|
Felsefe nedir?
-
-
Bunlarda bazı filozofların felsefe hakkında ne düşündüklerine dair kestirme ifadeler
Neleri bilmediğini bilmektir- Socrates
Doğruyu bulma yolunda düşünsel idealist bir çalışmadır- Platon
Felsefe yapmak ölmeyi öğrenmektir- Karl Jasper
İlkeler ya da ilk nedenler bilimidir -Aristotales
Mutlu bir yaşam sağlamak için tutarlı eylemsel bir sistemdir -Epikuros
Felsefe bir bilimdir ve felsefeyi kesin bir bilim yapmak için geometrik yöntemi metafiziğe uygulamak gerekir –Descartes
Felsefe tanımıyla Tanrıyı bilmektir ve gerçek felsefeyle gerçek din özdeştir- St.Agustinos
İnanılanların inanılmaya değer olup olmadığını araştırmaktır-Pierre Abelard
Felsefe duyumların bilgisidir -E. Condillac
Deney ve gözleme dayanan bilimsel veriler üzerinde düşünmektir - F Bacon
Felsefe genelleştirilmiş bir matematiktir -Spinoza
İnsan zihninin mahiyetini incelemektir -D. Hume
Felsefe eleştirel düşünmedir: Kişinin kendi düşüncesinin nasıl işlediğinin, kabul gören her şeyin, kişinin kendi düşüncesinin düşündüğü şeyleri nasıl şekillendirdiğinin farkına varmaya çalışmaktir.- Don Cupitt
Felsefe deneyimlerin aydınlatılmasıdır Marie Ponty
-
İmzanızdaki Dostoyevski'nin sözü güzelmiş. Yalnız bırakmayalım.
"Her şeyden sonra, felsefe nesnelerin temeli değildir. Kendisini yansıtmakta olan insanın geç kalmış ve görece etkisiz bir aktivitesidir."
George Santayana
—Mektuplar 1:47 (Henry Ward Abbot, Berlin, 5 Şubat 1887) -
Felsefe yorulmaktır -
Felsefe, benim için düşünce üzerine düşünme eylemi. Self-reflektif düşünce yani. Herhangi bir şey düşünüyorsun. Bu düşüncende çoğu zaman olduğu gibi öğrenilmiş bir düşünce. Mesela “eğitimsiz bir insan hayatta başarılı olamaz” gibi klişe bir cümle olsun. Bunu içselleştirmişsin, üzerinde hiç düşünmüyorsun. Burada felsefe yok, önyargı var. Düşünce üzerinde düşünme pratiği (alışkanlığı) geliştirmeye başladığında felsefeye merhaba demiş oluyorsun. Bu alışkanlığın gelişmesi de diğer bütün alışkanlıklar gibi ezber bozmayı ve yeni bir düşünme modalitesine geçmeyi gerektiriyor. Ama burada insanlarda bir direnç noktası var. “Apaçık doğru olan bir şey sandığı düşünceyi (doxa) neden bir daha düşünüp kendimi yorayım. Bu işin sonu deliliğe gider” gibi bir direnç sergileniyor. Düşünce üzerine düşünmenin delilik olmadığını, zaman kaybı olmadığını ya da olsa bile sonunda daha verimli, üretken bir düşünce yapısına ulaşarak harcadığı zamanın karşılığını alabileceğine ikna etmen gerekiyor.
“Eğitimsiz bir insan hayatta başarılı olamaz” cümlesine dönelim. Önce eğitimin neliğini, niceliğini, neye yönelik eğitim olduğunu sorgulamak gerekiyor. Hayatta başarı ile ne anlaşılabileceği ayrı bir tartışma konusu olarak kendisini gösteriyor. Başarılı olmanın bedelini düşünmek, kültürel olarak belirlenmiş başarı kıstaslarını eleştirebilmek gerekiyor. Basit bir cümleden uzun uzun düşünme, okuma, soruşturma süreçlerine geçilebiliyor. Felsefe böyle bir şey. Ama doğa bilimlerinden farklı bir alanda ve tikelden tümele doğru giden yani kavramsal düzeyde düşünmek de gerekiyor.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sailor64 -- 1 Ekim 2020; 17:0:33 >
-
Mutsuzluktur.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > -
İnsanın vardığı bilişsel aşamada düşünmek bizatihi bir mutsuzluk kaynağı haline gelebilir. Zira varlık itibarıyla ne olduğunu ve başına neler geleceğini öngörebilmek insanı pek de mutlu kılabilecek şeyler değildir. Öte yandan düşünmeyen insanların, ya da evrimsel basamakta daha aşağı kategorilerde yer alan canlıların mutlu olduğunu söyleyebilmek de mümkün değil. Başlarına kötü bir şey geldiğinde mutsuz, iyi bir şey geldiğinde mutlu oluyorlar. Öngörme yetenekleri yok. Öngörme yeteneği insanı mutsuz eder ama çıkış yolu yine öngörebilme ve ondan sonra çözümler geliştirebilme kapasitesine bağlıdır.Bu tek bir kişinin bir anda gerçekleştirebileceği bir şey olmayabilir. Ama türsel olarak baktığımızda mutluluğa ulaşma adına ortaya konan bilimsel ve felsefi açılımların bir neticeye varabileceğini öngörmek de olası. En basit bir kaç örnekten birileri Budizm ve prozac. Daha iyisi de çıkabilir:)quote:
Orijinalden alıntı: Herattaa
Mutsuzluktur.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sailor64 -- 2 Ekim 2020; 16:52:8 >
-
-
Olabilecek en genel şekilde düşünüldüğünde ve bir konunun temel kabulleri üzerine meta yapıldığında felsefe yapılmaya başlandığı söylenebilir. Esasında bir spekülasyon yığınından ve aksiyomlara dayanarak hareket etmekten ibarettir çünkü felsefenin inançları elle tutulur inançlar değildirler daha doğrusu yalnızca elle tutulur bilimsel inançların taksonomisini veya hayata dair kazanılmış görüşlerimizi düzenlemede işe yararlar. Bu sebeple felsefeyi daha doğrusu kayda değer felsefeyi metabilim olarak görüyorum. Her disiplin bir noktada felsefenin uzantısı ama disiplinlerin önermeleri ve modelleri doğanın kendisine dayanıyor ve doğayla mukayese edilerek onaylanmadıkları sürece bir anlam ifade etmiyorlar. Onaylanınca geçerli olan bilimsel literatür niteliği kazanıyorlar. Felsefenin inançları bu konuda batmakta ve keyfi - ahlâksal hale gelmektedir. Ahlâkın insan-kültür üretimi olmasından mütevellit ancak buna ters şekilde genel olarak felsefede ahlâka yüksek bir ontolojik statü bahşedilmesinden ötürü felsefe batmaktadır. Varlığın doğasında veya yapıtaşında ahlâkı bulamazsınız, bu yanlış ontolojik tutumdan süratle vazgeçilmeli aksi takdirde insanlık doğanın önüne geçer, insan merkezli inançlar bizi gerçekliğin algılarımızda çok çelişkili ve kompleks (ama bir yandan görmesi son derece basit) doğasını anlamaktan alıkoyar. Bu ifadem son kertede felsefenin bir yandan doğru söz (logos) haliyle doğru bir ahlâk ile karakterize olduğunu gösterir. Böylece felsefeyi daha iyi tanımlamak için neo - Herakleitosçu bir görüş ortaya koyuyor ve savunuyorum.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
-
Bu ifadem son kertede felsefenin bir yandan doğru söz (logos) haliyle doğru bir ahlâk ile karakterize olduğunu gösterir. Böylece felsefeyi daha iyi tanımlamak için neo - Herakleitosçu bir görüş ortaya koyuyor ve savunuyorum.
Mesajınızın ilk kısmını anladım, son ifade ettiklerinizi anlamakta güçlük çektim. Biraz açabilir misiniz? Ne demek felsefenin "logos haliyle doğru bir ahlak ile karakterize olması"
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sailor64 -- 4 Ekim 2020; 15:31:8 > -
quote:
Orijinalden alıntı: Sailor64Bu ifadem son kertede felsefenin bir yandan doğru söz (logos) haliyle doğru bir ahlâk ile karakterize olduğunu gösterir. Böylece felsefeyi daha iyi tanımlamak için neo - Herakleitosçu bir görüş ortaya koyuyor ve savunuyorum.
Mesajınızın ilk kısmını anladım, son ifade ettiklerinizi anlamakta güçlük çektim. Biraz açabilir misiniz? Ne demek felsefenin "logos haliyle doğru bir ahlak ile karakterize olması"
"Doğruyu söylemek" doğru davranmaktır, doğru söyleyin dersem doğru söylemenin ahlâkî buyruk veyahut ilke olduğunu söylemiş olurum halbuki bir yandan ahlâkı ontolojik öz olarak reddediyorum yani bu kendimle bir yerde çelişmem anlamına geliyor. Bunu aşmak için basitçe Herakleitos'un kutuplar - zıtlıklar kuramına başvuruyorum ve göreceli insan algısının çelişkiler ürettiği ve kafa karışıklığına yol açtığı varsayımından gidiyorum. Prensipte hiçbir şey doğru değil ama bazı şeyler ihtimaldışı ve bazı şeyler doğruya birazcık daha yakın, bazı yargılar - emirler de haliyle özellikle de verilmiş durumlara göre daha etkin. Birisini öldürmek ne denli gayriahlaki gerçeklik addedilirse addedilsin bir meşru müdafaa hatta yaşamsal kaynak ele geçirme formundaysa ahlâkî gerçekliği dönüştürecektir. Tepetaklak edecektir. Ben şahsen hırsızlığı ve cinayeti - özellikle gümüş ilke çerçevesinde - istemem, belirli ahlaki buyruklara bu çerçevede uyarım ama bu buyrukların doğaya içkin olmadıklarını bilirim çünkü bilhassa kaotik (state of nature diye tarif edilen) durumlarda ahlakî - doğru edim düzensizdir. Hayatta kalmam için çalmam veya öldürmem gerekebilir ama "daha doğrusunu" yapıp çalmak veya öldürmek yerine işbirliği yapabilir veya basitçe temastan kaçınmak için yer değiştirebilirim. Ahlâkî gerçeklik için ahlakın bu kadar oynak ve öngörülemez değil; değişmez olması gerekiyor, sürekli değişen ahlak varlıksal olarak tanımlanamaz. Bu durumda ahlak daha büyük bir başarıyla tanımlanabilir madde ve enerji durumlarında soyut bir tasarı olaraktan kaybolur gider çünkü farklı komutlar talep edecek vakalar bu platformun daha iyi tanımlanabilir çeşitliliğinde meydana gelir ve doğru davranmanın ilkelerini fiziksel olarak tanımlanamaz kılar. Verilmiş koşuldaki çok temel durumlar hariç, ne gibi: Ödevini yap. Başkalarını kazıklama. Birisine zarar verme. Ama Dünya'ya bir meteor çarpıp genel devlet otoritesi tepetaklak olduğunda tüm bu komutlar baş aşağı döner. İçgüdüsel gerçeklik sosyal gerçekliğin yerini alır. Nerede ahlâk? Ben göremiyorum. Yoksa ahlâk kripto vahşi doğamızı kontrol altında tutan ağırlıklı kültürel bir miktar da nörolojik bir kutup mu? Belki de. Evrimsel biyolojide bu söyleniyor. Kısaca demek istediğim etik felsefesiyle antik düşünürler ve bazı analitik filozoflar gibi çok vakit kaybetmeyin. :) Birisi alnınıza silah dayadığında etik retoriğiniz sizi kurtarmaz, kurtarsa kurtarsa post apokaliptik Holywood filmlerinde kurtarır.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
-
Yoksa ahlâk kripto vahşi doğamızı kontrol altında tutan ağırlıklı kültürel bir miktar da nörolojik bir kutup mu? Belki de. Evrimsel biyolojide bu söyleniyor.
Ahlakın ontolojik bir gerçeklik olarak kabul edilebilmesi için bir yaratıcı gerekli. Yaratıcı yoksa evrensel olarak geçerli ahlaki ilke de yok demektir. Bunda hemfikiriz sanırım.
Ahlak muhakkak kültürel bir şey, yanısıra evrimsel bir yönü de var ki o da: en azından primat ailesinin yüksek üyeleri arasında paylaşılan bir duygu olan empati duygusu/yetisinin üzerinde yükselmesi. Empati duygusunun varlığı artık tartışılmıyor, nörobilimsel bir gerçeklik olarak kabul ediliyor. Başkasını seyrediyorken onun hissettiği gibi hissedebiliyorum. O halde, başkası acı çekiyorsa ben de acı çekebilirim, başkası haz alıyorsa ben de haz alabilirim. Bu bilimsel gerçek filmleri, edebiyat eserlerini neden bu denli etkileyici bulduğumuzu açıklıyor.
Yalnız burada H.Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” mevzusunun açıklanması gerekiyor. Empati duygusu varsa nasıl Yahudi soykırımı mümkün olabildi? Sıradan insanlar nasıl nazilerin zulmüne seyirci kaldı ve hatta aktif olarak katıldı? Burada örnek alınan, yani öncelikle izlenen, benlik ideali haline gelen kişi ve kurumların da empatik bir süreçle değerlendirildiğini unutmamak lazım. İzlenen ve taklit edilen sadece zulüm gören değil aynı zamanda zulmeden ve bunu kendine hak olarak gören. Nasıl insanlar Putin ve benzeri liderlerin fanatiği olabiliyor. Bir kısmının empatik yetenekleri olmayabilir, anti sosyal davranışlar doğalarında mevcut olabilir. Bunlar başı çeken azınlık grup.Asıl çoğunluk ise bunları görerek empatik olarak etkilenenler. Antisosyal davranışları içselleştirmeseler bile kural olarak kabullenmekte rahat hissediyorlar.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sailor64 -- 4 Ekim 2020; 18:28:50 >
-
quote:
Orijinalden alıntı: Sailor64Yoksa ahlâk kripto vahşi doğamızı kontrol altında tutan ağırlıklı kültürel bir miktar da nörolojik bir kutup mu? Belki de. Evrimsel biyolojide bu söyleniyor.
Ahlakın ontolojik bir gerçeklik olarak kabul edilebilmesi için bir yaratıcı gerekli. Yaratıcı yoksa evrensel olarak geçerli ahlaki ilke de yok demektir. Bunda hemfikiriz sanırım.
Ahlak muhakkak kültürel bir şey, yanısıra evrimsel bir yönü de var ki o da: en azından primat ailesinin yüksek üyeleri arasında paylaşılan bir duygu olan empati duygusu/yetisinin üzerinde yükselmesi. Empati duygusunun varlığı artık tartışılmıyor, nörobilimsel bir gerçeklik olarak kabul ediliyor. Başkasını seyrediyorken onun hissettiği gibi hissedebiliyorum. O halde, başkası acı çekiyorsa ben de acı çekebilirim, başkası haz alıyorsa ben de haz alabilirim. Bu bilimsel gerçek filmleri, edebiyat eserlerini neden bu denli etkileyici bulduğumuzu açıklıyor.
Yalnız burada H.Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” mevzusunun açıklanması gerekiyor. Empati duygusu varsa nasıl Yahudi soykırımı mümkün olabildi? Sıradan insanlar nasıl nazilerin zulmüne seyirci kaldı ve hatta aktif olarak katıldı? Burada örnek alınan, yani öncelikle izlenen, benlik ideali haline gelen kişi ve kurumların da empatik bir süreçle değerlendirildiğini unutmamak lazım. İzlenen ve taklit edilen sadece zulüm gören değil aynı zamanda zulmeden ve bunu kendine hak olarak gören. Nasıl insanlar Putin ve benzeri liderlerin fanatiği olabiliyor. Bir kısmının empatik yetenekleri olmayabilir, anti sosyal davranışlar doğalarında mevcut olabilir. Bunlar başı çeken azınlık grup.Asıl çoğunluk ise bunları görerek empatik olarak etkilenenler. Antisosyal davranışları içselleştirmeseler bile kural olarak kabullenmekte rahat hissediyorlar.
Belirli bir sınır ve hedef çerçevesinde anti sosyal davranışın belki onları (hatta tüm insanlığı) kurtaracağı gerçeğini ızdırabın önüne koymuş olabilirler. Ayna nöronlar tüm neokorteksimizle beraber şüphesiz ki "büyük bir resmi" de veriyor. Büyük resim, esenliğe ereceğine inanılmış ve uğruna kan dökülebilecek olan seçilmiş - esasında kaçınılmaz olarak içinde doğulduğu için bir parçası olunmuş topluluk, "şeref" veya "namus" bile denilen göbek bağıyla bağlandığımız topluluk. Verdiğiniz örneklerle buna Üçüncü Reich veya Anavatan Rusya diyebiliriz ama ortak tez, Vadeddilmiş Krallık ve bu krallığın kurallarına uymamanın yaptırımları belli: Dışlanma, alıkonma hatta öldürülme. Bazen içten inanmasalar bile insanlar yalnızca emirleri yerine getirirler. Bazıları hakiketen vadeddilmiş krallığa tüm mantığı ve duygusuyla inanır, bazılarının şüpheleri olsa da daha iyisini bilmediği için vaddedilmiş krallık için çalışır. Bu anlayışın şiddete dayalı formlarında tek tek insanları gözden çıkarılabilir, tekil örneklere yönelik empati de bastırılabilir veya yönlendirilebilir, kişiler dehumanize edilebilir. Bunu birazcık düşündüğümüzde bireyden bireye de değişeceğini görebiliriz. Hitler'in yüksek empatili üçüncü adamı veya sağkolu olmak da teoride mümkün. Bazı insanlar belirli bir empati sahibi olsa da buz gibi soğuk, bilişsel olarak empatik ama davranışsal - karakteristik olarak empatik değil. Mantıkla duyguları ayrıştıran veya birbirinden ayrı yorumlayan kuramları reddetsem de hatta şiddetle karşı çıksam da böyle bir durum var. Kötülüğün sıradanlığı belirli durumlarda serinkanlılığın ve bencil çıkarcılığın yarattığı yanılsama olabilir. Bu da dediğim bazen yalnızca emirleri uygularsın kısmına bağlanıyor. Bazen yalnızca emirleri uygularsın çünkü yapacak daha iyi bir iş bilmezsin. Risk almak istemezsin vs.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
-
quote:
Orijinalden alıntı: Nat AlianovnaBelirli bir sınır ve hedef çerçevesinde anti sosyal davranışın belki onları (hatta tüm insanlığı) kurtaracağı gerçeğini ızdırabın önüne koymuş olabilirler. Ayna nöronlar tüm neokorteksimizle beraber şüphesiz ki "büyük bir resmi" de veriyor. Büyük resim, esenliğe ereceğine inanılmış ve uğruna kan dökülebilecek olan seçilmiş - esasında kaçınılmaz olarak içinde doğulduğu için bir parçası olunmuş topluluk, "şeref" veya "namus" bile denilen göbek bağıyla bağlandığımız topluluk. Verdiğiniz örneklerle buna Üçüncü Reich veya Anavatan Rusya diyebiliriz ama ortak tez, Vadeddilmiş Krallık ve bu krallığın kurallarına uymamanın yaptırımları belli: Dışlanma, alıkonma hatta öldürülme. Bazen içten inanmasalar bile insanlar yalnızca emirleri yerine getirirler. Bazıları hakiketen vadeddilmiş krallığa tüm mantığı ve duygusuyla inanır, bazılarının şüpheleri olsa da daha iyisini bilmediği için vaddedilmiş krallık için çalışır. Bu anlayışın şiddete dayalı formlarında tek tek insanları gözden çıkarılabilir, tekil örneklere yönelik empati de bastırılabilir veya yönlendirilebilir, kişiler dehumanize edilebilir. Bunu birazcık düşündüğümüzde bireyden bireye de değişeceğini görebiliriz. Hitler'in yüksek empatili üçüncü adamı veya sağkolu olmak da teoride mümkün. Bazı insanlar belirli bir empati sahibi olsa da buz gibi soğuk, bilişsel olarak empatik ama davranışsal - karakteristik olarak empatik değil. Mantıkla duyguları ayrıştıran veya birbirinden ayrı yorumlayan kuramları reddetsem de hatta şiddetle karşı çıksam da böyle bir durum var. Kötülüğün sıradanlığı belirli durumlarda serinkanlılığın ve bencil çıkarcılığın yarattığı yanılsama olabilir. Bu da dediğim bazen yalnızca emirleri uygularsın kısmına bağlanıyor. Bazen yalnızca emirleri uygularsın çünkü yapacak daha iyi bir iş bilmezsin. Risk almak istemezsin vs.
Alıntıları GösterNat yazdı
Bazı insanlar belirli bir empati sahibi olsa da buz gibi soğuk, bilişsel olarak empatik ama davranışsal - karakteristik olarak empatik değil.
Sanıyorum bahsettiğiniz kişiler “otantik” olmayan, kendileri gibi davranmayan, son derece politik ve mantıklı, empatik kavramları anlamış ama hissetmeyen, gerektiğinde taklit edebilecek denli de zeki kişiler. Bunlar maalesef doğrudan empati yapmadığı belli olanlardan daha tehlikeli zira diğerinin ayırt edip geri durabiliyorken, bu tür insanlara aldanıp ihanete uğramak mümkün.
Ben duygu-düşünce (mantık) ayrımına inanıyorum. Zira ilki evrimsel temelde hızlı reaksiyon veren otonom bir sisteme, diğeri ise impulsu yavaşça ama geniş sinir bağlantıları üzerinden işleyen, neden sonuç hesapları yapmayı bilen, hafızayı en geniş imkan ile kullanan zihinsel bir sisteme karşılık geliyor.
Doğrusu hangisini önce kullanmak? Başınız dertte değilse empati yapıp sonra üzerinde düşünmek daha iyi. Empati bir sürü başka duyumsama ve bellek izini beraberinde getirecek ve düşünmeye zemin hazırlayacaktır diye düşünüyorum.
Nat Yazdı
Bu da dediğim bazen yalnızca emirleri uygularsın kısmına bağlanıyor. Bazen yalnızca emirleri uygularsın çünkü yapacak daha iyi bir iş bilmezsin. Risk almak istemezsin vs.
Bu kısım çok basit, bu denli basit olduğu için kompleks insan davranışını açıklamakta yetersiz kalıyor. Bu düşünce izinin ihmal ettiği nokta birey bazında işleyen bir libidinal ekonominin tarzı. Kötülük yapmak basitçe Id kaynaklı saldırganca dürtülerin boşaltılmasıdır ve oldukça ferahlatıcı bir eylem olduğu düşünülebilir. Video oyunlarında saniyeler içerisinde patlayan bombalar ve atılan mermilerin ergenleri ne denli mesut ettiği açık. Aptal mı bu çocuklar? Değiller tabi.Sadece süperegoları oyun kavramı içinde öldürmeyi paranteze almış, gerçek öldürme saymıyor, yapabilirsin diyor. Savaştada benzeri şekilde saldırgan dürtülerden süperego yasaklamasına takılmadan zevk almak mümkün. O halde rejim marifetiyle şekillendirilen süperegoların sosyal ve siyasal yönelimli azınlıklara şiddete izin vermesi, şiddeti meşrulaştırıyor ve savunucularına ekstra haz duygusu sağlıyor. Yani bu insanlar zevk alıyorlar zulümden. Ama tüm empatileri de kaybolmadığından, köşesinden, kenarından hala acıma hisleri duyabildiklerinden çıkan net sonuç kayıtsızlıkla birleşmiş kötülük oluyor.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sailor64 -- 4 Ekim 2020; 20:54:21 >
-
quote:
Ben duygu-düşünce (mantık) ayrımına inanıyorum. Zira ilki evrimsel temelde hızlı reaksiyon veren otonom bir sisteme, diğeri ise impulsu yavaşça ama geniş sinir bağlantıları üzerinden işleyen, neden sonuç hesapları yapmayı bilen, hafızayı en geniş imkan ile kullanan zihinsel bir sisteme karşılık geliyor.
Mantık yürütmek daha sofistike ve hesaplamalarla çalışan bir içgüdü akışı gibi, otonom sistemin biraz daha gelişmiş ve daha katmanlı hali; aynı zamanda duygulardan etkilenip duyguları da etkiliyor. Duygu basit ve ani bir içgüdüsel tepkiyse, mantık çok katmanlı ve sürekli kendisini güncelleyen, bilgi ağıyla işlem hacmi artan bir tepki. Aynı paranın iki farklı yüzü gibiler. En teknik - mantıksal yaklaşımın altında bile bir duygudurum yatar bu düşüncelerin ve yaklaşımın doğasını haliyle mantığın rotasını etkiler. En azından etkileyeceğini varsayabiliriz. Araştırmacıların aynı konuda farklı bakış açıları sahibi olması belki de budur. Kimisi daha fazlasına sahip olmaya ve iktidar türlerine odaklıyken kimisi basitçe bildiğiyle yetinmesine yol açacak ama yine de mantıklı bir halet-i ruhiyeye sahiptir. Mantık-duygu hep beraber daha fazlasını öğrenme boş yere değerli enerjini tüketme diyebilir. Mantık bazen duygusal (mesela kızgın) davran ki ortamda baskın ol ve sesin duyulsun der vs. Akademide insanlar duygularını gizlerler çünkü duygusal görünmek mesela böylesi "mantıklı" bir ortamda ciddi zayıflıktır. Taraflılık belirtisidir vs ama böyle altta peşin yargı veya önyargı yatıyorsa bu pekala mantıklı duygunun düzen takıntısının, mantıksal bir öznenin sağduyu histerisinin sonucu olabilir. Bu sebeple psikanaliz terminolojisine başvurmak da bir noktada oldukça riskli çünkü ego, ID ve süper ego terimleri fiziken tam elle tutulur olmadıkları gibi beynin kompleks fizyolojisinde kolayca overlap olabiliyorlar. Tabii bu kişisel görüşüm, katılmak zorunda değilsin.
Bazı insanlar inanılmaz politik, hatiplik yeteneğiyle donanmış. Bazısı çok sinsi - iki yüzlü. Bazısı su katılmamış psikopat. Bunlara doğrudan kötü diyebiliriz tabii, ID'sel ya da ilkel benliksel her şeye içgüdülerin şeytanilik potansiyelinden ötürü kötü diyebileceğimiz gibi. Bu günlük yaşamda çok pratik bir hareket. Teoride ise beyin hakkında yeterince bilgi vermeyen karakteristik sınıflandırmadan öte bir şey değil.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
-
Mantıklı düşünce kendi başına bir değer ifade etmez. Onunla ne yapmaya çalıştığınız önemli. Bu da işin ahlaki boyutu. Hakikati aramak otantik bir eylemdir. Nihayetinde yapılabilecek en otantik eylem kendini bilmektir. Kendini bilmek diğerlerini de bilmeyi gerektiri zira ötekinin dolayımı üzerinden insan kendisini bilebilir. Bunun için yürütülen mantık değerlidir. Ama pratik ve bencil amaçlarla yürütülen mantık o denli hakikate hizmet etmeyebilir. Empati de hakikati anlayabilmek adına kullanılabilir ya da kötücül biçimde yönetilebilir. O halde mantık ve empati yeteneğini gözleyen, nereye doğru evrileceğine karar veren üst bir refleksiyon merci olması lazım. Yüksek bilinç denilen şey de bu sanırım. Bu merciye asla süper ego diyemeyiz, zira superego bilinçdışı, bencil ve kötücüldür çoğu zaman. Yüksek bilinç şaşırmaz diyemem, onunda elindeki harita ne kadar sağlıklıdır ona bakmak lazım. Yüksek bilincinde üstünde bir daha üst refleksiyon merci olması lazım. Belki bu kişiyi aşar ve başka birisinden alınması elzem olan supervizyon gereksinimi doğar. Bu işlerde ehil olanlar, otoriteler, tarih biliminde, siyaset ve felsefede bu tür yüksek bilince yaklaşmış insanlarla temas halinde olmak gerekir. Acımasız bir hakikat savunuculuğu…Gereksinim duyulan şey bu.
Id, ego ve superego yerine Sokrates’in demonlarını, eleştirel düşünen tartışan benliğini ve tanrısal vicdanını koyabiliriz bir şey değişmez. Bunlar fonksiyonel yapılar, birebir topografik karşılıkları yok beyinde. Bir takım nöron bağlantıları, paternler halinde ateşlenip, sönüyorlar. İnsan zihnini anlamak için bir teoriye ihtiyaç var ve en iyi teorilerden birisi psikanaliz. Her yönüyle değil ama metapsikoloji bağlamında dile getirilenler ile çok değerli.
-
bu videoyu izlemenizi öneririm
-
Sonsuz düşünce, kavram(felsefi) üretmek ve her türlü acındırmaktan kaçmak.
-
quote:
Orijinalden alıntı: FridolfSonsuz düşünce, kavram(felsefi) üretmek ve her türlü acındırmaktan kaçmak.
Birçok felsefecinin sefil bir hayatı oluyor, kimisi ağlayan veya deli yakıştırması alıyor. Bir yandan filozofların genel olarak argumentum ad populum ve ortodoksi dışı "nihilist" tavırları da düşünüldüğünde son önerme felsefeyi tanımlamak için pek mantıklı değil.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > -
Felsefe anlamlandırma çabasıdır
Benzer içerikler
- kabirde günler nasıl geçer
- kime göre neye göre ne demek
- felsefe bölümü okuyanların yorumları
- en açıklayıcı kur"an tefsiri
- incil değiştirildi mi
- türk bilim insanları
- google maps toplu taşıma renkleri
- mars"ta yaşam var mı
- dünyada en çok konuşulan diller
- teslim alınmayan kimlik nereye gider
Bu mesaj IP'si ile atılan mesajları ara Bu kullanıcının son IP'si ile atılan mesajları ara Bu mesaj IP'si ile kullanıcı ara Bu kullanıcının son IP'si ile kullanıcı ara
KAPAT X