in idamı
    7. ^ İdam edilişinin 80. yılında Milli Şehit Kemal Bey
    8. ^ Turgut Özakman Vahdettin M. Kemal ve Milli Mücadele (Celal Bayar, Ben de Yazdım 8.Cilt'e referans)
    9. ^ Hilafet ve Kemalizm, Hazırlayan:Sadık Albayrak, Yazar:Mustafa Sabri, Temmuz 1992 2.basım
    10. ^ Hilafet ve Kemalizm, Hazırlayan:Sadık Albayrak, Yazar:Mustafa Sabri, Temmuz 1992 2.basım
    11. ^ Hilafet ve Kemalizm, Hazırlayan:Sadık Albayrak, Yazar:Mustafa Sabri, Temmuz 1992 2.basım
    12. ^ Hilafet ve Kemalizm, Hazırlayan:Sadık Albayrak, Yazar:Mustafa Sabri, Temmuz 1992 2.basım
    13. ^ Turgut Özakman Vahdettin M. Kemal ve Milli Mücadele kitabı (Rıza Tevfik, Biraz da ben konuşayım kitabına referans)
    14. ^ Turgut Özakman Vahdettin M. Kemal ve Milli Mücadele kitabı (Prof. Dr. Ergün Aybars, İstaiklal Mahkemeleri, 2.Cilde referans)

    tr.wikipedia.org
    Mustafa Sabri Efendi - Vikipedi
    http://tr.wikipedia.org/wiki/Mustafa_Sabri_Efendi







  • TEÂLİ-İ İSLÂM CEMİYETİNİN BİRİNCİ BEYANNAMESİ
    (25 Aylül 1919)

    ANADOLU’nun muhterem ve masum ahâlisi!

    TEÂLÎ-İ İSLÂM

    Cemiyetinin işbu beyannamesini nazar-ı dikkat ve ehemmiyetle okuyunuz!


    Ey Anadolu’nun masum ve mazlum ahâlisi!

    Bir zamanlar ne kadar şen ve bahtiyar idiniz. Hemen hepiniz çoluğunuz ve çocuğunuzun yanında, tarlalarınızın, bağlarınızın başı ucunda, çiftinizle, çubuğunuzla uğraşıp vaktinizi hoş geçirmeye çalışır idiniz. Bir müddetten beri size ne oldu? Niçin öyle boynunuz bükük tıpkı bir yetim gibi mahzun duruyorsunuz? Hakkınız var. Çünkü kiminiz yerinizden yurdunuzdan mal ü menalinizden, kiminiz, çoluğunuzdan çocuğunuzdan oldunuz. Vaktiyle gürül gürül tüten ocaklarınız şimdi söndü ve her akşam tarladan gelirken keyifli keyifli türkü söyleyen babalarınız ve yavrularınız şimdi öldü. Acaba şu halin neden ileri geldiğini biliyor musunuz; şüphesiz ki bazılarınız bilir fakat içinizde bilmeyenler de bulunur. Bunun için cümlemizin yani aziz milletimizin ve mukaddes vatanımızın bir vakitten beri başına gelen belâların ve tâunden beter olan âfetlerin esbabını size biraz anlatalım:

    Oniki sene evvel “İttihâd ve Terakki” namıyle memleketimizde bir bid’at çıktı. Selanik dönmeleriyle aslı nesli, mezhep ve meşrebi belirsiz ecnâsı muhtelife türedilerden mürekkep olan bu cemiyet; istibdadı kaldıracağız, meşrutiyet ve hürriyet getireceğiz, hükümet ahâlîye zulmetmeyecek, halk rahat edecek, devletlerin yanında kadrimiz, itibârımız yükselecek diye bizi aldattılar. O zamanki padişahımız Sultan Hamid’i de aldattılar. Padişah ile millet baba evlât gibi birbirine ısınacak, yakacak dediler. Arası çok geçmedi, iptida padişahı aldattıkları meydana çıktı. Bir “Otuzbir Mart” desisesiyle Sultan Hamid’i bîgayrihak tahtından indirdiler ve sarayını Bulgar eşkiyasıyla birlikte yağma ettiler. Hatta bu eşkiya ile beraber harem-i hümâyûna kadar girerek oradaki muhadderât-ı muhteremenin üstünü başını aradılar, ziynetlerini soydular. Otuz bu kadar sene makam-ı hilâfet ve saltanatta bulunmuş bir padişah-ı zîşânın kendine ve ailesine karşı reva gördükleri o hakaret bu denilenin nasıl cibiliyetsiz ve hayasız bir eşkiya çetesi olduklarını göstermişti; padişaha yaptıkları muameleden milletin başına neler getireceklerini anlamak güç bir şey değildi. Fakat biz o zaman anlayamadık, Cenâb-ı Hak basiretimizi bağlamıştı. Yine “Otuzbir Mart” hadisesini bahane ederek Selânitk’ten İstanbul’a gelen düzme Haraket Ordusu yani İttihâd çetesi Pây-i taht’taki asker neferlerini zavallı vatan kuzularını din hadimleri olan talebe-i ulûmu, ulemayı sokak ortalarında süngülemişler ve birçok mazlumları darağacına asmışlar ve Fatih camii şerifine kurşun yağdırmışlardır. O vakalardan da bu heriflerin maksat ve mahiyetlerini anlamak lâzım gelirdi. Fakat yine anlayamadık. O günden sonra bu eşkiya Devlet-i Osmaniye’nin idaresini ellerine aldılar. Ellerine geçirdikleri devlet ve saltanat-ı Osmaniye’nin hududu Bağdat, Basra, Hicaz, Şam, Halep, Diyarbekir, Musul, Yemen, Erzurum, İzmir, Bosna, Arnavutluk, Edirne, Trablusgarp, Rumeli gibi büyük vilâyetleri ve ülkeleri cami idi. Sonra gaflet ve cehaletleri yüzünden iptida Trablusgarp gibi milyonlarca İslâm memleketini elden çıkardılar. Biraz sonra Arnavutluk’taki din kardeşlerimize de fena muamele ederek Rumeli’nin kalesi mesabesinde olan o yerleri karıştırdılar, ateşe verdiler. Bu yüzden kendilerinin de mevkii sarsıldı. Arnavutların gayreti ile ve İstanbul’da çalışan mücahit ve muhaliflerin muâvenetiyle İttihatçılar devrildi. Gazi Muhtar Paşa ve Kâmil Paşa hey’etleri hükümete geçti. Fakat İttihatçılar el altından çalıştılar. Balkan Harbi’ni ihdas ettiler ve Kâmil Paşa hükümetini küçük düşürmek için bu muharebede Osmanlı ordusunun içine girerek Allahtan korkmadan ve vatana acımadan bin türlü yalan dolan, hile ve desiselerle İslâm askerlerinin bozulması için çalıştılar. Daha sonra apaçık eşkiya gibi Bâb-ı Âli’yi bastılar. Harbiye nazırı Nâzım Paşa’yı şâir bigünah devlet memurlarını öldürdüler. Ve tekrar hükümete geçerek eski zulüm ve şiddetlerini kat kat ziyadesiyle tekrara başladılar. Mahmut Şevket Paşa hadisesi vesilesiyle yine darağaçlarını kurdular. Damad-ı Şehriyari Salih Paşa merhum ile beraber sürü sürü insanları astılar. Vapurlar dolusu binlerce halkı Sinob’a sürdüler. Sözde hürriyet verilen ahâlinin ve efrâd-ı milletin ağızlarını kapadılar, kilitlediler. İstediklerini yaptılar ve bir kelime itiraz edeni boğdular, susturdular. Yapılan mebûsân intihâblarında sopayla silâhla halkı tehdit ederek ve bazı yerlerde adam öldürerek milletin reyini cebren istediklerine verdirdiler, bu suretle intihâb olunan mebuslar da milletin hukukunu müdâfaa edecek yerde, İttihatçıların dalkavukluğunu yaptılar, hak ve hakikati ketmettiler, millete söylemediler. Eğer millet, bu gibi intihâb esnalarında biraz daha gayrete gelerek İttihatçılara karşı mücahede eden muhaliflerle elele verip de bu zorbaları vaktiyle başından defetmiş olsaydı bugünkü felâketlere maruz olmayacaktı. Mateessüf öyle zamanlarda yalnız muhalifler çalıştı. İttihatçıların cebir ve çevrine göğüs gerdi, fakat milletten hakkıyla yardım göremeyen o bir avuç erbâb-ı hamiyyet ve muhalefet ordusunun bir kısım zâbitânına istinâd eden İttihatçılarla başa çıkamadı; kahroldu, perişan oldu ve zavallılar vaktiyle İttihatçıların ne kadar muzır ve muhlik bir mahlûk olduğunu anlamak üzere her türlü belâlara maruz olurken beri tarafta milletin ekseriyeti seyirci gibi duruyor ve güya; bize dokunmayan yılan bin sene yaşasın der gibi aldırmıyordu. Harb-i Umûmî ihdas olunup da harb ve açlık sebebiyle her evden bir ölü çıkmağa başladığı gün millet ve memleket vaktiyle İttihatçılarla çarpışan mücahitlere yardım etmemesini cezasını re-yelayn müşahade etti, fakat iş işten geçmişti.

    Filhakika İttihat ve Terakki’nin kıpkızıl cahil ve kanlı elleriyle, bütün dünya için bir tehlike olan o Harb-i Umûmiyye istemeye istemeye sürüklendiğimiz zaman, millet ve memleketimiz için kıyamet kopmuştu. Bu muharebeye karışmayıp uzakta durmak eşlem ve elzem iken Almanların teşviki ve Enver ve Talât gibi çılgınların delâtiyle kendimizi öyle bir tehlike-i uzmâya ilka ettik; bütün dünya ve bütün âlem-i İslâm bizi ayıpladı, artık bizim işimiz daha o gün bitmişti. Koskoca saltanat-ı Osmaniye beş on serserinin keyif ve arzusuna feda edilmişti. Artık hudutta ve muhtelif cephelerde milyonlarca evlâd-ı vatan su yerine kırılıyordu. Halbuki bu kadar fedakârlığa rağmen İngiliz ve Fransız gibi muazzam ve muntazam devletlere karşı bu muharebede katiyen bizim için kazanmak ihtimâli yoktu. Bir taraftan da meydan-ı harblerdeki zayiatımız kadar ve belki daha fazla olarak ahâli açlıktan ve sefaletten zayiat veriyordu. Efrâd-ı millet bu hal-i felâket ve sefalette kıvranırken, biçare Anadolu yavruları anababa kuzuları kızgın çöllerde ve karlı dağlarda mihnet ve meşakkat altında aç ve susuz can verirken İttihatçılar İstanbul’da ve tehlikeden uzak yerlerde zevk-ü sefa ile vakit geçiriyor, istediği gibi yiyor, içiyor, yüz milyonlarca lira borca soktuğu hazine-i milletten, beytümâl-i müs-limanden, nafaka-i masuminden para çalıyor, zengin olmaya çalışıyor ve milletin hali pür-melâliyle adeta istihza ediyordu.

    Çünkü bu herifler, bu hinoğluhinler memleketin başına kendi elleriyle getirdikleri her belâda, her muharebede âlemi ölüme teşvik etmek, halkı kırdırarak kendi canlarını beslemek ve evvelkinden daha zinde ve kuvvetli bir mevcudiyetle muharebenin sonuna çıkmak usulünü pek iyi biliyorlardı. Muharebe olur, harbi kendisi çıkarmayan her sınıf halk zayiata uğrar, cidden azalır; fakat İttihatçılar sanki eskisinden fazla çoğalır. Bu hal gözbağcı ittihatçılara mahsus bir sinirdir. Harb-i Umûmi’den evveli İttihatçılarla sonrakiler arasında bir mukayese yaparsanız bu dakika vakıf olursunuz. Bu sır ve sihrin miftâhını da, arzettiğimiz veçhile başkalarını harbe ve ölüme sevkederek kendileri geride yaygara ile vakit geçirmek ve tehlikeden kendilerine iltica ederek kul köle yazılanların adediyle kendi mevcutlarının adedini artırmak usulünü maharetle idare etmelerinde aramalıdır. Nitekim bu defa da Anadolu’da Mustafa Kemal ve Kuvâ-yı Milliyye maskaraları Yunan askerlerinin önünden nâmerdâne bir surette kaçarken, zavallı saf ve gafil ahâlî ve askerden cem’ ettikleri kuvvetleri düşmanla harbe tutuşturarak ve “siz mevkiinizde sebat edin, biz şu taraftan onların arkasını çevireceğiz” tarzında yalanlar ve hilelerle savuşup kaçarak zavallı neferlerimizi ve ahâlimizi boşuboşuna kırdırmak usulünü takip ediyorlar. Biçare millet! bu yankesicilerin hilelerini, desiselerini hâlâ tamamen anlayamamıştır. Yazık, bin kere yazık ki gerek harp içinde ve gerek mütârekeden sonra memleket bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evlâdını telef ediyor da Talât, Enver, Cemal, Mustafa Kemal vesaire gibi beş on şakînin vücudunu ortadan kaldırmak için icap eden küçük fedakârlığı göze al-dıramayarak memleketi ve kendilerini ebedi tehlikeden kurtarmak ve selâmete çıkarmak tarikini idrâk edemedi ve hâlâ da edemiyor! Millet Meşrutiyeti kabul ettiği zaman bunun ahkâmını ve Kânun-ı Esâsi’sini kendi muhafaza edecek ve hukukunu zorbalara ve yalancılara, dolandırıcılara kaptırmamak üzere kendisi olanca kuvvetiyle ve bütün azim ve dikkatiyle çalışacaktı: uyumayacak ve yaldızlı sözlere aldanmayacak, mazarrat ve menfaatini bihakkın takdir edecekti.

    Halbuki millet hâlâ aldanıyor, aldatılıyor, lüzumsuz yere girdiği ve mağlubiyetle çıktığı bir muharebenin ferdasında da aklını başına toplayamıyor! Kendisini hâla aldatmağa çalışan heriflere niçin diyemiyor ki: “Ey hainler, Ey Allahtan korkmayan ve peygamberden haya etmeyen mahlûklar, muharebe ettiniz, başımızı bin türlü belâlara soktunuz, mağlup oldunuz, bizi de o yolda mahv ve perişan ettiniz, devletlere karşı mağlûp olduk” dediniz mütâreke imzaladınız, silâhlarımızı, boğazlarımızı, Pây-i tahtımızı teslim ettiniz. Şimdi neye tekrar gücünüz yetmediğini ikrar ve imza ettiğiniz devletleri yeniden kızdırarak üzerimize husumet ve gazaplarını davet etmekten ve istilâ olunmayan bakiye-i memleketimizi de istilâ ettirmekten başka bir fa-idesi olmayacak surette mecnunane hareketlere kalkışıyor ve bizi de eskisi gibi boşuboşuna kırdırıyorsunuz?!

    İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Harb-de mağlup olduktan sonra uslu oturmak ve mağlubiyetin netâyicine katlanarak telâfisini sabr ü sükûn ve akl ü tedbir dâiresinde izâle etmekten başka çare var mıdır? Yunanlılarla harbe tutuşuyor, sonra da bir taraftan kaçıyor ve bir taraftan şöyle mukavemet ettik, böyle zayiat verdik gibi yalanlarla halkı iğfale çalışıyorsunuz! Düşünmüyorsunuz ki Yunanlılara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz: hudânegerde sizin yalanlarınızı şahit tutarak işgal ettiği memleketimizde; “bu kadar kan döktüm ve şöyle fedakârlık ettim, böyle emek çektim” diyerek hakk-ı feth davasına kalkar! Hem sizler ey yalancı ve deni şakîler! Kendi milletimize karşı ecnebi milletlerden hiçbirinin yapmadığı şekavet ve şenaatleri irtikâp edip dururken milleti, eşrafı memleketi, ulemâyı asıp keserek mallarını yağma ederken kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuvâ-yı Milliye namını veriyorsunuz? Milleti öldürerek, mahvederek hukuk-ı milleti müdâfaa edeceksiniz öyle mi? Utanmaz hâinler, artık yetişir, yakamızı bırakın: Cenâb-ı Hakk’ın gazap ve laneti sizin üzerine olsun!”

    Şimdi sulh imzalandı Kuvâ-yı Milliyye belâsının tevlit ettiği mecburiyetle galip devletlere karşı yeniden taahhüt altına girdik. Devletler şimdi bize: “Eğer Anadolu’da Kuvâ-yı Milliyye isyanını devam ettirir ve bastıramazsanız İstanbul’u da elinizden alacağız” diyorlar. Kuvâ-yı Milliyye eşkiyası ise İstanbul’u da elimizden çıkarmak ve memlekete son hizmet şeklinde son ihanetlerini de yapmak için çalışıyorlar.

    Ey Anadolu’nun mazlum ve muhterem ahâlisi!

    İyi biliniz ve emin olunuz ki bu hal böyle devam edemez ve memleketin her sancağına ve her bucağına sarmış olan bu ateş-i vahşet ve şekavet böyle sürüp gidemez! vaktimiz pek daraldı; ve bu âsilerin, ba-ğilerin, şekavetlerinden, cinayetlerinden halk bunaldı kaldı. Eğer bu ateşi kendi kendimize söndüremeyecek ve Anadolu’da asayişi temin ile biçare vatandaşlarımıza refah ve huzur vermeyecek olur isek galip devletler tarafından bildirildiği veçhile Pây-i tahtımızdan, sevgili İstanbul’umuzdan mahrum edileceğimiz gibi Anadolu’nun da ecnebiler tarafından istilâ olunacağı şüphesizdir. Binâenaleyh bu bağileri, bu âsileri mümkün olduğu kadar az zaman zarfında tedip ve tenkil etmek cümlemiz için bir farizedir. Bâlâda münderiç resmî ve kat’î vesikalardan anlayacağınız veçhile İstanbul ahâlisi ve hükümet-i mekeziyye nasıl vahim ve elim dakikalar yaşamakta olduğumuzu nazar-ı dikkate alarak kemâl-i azm-ü ciddiyetle lâzım gelen tedâbire tevessül etmiş olduğunu size bildiririz; ve haber aldığımıza göre halife-i zîşânımız ve sevgili hakanımız efendimiz hazretlerinin de âsileri tedip etmek ve sizin rahatınızı ve saadetinizi temin eylemek için cem’ edilecek kuvvetin başında olarak bizzat oralara geleceklerini sizlere tebşir ederiz. Hazır olunuz! ve hâinlerden, bu canilerden vatanı kurtarmak için size düşen vazifeyi ifâda kusur etmeyiniz.

    Ey kahraman askerler!

    Harb senelerinde sizi cephe cephe sürükleyen ve aç susuz süründüren ve din kardeşlerinizin, hemşehrilerinizin beyhude yere ölmelerine sebebiyet veren birkaç kişi arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zâlimler de var idi! İşte bu hâinlerin harb cephesi haricinde kalmış olan efrâd-ı alinize kanlı elleriyle ne kadar fecâyii irtikâb etmiş olduklarını harbden avdetinizi müteakib gördüğünüz! Bugün yine o şakiler, bağilerdir ki elleri birtakım yetimlerin, dul kadınların kanlarına mülamma olduğu halde kalbgâhınıza sokularak sizi mahvetmek ve evlâd u iyâlinizi yetim ve dul bırakmak ve servet ve saadetinizi külliyen çalmak için şeytanın dahi hatırına gelmeyen hiyle ve desâisi irtikâb ediyorlar. Siz bu zâlimleri cinayetlerine daha ne kadar göz yumacaksınız? Elinize aldığınız fetvâ-i şerif ki Allanın emridir, okuduğunuz hatt-ı münif ki halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır, siz Allanın emrine halifenin fermanına ittibâen bu canileri, bu katil canavarları daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. Şu alçaklar ve hempaları bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor; bunları vücudlarını külliyen dünyadan kaldırmak beşeriyet için, Müslümanlık için bir farz olmuştur.

    Memleketin başına bu kadar felâket getirmiş olan bu hâinler daha yaşatılacak mı? Siz daha ne kadar böyle gafletle bunların gayri meşru emirlerine ittiba edeceksiniz? Korkuyoruz ki sizin bu aklınız, bu gafletiniz körükörüne hâinlere itaatiniz daha pek çok mescitlerimizi ve mabetlerimizi harab eyleyecektir!

    Askerler! Bu kadar uyuduğunuz artık yeter, bu zâlimlere âlet olduğunuz artık kifayet eyler!

    Padişahımız halifemiz efendimiz hazretlerinin merhamet ve şefkat kucağı size açılmıştır. Hepiniz koşunuz, geliniz dünya ve ahiret saadetini ihraz ediniz: İşte size ihtar eyliyoruz. Allahını, peygamberini ve padişahını seven bu tarafa gelsin!




  • Acaba hangisinin altına imza atılmalı? Mustafa Sabri Bey in mi mehmet Rıfatın mı

    153 müftü tarafından imzalanan ANKARA MÜFTÜSÜ RIFAT EFENDİ’NİN Şeyhülislam Mustafa Sabri bey e KARŞI FETVASI

    Dünyanın düzeninin sebebi olan Müslümanların Halifesi (Allah onun azametini ve hilafetini kıyamet gününe kadar uzatsın) hazretlerinin hilafet makamı ve saltanat merkezi olan İstanbul, Halife’nin rızası hilafına olarak, müslümanların düşmanları olan devletler tarafından fiilen işgal edilerek İslam askerleri silahlarından soyulup bazıları haksız yere öldürülerek, Hilafet merkezinin korunmasını üstlenen, bütün istihkamlar, kaleler diğer harp vasıtalarını zapt ve resmi muameleleri yürütme ve müslüman askerleri techize memur olan Bab-ı Ali ve Harbiye Nezaretine el konularak, halifeyi, milletin hakiki faydalarını temin edecek tedbirler almasından fiilen yasaklama, sıkı yönetim ilanı, Divan-ı Harpler teşkil ederek İngiliz kanunlarına uygun olarak muhakeme ve cezalandırma suretiyle Halife’nin hükmetme hakkına müdahale ve yine Halife’nin arzusu hilafına olarak Osmanlı memleketinin bir parçası olan İzmir, Adana, Maraş, Antep ve Urfa havalisine düşmanlar tarafından tecavüz edilerek, gayrimüslim vatandaşlar ile işbirliği halinde müslümanları öldürüp, mallarını soygun ve yağma edip , namuslarına tecavüz ederek mukaddesatlarını tahkir ettikleri taktirde yukarıda açıklandığı gibi harekete maruz kalan ve esir olan gayretlerini sarfetmek bütün müslümanlara farz olur mu?

    Bu şekilde hilafetin meşru haklarını , gasbedilen gücünü geri almak ve tecavüze maruz kalan memleketleri düşmandan temizlemek için cihad edip savaşan müslümanlar dinen baği (devlete isyan etmiş) olurlar mı?
    Yukarıda yazıldığı şekilde Hilafetin gasbedilen haklarını geri almak için , düşmanlara karşı açılan savaşta vefat edenler şehit, hayatta kalanlar gazi olurlar mı?
    Bu şekilde cihat edip dini görevlerini yerine getiren müslümanlara karşı düşman tarafından müslümanlar arasında silah kullanıp adam öldüren kişiler en büyük günahı işlemiş ve fesat çıkarmış olurlar mı?
    Düşman devletlerin zorlaması ve kandırması sonucu verilen hak ve hakikat ile bağdaşmayan fetvalara müslümanların bağlanmaları ve dinen ona göre hareket etmeleri doğru olur mu?

    16 Nisan 1336 (1920)
    Mehmet Rıfat (BÖREKÇİ)
    Ankara Müftüsü




  • Mustafa Sabri Efendi zamanın büyük alimlerindendir ve Osmanlı'nın son Şeyhülislâmıdır. Yazdığı kitaplar O'nun ilmi derecesini göstermektedir. Tabii bunu anlamak da bir derece anlayış ve ilim gerektirir.

    Bense mevcut oligarşik düzenin çıkar sahiplerinin O'nu bu şekilde eleştirmesini zihniyetleri icabı normal karşılıyorum. Vahideddin M.Kemal'i Samsun'a gönderirken " Bu adam İngilizlerle anlaştı, göndermeyiniz" diyen birini sevmenizi beklemiyorum.

    Göstereceğiniz kaynakların değeri yok baylar. Sizin yazdığınız tarihin değeri yok. Değeri olsaydı kimse Ermeni soykırımından bahsedemezdi. M.Kemal'in işgal altındaki İstanbul'dan gizlice Samsun'a gittiğini iddia eden ama sonra bu iddiasından dönen tarihi yazanlar, ancak okuma ve düşünme yetilerini tarihin bir vaktinde başkalarının vekaletine bırakmış türk halkını kandırabilirler. Ama sanırım zaten sizin işiniz de bu.




  • Birileri yakında "Aslında Mustafa Kemal ATATüRK diye biri hiç varolmadı. O'nu sizler uydurdunuz!" falan diyecek.

    Neşeyle izliyorum!
  • Mustafa Sabri'nin Mısır'a kaçırtıldığını biliyordum fakat ilk defa burada ingilizler tarafından temin edilen gemiyle gitti notunu okudum, ingiliz casusu, ingiliz sevdalısı, ingliz yardımcısı vs. gibi eklemeler osmanlının değerli şahsiyetlerine aşırı derecede çok tahsis edilmiş, insanları daha hızlı ve gözü kapalı düşman etmek için kullanılmış zamanında bu taktik galiba.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: etusch
    Vahideddin M.Kemal'i Samsun'a gönderirken " Bu adam İngilizlerle anlaştı, göndermeyiniz" diyen birini sevmenizi beklemiyorum.

    .........M.Kemal'in işgal altındaki İstanbul'dan gizlice Samsun'a gittiğini iddia eden ama sonra bu iddiasından dönen tarihi yazanlar.........





    Haklısınız sn. Burak Murat. Yakındır hatta yaklaşık olarak diyenler şimdiden var. Aynı zihniyet değil mi bugün ülkemizin içişlerine müdahele eden İngiliz'i, Amerikalıyı, Avusturyalıyı, Belçikalıyı baştacı ederken ülkenin sigortası olan TSK yı yerden yere vuran?

    Tarih tekerrürdür diyen boşuna dememiş.




  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Dursun Aydın Özbek İstifa!
    2 hafta önce açıldı
    Daha Fazla Göster
  • TSK ülkenin sigortası diyerek zihniyetini açıkça ortaya koydun. O baştakilerde sizin zihniyetinizdekilere yaranmak ve güya RP'nin durumuna düşmemek için böyle davranıyorlar. M. Kemal hakkındaki düşüncelerimi buraya yazmayacağım. Ama şu da bir gerçektirki şu anda ülkede O'nun izinden giden kimse yok. Sadece O'nu putlaştırıp kafasına göre istediğini Laik ve Demokratik Türkiye Cumhuriyeti dininden aforoz etme yetkisine sahip olduğunu sanan bir zihniyet var. Avrupalı zamanında incili okuyamıyordu da kanıyordu din adamlarına. Bugün hemen herkes anayasayı okuyabilir laikliğin ne olduğunu anlayabilir ama nedense aforozcuların hala etkisi var. Sanırım seslerinin yüksek çıkmasından kaynaklanıyor. Nedense bu ülkede solcu yada asker olan herkesin dilediği gibi bağırabilme hakkı var. Haksızda olsa bağırabiliyor ve yanlışta olsa vatanperver. Eğer dindarsanız korkak ve titrek bir sesle konuşmak zorundasınız. Böyle bir zihniyet yerleştirilmiş. Bu yüzden asker yada bir zihniyetin savunucularının bağırmaktan korkmayan neferleri var. Bu ne ifade ediyor. İyi ve doğru namına gerçekten anlamlı. Eğer biz susarsak siz konuşursunuz. İçimde atalarıma karşı derin bir kırgınlık var. Nasıl kabullenebildiler. Ben kesinlikle kabul etmeyeceğim. Ve bir gün siz susacaksınız. Varolduğunuz yere siz döneceksiniz. Orda ister jön türk olun ister başka bir şey.




  • Ne bulmuş ,ne icat etmiş?
    quote:

    Orjinalden alıntı: etusch

    Mustafa Sabri Efendi zamanın büyük alimlerindendir
  • quote:

    Orjinalden alıntı: etusch
    Laik ve Demokratik Türkiye Cumhuriyeti dininden aforoz etme yetkisine sahip olduğunu sanan bir zihniyet


    Bu kadar karışık ve birbiri ile çelişkili bilgilerle donatılmış/yıkanmış bir beyne bir şeyler anlatabilmek çok zor. Türkiye Cumhuriyeti kimseyi dininden afaroz falan etmiyor. Dinin emrettiği hangi ibadeti yapamıyorsunuz da böyle hezeyanlar içinde çırpınıyorsunuz?

    quote:

    Orjinalden alıntı: etusch

    TSK ülkenin sigortası diyerek zihniyet...


    Bizim tarihimiz orduya dayanır. Her Türk askerdir. Tarihte de böyleydi bugünde böyle. Biz Ordu-Milletiz. Ayrıca kuruluşundan gelen görevleri gereği Türk Ordusu Vatanı İç ve Dış düşmanlara karşı korumaktadır. Bu görevini her daim yerine getireceğinden de kimse kuşku duymasın.

    quote:

    Orjinalden alıntı: etusch
    Bugün hemen herkes anayasayı okuyabilir laikliğin ne olduğunu anlayabilir ama nedense aforozcuların hala etkisi var.


    Anayasamızdaki Laiklik tanımını buraya yazsanızda herkes öğrense. Tipik sıkılama. Dünyada Laikliğin anlamı birdir. Dinciler yüce dinimize aslında olmayan misyonalr yükleyerek yaşamın tüm alanlarını kendielrine göre düzenlemek istiyorlar. Bu alanların sahibi demokratik devlette Laiklik kırbacıyla dincileri terbiye ediyor.

    quote:

    Orjinalden alıntı: etusch
    M. Kemal hakkındaki düşüncelerimi buraya yazmayacağım. Ama şu da bir gerçektirki şu anda ülkede O'nun izinden giden kimse yok.


    Temenninizi olgu gibi yazmışsınız. Atatürkçüler o kadar çoklar ki tüm şer güçler ittifakı üyelerinin toplamı onların % 1 leri bile etmez. Bence zaten bildiğiniz bu gerçeği hiç akıldan çıkarmasanız iyi edersiniz. Sabrında bir sonu var zira...




  • Sadece ilk alıntına değil bütün cevabına cevap; Yazdıklarımdan hiç bir şey anlamamışsın. Burada bahsettiğim islam dini değil.

    Alıntı 2; Geçmişte belki öyleydi ama artık durum farklı. Diğer yandan devletin başı ülkenin herşeyinin başıdır. Bu durumda orduya hükümet devirmek düşmez. Ama tabii siz bunu anlayamazsınız değil mi. Çünkü bir insan üniforma giydiyse bide sözde kemalistse o hatadan masumdur.

    Alıntı 3; Laikliğin anlamı heryerde birse neden bir sürü ses çıkıyor neden uygulama farkları var. Aynı laiklik neden farklı dinlere farklı muamele ediyor. Önce sen bunu açıkla.

    SEn dinimiz hakkında ne biliyorsun ki onda ne var ne yok ahkam kesiyorsun. Bilmediğin yerde susmayı bilmek gerekir. İslam dini senin M.K. ilkeleri kadar basit değildir.

    Benim hep kafamı kurcalayan bir konu bu. Madem Ordu koruyucu. Madem Atatürkçü o kadar baskın derecede çok. Neden bu gariban haldesiniz. Neden olmadık şeylere başvurmanız gerekiyor. Ve madem bu kadar çoksunuz niye korkuyorsunz iktidarı kaybetmekten. Bunların hepsi birden palavra. Maalesef sen palavrayı atanlardan değil inananlardansın...

    eloko sende çok zekisin canım...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi etusch -- 24 Haziran 2008; 12:13:51 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: eloko

    Ne bulmuş ,ne icat etmiş?
    quote:

    Orjinalden alıntı: etusch

    Mustafa Sabri Efendi zamanın büyük alimlerindendir




    Vatanı savunanları kahpe, hain ilan etmiş.
    Yüce İngiliz efendisinin kölesi olmuş.
    Kâfir Yunanistan'da Cumhuriyeti kötülemek için gazete çıkarmış.
    Türklükten istifa etmiş.

    Ve en önemlisi;
    Diğer hain liderlerle birlikte, ülkenin işgali karşısında direnen/savaşan vatanseverleri, dünyadan bihaber dindar insanlara hain olarak belletmeyi başararak onları karşı karşıya getirmiş, bunun sonucunda 33.000 insanımızın birbirini kırmasını sağlamışlardır. Böylece Yunan fırsat bulup Polatlıya kadar ilerleme fırsatı bulmuştur.

    Tıpkı bugün vatanseverleri çeteci, ergenekoncu vb gösterdikleri gibi...




  • Her zaman haksız ve taraflı yorum yapmaktan kaçınmışımdır. Atatürk 'ün yaptığı yeniliklerin , aldığı önlemlerin o dönem için ters gözükmesini gayet normal buluyorum . Aradan yıllar geçti ve M. Kemal'in ilkeleri oturdukça aldığı önlemlerin ne kadar yerinde olduğunu gördük ama o dönem için insanların hayatlarına birden giren değişikliklere tepki göstermesi , ileriyi düşünememeleri bu sebepten Atatürk' e düşman kesilmeleri doğal.

    Bizler şuan masalın bittiği kısmı yaşıyoruz o gün insanların itiraz ettiği yeniliklerin meyvelerini yiyoruz bugün , ama onlarada dönem şartlarına göre hak veriyorum . Sosyal yaşantınızı değiştirebilecek kadar " güven" yılları gerektirebilir. Bizim tanıma sürecimiz için kafi olan yıllar onlar için kafi olmayabilir.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: eloko

    Ne bulmuş ,ne icat etmiş?
    quote:

    Orjinalden alıntı: etusch

    Mustafa Sabri Efendi zamanın büyük alimlerindendir




    +1

  • quote:

    Orjinalden alıntı: lehrer35


    quote:

    Orjinalden alıntı: eloko

    Ne bulmuş ,ne icat etmiş?
    quote:

    Orjinalden alıntı: etusch

    Mustafa Sabri Efendi zamanın büyük alimlerindendir




    Vatanı savunanları kahpe, hain ilan etmiş.
    Yüce İngiliz efendisinin kölesi olmuş.
    Kâfir Yunanistan'da Cumhuriyeti kötülemek için gazete çıkarmış.
    Türklükten istifa etmiş.

    Ve en önemlisi;
    Diğer hain liderlerle birlikte, ülkenin işgali karşısında direnen/savaşan vatanseverleri, dünyadan bihaber dindar insanlara hain olarak belletmeyi başararak onları karşı karşıya getirmiş, bunun sonucunda 33.000 insanımızın birbirini kırmasını sağlamışlardır. Böylece Yunan fırsat bulup Polatlıya kadar ilerleme fırsatı bulmuştur.

    Tıpkı bugün vatanseverleri çeteci, ergenekoncu vb gösterdikleri gibi...



    Senin rengin belli oldu..Demek ergenekoncular,devletin silahını kendi çıkarları için kullananlar vatansever öylemi???Seni ve söylediğin her cümleni kınıyorum...Ayrıca yargıya intikal etmiş bir davanın suçlularını överek resmi anlamda da suç işliyorsun..Sabırlı olun fazla debelenmeyin bu milletin ergenekon ve çeteleriyle hesaplaşması yakındır....Ayrıca türkçü isen o nickini değiştir de sana yakışanı yap..Senin nickini bırak almanlar kullansın..Sana ait olmayan bir dilin bir kelimesini kendini tanımlamak için kullanıyorsun sonra millilikten bahsediyorsun suç ve suçluyu övüyorsun...Fikirlerin fasarya başka bir şey değil!!!Tarih bilgileri ise tamamen çarpıtma...

    Ayrıca ülkesini çok seven ülkesinde çalışır başka memleketlerde değil..O kadar!!!!




  • Sayın kommodor ; Kullanıcı adınız, kullanıcı resmini ve imzanızı hiç mi görmezsiniz bu söylemlerinizi yaparken ?
  • Konumuz "Mustafa Sabri Efendi" adındaki şahsiyet.
    Birisi bu kişiyi büyük alim olarak tanımlamış. Bu adam alim ise bir şey bulması,icat etmesi veya
    bir şey üstüne birşey koyması gerekir.buna bir iki satır ile cevap vermek zormu.
    "Şu konuda şu bilinmeyeni ortaya koydu,açıklama yaptı ,herkes ona teşekkür etti."
    "taş üstüne taş koydu" derler ya.
    Varmı böyle birşey.varsa söyleyin.kabul edelim.takdir edelim.
    günahı varmış ama ,bak bu konuda da faydası olmuş insanlığa diyelim.
    "atmasyon" olmasın ama.
    gerçek alimleri tanımlamak için iki satır yaptığı çalışma söylenir.
    sonra en cahil insan yaşantısına bakar,der ki bu kişi benim ve insanlığın geleceğine damgasını vurmuş.
    koltuğunun altına sıkıştır "Kur'an-ı Kerim"i, bir karış sakal,kafana tak bir bez parçası.al sana
    bir alim!!
    bu kişininde bu sınıfa sokulmaması için açıklama yapılması lazım.
    güzel konuşmak,bildiklerini çevresine anlatmak,bir iki kitap yazmak "alim" olmaya yetmez.
    bin defa "Kur'an-ı Kerim" okumakta yetmez!
    alim olanı anlatmak için uzun uzadıya kaynaklara falanda gerek yok.iki satır yeter.
    ne iki satırı, tek satır bile yeter.
    şimdi bir ilkokula veya anaokuluna gitsem,bir başlasam konuşmaya
    çocuklar beni alim zannedebilirler.bu iştede böyle bir durum olabilir mi?
    araştırmaya değer.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi eloko -- 24 Haziran 2008; 15:05:12 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: lehrer35

    Bir yazısında milliyet hakkında Milliyet önemli bir şey idiyse, bir Türk dili veya bir Çerkes dili yanında Arap dilinin çok daha üstün olduğunu belirterek, bunların yanında daha büyük olan Arap milliyeti ile iftihar etmenin daha akla uygun olacağını söylemiştir.


    Ben şöyle biliyordum:

    "Benim elimden gelse Türkleri Arap yaparım, diğer Müslümanları da. Bunların vaktiyle Araplaşmadığına da çok eseflenirim. Arap dili, ne Türk diliyle ne de Çerkez diliyle kıyas kabul etmeyecek derecede üstünlüğe sahip olduğundan, insanın, milliyetin küçüğüne sahip olup da onunla iftihar edeceğine büyüğüne sahip olarak onunla iftihar etmesi daha kárlı ve makul olur. (Yarın Dergisi, 14 Nisan 1930)"

    Günümüzde bu hain adamın düşüncelerini savunan kesim hala var.




  • Osmanlıyı yıkılmasına son kala bile açık cesaretlilikle savunan, dilini, dinini, özünü yitirmemesi için çabalayan bu zatı iki üç kelimeyle hain ilan etmek çokta zor olmasa gerek. Her ne kadar hain yaftası takılsa da, benim gözümde o zamanalar korkudan ağzını açamayan bir çok alim nüsvettesinin aksine osmanlının üzerinde dönen oyunları farketmiş ve Osmanlıyı, vatanını, dinini, dilini, özünü sonuna kadar korkusuzca savunmuş bir kahraman bu insan.

    quote:

    Bir zaman dehre şan veren Türkler

    Neydi evvel, ne oldu şimdi de bak

    Müteezzî olur, ebâ eyler

    Görmeden göz, işitmeden de kulak;

    Darbedir fikri, akla;...zikri elem!

    Deli mazurdur, delirdi desem!

    Yapamaz hem kıyıp da dîvane,

    Türk'ün endişesizce yaptığını;

    Din-i İslam'dan mühînane (alçakca haince)

    Hareketlerle küfre saptığını;

    Hele zilletle zulme taptığını,

    Akıl almaz cihanda bir kavmin...

    Tapar insan olur ki hayvana!

    O dalâlette bir samimiyet

    Hissi icra-i hükm eder; lâkin;

    Zulme kulluk eden bizim millet,

    Tapınır ölmeyip sürünmek için!

    Memleket sanki bir dev aynasıdır:

    Kocaman gösterir çocuklarını;

    Hokkabazlarla dalkavuklarını

    Arz eden bir tiyatro sahnesidir...

    Hareket, hem hayat; Oyuncuların;

    Çalkanır bin çeşit göbek ve karın...

    Ekseriyet, adetçe en a'zam

    Ekseriyet, seyirci; Lâkin hem

    Bakıyor, hem de titriyor, tir tir;

    Çünkü onlardan intihab edilir (seçilir)

    Kanlı rollerde harcanan eşhas;

    Hep ölen kurtulur, kalanlar için;

    Daha müşkildir (zor) ihtimal halâs, (Kurtuluş)

    Daha müşkildir (zor) ah can sağ iken

    Ölüden beş beter olanlar için;

    Dünyevî, uhrevî reha bulmak;

    Bu hakikat acıklıdır cidden;

    Çıkamaz Türk kolay kolay yüzü ak!...

    Suflörün (oyuncu) bazı kere bir emri,

    Atlayıp sahneden; Seyircileri

    Oynatır, sulta durdurur saf saf;

    Coşturur, koşturur matâf matâf!

    Türk'ün artık bugün işittiği ses,

    Yeni rehberlerinden aldığı ders;

    An'anat (Gelenekler) ve mukaddesat (kutsal), ahlâk,

    Din ve iman, azab-ı vicdan, hak,

    Ma'delet (adalet) merhamet, haram ve helâl,

    Belki bir devre-i hesap ve suâl,

    Akıl ve mantık, ayıp, günah, tarih,

    Irz ve namus, edeb, şeref gibi her,

    Kayıt, (Yazı) mülga!.. (kaldırılmış) ve meydan işte fasîh; (açık)

    Eski zincirler kırılsın hep;

    Kursun erkek kadınla bezm-i tarab! (İçkili ve eğlenceli meclis)

    Hele şer'î Muhammedi denilen,

    On asırdır önünde Türk eğilen

    Eski kanun ki gökten inmiş imiş

    Onu yıkmaktır en mukaddes iş;

    Kalmasın memlekette doğru, dürüst

    Hiç bir varlık olmadan alt-üst!

    Çünkü mana-i inkılâp budur!

    Türk'e çıldır, kudur! De, tek deme; Dur!

    Bir avuç eşkiyaya ait hal,

    Olamaz bil-umum (tüm) millete mal

    Diyerek i'tizar eden (özür dileyen) hâlâ,

    Ya tarafgirlik yapar, yada riya...

    Bir avuç eşkiyaya, on milyon

    Şu kadar hür adam esir olmaz!.

    Memleketin dahilinde mekruh farz

    Etseniz Türk'ü; Hâriç ez-kanun!

    Gösterir hep o dâr-ı ikraha (zorlanma tiksinme yurdu)

    Müteveccih muhacirin akını,

    Türkün aklında zahmet olduğunu!..

    İşi kalmış o kavmin Allah'a!

    Gitme ey yolcu! Dön yolundan, eğer

    İzzet-i nefse malik insansan, (Şerefli nefse sahip insansan)

    Sıyyema doğru bir müslümansan:

    Sana olmaz o memleket mehcer!..(Uzak)

    Oradan gel de ibret al benden;

    Yol yakınken nasihat al benden!

    Beni hain tanıttılarsa sana,

    Sen de hain, de! Dikkat et ama:

    Yeni Türklerce, doğru söyleyenin,

    En (modern) ism-i hassıdır; "Hain"!

    Olduğun memlekette tercîhan

    Otur... İmkânı yoksa, Türkiye'den

    Başka yer bul... Ya ölmeden akdem

    Gömül ecdadının mezarlığına!

    Gitme tev'an kaza belâ ağına!

    Yektir; Akl-ı selim mantığına,


    Dâr-ı idamdan diyar-ı adem!..

    Galiba eski isme aldandık,

    Orada din kardeşin mi var sandın?

    Yaşıyor varsa son nefeslerini;

    Hiç işittin mi dünkü nefeslerini?

    Şimdi görsen tanır mısın Türk'ü?

    Git de bir kere gör!.. O gün belki,.

    Ürkeceksin geçip de kendinden:

    Ailen, ailen değil; sen, sen!..

    Bulamam Türk'ü, ben de nalânım;

    Ararım; Nerde milletim, vatanım?

    İnanılmazdı girse rü'yaya

    Dönmeler şaştı "dönme Türkiye" ye!

    Bu fenalıkların vukuuna hep,

    Milletin cehli gösterilse sebeb;

    Ya münevver denen erazil-i nas:

    Cehlinden ziyade yüz karası;

    Vatanın en onulmayan yarası;

    Onların ilmi varsa; İlim, iflas

    Ediyor Asya-i suğrâda:

    Daha bin yıl kalırsa razıdır,

    Eski cehliyle şimdi halk, orada

    Aranan her devirde mazidir!...

    Hani; Sünnet düğünlerinde çocuk

    Kesilirken; gürültü, maskaralık

    Yaparak, bastıran adamlar olur

    Çocuğun canhıraş nalesini;

    İşte bunlar da milletin sesini

    Boğarak, zulüm içinde sûr-i sürür

    Tabl-ı nakkâresi ile ortalığı

    Doldururlar. Ve muttasıl çalgı

    Na'ra, alkış, kasîde, ta'zimât!..

    Ne hazin mahşer-i hayat ve memat;

    Halk, rahat döşeklerinde ölüm

    Bekleşirken zelîl, dört büklüm;

    Kaplamış cevvi bir alay baykuş!


    Handeden asmanı çınlatıyor!

    Ölüler aleminde; Tafra-furûş

    Bir hayasız hayat, keyf çatıyor!

    Bitme bilmez bu bahis, uzundur çok;

    Varılan bir netice var şöyle;

    Zîr ü balâsı, has ve âmmıyla,

    Türk'ü mazur görmenin yolu yok!

    Mel'anet, meskenetle anlaşmış,

    Kalıplar, sanki müncemit taşmış!

    Öyle şeyler yapıldı Türkiye'de,

    Ki tahammül getirmeyip de hemen

    Ölüler kalkmalıydı kabrinden,

    Hareket hissi yoksa ihyada!

    Şuna en çok hayıflanır, yanarım,

    Ne felâkettir ey büyük Rabbim!

    Ki, demek mümkün olmuyor: Bana ne?

    "Bakınız Türk'lerin rezaletine"

    Denilirken, içinde ben de varım!..

    Âh insanda fikr-i milliyet,

    Ne kadar cahilane bir illet!

    Hep o humma-i cehli coşturarak

    Sevk ederler avamı her tarafa;

    Gah olur, bir paçavradan bayrak

    Yapılır, taçlar kalır turfa!..

    Ne zamandır bu karha, bizde de pek

    Had bir devreye girdi işleyerek;

    Şahlanır Türk ocaklarında duman,

    Bu dumandan kurum alan ve satan

    Yosma beyler, hin oğlu hin paşalar,

    O ocaklarda çöp-çatan maşalar;

    Bir düzendir ki deme keyfine sen;

    İyi dursun bu destgahî düzen!

    Ayıran fikridir, her insanı

    Asıl insanca; yoksa cinsi değil;

    Var mı, milliyeti...

    Diğerin hak sayılma imkânı?

    Sen Arapsan, falan da Çerkezdir!

    Kendi şahsınla iftihara yüzün

    Tutmasın, sonra milletinle öğün!


    iş bu hodgâmlıkta hasta şuur,

    Medeniyette irtica ediyor!

    Eskilerden alır azca moda!..


    Hem bu hodgâmlık; Mukaddesmiş

    Sanki mantık; Hava imiş, esmiş!

    Bence; Milliyet iddiasıyla

    Yapılan her nevi hafiflikler,

    Görmemişlikten inbias eyler...

    Öyle eblehfirib ahvale,

    Fıtratım iktizası zaten ben

    Müncezip bir nazarla bakmazken

    Hele milletiyle birlikte

    Bozkurt'a kaptıran, maymun

    Gibi oynattıran, tutup bir gün

    Şark'tan Garb'a attıran, hem de;

    Türklük ve inkılâp adlı

    Mütenakız, feci kurt-masalı:

    Büsbütün oldu mucib-i nefret!

    "Kendi cinsim de olsa bin lanet

    Ona!" Dersem, değil miyim haklı?

    Bu kadar iddia-i hürriyet

    Eden asrilerin esîr aklı,

    Almıyor yoksa, alsa ben çoktan

    Atacaktım zavallı boynumdan:

    Türk'e nisbet vebal ve töhmetini!..

    Alsın Allah için hacaletini!

    Hal-ü hüzn-ı istimal böyle iken,

    Yeni bir na'me, bir acîb haber:

    Karakuşlar karar vermişler

    Beni İskata tabiiyetten!

    İşitip kahkaha ile güldüm ben!

    Ve teşekkürler ettim işte ben, fakat,

    Beni iskat edenler, etmiş halt!..

    Haydi oradan şaşkın i'zam!

    Sizi çok bildiğim için tanımam!

    Ne ki bir lahza diyetinizden; adam,

    Hak boğan, susturan sehpa ipiniz

    Çıksa; İpsiz kalırsınız hepiniz!..

    Müslüman Türk'ü, öldürüp, ne kadar

    Mal-ı mevrûsu varsa hep kapışan,

    Bir de, ıskatı arkasından koşan

    Muhtelis, muhteris haramiler!

    Ne kadar aklınız sizin kıttır,

    Asıl ıskattır ki; Sakıttır!

    Çabuk geç kaldınız! Ve beyhude;

    Zahmet etmişsiniz şu meselede.

    Sizin olsun karanlık Ankara'nız;

    Bana metbu' olur mu hiç dinsiz

    Bir hükümet, ne haddi var zaten?

    Ona tabi değildim evvelden!

    Tabiiyet telâşi zaittir!

    Ben asıl isterim ki; Türklükten

    Çıkayım, ah! Kabil olsun da;

    Sökeyim, işte derdi tâ kökten,

    Beşeriyet ilaç bulsun da!..

    Biraz evvel de söyledim; İnsan,

    Çıkamaz yoksa her bataklıktan;

    Yenilikler satar da hep geridir;

    Denemez; Hür değil misin?

    Çık, gir! Kimi hemşehrilik alır fahrî!

    Şu benim Türklüğüme; Pek cebrî!

    Evet, Allah'a itimadım çok;

    Ona hiç bir cihetce güçlük yok;

    O benim ilticâmı red etmez;

    Şu yürekten bir hami ret etmez:

    Türk eğer... her gelenle Türkiye'de

    Uyuşan;... İnönü'nde, Çankaya'da

    Kaynaşan;...üstelikle tedricen

    Güzelim inbisar-ı âileyi

    Bozarak, herkes âherinkinden

    Müşterek istifade etmeyi

    Düşünüp; zencinin firâşi için

    Hazır olmuş birer dekolte kelebek

    Kadar oynak kadınlı, erkekli

    Muhtelif âilâttan mâlî

    Muhtelif bezm-i vuslat aktederek;

    Medenî bir nev'i Kızılbaşlık

    Olması için de, mum söndürmek

    Şöyle dursun, latîf, rengarenk

    Nurlar altında; Aşikâre, açık

    Ağuş ağuşa, çift çift yapışık,

    Birbirinden hayat alıp vererek,

    Kalbten kalbe sevgi sızdırarak

    Raks eden;... ciddi olsa, geçmişine

    Küfredip, daima İlah-ı cedid

    Bârgâhında dest bir sîne

    Yaşayan her günde bir yeni îyd;...

    Dün: Hilafetçi, Müslümancı; bugün

    Bolşevik, Türkçü, diktatör, halkçı,

    Kırışık, zü'l-vücûh bir müncî

    Aşkının sekr ve cinnetiyle mecnun

    Eski sermaye-i mefahirine,

    Ölmüş insanların kemiklerine

    Tükürüp, levs atıp...

    ....

    ....Demekse, artık ben:

    Ba'dema-şahit olsun işte cihan

    Yalnız müslüman ve bir insan

    Olarak kalmak üzere, Türklükten,

    Şeref ve izzetimle istifa ettim

    Allah'ımın huzurunda!..

    Oh, hürriyetim tamam işte!..

    Ne, derûnunda gayret-i iman

    Ne, urukunda mevce-i heyecan,

    Ve ne ecdanının kanından kan

    Kalmayan hanedan-ı Saltanata;

    Ne de bir aslı nesli nama'lüm,

    Düşman-ı ırz ü din, cehûl ve zâlüm,


    Şımarık, züppe, sonradan görme,

    Kahpe, namert, kâfiru'n-ni'me,

    Üste hırsız, reis-i ubaşan, ?

    Yaman arsız, harîs-ı servet ü şan,

    Rehnûma-i seffah, seffahe,

    Mütecasir, laîm, küstâhe,

    Nisbetim var, Hükümetu'l-lah'a

    Tabiim! Milletim de, İbrahim

    Milletinden, bunanla fahr ederim! (övünürüm)

    En büyük millet, en büyük devlet!

    Eski Osmanlı Türk'ünün zaten

    ---Hani İslam dini üzere iken-

    İlm-i halinde yer bulan memat,

    Buydu... Lâkin sonuncu nesl-i denî

    O Nebiyyi Celîle nisbeti

    Zayi etmekle kalmayıp, bir de:

    Türk'e, hatta o eski Peygamber,

    Bilâkis kendi müntesiblerde

    Diye bir başka yâve söylediler;

    ---Hezeyan hududu yok, ne diyeyim?-

    İşte bizzat ruh-i İbrahim;

    Söyle tımarhane harcı deli;

    Böyle hep akıl ve nakli baltalayan,

    Çoğu makhur ve münderis, ehli;

    Azi kahir ve müfteris hayvan

    Denecek kavme intisabı nasıl

    Red ve inkar ederse, elhasıl

    Ben de aynıyla red edip Türkü,

    Attım üstümden en elîm yükü...

    Tevbe ya Rabbi tevbe Türklüğüme!...

    Beni Türk milletinden addetme!.

    ( İskeçe - 1 Temmuz 1927 (Yarın, Sayı 2, 29/7/1927 )



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-EDE16CD6E -- 24 Haziran 2008; 15:41:55 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: kommodor


    ...Demek ergenekoncular,devletin silahını kendi çıkarları için kullananlar vatansever öylemi???Seni ve söylediğin her cümleni kınıyorum...Ayrıca yargıya intikal etmiş bir davanın suçlularını överek resmi anlamda da suç işliyorsun..


    Neymiş bunların suçları? Yargıya intikal etmiş bir iddia var mı?
    Bir yıla yakındır hiç bir suç isnat edilmeden, yargı önüne çıkarılmadı Ergün Poyraz. Böyle bir garabet sadece f tipi elemanlarına özgüdür.

    Ortada ne iddianame, ne de isnat edilmiş bir suç vardır. Sadece hukuksuz bir şekilde hapiste tutulma vardır.

    Ben olaylar aynen benzeştiği için örnek verdim. Övmek anlamında değil. Suçu olan varsa yargı elbet ortaya çıkarır.




  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.